Yemen hükümdarı Seyf bin zi Yezen, Peygamberimiz (s.a.v.)'in peygamber olacağına dair Abdulmuttalibe neler anlatmıştır?

Tarih: 01.06.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Peygamber Efendimizi candan seven Dedesi Abdülmuttalib hayatında sadece bir defa kısa bir süre ondan uzak kaldı.

Yemen Hükümdarı Seyf bin Zîyezen, babasının ülkesini Habeşlilerden geri almış ve San'a'nın Gumdan şehrinde tahta oturmuştu. Arabistan'ın dört bir tarafından aşiret ve kabile reisleri onu tebrike geliyorlardı.

Mekke'yi temsilen de Abdülmuttalib'in başkanlığında bir heyetin Gumdan'a gitmesi gerekiyordu. Böylece Mekke'den ayrılmakla ilk defa Abdülmuttalib Peygamberimiz (s.a.v.)'den uzak kalıyordu.

Uzun bir yolculuktan sonra Gumdan'a varan Kureyş heyetini Seyf bin Zîyezen kabul etti. Abdülmuttalib hükümdardan izin alarak kendisinin üstün meziyetlerinden, babasının hayırlı bir hükümdar olduğundan bahsetti. Hangi heyet olduklarını belirtmek için de sözlerini şöyle bağladı:

"Biz Allah'ın dokunulmaz kıldığı memleketin halkı, Beytullah'ın hizmetkârıyız."

Bu konuşması hükümdarın dikkatini çektiğinden,

"Ey tatlı dilli kişi, sen kimsin?" diye sordu.
Abdülmuttalib,
"Ben Hâşim'in oğlu Abdülmuttalib'im." dedi.
Seyf, biraz daha dikkat kesildi. Sevinç ve heyecan karışımı bir sesle,
"Demek sen kızkardeşimizin oğlusun." dedi.
Abdülmuttalib,
"Evet" diye karşılık verdi.

Bunun üzerine Seyf, Abdülmuttalib'e daha yakın alâka gösterdi. Yanına yaklaşmasını istedi. Sonra da şöyle dedi:

"Akraba olduğumuzu öğrendim. Ziyaretinizden de çok memnun oldum. Siz gece gündüz sohbet edilmeye, oturulup konuşulmaya, ayrılıp giderken de ikram olunmaya lâyık, şerefli ve değerli kimselersiniz." diye konuştu.

Seyf, bu iltifatkâr sözlerle de yetinmedi. Söylediklerinde samimi olduğunu Abdulmuttalib'i bir ay sarayında ağırlamakla da ispat etti. Abdülmuttalib bir yandan Nur Torununu düşünüyordu. Ama, hükümdarın isteğini de geri çeviremezdi. Hükümdarın emriyle misafırler kalacakları yere götürüldüler. Yediler, içtiler.

Abdülmuttalib ve arkadaşları bir ay müddetle sarayda kaldılar. Bu müddet zarfında âdetâ unutuldular. Ne hükümdarla görüşebildiler, ne de Mekke'ye dönmelerine izin verildi.

Sarayda günleri hep sohbetle geçiyordu. Mukaddes kitaplardan gelecek Peygamberin sıfatlarını öğrenmiş bulunan Seyf, bu sohbetlerde bazı ip uçları yakalıyordu. Nitekim, bir gün kimsenin farkına varamayacağı bir sırada Abdülmuttalib'i gizlice yanına çağırdı. Onunla sohbet etmek istiyordu. Abdülmuttalib yanına gelince,

"Ey Abdülmuttalib," dedi, "sana bir sır emanet edeceğim. Bu sırrın seninle alâkalı olduğu kanaatını taşıyorum. Bu başkalarından gizlediğimiz, bir kitapta bulduğum çok büyük ve mühim bir haberdir."

Abdülmuttalib meraklandı, "Nedir o?" diye sordu. Seyf sırrını açıkladı: 

"O, bu sıralarda dünyaya gelmiş olması muhtemel bir çocuğa âittir. O, sizin taraflarda, Tihâme bölgesinde doğacaktır. İki kürek kemiği arasında bir ben vardır. Babası ve annesi ölünce, onu dedesi ve amcası sırasıyla himâyeleri altına alacaktır. O, dostlarını ve yardımcılarını ağırlayacak, düşmanlarını zillete uğratacaktır. En şerefli yerleri fethedecek, Kıyâmet gününe kadar insanlara rehber ve önder olacaktır. Bâtıl dinleri ortadan kaldıracak, putperestliği yok edecek, Rahman olan Allah'a ibadet edecektir. Onun sözü müşkülleri halledecek, işi ise basiret ve adalet üzere olacaktır. Dâimâ iyiliği buyuracak, iyilik yapacak ve insanları kötülükten sakındıracaktır." 

Merak ve heyecana kapılan Abdülmuttalib, hükümdarın biraz daha açıklama yapmasını ve sırrını biraz daha açmasını istiyordu.

"Ey hükümdar! Ömrün uzun, saltanatın dâim ve şânın yüce olsun. O çocuk hakkında biraz daha açıklama yapar mısın?" dedi.

Hükümdar, diğer alâmet ve işaretleri saydıktan sonra,

"Ey Abdülmuttalib, bütün bu işaretlere bakılırsa, bu çocuğun dedesi sen olmalısın." dedi.

Bu sözleri duyan Abdülmuttalib sevincinden derhal secdeye kapandı. Bu sefer merak ve şaşkınlık sırası Hükümdara gelmişti.

"Ey Abdülmuttalib! Yoksa sen anlattıklarımdan bir şey mi sezdin?"

diye sordu. Gönlüyle birlikte gözlerinin içi de gülen Abdülmuttalib anlattı:

"Ey Hükümdar!.. Benim Abdullah adında üzerinde titrediğim çok sevdiğim bir oğlum vardı. Onu kavmimizin eşrafından Vehb bin Abd-i Menâf'ın kızı Âmine ile evlendirmiştim. Bir çocuk dünyaya geldi. Onun iki kürek kemiği arasında bir ben vardır. Saydığın alâmetlerin hepsini de üzerinde taşıyor. Babası ve annesi de vefat etti. Kendisi şimdi benim himâyemdedir." dedi.

Seyf kanaatinde yanılmamış olmanın sevinci içinde Abdülmuttalib'e,

"Çocuğunu çok iyi koru. Yahudîler ona düşmandırlar. Onların kendisine zarar vermesinden sakın. Fakat Allah, onun düşmanlarına imkân ve fırsat tanımıyacaktır. Benim eski kitaplarda bulup öğrendiğime göre, Yesrip [Medine] onun hicret yeri olacak ve orada çok yardım görecektir." dedi.

Artık hem Hükümdar, hem de Abdülmuttalib büyük bir müşkülü halletmiş olmanın rahatlığı içindeydiler. Seyf bin Zîyezen âdeta kerametvâri, peygamberliğinden evvel Efendimizin nübüvvetini böylece haber veriyordu.

Bir müddet sonra Hükümdar, Kureyş heyetini büyük ikrâm ve ihsanlarla Mekke'ye uğurladı. Abdülmuttalib'e verdiği hediyeler diğerlerinkinden çok daha fazlaydı. Uğurlarken de ona, "O çocuğun halinde olan değişiklikleri her yıl bana bildirmeni rica ederim." dedi.

Ne var ki, Seyf bin Zîyezen Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında dedesinden daha başka bir bilgi alamadan, henüz bu konuşmaların üzerinden bir sene bile geçmeden hayata gözlerini yumdu.(İbn-i Hacer, İsâbe, 1/134-135; İnsânü'l-Uyûn, 2/186)

Heyetteki arkadaşları yolda Abdülmuttalib'e neden kendisine daha fazla ikram ve ihsan edildiğini sordular. O sadece, "Kıskanmayınız:..Bunun elbette bir sebebi vardır." demekle iktifa etti. 

Bir aylık ayrılıktan sonra Mekke'ye varan Abdulmuttalib Nur torununu hasretle kucaklayarak, firak acısını visalin lezzetiyle gidermeye çalıştı.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun