Allah, aciz insanlara neden düşmanım diyor?

Tarih: 15.03.2017 - 02:46 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Yüce Rabbimiz bazı ayetlerde ve hadisi şeriflerde bazı insanlardan düşmanı olarak bahsediyor? Oysa insan aciz zayıf ve cahildir?
- ​Rabbimiz bazı kişiler için "düşmanımdır" diyor. Oysa insanoğlu o kadar aciz ve zayıf ki.
- Allah niçin insanı yarattığı ve helak etmesi kolay olduğu halde bazılarına düşmanım demiştir.
- İnsan bu ağır sıfata nasıl muhatap olabilmiştir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Önce şunu belirtelim ki, bir kimsenin başka birisine düşmanlık yapması için güçlü olması gerekmez. Çünkü düşmanlık kuvvet isteyen fiili bir eylem değil, kişinin içinde barındırdığı bir duygudur. En güçlü bir derecede de olsa duygunun güce ihtiyacı olmadığı açıktır.

Bundan anlaşılıyor ki, "Allah’a düşman olmak" kuvvete bağlı bir düşünce değildir. Hatta acizlik, güçsüzlük, zavallılık düşmanlığı körükleyen önemli unsurlardandır. Çünkü, bir kimse, karşısındaki insanı bir sebepten ötürü sevmediği zaman, onunla rekabete girer. Herhangi bir sahada yapılan bu rekabetin galibi, o sahada gerekli olan güce sahip olanlardır.

Güçsüz ve aciz olan kişi, düşman bellediği karşı tarafın gözünde hemen yenilmeye hazır bir zavallı olmadığını göstermek için, haddinden kat kat fazla bir konumda olduğunu gösterecek yapmacık tavırlar sergiler.

Kuvvet gösterisi altında acizliğini gizlemeye çalışmak, zavallıca yapılan bir psikolojik saplantıdır. Ve bu yapmacık hareketler ehliyetli kimselerin gözünden kaçmaz.

Bediüzzaman Hazretlerinin tasviriyle:

“... Çünkü ehl-i dikkat nazarında, za'fı gösteren tekebbürün ile aczi gösteren gururun ile riyayı ve zilleti gösteren tasannuun ile kendini halka mudhike (maskara) yaptın. Herkes sana gülüyor." (bk. Sözler, s. 315)

Bu kısa tahlil ile en aciz insanın dahi, yapısı itibariyle düşmanlık yapabileceğini göstermeye çalıştık.

Bu pencereyi biraz daha genişletmek suretiyle konuyla alakalı daha geniş bir perspektif kazanmak mümkündür.

- Asıl konumuza gelince, evvela bazı insanların Allah’a düşmanlık ettiği gözle görülen bir hakikattir.

Allah da Kur’an’da kâfirler için “düşmanım”, “Allah’ın düşmanları” ifadesine yer vermiştir. Meallerini vereceğimiz ayetlerde bunu görmekteyiz.

“Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin.” (Mumtehine, 60/1)

“Gün gelir, Allah’ın düşmanları toplanıp cehenneme sevk olunmak üzere, baştan sona tutuklanırlar.” (Fussilet, 41/19)

“İşte Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerine karşılık, orası onların ebediyen kalacakları yurtlarıdır.” (Fussilet, 41/28)

- Genel olarak bütün insanlar, yaratılışlarında var olan manevi donanımlarıyla yeniden dirilmeye, yegâne servetleri olan canlarını tekrar elde etmeye, yeni bir hayata kavuşmaya aşk derecesinde ihtiyaç hissetmektedir. Bu maşuklarının yer aldığı ahiret hayatına inanmayan insanlar, maruz kalacakları bu iflas ve idamın faturasını Allah’a keserler ve ona müthiş düşman olurlar.

- Bu konunun daha iyi anlaşılması için Risale-i Nur’daki şu tahkikli hakikate bakmakta fayda vardır:

(Allah’ın sahip olduğu) Hüsün ve cemal, ebedî sermedî olduğundan müştakların devam-ı vücudlarını ister. Çünkü daimî bir cemal ise; zâil bir müştaka razı olamaz.”

“Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevalin tasavvuruyla muhabbeti adavete döner, hayreti istihfafa, hürmeti tahkire meyleder. Çünkü hodgâm insan bilmediği şeye düşman olduğu gibi, yetişmediği şeye de zıddır. Halbuki nihayetsiz bir muhabbet, hadsiz bir şevk ve istihsan ile mukabeleye lâyık olan bir cemale karşı zımnen bir adavet ve kin ve inkâr ile mukabele eder. İşte kâfir, Allah'ın düşmanı olduğunun sırrı bundan anlaşılıyor.” (bk. Sözler, s. 69)  

Daha açık Nurlu bir ifadeyle konuyu detaylandırmak gerekirse;

“Madem bütün kâinatın şehadetiyle Mahbub-u Hakikî ve Cemil-i Mutlak, bütün güzel esma-i hüsnasıyla kendini insana sevdiriyor ve insanların kendini sevmelerini istiyor; elbette ve her halde, kendisinin hem mahbubu, hem habibi olan insana fıtrî bir adaveti verip derinden derine kendinden küstürmeyecek...”

“Ve fıtraten en ziyade sevimli ve muhabbetli ve perestiş için yarattığı en müstesna mahluku olan insanın fıtratına bütün bütün zıd olarak bir gizli adaveti, insanın ruhuna vermeyecek. Çünki insan, sevdiği ve kıymetini takdir ettiği bir Cemal-i Mutlak'tan ebedî ayrılmaktan gelen derin yarasını; ancak ona adavetle, ondan küsmekle ve onu inkâr etmekle tedavi edebilir. İşte kâfirlerin Allah'ın düşmanı olması, bu noktadan ileri geliyor.” (bk. Lem'alar, s. 355, 356)

- Sorudaki can alıcı nokta özetle: “Sonsuz  kudret sahibi Allah’ın aciz insanları düşman kabul edip onları tehdit etmesi”dir.

- Yaptığımız açıklamalar bu konuya da cevap niteliğindedir. Ancak meseleyi güneş gibi açık görmek için fazla söze karışmadan, son sözü yine asrın söz sahibine bırakmak daha doğru olduğunu düşünüyoruz:

“Sual: 

Kur'an-ı Hakîm'de ehl-i dalalete karşı azîm şekvaları ve kesretli tahşidatı ve çok şiddetli tehdidatı, aklın zahirine göre adaletli ve münasebetli belâgatına ve üslûbundaki itidaline ve istikametine münasib düşmüyor. Âdeta âciz bir adama karşı, orduları tahşid ediyor. Ve onun cüz'î bir hareketi için, binler cinayet etmiş gibi tehdid ediyor. Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadığı halde, mütecaviz bir şerik gibi mevki verip ondan şekva ediyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?

Elcevab:

Onun sırrı ve hikmeti şudur ki:
- Şeytanlar ve şeytanlara uyanlar, dalalete sülûk ettikleri için, küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler.
- Ve çok mahlukatın hukukuna, az bir fiil ile çok hasaret veriyorlar.

Nasıl ki bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terk etmekle, o gemi ile alâkadar bütün vazifedarların semere-i sa'ylerinin ve netice-i amellerinin mahvına ve ibtaline sebebiyet verdiği için; o geminin sahib-i zîşanı, o âsiden, o gemi ile alâkadar olan bütün raiyetinin hesabına azîm şikayetler edip dehşetli tehdid ediyor ve onun o cüz'î hareketini değil, belki o hareketin müdhiş neticelerini nazara alarak ve o sahib-i zîşanın zâtına değil, belki raiyetinin hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar.

Öyle de: Sultan-ı Ezel ve Ebed dahi, Küre-i Arz gemisinde ehl-i hidayetle beraber bulunan ehl-i dalalet olan hizb-üş şeytanın zahiren cüz'î hatiatlarıyla ve isyanlarıyla;
- Pek çok mahlukatın hukukuna tecavüz ettikleri,
- Ve mevcudatın vezaif-i âliyelerinin neticelerinin ibtal etmesine sebebiyet verdikleri için,

onlardan azîm şikayet ve dehşetli tehdidat ve tahribatlarına karşı mühim tahşidat etmek, ayn-ı belâgat içinde mahz-ı hikmettir ve gayet münasib ve muvafıktır. Ve mutabık-ı mukteza-yı haldir ki; belâgatın tarifidir ve esasıdır ve israf-ı kelâm olan mübalağadan münezzehtir.

Malûmdur ki; böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir kal'aya iltica etmeyen, çok perişan olur. İşte ey ehl-i iman! O çelik ve semavî kal'a: Kur'andır. İçine gir, kurtul.” (bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem'a, s. 72)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+

Yorumlar

cebelislam

Bu kadar teferruata ne gerek var. Suçun büyüklüğü ya işleyenin yada işlenenin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Yani inkar edilen ne kadar büyükse suç da o kadar büyüktür. Ve cazası da elbette ki o kadar büyük olacaktır. Sonsuzu inkar sonsuz cinayettir ve sonsuz azabı hak eder. Gelelim insanı zayıf göstererek kendini acındıran zavallıya. Zayıf olduğun halde inkar ediyorsan bundan daha büyük suç mu olur?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun