Kuran'da kalp ve aklın ayrı ayrı kullanılması ne anlama gelir?

Tarih: 08.06.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kur'an'da kalp ve aklın ayrı ayrı kullanılması, kalbin düşünme organı olduğu anlamına mı gelir?
- Akıl ve kalp nasıl bir şeydir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Ruh, sonradan yaratılmıştır, ama ebedidir. Birdir, bölünmez, parçalara ayrılmaz. İcraatıyla ve tesirleriyle bedenin her yerinde bulunur, fakat mekanı yoktur. Bedenin içinde olmadığı gibi, dışında da değildir. Bütün işleri aynı anda idare eder, bir iş diğerine engel olmaz. O, tabiattaki kanunlara benzer. Mesela, bir yerçekimi kanunu hayat ve şuur sahibi olsaydı ruh özelliği kazanırdı.

Ruh, şuuruyla fark eder, aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, karar verir, hayaliyle plânlar yapar, hafızasıyla bilgi depolar, kalbiyle sever. Onun sayılamayacak kadar çok kabiliyeti vardır. Bunların bir kısmı da maddi uzuvlarla ortaya çıkar. Ruh, eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, ayağıyla yürür...

Akıl, kalp, vicdan ve hissiyatın ruhla ilgileri,  organların bedenle ilgileri gibi değildir. Beden, organların bir araya gelmesiyle teşekkül eder, ama ruh bu sayılanların birleşmesinden meydana gelmiş değildir. Ruh bir tek şeydir; ama yaptığı görevler muhteliftir. Bu görevlere göre farklı isimler alır.

Ancak “hisler kalbe aittir, şu duygular akla aittir, şunlar istidat manasındadır” gibi kesin sınırlar çizmek zordur. Meselâ, sevgi bir histir. Bu yönüyle vicdanla ilgisi vardır, ama  sevmenin, korkmanın, inanmanın kalple ilgili fonksiyonlar olduğu düşünüldüğünde bunları kalpten ayrı düşünemeyiz.

İnsan, kendi his dünyasını vicdanen, yaşayarak bilmektedir. Öte yandan insan, bunların varlıklarını aklı ile idrak eder. Bu ikinci yönü itibariyle hisler akıl defterine kayıtlıdır. Birinci yönlerinde, yani mahiyetlerinin bilinmesinde ise vicdana iş düşer.

İnsanın istidadında var olan, ilim, kudret, irade gibi sıfatlardan, inanmaya, anlamaya, sevmeye kadar insan ruhunun bütün fonksiyonlarını akıl ve kalpten ayrı düşünemeyiz.

Kalp, akıl, ruh, vicdan hep aynı şeydir, ancak yapılan işlere göre farklı isim alırlar. Bir insanın dört ayrı mesleği olsa, her birisi için ayrı bir isimle anılır, ama o yine bir tek kişidir. Ruha verilen bu farklı isimler de bunun gibidir.

Şu var ki, ruh “bu âlemi göz penceresinden seyrettiği” gibi, düşünme fiilinde de beyni kullanmaktadır. Nasıl, gözümüze bir arıza geldiğinde görmemizde aksama oluyorsa, beyindeki bir merkezde rahatsızlık olduğunda da o merkezle ilgili fonksiyonda  aksaklık olur. Ama bu hal, düşünenin beyin olduğu manasına gelmez.

Kalbin kendisi bir latife-i Rabbaniye olduğu halde, kalbin cüzdanında da nice latifeler vardır. Latife (çoğulu letâif) “cismanî olmayan, ruha ait” gibi manalara gelir. Buna göre kalb, ruh, vicdan, akıl, hafıza, hayal, beş duyu, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye de birer latifedirler. 

Nasıl,  “organ” kelimesi “el, ayak, mide, ciğer” gibi bütün maddî cihazlarımızın ortak ismi ise, latife (letâif) de öyledir. O da bütün manevî cihazlarımızın ortak ismidir.

Aklın vazifesi tefekkür etmek, istidlalde bulunmak, eserden müessire, nakıştan manaya, nimetten in’ama intikal etmek ve Allah’ın varlığına ve birliğine hem insan bedeninde hem de kâinatta serdedilen delilleri güzelce değerlendirmek, iman ve marifet sahasında mertebeler kat etmektir. Bu aslî görevi yanında aklın bir diğer görevi de bu kâinat kitabını fenlerin gözüyle inceleyip insanlık için faydalı bilgiler elde etmek, güzel şeyler bulup çıkarmaktır. 

“Ruh, kalp ve akıl”, bedenin organları gibi müstakil varlıklar değildirler. Hisler bazen vicdana bağlanır, bazen kalbe, bazen de akla abğlanır. Bunlarda bir tezat söz konusu olmaz.

Çünkü ruh, terkip olmadığı için “havassı” yani hisleri akla da, vicdana da, kalbe de verebiliriz. Akıl, bu hisleri tanır ve en güzel şekilde kullanmaya çalışır. Vicdan bu hislerin varlığını bizzat yaşayarak bilir. Kalp bu hislerle sever, korkar, endişe eder.

İnsanın havassının yani his dünyasının pek çok vazifesi vardır. Bunların yerinde kullanılması insan için büyük bir terakki ve tekâmül vesilesidir.

Sevgi, korku, şefkat, endişe, merak gibi hisler eğer yaratılış gayeleri istikametinde kullanılırsa insanı hem bu dünyada hem de öte âlemde mesut ederler.

Bu binlerce hissiyattan sadece bir örnek verelim: İnsanda bir “endişe” hissi vardır. İnsan bu hissini sadece istikbal endişesinde kullanırsa,  “yarın ne kazanıp ne kaybedeceğine” sarf ederse, bu kıymetli hissi sadece dünya menfaatlerinde kullanmış olur. Halbuki, asıl endişe edilecek şey insanın bu fani dünyadan ebediyet ülkesine imanla göçüp göçmeyeceğidir.  Ruhu bu endişe ile dolu olan bir mümin, elinden geldiğince güzel ameller işler ve yine büyük bir hassasiyetle günahlardan isyanlardan uzak durur.

Bu hissin bir başka kullanma sahası, kendi aile fertlerinden top yekûn insanlara kadar, bu zamanın sefahat tehlikesini dert edinmek, bu büyük felakete düşülmemesi için neler yapmak gerektiğine kafa yormaktır. Böyle bir endişe, sahibini manen terakki ettirir, bir şeyler yapabildiği taktirde de onun sevabını ayrıca kazanır.

Önemli olan, bize verilen maddi ve manevi her şeyimizi, doğru yerde kullanmaktır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Ruh nedir, ruhun mahiyeti anlaşılabilir mi?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun