Evrime delil olarak gösterilen "Miller-Urey Deneyi" hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 08.06.2011 - 00:18 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Stanley Miller, ilkel atmosferin gaz bileşimi olarak kabul edilen gazları bir araya getirerek, bazı aminoasitlerin sentezlenebileceğini göstermiştir.

Bir kimya öğrencisi olan Stanley Miller, 1953 yılında Şi­ka­go’da, metan, amonyak ve hidrojeni su içerisinde çözerek, bir cam balona koyup elektrik deşarjına tâbi tutmuştur.

Miller, o devirde dünyada bulunması varsayılan karışımları ve enerji kaynaklarını kullanmıştır. Miller, ultraviyole ışınlarının yanı sıra atmosfer hareketlerinden dolayı ortaya çıkan şimşekleri, yani elektrik deşarjını enerji kaynağı olarak almıştır. Bu denemede 24 saat içinde birçok bileşiğin yanı sıra tabiatta çok bulunan üç aminoasit teşekkül etmiştir. Bunlar glisin, asparagin ve alanin’dir.

Stanley Miller Deneyinin Kritiği

Miller’in deneyi birkaç yönden tenkit edilmektedir.

1. Miller’in aletlerinin can alıcı kısmı, soğuk tuzaktır. Bu yapı kimyevi tepkimelerden hasıl olan ürünleri toplama ödevi görüyordu. Şayet soğuk tuzak kullanmamış olsaydı, o aminoasitler elektrik kıvılcımları tarafından parçalanacaktı. Hâlbuki Miller’in bu koruyucusuna benzeyen bir vasıta, ilkel yeryüzünde yoktu1-3.

2. 1980 yılından sonra literatürler, ilk dünya şartlarının zannedildiği gibi metal, kaya ve buzun homojen karışımı olmadığını, ilk atmosferin metan, amonyak ve hidrojenden meydana gelmediğini göstermiştir. Son çalışmalarla o zamanlar dünyanın çok sıcak olduğu, ergimiş nikel ve demir karışımından meydana geldiği belirtilir. O devirdeki atmosferde daha çok azot, karbondioksit ve su buharı karışımı olması gerektiği kanaati yaygındır. Hâlbuki bunlar, organik moleküllerin teşekkülü için amonyak ve metan kadar uygun değildir4.

3. Stanley Miller, ilk atmosferde oksijen bulunmadığını farz ederek, deneyinde oksijen kullanmamıştır. Çünkü oksijen, oksidasyon sebebiyle aminoasitlerin teşekkülüne mâni olur. Hâlbuki fotoliz olayıyla, su ve karbondioksitten oksijen açığa çıkmaktadır. Su ve karbondioksit, ultroviyole ışını tesiriyle parçalanır. Zira ilk atmosferde ozon (O3) tabakası olmadığından, yeterli miktarda ultroviyole ışığının yeryüzüne ulaştığı kabul edilmektedir.

Fotoliz olayının formülle açıklaması:

H2O + UV fotonu è OH- + H+

OH- + OH- è H2O + O=

CO2 + UV fotonu è CO + O=

4. Canlı bünyesinde bulunan bütün proteinler levo (sol elli) aminoasitlerdir. Şimdiye kadar hiçbir canlıda dekstro (sağ elli) aminoaside rastlanmamıştır. Stanley Miller’in deneyinde hem levo hem de dekstro aminoasitler hasıl olmuştur. Hâlbuki dekstro aminoasitleri, canlı yapı ve fonksiyonunu bozucu tiptedir.

Hayatın yeryüzünde ilk defa nasıl meydana geldiği hususu uzun seneler tartışma konusu olmuştur. Bugün dahi, bu konuda herkesi tatmin eden bir açıklama yoktur.

Asırlarca "canlıların cansız maddelerden, kendi kendine ve tesadüfen meydana geldiği” konusu geniş kabul görmüştür. Yani canlılar, bir ana ve babaya ihtiyaç göstermeden cansız maddelerden kendi kendine ortaya çıkıyordu. Tha­les, Anaximander, Xenophanes gibi Milattan önceki Yunan düşünürleri bunun doğruluğuna inanmışlardı. Onlara göre bitki bitleri, bitki üzerindeki çiğden, kurbağalar su birikintilerinin dibindeki çamurdan hasıl olmaktaydı.

Buna "Abiyogenez Teorisi" denmektedir. On yedinci yüzyılda Francisco Redi, üzeri bir örtüyle kapatılmış etlerde, sinekler yumurta bırakamadıklarından kurtların meydana gelmediğini göstermiştir. Bundan sonra, bir canlının ancak bir başka canlıdan meydana gelebileceği anlaşılmıştır. Ancak, o ilk canlının nasıl meydana geldiği ise, hâlâ açıklanamamaktadır.

İlk canlının ortaya çıkışıyla ilgili olarak "Heterotrof Hipotezi" ileri sürülmektedir. Bu hipoteze göre, milyonlarca sene önce dünya, bugüne göre daha sıcaktı. Okyanuslarda sıcak sular vardı. Güneş ışınları da bugünkünden şiddetliydi. Serbest oksijen olmadığından ultraviyole ışın­­ları yere kadar ulaşıyordu. Atmosferde elektrik boşalması ve volkan püskürmeleri sıkça cereyan etmekteydi. Atmosferde mevcut NH3, H2, CO2 gibi maddelerden okyanuslarda basit organik bileşikler hasıl oluyordu.

Bu maddelerden bir tanesinden “tesadüfen” kendi kendine bir canlı madde meydana geldi. Bundan da başka canlılar tesadüfen meydana geldi. Heterotrof Hipotezi’nde bütün hadiseleri planlayıp yönlendiren ve onu devam ettiren, tesadüftür.

İlk canlının ortaya çıkışıyla ilgili böyle bir açıklama sizi tatmin ediyorsa, işte ilk canlı bu şekilde teşekkül etmiştir. Yok, böyle bir açıklama sizi tatmin etmedi ise, evrimci bir biyolog meslektaşımın açıklamasını vereyim. Bu hocamız ilk canlıların ortaya çıkışıyla ilgili olarak, ders kitabında aynen şöyle diyor:

“Nasıl olmuşsa olmuş, canlılar bir yolunu bulup yer yüzüne çıkmışlar.”

Eğer bundan da tatmin olmadı iseniz, fen ve biyolojinin size sunabileceği başka bir açıklama yoktur. Zaten bilim alemi de iki yüz yıldır bu senaryo ile kendisini tatmin etmektedir. Siz de şimdilik, ilk canlının ortaya çıkışıyla ilgili bu açıklamaya kanaat edeceksiniz.

İlk canlının teşekkülüyle ilgili bu senaryo, bir kimya öğrencisi olan Stanley Miller tarafından 1953 yılında uygulama safhasına konulmuştur. Miller, ilkel atmosferde varlığı kabul edilen metan, amonyak ve hidrojen gazını bir cam balona koyup elektrik deşarjına tâbi tutmuştur. Sonuçta birçok bileşiğin yanı sıra tabiatta bulunan üç aminoasit teşekkül etmiştir. Bunlar glisin, asparagin ve alanin’dir.

Buradan hareketle, atmosferdeki gazların birleşerek amino asitleri verdiği, amino asitlerinde yine tesadüfen birleşerek proteinleri hasıl ettiği, proteinler de tesadüfen birleşerek denizlerde kuaservat çorbası denen yapıyı verdiğini, bu kuaservatın da tesadüfen ilk canlıyı hasıl ettiğini ileri sürmektedirler.

Acaba malzemeleri hazır olsa, kendiliğinden ya da tesadüfen bir çorba teşekkül edebilir mi? İsterseniz bunu evinizde deneyebilirsiniz. Mesela, mercimek çorbasının bütün malzemelerini hazır edip, mutfak tezgahının üstüne koyacaksınız. Ondan sonra çorbanın tesadüfen meydana gelmesi için beklemelisiniz. Bu iş zamanla olacaktır. Çünkü burada en sihirli şey zamandır. Çok uzun zamanda bu iş olacaktır.

İnsanın böyle tesadüfi şeyleri göremeyişi, ömrünün kısa olmasındandır. Siz bütün bütün ümidinize tesadüfen oluşacak çorbaya bağlayıp aç kalmayasınız. Karnınızı başka şeyle doyurup, bir taraftan da tesadüf çorbasını beklersiniz. Çünkü evrim teorisi taraftarları, yeterli zaman verilince bütün tesadüfi işlerin kendiliğinden oluşacağını bize ısrarla söylemektedirler.

Eğer siz, çorbayı yapacak birisinin mutlaka olması gerektiğini söylerseniz, bu görüşünüz, evrimciler tarafından, bilimsel olmadığı için kabul edilmeyecektir.

- Bir çorba bile tesadüfen, kendi kendine oluşmazken, içerisinde âdeta bir alem yerleştirilmiş olan canlı bir hücrenin tesadüfen oluşması nasıl mümkün olacaktır?

Basit moleküllerden kompleks ve şuurlu davranan canlı organizasyonların kendi kendine nasıl meydana geldiğinin bilimsel açıklaması şimdiye kadar yapılamadı. Bundan sonra da yapılması mümkün değildir. Çünkü, bir eser varsa mutlaka bir ustası olacaktır. Bir varlığın ustasını ve yapanını kabul etmeyip, tesadüfe ve tabiata vermek ya da kendi kendine olduğunu ileri sürmek, bilimsel bir yaklaşım değildir. Ateizme, yani dinsizliğe bağlı materyalist felsefenin görüşüdür. Böyle bir felsefi görüşle, ilk canlının ve diğer canlıların ortaya çıktığında ısrar etmek, bilimsel değil, ideolojik bir davranıştır. Böyle ideolojik düşüncelerin bilim adı altında okutulmaması gerekir.

Madem insanı teşkil eden atom ve elementlerde hayat ve canlılık yoktur. "Ferdinde olmayan bütününde de bulunmaz." kaidesiyle, her bir atomda olmayan hayat özelliği, atom topluluklarında da yer almayacaktır. Demek ki, insanda bulunan hayat özellikleri, ona dışarıdan bir hayat sahibinden aksetmektedir. Tıpkı, ırmaktaki su damlacıklarına parıltıların güneşten geldiği gibi. Bu durumda insan, bir ayna gibi, Allah’ın bir takım isim ve sıfatlarını yansıtmaktadır. Meselâ, insanda bulunan ilim, malikiyet, kudret, işitme ve görme gibi bir takım sıfatlar, O’nun bu vasıflarına işaret eder. İnsan der; “Ben nasıl bir takım şeyleri görüyorum, Allah da her şeyi görür. Ben nasıl bu haneye sahibim, Allah da bütün kâinatın sahibidir.” der. Böylece insan, kendisinde tecelli eden isim ve sıfatlarla Allah’ın o sıfatlarının ve isimlerinin manasını, akıl vasıtasıyla bir derce anlar ve bilir. Hayvanlarda bu sıfatlar olmadığı gibi, bunları değerlendirecek akıl ve muhakemeye de sahip değillerdir. Meselâ, bir koyun, Allah’ın ilim sahibi olduğunu bilemez. Çünkü, kendisinde bu ilim sıfatı bulunmadığı gibi, böyle bir muhakemeyi yapacak akıl da yoktur. İşte insanı diğer varlıklardan üstün kılan vasıf ve özelik de budur. Yani insan, kendisindeki akıl vasıtasıyla mantıklı düşünmekte ve bütün mahlûkat üstünde bir mevkie sahip olmakta ve Allah’a böylece muhatap olabilmektedir. Eşrefi mahlûkat, yani, varlıkların en şereflisi olma vasfını ve makamını kazanmaktadır. İnsanın kıymet ve değeri de kâinattaki varlıkların yaratılış gaye ve vazifelerini tefekkürle, bunlar hakkında fikir yürütmekle artmaktadır.

İnsanı meleklerden üstün kılan vasfı, onun kâinattaki varlıkları inceleme ve anlama yönündeki tefekkürü ve düşüncesi sebebiyledir. Çünkü meleklerin her biri, belli bir görev ve ibadetle vazifelidir. Birisi daima kıyamda iken bir başkası secdededir. Fakat insan, bütün ibadet nevilerini anlayıp yapabilmektedir. Bir melek, insanın açlık ya da susuzluk eleminin giderilmesinden aldığı lezzetin ve ettiği hamdin derecesine yetişemez. Çünkü, melaike açıkmaz ve susamaz. Dolayısıyla o ihtiyaçların giderilmesinden elde edilen lezzeti bilemediği için, bu konuda Allah’a şükür ve teşekkürü de insanın seviyesine çıkamaz. Mesela, Cenab-ı Hakk’ın Şafi isminin tecellisini melaike bilemez. Çünkü, onlar hastalanmaz. Ama insan, hastalıktan sonra elde ettiği sıhhat nimetinin değerini ve o sıhhati vereni meleklerden daha fazla takdir eder ve O’na teşekkür manasında hamd ve ibadet eder.

İnsanı böyle bir makama çıkaran düşünce ve anlama kabiliyet ve kapasitesi, elementlerde ve atomlarda mevcut değildir. Bu özellik ancak hayat vasıtasıyla insana aksetmektedir. İşte insan, sahip olduğu hayat vasıtasıyla, gayet geniş ve külli ve umumi bir tefekkür ve düşünce ile bütün varlıkların üstünde bir mevki almakta ve bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah’a hamd ve şükürle, ibadet ve kulluk ile muhatap olabilmektedir.

Günümüz ilim camiasında hakim olan felsefe materyalist felsefedir. Bu felsefe, her şeyi atomlarla ve madde ile açıklamaya çalışır. Halbuki, böyle mekanistik ve materyalist bir yaklaşımla hayat olayını açıklamak mümkün değildir. Çünkü, görme, işitme, zevk alma, acı çekme, öfke, akıl, hayal sevgi ve muhabbet gibi hayatın özellikleri, atom ve moleküllerin yapısında bulunmamaktadır.

Kaynaklar:

1. Bliss, R. B. and Parker, G. E. Origin of Life. Ca­lifornia. 1979. 
2. Demirsoy, A. Kalıtım ve Evrim. Meteksan Yay. No.11. Ankara. 1984.      
3. Miller,S.L. Production of Amino Acids Under Possible Primitive Earth  Conditions. Science, 1953, V ol.117.
4. Gribbin, J. Carbon Dioxide, Ammonia and Life. New Scientist. Vol.94. May 13. 1982, p.143.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun