Bir Meydan Okuyuş

GÜNLÜK HAYATIN basitliği içinde dikkatimizden kaçan şeylerin
belki de en başında gelir yüzümüz. Bu da hayatın en temel kanunlarından biridir.
En önemli şeyler, en olmayacak işler, neredeyse hiç fark edilmeyecek bir basitlik
içinde ortaya çıkar. Fakat elimizde, bizi hiç yanıltmayan bir test var. Birşeyin
gerçekten göründüğü kadar basit olup olmadığını bir çırpıda ortaya çıkarıveren
bir test bu:

Dönün dünyanın başlangıcına, yüzü olmayan bir hayat düşünün.

Gerçi dünyanın başına döndüğümüzde, "hayat" dediğimiz
esrarlı varlığı da yeni baştan düşünmek zorunda kalırız; fakat biz şimdilik
bu kadar zorluğu bir araya getirmeyelim ve hayatı hazır bulduğumuzu farz edelim.
Ve, sadece, ortaya çıkacak olan canlı formları için, yüzsüz birer beden düşünelim.

Böyle birşeyin bütün bütün imkânsız olmadığını düşünebilirsiniz.
Nihayet virüs veya bakteri seviyesinde pek çok canlı topluluğunun, yüz gibi
bir organdan yoksun şekilde var olması ve hayatını devam ettirmesi, görülmedik
birşey değildir. Fakat böyle vak’aları dikkatli bir şekilde gözleyecek olursak,
bunların öyle bir organa ihtiyaç duymayacak bir biçimde planlandıklarını ve
ona göre görev ve faaliyetleri yerine getirdiklerini görürüz. Bugün yeryüzünün
dört bir köşesini milyonlarca tür canlı ile dolduracak bir zenginlik ise, ancak
yüz sayesinde var olabilen bir zenginliktir. Bu konuda hayalgücümüzü çok fazla
zorlamamız gerekmez. Çünkü insanoğlunun elindeki bu güç zaten zorlanacağı kadar
zorlanmış ve sayısız sanatçıların bilim kurgu çizgilerini sonuç vermiştir. Onlardan
hangisini izleyecek olsanız, yine kendinizi yüzlerle dolu bir dünyada bulursunuz.

Nedir yüzü bu kadar vazgeçilmez kılan?

Bu soruyu, kısaca, "Onun herhangi bir özelliği" diye
cevaplandırabiliriz. Gerçekten de, onun birbirinden farklı üç yönünden herhangi
biri, diğer özelliklerine ihtiyaç bırakmaksızın, yüzü alternatifsiz ve vazgeçilmez
hale getirmeye fazlasıyla yetecektir.

Yüzün ilk akla gelen özelliği, tanınma ile ilgili olanıdır.
Biz yüzden söz ettiğimiz zaman, genellikle, bir canlıyı tanıtan ve onu diğerlerinden
ayırd eden bölümünü anmış oluruz. Bu, canlı türlerinin birbirinden ayırd edilmesinde
olduğu kadar, aynı tür içindeki bireylerin tanınmasında da sözkonusudur. Özellikle
insan hayatında, yüzün yokluğunu hayal etmek bir yana dursun, benzer yüzlerin
birbirine karıştırılması halinde ne gibi sonuçların ortaya çıkabileceğini gösteren
pek çok olay yaşanmıştır.

İkinci olarak, başla beraber düşündüğümüzde, bir yüz, herhangi
bir canlı için, en üstün özelliklerle donatılmış bir kumanda ve haberleşme merkezi
olarak karşımıza çıkar. Hangi canlıyı ele alırsanız alın, yüzü mutlaka bedenin
en üst noktasında görülecektir. Yine hepsinde göz, yüzün de üst tarafında, burun
ise daima ağzın üstündedir. Yüzün herhangi bir sebeple yere yakın şekilde iş
görmesi gerekse bile, bu problem, ilgili organın—gaga veya fil hortumu gibi—uzatılmasıyla
çözülmüş, yüz yine vücudun en üst bölümünde bırakılmıştır. Çünkü, geminin kaptan
köşkü veya uçağın pilot kabini gibi, bu bölmenin de çevreye en hâkim bir mevkide
bulunması gerekir.

Yüzün, özellikle insan yüzünün, önem itibarıyla diğer ikisinden
geri kalmayan bir üçüncü özelliği ise, onun madde ile mânâ arasında oynadığı
roldür. Kabul edelim veya etmeyelim, sırlarından haberdar olalım veya olmayalım,
varlığımızın önemli bir bölümü, gözümüzün önündeki madde âleminin sınırlarının
dışına taşmaktadır. Ruh, hayal, kalb, duygu gibi kavramları ne elementler belirler,
ne moleküller, ne proteinler, ne hormonlar. Gerçi madde âleminin çerçevesi içinde
ele aldığımız sürece, bunlara kolay kolay anlam veremeyiz. Ama maddî bedenimizin
ve onu çevreleyen maddî dünyamızın ötesinde, en az onlar kadar gerçek ve en
az onlar kadar geniş ve kapsamlı başka şeylerin bulunduğunu da görmeden geçemeyiz.
İşte bütün bu gizemli kavramlar ve onların temsil ettikleri âlemler ile madde
âlemi arasındaki alışverişlerin cereyan ettiği en önemli bölge, yüzümüzdür.
Buradan, her iki tarafa da kapılar açılır. Göz ile hayal arasında alınıp verilenler,
dil ile dile getirilenler, simada okunan ve anlatılanlar, sesler ve kokular
vasıtasıyla alınıp verilenler, hiçbir zaman yüzden ayrı şekilde düşünülebilecek
şeyler değildir.

Şu ana kadarki gözlemlerimiz iki tesbiti çok açık ve kesin
bir şekilde dile getirir:

Birincisi:

Yüzsüz hayat olmaz.

İkincisi:

Yüzün yerine yüzden daha iyisi ve güzeli düşünülemez.

Bunların acele ile varılmış birer hüküm olduğunu düşünenlerin
önünde yol açıktır: ömürlerinin sonuna kadar bu hükümlerin doğruluğunu sınamaya
devam edebilirler.

Nihayet, varlık âlemi de bir kitaptır. Tıpkı Kur’ân gibi, düşünenlere,
açık bir meydan okuyuşla seslenir:

"Bir âyetimin olsun benzerini getirin" diye.

İşte yüz de o âyetlerden biridir.

Belki de en büyüğü, yahut en göz kamaştırıcısı.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun