Peygamberimizin babasının adı nasıl Abdullah (Allah'ın kulu) olabilir? O zamanda Arabistanda herkes puta tapıyorken, nasıl olmuş; Hz. İbrahim'in dininden kalıntılar mı vardı?..

Tarih: 14.05.2012 - 10:48 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cahiliye dönemi insanları çoğunluk itibariyle putperest ve müşrik olmalarına rağmen, İslamın da kabul edeceği itikadi, ameli bir çok güzellikleri de devam ettirmişlerdir. İslamın zuhuru sırasında bu müsbet yaşantıyı sergileyen bir çok insan vardı. Bunlara "Hanifler" denilmekteydi. Bu nedenle Peygamber Efendimizin (asm) babasının isminin Abdullah olması garipsenecek bir durum değildir. Çünkü Hanifler, Hz. İbrahim aleyhisselamın Hanif Dininden geriye kalan hak bilgilerle Allah'ı biliyorlar ve bazı ibadetleri de yapıyorlardı. Ayrıca aynı dönemde Abdullah ismini taşıyan bir çok kimse bulunmaktaydı.

Peygamberimizin (a.s.m) annesi, babası ve hususan kendisi ne ile amel ediyordu; bir inanç ve ibadet hayatı var mıydı?
gibi konulara açıklık getirmesi bakımından bu konunun izahı gerekli olacaktır.

Hanîf kelimesinin menşei ve anlamı hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. Menşeinin Arapça, İbranice, Süryanice ve Habeşce bir kökten geldiği hususunda farklı anlayışların olduğu görülmektedir.

Mesudi, Arapçalaşmış Süryanice bir kelime olduğunu ve bununla Sabiilerin kastedildiğini , Yakubi ise bu kelimeyi, Hz. Davud (a.s.)’ın savaştığı Filistinliler için kullanmakta ve onların yıldızlara taptıklarını belirtmektedir . Ancak Arapça sözlüklerde, kelime menşei hakkında bir bilgiye rastlanmadığı halde, manâsının hanefe kökünden “meyletmek, yönelmek” manâsına geldiğini anlamaktayız. Hz. İbrahim (a.s.)’ın kavmine, putperestliğe iltifat etmeyip, Allah’ın dinine İslam’a döndüğü için Hanif denilmiştir. Ebu Amr da Hanîf kelimesini, hayırdan şerre veya şerden hayıra meyleden diye açıklasa da, sözlük manasında ve İslami literatürde mutlak bir manada bir meyletmek değil, “dalaletten istikamete, diğer dinlerden hak dine dönmek” anlamında kullanılmış, haktan batıla yönelmek ise “cnf” köküyle ifade edilmiştir . Şu halde Hanif kavramı, eğriliği bırakıp doğrusuna gideni ifade etmiş ve Hz. İbrahim (a.s.)’ın milletine ad olmuştur ki, başka dinlerden ve batıl mabutlardan çekinip, yalnız bir Allah’a yönelen muvahhid için kullanılmıştır .

Cahiliye devrinde, sünnet olduktan sonra Kabe’yi ziyaret eden kimseye hanîf denilirdi. Zira bu güzellikler Hz. İbrahim ( a.s.) dininden geriye kalanlardan bazılarıydı.

Kur’an-ı Kerim’de hanif kelimesi on yerde, çoğulu hunefa ise iki yerde geçmektedir. Bu on iki yerin dokuzunda hanifliğin müşriklikten farklı ve onun karşıtı olduğu belirtilmekte, aynı zamanda sekiz yerde de Hz. İbrahim ( a.s.)’ın imanını ifade etmekte, bu sekiz yerin birisinde de din manâsına gelen millet kelimesi yer almakta, bir yerde de bizzat Hz. İbrahim (a.s.)’ın kendini hanif diye nitelemektedir.

Hanif kelimesi Kur’an-ı Kerim’de bir taraftan Hz. İbrahim (a.s.)'ın imanını ifade etmek için ve müşrikliğin karşıtı olarak kullanılırken, diğer taraftan Hz. İbrahim (a.s.)'ın Hıristiyan ve Yahudi olmadığı , bilakis Ehl-i kitabın hanifler olarak Allah’a kulluk etmekle emrolunduğu vurgulanmaktadır.

Hanifliği, Yahudilik ve Hristiyanlıkta aramanın gereği yoktur. Hepsi bir Allah’ın dinidir. Zamanla bazı bozulmalar olmuş, İslam bütün bozulma ve eğrilikleri düzelterek, güzelliklerin devam etmesine müsaade etmiş, yanlışlıkları ise tashih etmiştir. Yoksa Hanifliği Yahudi ve Hristiyanlığın devamı gibi görmek hatalı olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim,

“Ey ehli kitap İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Halbuki Tevrat ve İncil kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan’dı, fakat o bir hanif ve Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran, 3/65-67)

buyurarak, hem hanifliğin Yahudi ve Hristiyanlıktan önce olduğunu kesin bir dille ifade eder, hem de Hz. İbrahim (a.s.)’ın yerini belirler.

İslam ve din-i kayyım’lıkla eş anlamlı olan hanifliğin, Araplardan putlara tapmayan, bir tek ilahın varlığına inanan ve O’na kulluk eden bir cemaate işaret ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunlar hunefa veya ahnef diye de bilinirler ve bizatihi kendileri Yahudi ve Hıristiyan olmadıklarını, Hz. İbrahim (a.s.)’ın dinini takip ettiklerini ve Allah’a şirk koşmadıklarını ifade ederler.

Hanif kelimesinin, Kur’an’daki anlamıyla hadislerde de geçtiğini görmekteyiz. Hz. Peygamber (a.s.m) “Allah katında hangi din daha makbuldür?” diye sorulduğunda “kolaylaştırılmış haniflik” diye cevap vermiştir. Buhari’de geçen başka bir rivayete göre , Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, hakiki dini aramak amacıyla Şam’a gitmiş, rast geldiği bir Yahudi ve Hristiyan alimlerine dinlerini sorup, beklediği cevabı alamayınca, kendilerine hangi dini önerdiklerini sormuş, onlar da hanifliği tavsiye etmişler, hanifliğin ise İbrahim (a.s.)’ın dini olduğunu, O’nun Hıristiyan ve Yahudi olmadığını, sadece Allah’a kulluk ettiğini belirtmişlerdir.

Peygamberimizin (a.s.), “Allah, kullarımın hepsini hanif olarak yarattım, buyurdu.” ifadesi ile “Ben Yahudilik ve Hristiyanlık ile değil, kolaylaştırılmış haniflikle gönderildim.” sözü beraber düşünüldüğünde, hanifliğin, bütün peygamberlerin tebliğinde ortak olan ilkeleri içine aldığı ve İslamın da bu ilke ve esasları yaşatan bir din olduğu ve Hz. İbrahim (a.s.) gibi Hz. Peygamber (a.s.m)’ın da aynı dini tebliğ ettiği sonucuna varılabilir.

Netice olarak, cahilî dönemdeki haniflik hakkında farklı görüşler ileri sürülmüşse de , yukarıda ifade edilen rivayet ve izahlar ışığında, bunların Cahiliye toplumu içinde yaşayan muvahhid, Yahudilik ve Hristiyanlıktan değil de, Hz. İbrahim (a.s.) dininden geriye kalan bazı güzellikleri, kendi çapında yaşamaya çalışanlara verilmiş genel bir isim olduğu anlaşılmaktadır.

Haniflerin inanç esasları ile ilgili olarak, daha çok dini kaynaklarda bilgilere rastlamaktayız. Cahiliye Arapları nazarında, sünnet olan, Kabe’yi tavaf eden herkes haniftir. Ancak Taberi, bu iki özelliğin yeterli olmadığını, zira bazı müşriklerin de bunu yaptıklarını ifade eder. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de haniflik, müşrikliğin zıddı olarak gösterilmektedir. Öyleyse hanifliğin birinci şartının tevhid ehlinden olmak olduğunu belirtir. Bazı kaynaklar ise bu şartlara, putlardan uzak olmayı, cünüplükten dolayı yıkanmayı da eklemişlerdir .

Haniflerin putlar adına kesilen daha geniş ifadesiyle, Allah’tan başkası için kesilen kurbanların etlerinden yemedikleri, içki içmedikleri nakledilmekte , genel olarak haniflik vasfının, haccetmek, hakka tabi olmak, Hz. İbrahim (a.s.)’ın getirdiği şeriata uymak ve sadece Allah’a kulluk etmek olduğu ifade edilmiştir.

Bu dönem haniflerinin temel özelliklerinden biri Yahudi ve Hristiyanlığa iltilaf etmeyip, çevrelerindeki putlardan ve putperestlerden yüz çevirip, İbrahim (a.s.)’ın ilahı olan bir Allah’a ibadet etmeleridir. Zeyd b. Amr b. Nufeyl gibi bazıları İbrahim (a.s.)’ın dini olan gerçek dini aramaya çıkmış, bir kısmı halkı putlardan uzaklaştırmaya çalışmış, bazıları da teemmül ve tefekkür için inzivaya çekilmiştir. Tarihçilerin ifadesine göre, bunların bazıları okur yazar oldukları gibi, bazı dilleri bilirler ve seyahate çıktıkları için de oldukça kültürlü sayılırlardı.

O dönemde bizzat hanif olarak zikredilen pek çok kişinin isimleri geçmektedir. Bunlardan bazıları, Kus b. Saide el-İyadi , Zeyd b. Amr b. Nüfeyl , Umeyye b. Ebi’s-Salt, Erbab b. Riab, Süveyd b. Amr el-Müstalaki, Ebu Kerb Es’ad el-Himyeri, Veki’ b. Seleme el-İyadi, Umeyr b. Cündeb el-Cüheni, Adi b. Zeyd el İbadi, Ebu Kays Sırme b. Ebu Enes, Seyf b. Züyezen, Varaka b. Nevfel el-Kureşi, Amir b. Zarb el-Udvani, Abdüttabiha b. Sa’leb, İlaf b. Şihab et-Temimi, Mütelemmis b. Umeyye el-Kenani, Züheyr b. Ebi Sülma, Halid b. Sinan el-Absi, Abdullah el-Kudai, Abid b. Ebras el-Esedi, Ka’b b. Lüey gibi zatlardır.
Cahiliye döneminin kayda değer hanif şahsiyetlerden ve Kureyşin hanifliği yaşatanlarından Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş bilhassa zikredilmesi gerekenlerdendir. O günün içinde bulunduğu durumu yansıtması açısından önem arz etmektedir .

Varaka b. Nevfel eski kitapları okuyan alim bir kimseydi. Peygamber (a.s.m)’a onun durumu sorulmuş, O’da, “onu üzerinde halis bir ince ipek elbise olduğu halde Cennet’in ortasında yürüdüğünü gördüm” buyurarak güzel yaşantısının akibetini haber vermiştir.

Süveyd b. Amir el-Mustalaki’nin şiirlerinden muvahhid, olduğu ve İbrahim (a.s.)’ın dinine meylettiği anlaşılmakta, Ebu Kerb b. Es’ad el-Himyeri ise, Hz Peygamber (a.s.m)’dan çok önce onun geleceğini haber vermiş ve iman ettiğini ifade etmiştir. Veki’ b. Seleme “Sıddik” olarak bilinmekte, İslam’dan önce vefat eden Umeyr b. Cündeb, ise tevhid inancını benimseyenlerdendi. Yine Adi b. Zeyd el-İbadi de putlardan uzaklaşıp, İbrahim (a.s.)’ın Rabbine ibadet edenlerdendi. Bilahare Medine’de Müslüman olmuştur. Seyf b. Züyezen de, Varaka b. Nevfel gibi Hz. Peygamber (a.s.m)’ın geleceğini müjdelemiş ve onun zamanına yetişirse O’nunla beraber Medine’ye gideceğini bildirmiştir.

Bu dönem haniflerinin ortak özelliklerini şöylece özetlemek mümkündür:

Putları ve her türlü şirki reddetmek, mensubu bulundukları kavmin yanlış adet ve inanışlarına karşı çıkmak, cehaletin ortadan kaldırılması için faaliyette bulunmak, kavimlerinin baskılarından kurtarmak için onlardan uzaklaşarak inzivaya çekilmek ve yaratıcıyı düşünmektir. Tarihçiler, haniflerin bazılarının kutsal kitapları, sayfaları ve Zebur’u okuduklarını, bir çoğunun Hz. İbrahim (as)’in dini üzere yaşadığını, bir kısmının da onun kelimelerini aradıklarını, bu uğurda çeşitli sıkıntılara katlandıklarını, yolculuklara çıktıklarını, rahip ve hahamlarla görüşüp onlara sorular sorduklarını, ancak aradıklarını bulamadıkları için Yahudilik ve Hristiyanlığa girmediklerini, İbrahim (a.s.)'ın dinine inanmış olarak öldüklerini bildirmektedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun