Kur'an ve iman hizmetinde bulunanlara ne gibi müjdeler vardır?

Tarih: 06.08.2013 - 02:48 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kâinat tamamen fedâkarlık, yardımlaşma, fazilet ve vakıf ruhuyla sevk ve idare edilmektedir; menfaat kesinlikle söz konusu değildir. Zira güneş kendisi için ısıtmıyor, yağmur kendisi için yağmıyor, hayvanat ve nebatat kendileri için çalışmıyor, gözler kendileri için görmüyor ve ayaklar kendileri için yürümüyor. Demek ki kâinatta her şey başkasına büyük fedâkarlıkla hizmet ediyor. Bir nevi karşılıksız vazife ifa ederek kendilerini başkalarına vakıf ve feda etmişlerdir.

İslamiyet fıtri bir din olması hasebiyle, aynı vakıf ruhu İslamiyet'te de kendisini gösteriyor. Mesela peygamberler hizmetleri için ücret ve karşılık beklemezler. Yani vakıftırlar. Dinler, kitaplar bir çeşit hizmet ve fazilet esasına dayalı fikri olan vakıf sistemleridir. Ayrıca ibadetler, yardımlar, zekâtlar, ianeler hep vakıf ruhuna ve fedâkarlık esasına hizmet eden muamelelerdir.

Bu müessese fıtrattan ve yaratılıştan gelip, peygamberlerle insanlığa en güzel şekillerini ve sistemlerini takdim etmiş ve göstermiştir. İnananlarda ise; bu sistem fiziki olarak her tarafta neşvünema bulmuştur. Vakıf hanlar, camiler, medreseler, kitaplar, araziler, şehirler, davalar ve hayatlar. Osmanlıda ise; bu müessese teferruatına kadar yerleşmiş, kuşları ve hayvanları koruyacak kadar müesseseleşmiştir.

İman ve Kur'an hizmetinde bulunanlara verilen müjdelerden bir kısmını şöyle sırlayabiliriz:

1) “Allah yoluna çağıran, makbul ve güzel işler işleyen ve 'Ben Müslümanlardanım.' diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir?”(Fussilet, 41/33)

2) Hadis-i şerifte ifade edildiği üzere:

"Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir." (bk. Lem'alar, s. 49)

3) İslam’ın mukadderatı için toplanan, her asrın müceddidinin içinde bulunduğu bir mecelis-i münevver, asr-ı hazırın mebusu (bu asrın tecdidine tayin edilmiş bir müceddid) sıfatıyla orada bulunan Bediüzzaman Hazretlerine  alem-i misalde şu müjdeyi verdiler:

“Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır!..” (Sünuhat-Tuluat-İşarat, s. 50).

4) “Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden "Her zaman, ümmetimden bir cemaat, Kur’an’ın hak yolunda sabit-kadem olup, kıyamete kadar muarızlarına karşı galibane manevi cihad edeceğini" bildiren bu hadîs-i şerif hatırıma geldi. Belki Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi  ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi bin beş yüz altı (1506) edip, bu tarihe kadar zahir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder.” (Kastamonu Lahikası, s. 27-28)

5) “Allah’ı ve Resulünü karşısına alanlar, onlara düşmanlık edenler en alçak/en zalil olanların derekesindedirler. Çünkü Allah:

 “Ben ve Resullerim elbette galip geliriz, diye hükmetmiştir. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.”(Mücadele, 22/20-21)

mealindeki ayette, dinsizlerin, din düşmanlarının bir gün mutlaka mağlup olacaklarına, İslam dinine; Kur’an’a ve imana hizmet ederek, bu hizmeti hayatlarının yegâne gayesi bilerek Allah’a ve resulünün emirlerine tabi olanların mutlaka galip olacaklarına vurgu yapılmıştır.

-  “Ben ve Resullerim elbette galip geliriz.” cümlesinin riyazi makamı, şeddesiz 1959-1960 yapar. Bediüzzaman’ın o tarihte “Ben küfrün belini kırdım.” derken, âdeta bu ayetin maddi bir tefsirini yapıyordu. Şedde sayılsa, bu sayı 2009 yapar. Bu işari beşaretten anlaşılıyor ki, 1959’dan beri, bazen “sırren tenevveret” sırrına göre, bazen aşikârane iman ve Kur’an’a hizmetini yoğunlaştıran İslam âlemi, 2009’dan itibaren galibiyetin sath-ı mailine girmiştir. Bugünkü cahil inkârcıların, bedbaht muarızların çırpınışları, yenilgilerini hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. ÇÜNKÜ:

“Takdir-i Hudâ, kuvvet-i bâzu ile dönmez,
Bir şem'a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez.”
(Mektubat, s. 72)

6) Bediüzzaman Hazretlerinin Tüflis’te Rus polisiyle tartışırken, verdiği müjdeler, Allah’ın inayetiyle tahakkuk etme aşamasındadır. İslam alemi bugün bu doğumun sancıları çekiyor. Bir asır önce Rus polisiyle yaptığı bu konuşmasında Bedîüzzaman şu müjdeyi veriyordu:

“Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”

(Demek ki, İslam aleminin uzun süreden beri içinde bulunduğu kış mevsimi, artık yerini güzel bir bahara bırakacaktır. Kim bilir, belki de “Arap baharı”, bu hakikati ilan etmeye yönelik “intak-ı bil-hak” nevinden bu bediâne müjdeyi hatırlatmaktadır).

Rus polisinin: “İslâm (âlemi) parça parça olmuş.” şeklindeki ümit kırcı sözlerine karşı, Bedîüzzaman, şu sosyolojik tespiti yapıyor ve şu müjdeyi veriyordu:

“Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm'ın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâm'ın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm'ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar. İlâ âhir..."

"Yahu, şu asilzade evlâd, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt'a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet'in bayrağını âfâk-ı kemalâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev'-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.” (Sünuhat-Tuluat-İşarat, s. 73; Tarihçe-i Hayat, s. 79)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun