Peygamberimiz döneminde bilim ve teknoloji olmadığı halde, Kur'an-ı Kerim'de bilimsel ayetlerin olmasının sebebi nedir? Gerçekten bilimsel ayetler de o zaman mı nazil olmuştur?
Değerli kardeşimiz,
İnsanı ve kâinatı anlatan bir kitap olarak Kur’ân-ı Kerîm, hiçbir şeyi eksik bırakmamış, her şeyi önemine ve büyüklüğüne göre anlatmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v) ile kemâle erdirilen ve noktalanan din ve aynı zamanda bu dinin kitabı Kur’ân-ı Kerîm, evrensel olması yönüyle bütün zamanlara ve mekânlara hitap etmektedir. Bu özelliğinden dolayıdır ki o, müfessirinden fakîhine, sosyologundan psikoloğuna, mutasavvıfından filozofuna, fizikçisinden kimyacısına herkese, her asırda, her tabaka ve seviyede ders verir.
Kur’ân-ı Kerim’in, bütün insanlara ders vermesi, onun bir kimya ya da fizik kitabı gibi konuları ele alması demek değildir. O, her şeye değeri ve gereği kadar yer vermesinin yanında, muhataplarının sahip oldukları bilgi ve kültür seviyesini de gözden ırak tutmaz.
Kur’ân’ın muhatapları arasında, alimin yanında cahillerin, tahsilli ve kültürlü kimselerin yanında âmi kimselerin, ufku geniş ihtisas sahibi kimselerin yanında, ufku dar kimselerin bulunması ve hepsinin de kendi kabiliyetleri nispetinde ondan dersini alması gerçekten hayret verici ve Kur’ân’a mahsus bir durumdur. Kur’ân, kullandığı ifadelerde çok basit alelâde insanların, basit malumatları çerçevesinde, gözleriyle gördükleri hakikatlere tatbik edebildikleri birtakım kelimelere yer verdiği gibi, ancak zamanla ortaya çıkan ilmi gerçekleri gösteren bazı işaretleri, işin ehli olan kimseler için koymayı da ihmal etmemiştir.(1)
Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen, ancak zamanın geçmesi ve ilmin ilerlemesiyle ortaya çıkan pekçok husus vardır ki, bunlar da Kur’ân’ın ilmi yönden mucizeliğini gösteren birer delildir. Örneğin Ankebût sûresindeki şu âyet oldukça dikkat çekicidir:
“Allah’tan başka dostlar edinip ona bağlananlar, (kendisine) bir ev edinen örümceğe benzerler. Evlerin en çürüğü örümcek evidir, keşke bilselerdi.”(2)
Burada şaşırtıcı ve dikkat çekici olan gerçek, örümcek evinin, en çürük bir ev olarak ele alınmasıdır. Kur’an, "örümceğin ipi veya ördüğü örgü" dememiş de, "örümceğin evi" demiştir ki, bunda bir işaret ve sebep vardır.
Şu andaki ilmî gerçekler, karşılaştırma yapmak suretiyle örümceğin ipinin, kendisine benzeyen iplere nispetle üç kat daha fazla güçlü, ipekten daha çevik ve daha çok dayanıklı olduğunu ortaya koymuştur. Ve aynı zamanda örümceğin evi, kendi ihtiyaçlarına yeterli ve fazlasıyla gâyesine uygun bir konumda olup, ona oranla güvenilir ve emin bir kale durumundadır. Peki buna rağmen acaba Kur’an neden: “...Evlerin en çürüğü, örümcek evidir...” ifadesini kullanmıştır? Ve neden bu âyetin sonunu: “...Keşke bilselerdi...” ifadesiyle bitirmiştir? Kesinlikle bunda bir sır vardır. Gerçek şu ki, bu, biyolojik bir sırdır... Ve ilim onu, ancak ondan çok sonraları keşfedebilmiştir. Hakîkaten örümcek evi, bir eve gerekli olan güven, sükûn ve emniyet açılarından son derece yoksundur. Örümcek evini, dişi örümcek yapar. İplerini o eğirir. Evde erkeğe o hâkimdir. Aralarında döllenme olduktan sonra, erkeğini öldürür ve yer... Meydana gelen yavrular da yumurtadan çıktıktan sonra bazısı bazısını yerler. Bundan dolayıdır ki erkek örümcek, güçlülüğüne rağmen, dişisini dölledikten sonra hemen evden kaçar ve bir daha da oraya ayak basmamağa çalışır.
Dişi örümcek, evini ağıyla örer ki, orası, yaklaşmayı düşünen her türlü böceklere karşı bir av âleti, kendisini onlara karşı gizleyeceği bir siper ve öldürücü bir tuzak olsun. Dolayısıyla döllendikten sonra örümcek evine giren herkes öldürülür ve bir lokmada yutulur.. O zaman böyle bir ev, ev değildir ki! Orası, pusuda beklemenin ve korkunun hâkim olduğu bir mezbahaneden ibarettir. Böylelikle de o, kendisine sığınmaya uğraşanlar için, en çürük bir ev demektir.. Buradaki “Vehen” (çürük) kelimesi, Arapça bir kelime olup, zorluk, meşakkat ve çokça gayret etmek anlamlarına gelmektedir.. İşte bu da, Allah’tan başkasına sığınıp, onu yardımcı ve dost edinenlerin durumudur.
ثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
“Allah’tan başka dostlar edinip ona bağlananlar, (kendisine) bir ev edinen örümceğe benzerler. Evlerin en çürüğü örümcek evidir, keşke bilselerdi.”(3)
Burada, hem ifade inceliği, hem mânâ gizliliği, hem kelimelerin mükemmeliği ve hem de ilimlerin bir takım sırları vardır ki, bunlardan bazıları Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında bilinmekte, (ifade ve kelimelerin mükemmelliğinin sezilip anlaşıldığı gibi), bazıları da ancak vefatının üzerinden şu kadar sene geçtikten sonra anlaşılabilmiştir.. Bu da, onda kesin bir şekilde var olan mu’cizeliği göstermektedir ki, bu ifadeler şâyet Allah’tan başka birisi tarafından söylenmişse, o söyleyenin bulunmasını isteyerek, akla meydan okumaktadır.
Kehf sûresinde, mağara ehlinin uykularıyla ilgili kıssayı okuduğumuzda, ayrı bir gerçeği daha görüyoruz:
وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلاَثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا
“(Onlar), mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Dokuz (yıl) da ilâve ettiler.”(4)
Şu andaki astronominin hesaplarına göre, (Gün, saat ve dakikasıyla) Güneş takvimiyle üçyüz sene, Ay takvimiyle üçyüz dokuz seneye tekâbül etmektedir... Kur’an nâzil olduğu zaman itibar edilen takvim ise, kamerî takvimdir. İşte bundan dolayıdır ki, Kur’an, “dokuz sene de eklediler” diyerek, bu iki takvim arasındaki farkı belirtmiştir. Bu da Kur’an’ın, şimdiye kadar bilinmeyen bir sırrıdır.
Ayrı bir örnek daha verecek olursak:
أَيَحْسَبُ اْلإِنسَانُ أَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُ بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ
“İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor? Evet, toplarız, onun parmak uçlarını düzenlemeğe gücümüz yeter.”(5)
Cenab-ı Hak bu ifadeyi, kıyâmet gününde herkesin parmak ucunun düzenleneceğine ve ilk şekillerinde oldukları gibi yeniden diriltileceklerine işâretle, meydan okuma sadedinde söylüyor. Bu gerçek ancak, Kur’an’ın nüzûlundan bin yıldan fazla bir süre geçtikten sonra anlaşılabilmiştir ki, o da, her insanın kendine has bir parmak izinin olduğu ve bu izlerin parmakların uçlarına yerleştirilip şekillendirildiği, aynı zamanda tâ Hz. Âdem (as)’den beri, ikiz kardeşlerde dahî aynı parmak izinin bulunmadığı gerçeğidir.
Yine Nâziât sûresinde:
وَاْلأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا
“Bundan sonra da yeri yayıp yuvarlattı.”(6)
“Dehâhâ” yani onu yumurta gibi yaptı demektir ki, bu da günümüzdeki astronomicilerin yerin şekliyle ilgili olarak söyledikleri en son görüşlerine uygun düşmektedir.. Aynı zamanda “dehâhâ” ifadesi, yaymak anlamına da gelmektedir... Ve bu kelime, yaymak ve aynı zamanda top gibi yuvarlamak anlamını da içermekle beraber, aslında dünyanın hem yayılmış bir vaziyette ve hem de küresel olduğunu gösteren tek arapça bir kelimedir... Bu da, gâyet açık ve ince bir kelimenin seçimi hususundaki, son derece güzel bir mükemmelliği ve gizli bir kapalılığı göstermektedir.
Yine Târık sûresinde:
وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الرَّجْعِ وَاْلأَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِ
“Yağmur dolu göğe, bitkilerin çıkması için yarılan yere andolsun ki.”(7)
Bu âyette Kur’an göğü, kendisine yükselen şeyleri geriye gönderen olarak vasıflandırıyor (su buharları bize yağmur olarak döndürülüyor...). Günümüzde bildiğimize göre, telsiz ve televizyon dalgaları gök yüzüne gönderildikleri zaman, yüksek iyon tabakalarında yansımaya uğradıkları için yeniden geriye dönüyorlar. Bunun için de biz, bu geri dönüşten sonradır ki, Londra, Paris, Mekke, İstanbul ve diğer bütün yeryüzünde bulunan yayınları izleme ve dinleme imkanına sahip olmuş oluyoruz. Şayet böyle bir yansıma olmasa, bütün bu yayınlar dağılır, kaybolur ve onları bulmamız imkansızlaşır. Gökyüzü, yansıtıcı bir aynaya benzemektedir. Ve o, kendisine saçılan şeyleri yeniden geriye iâde etmektedir. İşte bu “dönüşlü” gökyüzüdür. Aynı zamanda gökyüzü, kızıl ötesi ısı ışınlarını da yeryüzüne göndermek suretiyle, ısınmamızı sağlıyor.
Yer ise “yarılan” olarak ifade edilmiştir ki, bu da onun bitkilerin, doğal gazların, petrollerin, kükürtlü su kaynaklarının ve yanardağ püskürtmelerinin çıkması için yarılması demektir. Ve o, her deprem sarsıntısıyla sarsılıp durmaktadır. Burada da kendimizi, son derece hassas, anlamları geniş, ihtimamla seçilmiş ve mükemmel bir şekilde dizilmiş ifadelerle karşı karşıya buluyoruz.(8)
Dipnotlar:
(1) Bûtî, Muhammed Said Ramazan, Allah’ın Kitabında İki Harika Olay, Kur’ân’ı Anlamada Çağdaş Bir Yaklaşım Risâle-i Nûr Örneği, Uluslar Arası Bediüzzaman Sempozyumu 4, s.239.
(2) Ankebût 29/41.
(3) Ankebût 29/41.
(4) Kehf 18/25.
(5) Kıyâmet 75/3-4.
(6) Nâziât 79/30.
(7) Târık 86/11-12.
(8) Mustafa Mahmûd, el-Kur'ân Kâinun Hayy. 4. tab', el-Kâhire, Dâru'l-Ma'ârif, ts. s. 269-270.
(Yrd. Doç. Dr. Muhittin Akgül, Kur'an-ı Kerim'in Evrenselliğinin Nitelikleri)
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Dişi Örümceğin Evi [Kur'an Mucizeleri]
- Örümceklerin yuva için değil, avlanmak için ağ yaptıkları düşüncesiyle, “yuvaların en zayıfı, örümceğin yuvasıdır” ayetine itiraz edenlere nasıl cevap verirsiniz?
- Kur’an’da örümcek ağının çürük olarak geçmesine rağmen, bilimin, örümceğin ipinin çok sağlam ve çelikten daha iyi olduğunu söylemesi nasıl açıklanır?
- ANKEBUT SÛRESİ
- Allah Peygamberimizi koruyacağını vaad ediyor; Uhud harbinde ise Peygamberimizin dişi kırıldı?
- Ayetlerin manalarını anlamaya çalışmak günah mıdır?
- Mecaz nedir, "Mecazu'l-Kur'an" ilmini kimler kabul etmiyor?
- TV'den, telefon veya bilgisayar gibi bir cihazdan takip ederek veya dinleyerek Kur'an hatmi yapılabilir mi?
- Mide bütün hastalıkların evidir. Bütün hastalıkların baş ilacı da perhizdir, anlamında hadis var mı?
- Bir Kur'an Mucizesi: Örümcek