Mülk sahibi mülkünde istediği gibi muamele eder, diye bir ayet veya hadis var mı?

Tarih: 17.04.2019 - 20:03 | Güncelleme:

Soru Detayı

​Soru 1:
- Bediüzzaman Said Nursi, Mülk sahibi mülkünde istediği gibi muamele eder, diye bir laf kullanmış mıdır?
- Eğer kullanmışsa bu yanlış bir cümle olmaz mı?
- Bizi Allah yarattı doğru, ama sonuç olarak bizler hayat sahibi değil miyiz?
- Sırf Allah yarattı diye her konuda istediği gibi her şeyi yapar bizi istediği imtihana tabi tutar demek doğru mu sizce?
- Buna örnek olarak şunu soyluyorlar: “Sen bir çanta yaparken çantaya çanta olmak istiyorsun diye sordun mu?” gibi şeyler söylüyorlar.. Ama bu mantıksız çünkü çanta cansız ama insan bir canlı, acı çekiyor ve hayat sahibi. Çantada bu olmadığından dolayı önemsenmez, ama insanda bunun önemsenmesi gerekmez mi?
- Ne istediği, dünyaya gelip gelmemesi vs. en azından sorulması gerekmez miydi?
- En azından yaratılıp melek de olabilirsin diye bir seçenek sunulması gerekmez miydi?
Soru 2:
- Allah bizi yaratmadan önce dünyaya gitmek isteyip istemediğimizi galiba sormamış, peki bizim seçmediğimiz bir hayatta bazılarımız doğduklarından beri zulüm işkence görüyorlar, belki de sırf bu zulüm ve işkence gördükleri için Allah’ı inkar edenler bile vardır belki de. Bu durumda kişiler kendi seçmedikleri bir hayatta işkence görüyorlar zulme uğruyorlar gözlerini açtıklarından beri, sonra da bu insanlar Allah’ı inkar ettikleri için Cehennemde yanıyorlar sonsuza dek, bu adaletli mi sizce?
- Bence dünyaya gitmeyi biz seçtik, bu yüzden de şikâyet etmeye hakkımız yok. Eğer biz seçmediysek bu adaletsizlik olmaz mı?
- Lütfen her iki soruma da geniş bir şekilde cevap verebilir misiniz, tatmin edici bir cevap arıyorum, uzun zamandır cevabını bulamadığım birkaç sorudan bir tanesi bunlar. Hiç bir şekilde aklıma mantığıma yatmayan tek konu diyebilirim.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Bediüzzaman öyle bir söz söylemiştir. (bk. Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, s. 285)

- Bu düsturu Bediüzzaman icat etmemiştir. Eskiden beri İslam alimleri tarafından kabul gören bir hakikattir.

- Bu düsturun asıl kaynağı Kur'an’dır. Mealini vereceğimiz ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

“De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen, mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz kılar, dilediğini zelil edersin. Her türlü iyilik senin elindedir. Şüphe yok ki en, her şeye kâdirsin. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız bir surette rızık verirsin.” (Al-i İmran, 3/26-27)

“Evet mevcudatın hiçbir cihette Vâcib-ül Vücud'a karşı hakları yoktur ve hak dava edemezler; belki hakları, daima şükür ve hamd ile verdiği vücud mertebelerinin hakkını eda etmektir..."

"Meselâ madenler diyemezler: 'Niçin nebatî (bitki nevinden) olmadık?' Şekva edemezler; bilakis, madenlerle ilgili unsurlar, böyle bir varlık mertebesine sahip oldukları için yüce yaratıcılarına şükretmekle yükümlüdür."

"Keza, nebatat / bitkiler niçin hayvan/canlı olmadık deyip şekva edemez, belki vücud ile (var olmakla) beraber hayata mazhar oldukları için Allah’a şükretmekle yükümlüdür. Hayvan ise (örneğin bir at, bir öküz) 'Niçin insan olmadım?' diye şikayet edemez, Aksine,  hayat ve vücud ile beraber kıymetli bir ruh cevheri de ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır. Ve hâkeza kıyas et!" (bk. Nursi, Mektubat, s. 285)

- Mesela: Bir kimse, oturduğu evde kiracı ise, dilediği gibi evin teşkilatında yeni bir düzenleme yapamaz. Buna mukabil, oturduğu evin sahibi olan kimse, evinde dilediği şekilde tasarruf etme hakkına sahiptir.

Keza, bir bahçeyi icar olarak kiralayan bir kimse, o bahçenin mevcut ağaçlarını kesemez, yenilerini dikemez. İstediği şekilde bahçede tasarruf edemez. Fakat bahçenin sahibi, kendi bahçesinde dilediği tasarruf hakkına sahiptir. Bu husus şimdiki hukukta da geçerlidir.

- “ama insanda bunun önemsenmesi gerekmez mi? Ne istediği, dünyaya gelip gelmemesi vs. en azından sorulması gerekmez miydi? En azından yaratılıp melek de olabilirsin diye bir seçenek sunulması gerekmez miydi?” şeklindeki sorunuza gerçekten şaşırdık... Zira bu soru şöyle diyor:

“Ben cansız varlıklara benzemem ki, Allah bir çanta gibi beni dilediği gibi yaratsın. Bir insan olarak ben hayat sahibi, akıl sahibi bir valıktım. Allah beni yaratırken benden sormalıydı: SEN nasıl olmak istiyorsun? AKLINI iyi kullan iyi düşün, melek olmak mı, insan olmak mı istiyorsun?”

Şimdi şu sorulara cevap bulmamız gerekir:

a. Allah seni yaratmadan önce sen var mıydın? Eğer var idiysen, var olanın var edilmesi düşünülemez. Üstelik eğer var idiysen sen de -haşa Allah gibi- ezelisin... O zaman nasıl olacağına sen çoktan karar vermişsin...

b. Eğer sen yaratılmadan önce yok idiysen, yok olan bir şeye nasıl hitap edilebilir? Olmayan bir şeyin soruya muhatap olması gibi, hayat ve şuurunun olması da imkânsızdır.

Varlık iki çeşittir. Biri ezeli/önsüz olandır ki bu Allah’tır. Diğeri ise, yokken var edilmiş olanlardır ki, Allah’tan başka bütün varlıklardır.. Dolayısıyla, insanın bedeni gibi ruhu da, kemikleri gibi aklı da, saçı gibi şuuru da sonradan yaratılmıştır.

Demek ki “Allah beni yaratırken bana mı sordu?” şeklindeki düşünceler hayali bir hezeyandır.

c. Kur'an’da (Nahl, 16/43) ifade edildiği üzere “Bilmiyorsanız bilenlerden sorarsınız”. Bunun mefhum-u muhalifi şudur: “Biliyorsanız bilmeyenlerden sormazsınız.” Farz-ı muhal, eğer şu cahil, aklı noksan, şuuru kıt, âciz, zavallı, yaratılmaya muhtaç olan insan, yaratılmadan önce var olduğu tasavvur edilse bile, her şeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibi Allah’ın bu cahil / cehûl / cühela olan insandan bir şey hakkında fikrini sorması kadar abes bir şey olabilir mi?

Yüce yaratıcı, bu gibi batıl, yanlış, hezeyan dolu hayalleri tasdik etmekten sonsuz münezzehtir. Biz de onu tenzih ederiz...

d. İslam dininin emrettiği hususlarda öyle taşınmayacak kadar ağır bir yük yoktur. Bilakis insanın dünya hayatının da yararına olan çok şeyler var. Şahsi ve toplumsal hayatı  yakından ilgilendiren ve çok da güzel neticelerinin olduğu görülen, namaz, oruç, zekât, hac gibi vecibelerin neresinde sıkıntı var?..

Diğer yandan, adam öldürmek, zina yapmak, içki içmek, hırsızlık yapmak, faizle milletin kanının  emmek, yalan söylemek, ırkçılık yapmak gibi ferdi ve içtimai hayatın baş belası olan zararlı şeyleri yasaklamanın neresinde sıkıntı var?

Bu yasaklara rağmen insanların yaptığı bu kötülüklerin faturasını Allah’a kesmek ne kadar vicdansızlık, ne kadar cahillik, ne kadar akıl dışı bir insafsızlık olduğunu kör olmayan görür, akılsız olmayan idrak eder..

Cevap 2:

İlk cevabımızda izah edildiği gibi, Allah yok olan insanlardan nasıl soru sorar, varlık alemine gelmemiş kimselerden nasıl fikirlerini talep eder, aslı-astarı olmayan varlıklarla nasıl istişare eder?

- “Bazıları doğduğundan beri zulüm işkence görüyor...” gibi ifadelerden maksat iki şey olabilir:

a) Eğer bazı zalim insanlar tarafından bazı kimseler zulme uğruyor oldukları ise, yukarıda da ifade edildiği üzere, imtihan dünyasında kimin imtihanı kazanıp cennete, kimin kaybedip cehenneme gideceği bir netice söz konusudur.

Bunun adil bir şekilde cereyan etmesi için, Allah’ın insanlara verdiği özgür iradelerine müdahale etmemesi gerekir. Eğer Allah caninin, hırsızın, zalimin elinden tutup mani olsa, o zaman imtihan diye bir şey ortada kalmaz.  Allah özgür iradesiyle zulüm yapanı cezalandırması, mazlum olanı mükaftalandırması ancak ahirette olur.

Şunu unutmayalım ki, cennet ucuz olmadığı gibi, cehennem de lüzumsuz değildir. Okullardaki imtihanlarda kazananı kazanmamış, kazınmayanı kazanmış olarak değerlendirmek ne kadar haksızlık olduğu bellidir.

Aynen bunun gibi, cennetlik olan kimseyi cehenneme koymak, cehennemlik olan kimseyi de cennete koymak o kadar doğru değildir ve adaletsiz bir tavırdır.

Bu sebepledir ki, Allah kıyamet günü, cenneti hak eden hiç kimseyi cehenneme koymaz. Çünkü bu adalete aykırıdır. Fakat cehennemi hak eden bazıları cennete koyabilir. Çünkü bu adaletten öte bir merhamettir, bir lütuftur, bir ihsandır.

Yanlış anlaşılmasın; cennete koyacağı cehennemlik adamın imanla ahirete gitmesi şarttır.

İmanla kabre girdikten sonra, mahşerde Allah dilerse onu affedip cennete koyar, isterse cehennemde biraz cezasını çektikten sonra oradan çıkarıp cennete koyar. Buna göre, İslam Dininden haberi olduğu halde, imanla kabre girmeyen / imansız, kafir olan kimsenin cennet yüzünü görmesi mümkün değildir.

Şimdi önümüzde bu kadar badireler varken, kendi halimizi değil de başkasının halini düşünmemiz isabetli değildir. Güya başkasının hakkını savunacağız diye, kendimizi felakete atıyoruz.

Kur'an’a iman ettiğimiz, ondan Allah’ın her türlü kusurdan münezzeh olduğunu öğrendiğimiz halde, insanların kendi aralarında yaptığı kavgada haklı tarafa sahip çıkarken, haksız tarafının zulmünü Allah mal etmek, faturasını ona kesmek çok akılsızca bir hamiyettir. Bu tutum, şecaat arz ederken hamakat çukuruna düşmek anlamına gelir. İnsanların sana ettiği kötülüğü Allah’a isnat etmek büyük bir iftiradır. Bu iftirayı doğru sanıp, Allah’tan küsmek, onu inkâr etmek, kişinin kendi ahmaklığındandır.

b)  Yok eğer, “Bazıları doğduğundan beri zulüm işkence görüyor...” gibi ifadelerden maksat, insanların hastalık, musibet gibi sıkıntılara uğraması ise, bunun açıklaması şöyledir:

- Hastalık ve musibetler, din imtihanında sorulan sorulardan biridir. Sınıfı geçmek için sabırlı olmak gerekir. Her sıkıntının özgül ağırlığı kadar bir sabır verilir. Bunu sağa-sola dağıtmadan usulüne uygun kullanırsa, sıkıntısı hafifler ve taşınabilir bir hal alır. Özellikle birçok sıkıntının, hastalığın kaynağı evhamdır. Evhamı bertaraf ettiğiniz zaman hastalığın %90'ı kaybolur..

- Çocukların bazı sıkıntıları, onlar için çok büyük mükafatlar kazandıracağı gibi, ilerideki hayatın zikzaklarına karşı bir ön terapi hükmündedir. Ayrıca, onlara bakan anne-baba vs yakınlarına da bir sevap musluğu hükmündedir.

- Büyüklerin hastalıklarının önemli bir kısmı, insanın kendi hatasının sonucudur. Yemek, içmek, giyinmek ve mesken edinmek gibi bazı konularda hayatın fıtri akışına uygun olmayan tutum ve davranışlar hastalıklara sebep olur. İnsan bu konuda suçu olmasına rağmen, yine de Allah sonsuz merhametin gereği olarak ona mükâfat verir, günahlarına kefaret eder.

İlave bilgi için tıklayınız:

Var olmanın önemi nedir?
Allah'a karşı istemsiz kırgınlıklar için ne tavsiye edersiniz?
Allah, bütün varlıkları neden insan olarak yaratmadı?
İnsana, yaratılmayı ve imtihan olmayı isteyip istemediği sorulur mu ...
Allah her şeyi biliyorsa, hiçbir şeye ihtiyaç duymuyorsa neden insanı ...
Neden yaratılmak veya yaratılmamak bizim seçimimiz değildir ...
Ben yaşamak istemiyorum, Allah neden beni yaşamaya mecbur kılıp ...
Yaratılışımız bizim tercihimiz olmamasına rağmen imtihan olmamızın ...
Neden yok olamıyorum?
Allah bizi yaratmadan önce insan olmak isteyip istemediğimizi ...
Allah'ın bize ihtiyacı yoksa neden yarattı?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun