Zıhar olayı nasıl başladı?

İslâmiyet gelmeden önceki günlerde Arablarda hükmünü kesinlikle icrâ eden enteresan bir boşanma olayı vardı. Bu olayın cereyan şekli şöyleydi: Karısını boşamak isteyen bir erkek, önce onu bir yakınına benzetir, yakın akrabasından birine teşbih ederdi. Karısını böyle yakın bir akrabaya benzetişi kâfi gelirdi ayrılmak için.

- Ben karımı şu, yahut bu yakın kadın akrabama benzettim, falana teşbih ettim. Öyle ise artık bu kadın bana yasak oldu, âile bağım çözüldü." der, böylece karısını boşadığına inanırdı. Gariptir ki böyle bir benzetme ile boşanan kadınlar, başka erkekle de evlenemezlerdi. Câhiliyye âdeti bunu gerektirmekteydi. İslâmiyet gelince birçok âdetleri iptâl etti, yerine doğrusunu, sağlamını  vaz’etti. Ama, böyle benzetme yoluyla yapılan boşanmaya henüz bir hüküm getirmemişti. Zâten Kur’an’ın bütün âyetleri de nâzil olup ahkâm sona ermiş değildi. Bu sıralarda ashâbdan Evs, bir gün karısına bir mes’eleden dolayı kızdı. Kızgınlığı öylesine sardı ki onu, birden ayağa fırlayarak, câhiliyye âdeti üzere, söyleyeceği sözü de söyleyiverdi:

- Artık sen bana anam gibisin. Bacım gibisin! Yani, âilesini nihâhı ebedî haram olan bir yakınına benzetmiş oldu, boşanmış saydı. Ne var ki, bu öfke az sonra geçip de, yaptığının neticesini düşününce işin fecâatı dikkatini çekti, başladı teessür ve üzüntü duymaya. Durumun farkına varan karısı Havle ise, ondan daha derin üzüntüye kapıldı, "çoluk çocuğumuzu da mı düşünmedin?" diyerek feryada başladı. Evin içi ana-baba günü olduğu sırada çare arayan Evs, karısına:

- Git, Resûlüllah’a durumu anlat, bir çare sor. Bana kalırsa bu iş burada bitmiş, sen artık benden boş olmuşsundur.." dedi. Telâş ve teessür içinde Resûlüllah’ın huzuruna çıkan Havle:

-Yâ Resûlâllah, çoluk çocuk mahvolduk, âile ocağımız yıkılmak üzere, sen bir çare bul, bir yol göster," diye yalvarmaya başladı. Resûl-i Ekrem Efendimiz ise, kendiliğinden bir çare bulamaz, bir hükmü değiştiremezdi. O, ne söylerse Hak’tan gelen bir emir ve işâret üzerine söylerdi. Halbuki o âna gelinceye kadar, câhiliyye âdeti üzerine yapılan bu tür boşanmaya âit bir ilâhî hüküm gelmemiş, Rabbânî bir irşâda muhatap olmamıştı. Kadın bunları hesaba katmıyor:

- Yuvamın yıkılmasını, çoluk çocuğumun perişan olmasını önle, yâ Resûlâllah!" diye durmadan feryâd ediyordu. Havle’nin bu yalvarması bir rica ve istirham havasını aşmış, bir mücadele durumuna gelmişti. Âdeta, ya benim durumumu kolaylaştırıcı bir hüküm bildirirsiniz, yahud da ben buradan ayrılmam, mücadeleme devam ederim, der gibi bir ısrar arzediyordu. Kadına:

- Allah’a yalvar, durumunu kolaylaştırıcı bir âyet göndersin, İlâhî hüküm nâzil olsun," dediler. Kadın orada ellerini açtı, öylesine gönülden ve kalbden dua etti ki, sanki ciğeri görünüyor, kalbi deliniyordu. Çoluk çocuğunun ortada kalacağı endişesi onu kendinden geçer hâle getirmişti. Çok sürmedi, "Mücâdele" sûresinin ilk âyetleri nâzil olmaya başladı.  Sûrede önce kadının yaptığı mücadeleyi Allah’ın bildiği haber veriliyor, sonra da, câhiliyye âdeti üzere yapılan boşanma, boşanma olmaktan çıkarılmış, böyle bir teşbihle karısını yakınına benzeten adama, altmış gün arka arkaya oruç tutma cezası yükletilmişti. Âyetin îzahından anlaşıldığına göre, şu meâlde bir hüküm nazara veriliyordu: - İnsanın karısı, cinsî hislerle yakınlık duyduğu bir yabancı kadındır. Anası, kızı, kızkardeşi, halası, teyzesi... gibi yakın akrabaları ise, cinsî hislerle değil, ulvî duygularla, hürmet ve saygı niyetleriyle muhatap olduğu yakın akrabalarıdır. Böylesine ulvî duygularla bağlı bulunduğu yakınlarına cinsî hislerle bağlı bulunduğu karısını benzetmesi; İslâm’ın tasvib etmediği haram bir alışkanlıktır. Bununla beraber, İslâm böyle bir teşbihi boşama olarak görmez, sadece bunu yapana arka arkaya altmış gün oruç tutma cezası vermek suretiyle, yuvasını yıkmaktan korur, âilesini perişan kalmaktan muhafaza eder.Gelen âyetin hükmüne göre boş olmaktan kurtulup, kocasının keffâret orucu borcunu öğrenen Havle, sevinç gözyaşlarıyla koşarak kocasına gitti ve onu, Resûlüllah’ın huzuruna gönderdi. Evs, Resûlüllah’a gelince, durumunu sordu. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz "zıhar" yapmış olan Evs’e:

- Ara vermeden altmış gün oruç tutacaksın... buyurdu. Evs:

- Hâlimi görüyorsun, bu sıhhatle altmış gün ara vermeden keffâret orucu tutamam. Yaşlılığım buna imkân vermez!

- Öyleyse, altmış fakiri akşam-sabah yemek vermek suretiyle doyuracaksın. 

- Malî imkânımın buna müsaade etmeyeceğini siz de bilirsin. Ama bana bir miktar hurma yardımında bulunursanız bunu yapabilirim. Resûl-i Ekrem Efendimiz Evs’e yardımda bulundu. O da Medine fakirlerinden altmış kişiye birer ölçek hurma vermek suretiyle, sarfettiği hatâlı sözün cezasını ödemiş, keffâretini vermiş oldu. Bundan sonra Müslümanlar, nikâhlılarını böyle bir teşbihle benzetme yoluna asla yaklaşmadılar. Böyle bir hataya düşenler de altmış gün keffâret orucu tutmadıktan sonra, karısının yanına yaklaşamaz oldular.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun