Son Gün

O gün, günlerden pazartesidir. On iki Rebiülevvel on bir (Hicri) ya da sekiz haziran altı yüz otuz iki…

Sabah namazında, Hz. Aişe’nin kapısının perdesi aralanır. Hz. Ebubekir’in imamlık ettiği ümmetini seyreder. Yüzü, bir sahabinin deyimiyle, Kur’an yaprağı gibi sarı beyaz arasıdır. Namaz kılan düzgün safları görünce, hoşnut olur. Tebessüm eder. Sahabiler, bir yandan namazlarını kılıp, Hz. Ebubekir’in okuduğu Kur’an’ı dinlemekte, bir yandan da göz ucuyla O’na bakmaktadır. Yine de hiçbiri namazı bozup, safını terk etmez. Bu, belki de ashabın O’nunla son kez imtihan oluşudur. Sergiledikleri bilinç ve disiplin, Peygamberlerini fazlasıyla memnun eder. 

Ve O’ndan ümmetine kalan son görüntü, memnuniyetle tebessüm eden bir simadır.

Önceki günlere göre çok daha iyi gibidir. Bu da insanlarda büyük bir ferahlamaya yol açar. Birçokları: “ALLAH’ın Elçisi hastalığı atlattı. Artık iyileşiyor.” diye düşünür. Oysa bu, mumun sönmeden önceki son parlamasıdır. Son perde kapanır.

Takip eden saatlerde Üsame’ye hareket emrini verir. “Artık iyileşti” zannı, eşlerinde de vardır. Hep beraber, sevinç içinde O’nun saçlarını tararlar. Hz. Ebubekir de aynı yanlış zanla, Medine’nin uzak bir mahallesindeki evine gitmek için izin ister. Günlerden beridir, Mescid’te, Hz. Muhammed’in yanı başında hazır beklemektedir. 

Kendinde konuşacak gücü hissedince, yanında bulunan en yakınlarını tekrar uyarır: “Ey insanlar!” der, “Ateş alevlendi. Karanlık gece parçaları gibi fitneler geliyor. Ey ALLAH’ın Elçisi Muhammed’in kızı Fatıma! Ey ALLAH’ın Elçisi’nin halası Safiyye! ALLAH katında, kabul edilecek işler yapın. Çünkü ben sizi, ALLAH’ın azabından kurtaramam.” 

O gün bütün nakit parası yedi dinardan ibarettir. Hz. Aişe’ye bu parayı, Medineli fakirlere dağıtmasını söyler ve ardından fenalaşıp, bayılır. Telaşa kapılan Hz. Aişe, emri yerine getiremez. Fakat O’nun kendine gelir gelmez yaptığı ilk iş, paraları sormak olur. Hz. Aişe özür diler: “Senin bayılman beni meşgul etti.” der. O, paraları Aişe’den alır. Parmakları arasında çevirirken, bir yandan da şöyle mırıldandığı duyulur: “ALLAH’ın Elçisi Muhammed, bu paralar evinde bulunduğu halde Rabbine kavuşursa hali nasıl olur!” Sonra Medineli beş fakir ailenin isimlerini sayar, paraların onlar arasında paylaştırılmasını ister. Ve sıkar dişini, paralar yerlerine ulaşıncaya kadar bayılmaz.

Öğlene doğru hastalık birden çok ağırlaşır. Sürekli, yanında bulunan bir çanağa elini daldırıp, aldığı suyla yüzünü ıslatmakta, bir yandan da: “Ey ALLAH’ım! Ölümün akılları gideren acı ve sıkıntılarına karşı bana yardım et!” diye dua etmeye başlar.

Durumu iyice ağırlaşınca Hz. Ümmü Seleme, kendini tutamaz, feryat eder. Onu uyarır: “Sus! Kâfirlerden başkası feryat etmez!” Fatma’yı çağırtır: “Hoş geldin kızım!” dedikten sonra yanına oturmasını söyler. Ve kulağına gizlice bir şeyler fısıldar. Fatıma ağlamaya başlar. Sonra yine bir şeyler fısıldar. Ve bu kez Fatıma güler. Hz. Aişe, daha sonraki aylarda bu ağlama ve gülmenin sırrını soracak, Hz. Fatıma da şunları anlatacaktır: “Ağladım, çünkü babam bana artık vefat etmek üzere olduğunu söylemişti. Güldüm, çünkü bana, ev halkından kendisine ilk kavuşacak kişinin, ben olduğunu müjdelemişti.” Fatıma, altı ay sonra babasına ve Peygamberine kavuşur.

“Ali içeri girmek için izin istiyor.” derler. O: “Girsin!” buyurur. Yanında Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de vardır. Onlarla da vedalaşır. 

Hz. Aişe’nin kardeşi, Abdurrahman da içeri girer. Elinde bir misvak vardır. Gözleriyle onu takip eder. Hz. Aişe isteğini anlamıştır. Sorar: “Ey ALLAH’ın Elçisi! O misvakı sana vermemi ister misin?”, başıyla: “Evet!” der. Hz. Aişe gördüklerini daha sonra şöyle anlatır: “ALLAH’ın Elçisi’nin misvakla dişlerini, bu kadar özenli, bu kadar güzel ovuşturduğunu daha önce hiç görmemiştim.” Çünkü bu kez hazırlık insanlar için değil, Alemlerin Rabbi içindir.

Sonra misvak elinden düşer.

O anlardaki ızdırabı Hz. Aişe’de şöyle dile gelir: “Yüzü bazen kızarıyor, bazen de sararıyordu. Acısından ellerini aşağı, yukarı çeviriyordu. Yanakları ter içindeydi. Yanındaki bir tastan ellerini ıslatıp yüzüne sürüyor ve sürekli: ‘ALLAH’ım, ölüm acısına karşı bana yardım et!’ diyordu.” Fakat bu halinde bile Hz. Aişe’ye karşı olan sevgisini belirtmekten geri kalmaz: “Cennet’te ey Aişe!” der, “Elinin beyazlığını gördüm ya, artık bu hastalık acısı benim canımı yakmaz!” O halinde bile kendinden çok çevresindekileri düşünür. Onların acılarını hafifletmek için çırpınır.

Hz. Fatıma da gördüğü acıya dayanamaz ve: “Vah babacığım! Vah babacığımın çektiği acı!” diye feryat eder. Hz. Muhammed, bir kez daha kendi sıkıntısını unutur, onu teselliye çalışır: “Kızım!” der, “Ağlama, Arş’ı taşıyan melekler, senin sesine ağladılar.” Ve ekler: “Bugünden sonra baban artık hiç acı çekmeyecek!” Ve Fatıma daha fazla dayanamaz. Hasan ile Hüseyin’i de alarak evine döner. O, arkalarından bakarken, gözyaşlarına hakim olamaz ve üç kez dua eder: “ALLAH’ım! Onlar, benim Ehl-i Beyt’im (ailem)! Ben, onları, tek tek bütün Mü’minlere emanet ediyorum.” 

Ona ağlayanlardan biri de dadısı Ümmü Eymen’dir. Daha altı yaşındayken, Mekke yollarında Amine’yi kaybedip, anadan da öksüz kaldığı zaman, onu bağrına basıp Mekke’ye sağ salim kavuşturan Ümmü Eymen… Kocamış, yaşlı bir kadın, Ümmü Eymen… Onu da teselli etmeye çalışır: “Ağlama! ALLAH’ın Elçisi, Rabbinin katında olanı tercih etti.” buyurur. Ama Ümmü Eymen’i ağlatan neden çok başkadır. O: “Ben nasıl ağlamam ki, artık semadan gelen haber kesilecek, vahiy bitecek!” diye cevap verir. Hz. Muhammed, bu cevabın ifade ettiği bakış farkı ve derinliği karşısında susar. 

Sonra, seneler önce Uhud meydanında inen ayetleri okur: “Muhammed, sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip, geçti. Şimdi o, ölür ya da öldürülürse, siz ökçeleriniz üzerinde (dininizden) geri mi döneceksiniz? Kim, ökçesi üzerine geri dönerse, ALLAH’a hiçbir zarar veremez. ALLAH, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (3/Al-i İmran:144)

Vakit, öğleyi geçmiştir ki, son dakikalara girilir. Başı, Hz. Aişe’nin göğsüne yaslıdır. Hz. Muhammed’in üzerine yine bir baygınlık gelir. Gözlerini açınca: “ALLAH’ım! Beni Refik-i Ala’ya (Cennet’teki ALLAH’a yakınlık mertebesi) al!” demeye başlar. Bu duayı duyunca, Hz. Aişe’nin zihninde bir çağrışım yaşanır. Hz. Muhammed, seneler önce: “Hiçbir peygamberin ruhu, Cennet’teki yerini görmedikçe, alınmaz.” demiştir. Ve o zaman, Hz. Aişe çok acı bir gerçeğin farkına varır, kendi kendine: “ALLAH’ın Elçisi bizi istemiyor artık!” der. Ve sonraki dakikalarda bu acı gerçek defalarca te’yit edilir. Artık, Hz. Aişe ne kadar: “Ey insanların Rabbi! Bu hastalığı kaldır. Gerçek tabip Sensin! Gerçek şifa veren Sensin!” diye dua etse de hepsi Hz. Muhammed tarafından geri çevrilmektedir. O, artık sürekli olarak Hz. Aişe’nin yaptığı duayı ve o dua ile sembolize edilen dünya hayatını reddeder bir tavırla: “Hayır! Ben, ALLAH’tan Refik-i Ala’yı, Cebrail, Mikail ve İsrafil ile birlikte olmayı istiyorum. ALLAH’ım, beni bağışla! Beni Refik-i Ala’ya kavuştur! ALLAH’ım, beni bağışla! Bana rahmetini ihsan et. Beni Refik-i Ala’ya al!” diye dua etmektedir. 

Cebrail, odada belirir: “Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sorar. O: “Sıkıntılı!” deyince, Hz. Cebrail: “Ey Ahmed!” der, “Azrail içeri girmek için izin istiyor. Oysa daha önce hiçbir insanın yanına girmek için izin istememişti. Ve bundan sonra da istemeyecektir!” İzin verilir ve Azrail de Cebrail’in yanı başında belirir: “Ey ALLAH’ın Elçisi! Ey Ahmed! Yüce ALLAH beni sana gönderdi. Ve senin her emrine itaat etmemi emretti. Eğer istersen, ruhunu alacağım. Ya da istersen, ruhunu sana bırakıp geri döneceğim!” Hz. Cebrail, devam eder: “Ey Ahmed! Yüce ALLAH seni özlüyor!” Hz. Muhammed fısıltıyla konuşur: “ALLAH katında olan daha hayırlı ve bitimsizdir. Ey Azrail! Emrolunduğun şeyi yerine getir. Al ruhumu!” 

 

Sonra, sanki zaman durdu…

 

Yanındaki su kabına iki elini birden batırıp, yüzünü son bir kez yıkadı.

“La ilahe illALLAH!”

“Ölümün de akılları başlardan alan ızdırap ve şiddetleri var.” dedi.

Ellerini kaldırdı. Gözlerini odanın tavanına dikti.

Son sözleri: “Ey ALLAH’ım! Refik-i Ala!” oldu.

 

Eli, yanında duran suyun içine düştü.

Başı Hz. Aişe’den yana döndü.

 

Aişe, ilk anda, olanı anlamadı.

Hz. Muhammed’in ağzından kendi eline soğuk bir damla düştüğünü zannetti. Ürperdi.

Ve aniden O’nun vücudunun ağırlaştığını hissetti.

Başını yavaşça kucağından yastığa bıraktı.

 

Peygamberlik mührü sırtından silindi.

Hz. Cebrail, selam verdi: “Sana selam olsun ey ALLAH’ın Elçisi!” 

Bütün Medine kapkaranlık oldu.

Güneş battı. Herkes üşüdü…

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun