Allah madem geleceği biliyor, neden hayat daha devam ediyor?
Değerli kardeşimiz,
Allah her şeyi kemaliyle bilendir. Ama bu bilmesi bizi yönlendirmesi anlamına gelmemektedir. Çünkü O’nun ilmi ezelidir. Yani geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanı aynı anda müşahede eder. Ve herkes vicdanen bilir ki, istediğim şeyi yaparım, konuşurum istemediğim şeyi yapmam. Bu kaideye göre Allah bizim ne yaptığımızı bilir. Ama biz de yaptığımız şeyin irademizle olduğunu vicdanen ve alken biliriz.
Bir film senaryosu tasarlayalım: dedektif, soygun planı hazırlayan üç adamı gizlice dinliyor. Zamanı gelince, soyulacak yere gidiyor. Maksadı suçüstü yakalamak. Fakat soyguna başlarken, adamlar planı değiştiriyorlar. Biri vazgeçiyor, ikisi başka türlü hareket ediyorlar. Eğer bir başkasının bilmesi soyguncuların hareketlerini engelleseydi, planın değişmemesi gerekirdi. Polisin önceden bilmesi olaya hiç tesir etmedi.
Plan değişmese yine etmeyecekti. Çünkü onlar, bu işi polis öyle biliyor diye yapmayacaklardı. Zaten polisin neler bildiğini de bilmiyorlardı.
Eğer planı uygulasalar, yakalansalar ve polis, yaptıklarını önceden bildiğini söyleseydi, “Sen böyle bildiğin için, biz bu suçu işledik. Gerçek suçlu sensin. Biz masumuz.” mu diyeceklerdi?
Günah işleyip de suçu kadere, yani “o işi önceden bilen ilahi ilme” yüklemek isteyen günahkârın bunlardan ne farkı var?
“Kaderimden kaçamam, yazılan başa gelir, olacak denen olur. Öyleyse günahımdan dolayı niçin suçlu sayılıyorum?” diye düşünenler hiç de az değil.
Bu mantığın, mesuliyetten kurtulmak isteyen bir suçluya ait olduğu gün gibi ortada. İşte formül: suçu kadere yükle ve rahatla! Adil bir hakem olan vicdanın, bu düşünüş biçimiyle huzura kavuşacağını sanmıyorum. Çünkü, yapıp ettiklerimizin dikkatli bir şahididir o. Şüphesiz bir “kader kanunu” vardır ve hükmünü yürütür, ama “irade” de bir kanundur. Her günahı isteyip dileyerek işlediğimizi nasıl unutabiliriz? Alınyazımızı okuyamıyoruz, kaderde olanı bilmiyoruz. Bizim bildiğimiz, önümüzde biri iyi, diğeri kötü iki yol bulunduğu. Asla inkar edemeyeceğimiz irademizle birinden gidiyoruz. Giderken de nefsimizden başka bir zorlayıcı olmadığını pekala hissediyoruz. Önce değil, ancak her şey olup bittikten sonra öğreniyoruz alın yazımızı.
Şu misalin meselemize ışık tutacağına inanıyorum. Harika bir kameraman düşünelim. Diyelim ki, bu adam, bizim gelecekteki on günlük hayatımızı gizlice filme aldı. Yani o, on günlük yaşantımızı önceden bildi. Biz de film olayını öğrendik, ama bantta neler olduğunu bilmiyoruz. On birinci gün filmi bize gösterdi. İşlediğimiz hataları, günahları ve suçları seyrettik. Kameramana, “Sen bizim on günlük geleceğimizi bilmesen, görüntülemesen, biz bu suçları işlemezdik.” diyebiliriz miyiz?
Teşbihte hata olmasın, Allah da, bizim ömrümüz boyunca yapacaklarımızı “ezeli kamerasıyla “Levh-i Mahfuz” denilen bir banda alıyor. Fakat biz o filmde neler bulunduğunu asla bilmiyoruz. Bu tespit hareketimize, niçin tesir etsin! Gerçek bu olunca, mesuliyet elbette bizimdir. Hür irademizle kötüyü seçip, günah işlediğimiz için suçlanıyoruz, başka şey için değil. “Kaderimde yazılıysa suçum ne?” demeye hiç hakkımız yok. İsteyerek suç işlemek “suç” değilse, suç ne peki?
Bize düşen, günahımıza tövbe etmek, affı için yalvarmak ve güzel ameller işleyip cezadan kurtulmaya çalışmak. Suçu kadere yüklemeye çalışmakla ancak kendimizi aldatabiliriz, Allah'ı, asla!..
- Dünya sahnesinde oyuncu muyuz?
Tiyatroda, oyunla ilgili sahne düzeni, rol dağıtımı, işlenen konu, gelişen olaylar, giyilen kostümler, kısacası her unsur, insana, perde arkasındaki rejisörü hatırlatır. Bütün oluşların arkasında o vardır.
Hayat da gerçek bir oyuna benziyor. Yeryüzü sahnesine kendimiz gelmiyoruz, gönderiliyoruz. Benzer yönlerimiz yanında, farklı özelliklerimiz de var. Rollerimiz dağıtılmış.
Fakat önemli bir noktada tiyatro oyuncularından ayrılıyoruz. Biz, rolümüzü, belli sınırları aşmamak kaydıyla, istediğimiz gibi oynayabiliyoruz. Senaryonun nasıl bir yol izlediğini bilmediğimiz için, gelecekteki olayları dileğimize göre yönlendirebiliyoruz.
Bununla beraber, şu dünya sahnesini kuran, oyuncuları yaratan, ihtiyaçlarını temin eden, olacakları düzenleyen bir zatın varlığını anlayabiliyoruz.
O zat, olayların akışını planlarken, bizim tercihlerimize de önem veriyor. İrademize bağlı işlerimizden dolayı bir mesuliyet yükleniyoruz. Bir gün gelecek, oyun bitecek, sahne kapanacak ve biz de hür irademizle işlediğimiz fiillerimizden dolayı hesaba çekileceğiz...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Bizim ne yapacağımız kaderimizde yazılmış ise, ne suçumuz var?
- Allah'ın şefkatinden fazla şefkat ileri sürülmez, ne demektir?
- Bugün İsrail'in (Yahudilerin) Filistin'e yaptığı zülümler nereye kadar sürecek. Allah neden yardım etmiyor?
- "Allah hiçbir yerde olmadığı gibi her yerdedir." sözünü nasıl anlamalıyız? "Allah bize gayet yakın, biz ise ona çok uzağız." deniliyor, bu nasıl oluyor?
- Komünizim ve sosyalizm nasıl ortaya çıktı; bunların savunduğu görüş nedir?
- Dâbbetü'l-arz nedir, çıkmış mıdır?
- Allah tek ve yalnız olduğundan sıkılıyor mu?
- "Irkını inkâr eden bizden değildir." ifadesi hadis midir, hadis ise nasıl anlamalıyız?
- Tevrat ve İncil tahrif olmasına rağmen neden hala insanlar inanıyor?
- Rahman ve Mearic sûrelerinde "Allah iki doğunun ve iki batının Rabbidir." diye bir âyet var. İki doğu ve iki batıdan kasıt nedir?