Müslüman olmayanları bedel ödemeye zorlamak şart mı?

Tarih: 30.03.2023 - 07:48 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Müslümanlar gayrimüslim bir ülkeyi fethettiğinde Müslüman olmayanların bedel ödemek zorunda kaldığını duydum, bu gerçek midir ve nedeni nedir?
- Barışçıl olma ilkemize aykırı olduğu için midir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Müslüman olmayanlardan alınan bedel, vergidir, İslam hukukunda bunun adı cizyedir.

Müslümanlar cizyeyi gayrimüslimleri himaye karşılığında almış, kendilerini himaye edemedikleri durumlarda toplanan vergilerin iadesini de taahhüt etmişlerdir.

Nitekim Hz. Ömer’in Suriye valisi Ebu Ubeyde b. Cerrah, Humus halkını Bizans’a karşı savunamayacağını anlayıp şehri terk etmek durumunda kalınca topladığı cizyeyi geri vermiştir. Aynı uygulamanın Suriye’nin diğer şehirlerinde de yapıldığı bilinmektedir. Humus halkı Müslümanların bu davranışı üzerine onların lehine casusluk yapmış, Bizans ordusuyla ilgili topladıkları bilgileri kendilerine vermiştir. (Ebû Yûsuf, Haraç, 2/191-197)

Hz. Peygamber (asm) Efendimiz, zimmet antlaşmalarında yer alan talimatlarından başka zimmiye zulüm ve haksızlık yapan, ona gücünün üstünde sorumluluk yükleyen ve ondan arzusu dışında bir şey alan kimseye kıyamet günü bizzat kendisinin hasım olacağını söylemiş, bir zimmîyi haksız yere öldüren kimsenin kırk yıllık mesafeden duyulan cennet kokusundan mahrum kalacağını belirtmiştir. (bk. Beyhaki, es-Sünenü’l-kübrâ, 9/205)

Kuran-ı Kerîm din konusunda insanlara baskı yapılmasını kesinlikle yasaklamış (bk. Bakara 2/256; Yunus 10/99; Kehf 18/29), Müslümanlarla savaşmayan ve onları yurtlarından çıkarmayanlarla iyi ilişkiler kurulmasını ve kendilerine adaletli davranılmasını istemiştir (Mümtehine, 60/8)

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:

İslam hukuku, insanların can ve mal güvenliğine ve hayat hakkına saygılı olunması gerektiğini açıklamış, insan yaşamının önemini ve katletmenin vebalini bariz şekilde ortaya koymuştur.

Nitekim Kuran’da, haksız yere bir cana kıyan kişinin bütün insanları öldürmüş gibi olduğu ifade edilir (bk. Maide, 5/32)

İslam devletinin yeni toprakları ele geçirmesi durumunda nasıl hareket edilmesi gerektiği de benzer şekilde fıkhen belirlenmiştir.

Buna göre Müslüman olmayan bir yer fethedilince, oranın halkı ile bölgenin yeni sahipleri arasında zimmet akdi denilen bir anlaşma yapılırdı, bu minvalde İslam devletine tabi olmayı ve onun koyacağı kuralları kabul etmeyi taahhüt eden gayrimüslimlere zimmi denilirdi.

Zimmî hukuku, İslam’ın temel iki kaynağı olan Kuran ve Hz. Peygamber (asm) Efendimizin tatbikine dayanmaktadır.

Zimmi, kendisine güvence verilen, koruma altına alınan kişi anlamına gelir.

Kuran’da belirtilen dinde zorlamanın olmaması düsturu ile Peygamber Efendimizin (asm) Medine’ye hicret ettikten sonra gayrimüslimler ile yaptığı Medine Vesikası, bu hukukun esaslarını belirleyen önemli kıstaslardır.

Nitekim Medine’de Peygamberimiz (asm), Yahudi gruplarla yaptığı anlaşma gereği onlara din, vicdan, mal ve can güvenliği teminatını vermişti. Medine’de yaşayan her kişi İslam devletinin tebaası oluyordu, dış saldırılara karşı devleti savunmakla yükümlü olan bu gruplar, devletin bünyesinde kendi hukuk sistemlerine bağlı kalıyorlardı.

Peygamber Efendimizin (asm) Medine’deki Yahudiler ile yapmış olduğu anlaşmayı, daha sonra başka bölgelerdeki Ehl-i kitap ile yaptığı antlaşmalar izlemişti. Bu minvalde Müslümanlarla anlaşma yapan azınlık gayrimüslimler için hadislerde muahid, Civarullahi ve resulihi, Biemanillahi ve emani Muhammed ve ehli zimmet kalıpları kullanıldı.

Tevbe suresinde ve bazı hadislerde geçen zimmi kelimesi, tabiin döneminden itibaren yaygınlık kazandı. Emevi, Abbasi ve Selçuklu dönemlerinde zimmet ve zimmi tabirleri kullanıldı.

Zimmet ve millet uygulamaları kapsamında gayrimüslimlere belli haklar ve garantiler sağlanırdı. İslam devleti, ilke olarak zimmilerin kendi din adamlarını seçme ve yetiştirme haklarını tanıdı, belirledikleri temsilciyi meşru gördü, hükümlerini geçerli saydı. Zimmilerin Müslüman kadıya başvurabilme haklarını da saklı tuttu. Müslüman kadılar özellikle toprak anlaşmazlığı davalarına bakarlardı. Gayrimüslimler ile devlet veya gayrimüslimler ile Müslümanlar arasında çıkan anlaşmazlıklarda ise Müslüman kadılar yetkili kılınmıştı. Böyle durumlarda kadılar, Müslim-gayrimüslim ayırımı yapmaz ve tarafları eşit kabul ederdi.

Gayrimüslimler, konjonktürel ve dini istisnalar dışında mutlak bir iskân özgürlüğüne sahipti; istedikleri bölgelerde yerleşir, mal alıp satabilirlerdi.

Dolayısıyla İslam şehirlerinde gayrimüslimlere ait mahalleler kuruldu. Gayrimüslimler kendi mahallelerinde dindaşlarıyla birlikte yaşar, mahallelerini dini geleneklerine göre teşkil ederlerdi. Mahalle merkezinde kendi mabetleri olur, meskenler bu mabetler etrafında kurulurdu. Gayrimüslimler, mahallede İslam’da haram olmakla birlikte kendi dinlerine göre helal sayılan yiyecek içecekleri üretebilir ve satabilirlerdi. Resmi eğitimin dışında tutulan zimmilere ciddi bir eğitim desteği sağlanmamakla birlikte, kadim sistemlerine olumsuz müdahale yapılmazdı. Gayrimüslimler, devlet tarafından sağlanan sosyal hizmetlerden Müslümanlarla eşit bir şekilde yararlanırdı.

Müslümanlardan toplanan zekâtlar, Müslümanların yanında zimmi fakirlere de dağıtılırdı. Gayrimüslimlere, tarımda kullanılmak üzere devlet hazinesinden bir veya iki yıl geri ödemesiz krediler kullandırılırdı. Zimmiler, istedikleri iş dalında çalışabilirlerdi. Askerlikten muaf oldukları için ticaret ve zanaatla uğraşır, zengin ve itibarlı sınıfı hâline gelirlerdi. Tabiplik, eczacılık, kuyumculuk ve sarraflık gibi meslekler de büyük ölçüde zimmiler tarafından icra edilirdi.

Kendilerine tanınan hakların dışında gayrimüslimlerin sorumlulukları da vardı. Bunlar cizye, haraç ve öşür vergileri öderlerdi.

Cizye, askerlikten muaf oldukları için gayrimüslim tebaadan alınan askerlikten muafiyet, koruma veya baş vergisi idi.

Haraç vergisi, savaşla ele geçmiş olan arazilerden alınırdı. Oranları ve tahsil şekli bölgeye ve devlete göre farklılık arz edebilirdi.

Öşür ise yılda bir defa alınan ticaret vergisiydi.

Kaynaklar:

- Lisanü’l-ʿArab, “czy” md.
- Firuzabadi, el-Ḳamusü’l-muhıt, “cizye” md.
- Müslim, “Cihâd”, 2.
- Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 82.
- Tirmizî, “Zekât”, 11.
- İbn Mâce, “Cihâd”, 38.
- Ebû Yûsuf, el-Harâc, s. 41, 44-45, 55, 78-80, 131-132, 137-142, 149-150, 154-158.
- Ebû Ubeyd, el-Emvâl, s. 23-28, 30-31, 35, 39-44, 47-52, 54, 88, 183, 336 (hadis nr. 44-60, 65-68, 77-79, 93-107, 117-129, 134, 231-234, 504, 959).
- Belâzürî, Fütûh (Rıdvân), s. 48, 71-96, 130-131, 143, 164, 210-218, 226-273.
- Yahyâ b. Âdem, el-Ḫarâc, s. 23-24, 66 (hadis nr. 29, 31, 33, 224).
- Cessâs, Ahkâmü’l-Kurʾân, III, 98-99.
- Mâverdî, el-Ahkâmü’s-sultâniyye, Kahire 1393/1973, s. 142-146, 149-150.
- İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I, 346 vd.
- İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, Kahire 1348, II, 201, 267-268; IV, 79.
- İbn Receb, el-İstihrâc li-ahkâmi’l-harâc (nşr. Seyyid Abdullah es-Sıddık), Kahire 1352/1934, s. 63-64.
- Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, I, 228-230.
- Muhammed Hamîdullah, el-Vesâʾiku’s-siyâsiyye, Kahire 1941, s. 106, 161, 382, 387.
- Bilmen, Kamus, IV, 98-102.
- Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, Ankara 1963, s. 96-99.
- Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul 1989, s. 80-85, 109-164.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun