Peygamberlerin nübüvvet vazifesinden önceki dönemleri masum olmayabilir mi?

Tarih: 28.08.2006 - 18:26 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İsmet sıfatı vazife başladıktan sonrasını mı kapsar?
- Peygamberler, küçük de olsa günah işlemiş olamazlar mı?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Peygamberler, gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberlikten sonra günahtan uzaktırlar.

Cumhûra göre, peygamberler, günahın küçüğünden de büyüğünden de korunmuştur. Onlar, günahın en küçüğünü dahi işlememişlerdir. Bazı peygamberlere isnat edilen sürçme ve hatalar ise, evvela günah değildir; ikinci olarak da onların bu sürçmeleri, peygamberliklerinden evvel vukû bulmuştur. Her iki durumda da peygamber, peygamber olarak masumdur. Hem “zellât” dediğimiz sürçmeler, onların makam ve durumlarıyla alakalıdır. Yani bu zelleler, normal ve sıradan insanlar için hata değil; onlar, Allah (cc)’a herkesten daha yakın olan mukarrebîn için birer hata sayılmıştır.

Dolayısıyla, tamamen onların makamlarıyla alakalı bu sürçme tabirini, sıradan bir mesele olarak değerlendirmenin yanlış olacağı kanaatindeyim.

Onlar nasıl masum olmaz da günah işleyebilirler ki, bizler bile beşerî ölçüler içinde, üç paralık bir yere memur tayin edeceğimiz insanlar için güvenlik tahkîkatı yaptırtıyoruz. Bir de o şahsa tevdî edilecek vazife peygamberlik gibi önemli bir vazifeyse... Evet, onun güvenlik tahkîkatı yedi göbek ötesine kadar uzatılmalıdır! Bu kadar basit ve tamamen dünya ile alakalı husûslarda dahi insan seçiminde, bu derece hassas davranılır da en ulvî ve hem dünya hem de ukbâyı kucaklayan bir vazife, bir memuriyet ve bir kurmaylık için, o vazifenin çapıyla mütenâsip hassas davranılmaz mı? Ve o vazifenin tevdî edileceği insanda, o vazifeye liyakat aranmaz mı?

Düşünün ki, nebîye vahiy getirecek olan melek dahi, melekler arasında emniyetiyle temayüz etmiş ve kendisine böyle bir vazife, bu vasfından dolayı verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, Cibrîl (as) hakkında,

“Orada kendisine itaat edilir, o emîndir.” (Tekvir, 81/21)

demektedir. O, hem Allah (cc)’a karşı çok mûtî hem de vahyi taşımaya en emindir. Şimdi, vahye aracı olan melekte bu vasıflar aranır da, vahyi temsil edecek olan peygamberde aynı vasıflar aranmaz mı?

Evet, Allah (cc), böyle kudsî ve bir o kadar da nezih bir vazifeyi bir sahtekâr, bir hırsız, bir sarhoş, bir ırz ve namus düşmanıyla aslâ temsil ettirmez. Böyle âdî ve düşük zaafları, sıradan insanlar bile iğrenç bulurken, nasıl olur da bunlar bir peygamberde bulunabilir? Ve böyle ayıp ve kusurları peygambere yakıştırabilen müfterîlere nasıl insan ve nasıl akıllı denebilir? Evet, kirli insan, paklığın ve berraklığın temsilcisi olamaz. Ve öyle insanlara da peygamber denemez. Tabii peygambere böyle bir kirlilik isnad edene de insan denmez!..

Evet, akıl peygamberlerin masum olmasını gerektirir. Ve yine akıl nebîlerin davasını omuzlamayı kendisine şiâr edinen kudsîlerin de ismet ve günahsızlığı gaye-i hayâl hâline getirmelerini iktiza eder. Hem öyle iktiza eder ki, onlara, günaha girmek cehenneme girmekten daha ızdırap verici olmalıdır!..

İsmet çok önemlidir. Aslında, Enbiyâ-ı izâmda, âdeta hayatlarıyla hep ismetlerini sergilemişlerdir. Muharref kitapların “hezeyan” diyebileceğim birkaç sözü istisna edilecek olursa, zaten peygamberlere günah isnad eden de yoktur. Kur’ân-ı Kerîm, onları o yüce kâmetlerine uygun ele almış ve her zaman birer nezâhet âbidesi olarak gözler önüne sermiştir.

Gökte Cebrâîl, Azrâîl, Mikâîl ve İsrâfîl ne ise, yerde de peygamberler odur. Ancak biz, bu yüce kâmetlerden sadece, Kur’ân’ın bize bildirdiklerini bilebiliyor ve isimleriyle yalnız bunları söyleyebiliyoruz.

Peygamberlerin Masum Olduklarına Deliller

Cenâb-ı Hak, minnet sadedinde Hz. Mûsa (as)’ya şöyle der:

“Ey Mûsa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım.” (Taha, 20/39)

Bu âyetten anlaşılıyor ki, Allah (cc), Hz. Mûsa (as)’yı Fir’avun’un sarayına yerleştirmekle, O’nun terbiyesini ne Fir’avun’a ne de Mûsâ (as)’nın anasına bırakmıştı. Allah (cc), O’nun gözüne başka hayaller girmesin, ruhunu yabancı düşünceler sarmasın diye O’nun terbiyesini bizzat kendisi yapmış ve Hz. Mûsâ (as)’yı bizzat kendisi yetiştirmiştir. Böyle bir gözetimle yetişen nebî, masum olmaz da başka ne olur ki? Çocukluğundan itibaren O, Allah (cc)’ın gözetimi altındadır ve en iyi bir terbiye ile terbiye edilmiştir.

Efendimiz bir hadîslerinde şöyle buyurur:

“Bütün doğan çocuklara şeytan temas eder. Ancak bundan Hz. İsâ (as) ve annesi istisna edilmiştir.” (Buhari, Enbiya 44; Müslim, Fezail, 147)

Yani şeytan, O doğarken O’na dokunamamıştır. Hz.İsâ (as) doğarken dahi Cenâb-ı Hakk’ın koruması altına alınmış bir peygamberdir. Öyleyse, böyle bir nebî hakkında nasıl günah tasavvur olunabilir ki?

Allah Resûlü (asm) hayatında iki defa düğüne gitmeye niyetlenmiş, ikisinde de Cenâb-ı Hak, O’na bir uyku hali vermiş ve yolda uyuyup kalmıştır.

Gitseydi gözlerinin harama bakması muhtemeldi. Demek ki, Allah (cc), O’nu, böyle muhtemel günah sınırına dahi yanaştırmıyor ve koruyordu. Halbuki bu hâdiselerin olduğu sırada O, henüz peygamber olarak vazifelendirilmemişti.

O, daha çocuktu. Kâbe’nin tamiri işinde yardım etmeye çalışıyordu. Amcalarına taş ve kerpiç taşıyor ve sırtında taşıdığı taş ve kerpiçler çıplak olan tenini acıtıyordu. Tabii O da bu durumdan rahatsız oluyordu. Hz. Abbas (ra), O’na eteğini kaldırıp omuzuna koymasını tavsiye etti. O devirde bu, herkesin gayet normal saydığı bir hareketti. Efendimiz (asm) de öyle yaptı ve dizinden yukarısı biraz açıldı. Daha bir adım dahi atmamıştı ki, sırt üstü düştü ve gözlerini bir noktaya dikti, olduğu yerde donakaldı. Cibrîl, O’na, bu yaptığının doğru olmadığını anlatmış ve “böyle yapmak sana yakışmaz” demişdi.

Çünkü O, bir gün gelecek, o etekleri örtmek vazifesiyle de vazifelenecekti. İnsanlık O’ndan hayâ ve edep dersi alacaktı. Küçücük bir çocuk da olsa O, Cenâb-ı Hakk’ın husûsi terbiyesi altında yetişiyordu... Evet, Allah (cc), çocukken dahi, Habîbi’ni günahtan, hem de günahın en küçüğünden dahi koruyordu.

Nasıl geleceğin erkân-ı harpleri, daha harp okullarında iken sicilleri îtina ile tutulur. Sağa-sola kayıp kaymadığı hassasiyetle takip edilir. Evet, kırk sene sonra belli bir noktaya getirilecek bir insan, bütün bu kırk sene boyunca, kırmızıya mı boyandı, maviye mi boyandı, turuncuya mı boyandı, pembeye mi boyandı, bütün hal ve davranışlarında gözetime tâbi tutulur, öyle de Cenâb-ı Hak, beşerî irşad kurmaylarını, tâ çocukluklarından itibaren böyle takip eder, korur ve onlara günah işletmez. Cumhûr dediğimiz âlimlerin ekseriyetinin görüşü bu merkezdedir.

Onlar insanlığın hayırlıları ve insanî faziletlerin de öz ve kaymağıdırlar. Bu kaymak, süt kaymağıdır ve süt içinden süzülerek alınır. Kur’ân-ı Kerîm tabiriyle (Sâd, 38/47) bize bunu anlatır. “Hayırlılar içinden seçilmiş”, demektir. Yani nebîler, daha işin başında, insanların en hayırlılarıdırlar. Fakat en hayırlıların hepsi, nebî değildir; nebiler, onlar arasında da en mümtaz olanlardan seçilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- İSMET...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun