Ölenin gideceği yer belliyse, amel defteri neden kapanmaz?

Tarih: 13.10.2024 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Ölümle birlikte cennete veya cehenneme gitme durumu zaten netleşmişken aynı zamanda amel defteri nasıl kapanmamış oluyor?
- Kuran’dan delili olan ayetlere göre insanlara ölüm anında cennete veya cehenneme gidileceği bildirilir (Delilleri Nahl 28-29-30-31-32, Enfal 50-51, Vakıa 88-89-90-91-92-93-94, Enam 93 Sure ve ayetleri).
- Peki bu durumda nasıl oluyor da amel defterimiz ölümden sonra bile yazılmaya devam ediyor?
- Devam eden sevaplar veya günahlar olabilir (örneğin mayın döşemiş olan biri kendisi vefat etse de mayınlar 1 yıl sonra da patlasa yine de günahı işler).
- Yani ölümle birlikte cennete veya cehenneme gitme durumu zaten netleşmişken aynı zamanda amel defteri nasıl kapanmamış oluyor, daha hesap nasıl tutulabiliyor?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, vefat edenler kabir hayatına giderler. Kabir hayatı da ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır. Cennet veya cehennem gitme konusu ise kıyamet koptuktan sonradır.

Sekerat dediğimiz ölüm anında görülen, ya kabir hayatındaki yeridir veya kıyamet koptuktan sonraki yeridir ya da her ikisi de olabilir.

Hangisi olursa olsun, bu durum daha sonra kendisine gelecek olan sevaplara engel olmaz. Çünkü vefatından sonra da kendisine gelecek olan sevaplara veya günahlara göre gideceği yer veya yerler gösterilmiştir.

Unutmamak gerekir ki, Allah ezelî ilmiyle olmuşu, olanı ve olacağı aynı anda bilir. Kulların iradelerini nerede ve nasıl kullanacaklarını bildiği gibi, kendilerine sonradan gelecek sevapları veya günahları da bilir; ona göre gidecekleri yer veya yerleri onlara gösterir.

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:

Sadece ölenin değil, daha ölmemiş olanın da gideceği yeri bellidir. Buna rağmen insanlar imtihana sokulmuş ve yaptıklarından sorumlu tutulmuştur.

Demek ki burada başka hikmetler, başka bilgiler, başka mülahazalar vardır. Bunları kısaca birkaç madde hâlinde açıklayacağız:

a) Kimin sonunda nereye gideceği belli olmak zorundadır. Zira ilmin zıddı cehalettir. Eğer Allah bir şey bilmezse -haşa- onun cahil olması lazım gelir. Bu ise hem kâinat tarafından hem Kur’an tarafından hem sünnet tarafından hem kusurdan münezzeh uluhiyet ve rububiyet-i ilahiye tarafından hem aklıselim hem vicdan-ı beşer tarafından kesin bir dille reddedilip tekzip edilmektedir.

b) Kader ezelî ilmin bir nevidir. Her şeyin daha önce ilahi ilimle takdir ve tayin edildiğine yüz binler şahit vardır. Evrendeki bu mükemmel nizam ve intizam, eşya arasındaki harika münasebet, göklerin ve yerin işlevlerinde takip ettikleri gayelerin / amaçların rotasında yüzmeleri, pek faydalı bir tarzda CÛDİ limanında demir atmaları ve bu işi sürekli bir surette her yıl her ay her gün, her dakika ve her saniye -devr-i daim- ile yapmaları, bir açıdan sonsuz ilim, hikmet, kudret ve irade bileşenlerinin bileşkesi olan bir tayin ve takdirin her yerde hükümferma olduğunun açık göstergesi ve

“Şüphesiz biz her şeyi bir kaderle / takdirle / bir miktar-ı muayyenle yarattık.” (bk. Kamer, 54/49)

mealindeki ayetin maddi bir tefsiridir.

c) Olmuş olan, olmakta olan ve olacak olan her şeyin takdir-i ilahide ve ilm-i ezelîdeki varlığı dini, akli ve şuhudi bir bedihiyat ile zorunlu bir hakikattir. Güneş'in ne zaman doğup battığı, gecenin ne zaman gidip geldiği ne kadar bedihi ise, cezaya çarpılmakla güneşi batan ve karanlığa düşen kimse ile ödül kazanmakla güneşi doğan ve aydınlığa çıkan kimsenin bu durumlarının da önceden bilinmesi, pratikteki bu farklı hâllerini görmek görmeye mâni değil, aksine adaletin bir gereğidir.

d) Demek ki, Allah’ın kimin cehennemlik, kimin cennetlik olduğunu önceden bilmesi ezelî ve sonsuz ilminin bir gereğidir. Bu bilgiye rağmen yine de hayatın akışında özgür iradeleriyle kimin hangi rotayı takip ettiğini uygulamada görmek ise adalet için elzemdir. Unutmayalım ki ilim sıfatının yaptırım gücü yoktur. Bir şeyi bilmek onun olmasını gerektirmez. Fakat adalet ise kudretin uygulamadaki tezahürünü görmeyi zorunlu kılan bir vasıftır.

e) İrade-i cüziye, irade-i külliyenin bir şartı gibidir.

- Allah’ın ezelî ilmi insanın özgür iradesini ortadan kaldırmaz mı?

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: İslam inancına göre, Allah’ı ilmi ezelîdir, olmuş, olmakta olan ve olacak olan her şeyi, geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanların tümünü kuşatmıştır. Kader de ezelî ilmin bir nevidir. Allah’ın ilmine ve kaderine muhalif bir şeyin olması mümkün değildir. Demek her şey Allah’ın ilmi ve kaderi doğrultusunda olmak zorundadır.

- O hâlde, insanların cüzi iradelerinin ne anlamı var; neye yarar?

Bunun cevabı şudur:

Biz Allah bildiği için herhangi bir iş yapmıyoruz. Biz yapacağımız için Allah biliyor. Zaten Allah’ın geleceği bilmemesi düşünülemez. Bilmezse veya bilemezse yaratıcı olamaz.

Buna şöyle bir örnek verebiliriz:

Allah dostu evliyadan bir öğretmen düşünelim. Öğrencilerinden birisine “Yarın seni şu kitaptan imtihan edeceğim.” diyor. Fakat öğretmen Allah’ın izniyle onun filim, maç, oyun, eğlence, derken sabah okula çalışmadan geleceğini biliyor, akşamdan karnesine “0” yazıyor. Ertesi sabah öğrenci sorulan sorulara cevap veremiyor ve sıfırı hak ettiğini bildiği anda, öğretmen cebinden not defterini çıkarıp “Senin çalışmayıp sıfır alacağını bildiğim için, önceden deftere sıfır yazmıştım.” diyor. Buna karşı öğrenci “Hocam, sen sıfır yazdığın için ben sıfır aldım. Yoksa geçer puan yazsaydın geçerdim.” diyebilir mi? Elbette diyemez. Çünkü şayet öğretmen karnesine “0” yazmasaydı yine sıfır alıp sınıfta kalırdı. (bk. Niyazi Beki, Kader Risalesinin şerh ve izahı, s. 35-37)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun