İslam'da İbadet
İbâdet Ne Demektir, Niçin İbâdet Ederiz?
İbâdet Deyince Akla Namaz, Oruç Gibi Emirler Gelmektedir. İbâdet, Sadece Bunlardan mı İbârettir?
İbâdetin Ferd ve Cem'iyete Sağladığı Faydalar Nelerdir?
İbâdetin Allah Katında Makbûl Olması Neye Bağlıdır?
İşlediğimiz İbâdetlerin Neticesinde Dünyevî Bâzı Faydalar da Elde Etmemiz İhlâsa Aykırı mıdır?
İbâdette En Yüksek Derece Nedir?
Namaz İçin Vaktin Önemi Nedir?
Namazı Hergün 5 Vakit Kılmaktaki Hikmetler Nelerdir?
Farz - Nafile Bütün Namazların Kılınmasının Mekruh Olduğu Vakitler Hangileridir?
Sadece Nâfile Kılınması Mekrûh Olan Vakitler Hangileridir?
Sabah Namazının Müstehab Vakti
İkindi Namazının Müstehab Vakt
Akşam Namazının Müstehab Vakti
Yatsı Namazının Müstehab Vakti
İki Vakit Namazını Birleştirerek Kılmak
Kutuplarda ve Vakti Olmayan Yerlerde Namaz
Ezanın Ehemmiyeti ve Faziletleri
Müezzinde Bulunması Gereken Vasıflar Nelerdir?
Ezan ve İkamette Bulunması Gereken Vasıflar Nelerdir?
Ezan Başka Bir Dilde Okunabilir mi?
Niçin Bütün Müslümanlar Kâ'be'ye Yöneliyoruz?
Namaza Niyette Vakit Tâyini Gerekir mi?
Secdenin Mânâ ve Ehemmiyeti Nedir?
Secdenin Ehemmiyetini Gösteren Bâzı Hâdis Meâlleri
Ta'dîl-i Erkâna Riayetin Lüzumu
İbâdet Ne Demektir, Niçin İbâdet Ederiz?
İbâdet, Allah'ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçmak, Onun rızasına uygun hareket etmek demektir. Niçin ibâdet ettiğimize gelince:
* Herşeyden önce, yaratılış gayemiz olduğu için ibâdet ederiz. Çünkü Allah, biz insanları kendisini tanıyıp îman etmemiz ve ibâdette bulunmamız için yaratmıştır.
Bu husus Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde beyan edilmiştir:
"Ben insi ve cinni ancak beni (îmanla tanıyıp) ibâdet etsinler diye yarattım." (ez-Zâriyât, 56).
Bir mü'min olarak, âyet-i kerîmenin ifade ettiği yaratılış gâyemize uygun şekilde hareket eder, Yaradanımıza karşı ibâdet ve kulluk vazifemizi yerine getirmeye çalışırız.
* Ayrıca bize pek çok nimetler verdiği için de, o nimetlere bir teşekkür olarak Allah'a ibadette bulunuruz.
Küçük bir hediyesini aldığımız birine, tekrar tekrar teşekkür ederken, sayılamayacak kadar çok nimetlerine, hediye ve ikramlarına mazhar olduğumuz Allah Teâlâ'ya karşı ibâdetle teşekkürde bulunmazsak, ne derece nankörlük etmiş olacağımız açıktır. Böyle bir nankörlüğe düşmemek için, ibâdet vazifemizi noksansız yapmaya gayret gösteririz.
Allah bizi yoktan vâr etmiş, binlerce duygu ve cihazlarla donatmış, o duygu ve cihazlarımızın ihtiyacı olan herşey'i yaratmış, hayatla birlikte insâniyet, îman ve hidâyet nimetlerini de vermiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın nimetlerinin sonsuz olduğu ve saymakla bitmiyeceği şu şekilde belirtilmektedir:
"Allah'ın nimet(ler)ini saymaya kalksanız (değil tek tek saymak) topyekün bile sayamazsınız." (en-Nahl, 18).
Bu kadar sonsuz nimetler karşısında bizlere düşen vazife: Nimet sâhibi Cenâb-ı Hakk'ı tanımak ve sevmek, ibâdetle tanıyıp sevdiğimizi göstermek, verdiği nimetlerinden dolayı daima şükür ve minnet duyguları içinde bulunmaktır.
* Yapmış olduğumuz ibâdet ve şükürler, aslında bu dünyada bizlere verilmiş olan nimetlerin tam karşılığı olmaktan çok uzaktır. Halbuki Allah, îman edip ibâdet yaptığımız takdirde, bizler için ayrıca âhirette daha büyük nimetler hazırlamış, Cennette ebedî saâdetler va'detmiştir. Bu durumda Allah'ın âhirette vermeyi va'dettiği bu ni'metler, tamamen onun hususî lütuf ve ihsânı, fazlı ve ikrâmı olmaktadır. Yoksa, bizim yaptığımız ibâdet ve şükürlerin karşılığı, ücreti değildir.
Bu hususu Peygamber Efendimiz şu şekilde ifade buyurmuşlardır:
"Sizden hiçbir kimseyi, kendi ameli (ibâdeti) Cennete girdiremez. Beni de, amelim Cennete koyamaz. Bu, ancak Allah tarafından bir RAHMET ile olacaktır..."
İbâdet Deyince Akla Namaz, Oruç Gibi Emirler Gelmektedir. İbâdet, Sadece Bunlardan mı İbârettir?
Hayır, ibâdet sadece dînin namaz, oruç gibi emirlerinden ibâret değildir. Allah'ın rızasına uygun düşen her şey, her hareket, her söz, her fiil, her düşünce ve niyet ibâdet kabûl edilmektedir. Allah'ın emirlerini tutmak kadar, yasaklarından kaçmak da ibâdettir. Bu bakımdan ibâdeti ikiye ayırmak mümkündür:
1. Amel-i sâlih, 2. Takvâ.
Amel-i sâlih, namaz, oruç, v.s. gibi Allah'ın emirlerini yapmak demektir.
Takvâ ise, içki, kumar, zinâ gibi Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçınmak mânasınadır.
İbâdetin Ferd ve Cem'iyete Sağladığı Faydalar Nelerdir?
1. İbâdetin mühim faydalarından biri, îtikadî ve imanî hükümleri kalb ve ruhlarda kökleştirip sâbit hâle getirmesidir.
Bilindiği gibi, bilgi, ancak pratikle, tecrübe ile artar, gelişir, kökleşip meleke hâlini alır. Pratiği ve tatbikatı yapılmayan kuru bir bilginin muhafazası zor olduğu gibi, insana hayatta faydası da az olur. İmanî ve îtikadî bilgi ve hükümler için de, aynı durum söz konusudur. Bu tür bilgi ve hükümlerin insanda kökleşip yerleşmesi, meleke hâline gelmesi, ancak ibâdet sâyesinde mümkün olur. Çünkü "Allah'ın emirlerini yapmak, yasaklarından da kaçmak" demek olan ibâdet, îmanın pratiği ve tatbikatı hükmündedir.
İbâdeti terketmek, îmanın insan davranışları üzerindeki müsbet te'sîrinin zamanla zayıflayıp kaybolmasına sebeb olur. İnsan davranışları üzerinde îmanın te'sîri zayıfladıkça da menfî duygular, kötü huylar, zararlı arzular, onun his âlemini kaplar; çeşitli günah ve kötülükleri işlemeye zorlar. Bu bakımdan, îman ile ibâdetin birbiriyle yakından alâkası vardır. İman bir lâmba ise; ibâdet, rüzgârlar karşısında onu sönmekten kurtarmak ve ışığını daha da fazlalaştırmak için lâmbaya takılan şişe hükmündedir. Peygamber Efendimiz ibâdetin îmanı koruyucu rolüne işâreten, "İman çıplaktır. Elbisesi ise takvâdır" buyurmuştur. Takvâ, bilindiği gibi, Allah'ın nehiylerinden kaçınmak, haram ve günahlardan uzak durmak demektir ki, bunun ibâdet olduğunu yukarda belirtmiştik.
2. İbâdet, ferdî hayatın tanzîminde de büyük rol oynar. Çünkü, ibâdet, fikirleri Cenâb-ı Hakk'a çevirttirir; zihinlerde Allah'ın azamet ve büyüklüğünü yerleştirir. Bu ise, kulun, her yaptığı işte Allah'ın rızasını düşünmesini, İlâhî emirlere ve yasaklara riayet ve itâatini netice verir.
Böylece, kulun şahsî hayatı, dînin gösterdiği istikamet üzere tanzîm edilmiş, maddî ve mânevî bir disiplin altına alınmış olur.
3. İbâdetin ferdleri birbirlerine kaynaştırmada ve cem'iyette huzur ve âhengi sağlamada da büyük rolü vardır. Aynı kıbleye yönelerek ibâdet etmek, Müslümanlar arasında kopmaz bir bağlılık ve bitmez bir alâka te'sîs eder. Bu bağlılık ve alâka da sarsılmaz bir kardeşliği, ciddî bir sevgiyi, samimî bir dostluğu netice verir.
Bu sâyede, cem'iyet hayatı huzur ve rahata kavuşur; maddî ve mânevî terakkiye ulaşır.
4. İbâdetin insanın moral dünyası, ruh âlemi üzerindeki te'sîrine gelince:
İbâdetini yerine getiren bir mü'min, kalben müsterihtir. Ruhen kuvvetlidir. Mânen güçlüdür. Hayatı boyunca, vazifesini yerine getiren bir insan psikolojisi içinde, gönül huzuru ile, mutlu yaşar.
Ruhen daralmaz, bunalmaz, morali bozulmaz. Engeller, zorluklar, imkânsızlıklar karşısında hüzne ve ye'se kapılmaz; metanet ve güvenini kaybetmez. İbâdet yapan kimsenin iç âlemi, düzenli ve kararlıdır. Ruhî fırtınalar, tenakuz ve çatışmalar onda görülmez.
5. İbâdet şahsî kemalât ve olgunluğa da en büyük vesiledir.
Bilindiği gibi insan, cismi itibariyle küçük, zayıf ve âciz bir varlıktır. Buna mukabil o, yüksek bir ruh ve büyük bir istidadın sâhibidir. Meyil ve arzuları sonsuza kadar uzanmış; emellerine, duygu ve hislerine yaratılıştan hiçbir sınır konulmamıştır.
İşte böyle bir fıtratın sahibi olan insanın ruhunu yükseltip genişlendiren ibâdettir.
İstidât ve kâbiliyetlerinin inkişafını sağlayan ibâdettir.
Meyil ve arzularını ulvîleştiren ibâdettir.
Emellerini gerçekleştiren, ümidlerini, filizlendirip yeşerten ibâdettir.
Fikirlerini disiplin altına alarak doğru düşünce ve sıhhatli muhâkemeyi te'min eden ibâdettir.
Duygu ve hislerini had altına alan, ifrat ve taşkınlıklardan kurtaran ibâdettir.
Özetle diyecek olursak, insanı insandan beklenen kemâlâta, ahlâkî ve ruhî olgunluğa ulaştıran ibâdettir...
İbâdetin Allah Katında Makbûl Olması Neye Bağlıdır?
Yapılan ibâdetlerin Allah katında makbûl olmasının tek şartı vardır. O da İhlâs'tır.
İhlâs, yapılan ibâdetin ruhu hükmündedir. İhlâssız yapılan ibâdet, ruhsuz, sadece kuru bir şekilden ibarettir. Allah katında hiç bir değer ve kıymeti yoktur.
İbâdette ihlâs ise, ibâdeti sadece Allah'ın bir emri olduğu ve Rızâ-yı İlâhîyi kazanmağa vesile bulunduğu için yapmaktır. Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri, şu şekilde ifade ederler:
"Ubûdiyet, emr-i İlâhîye ve rızâ-yı İlâhî'ye bakar. Ubûdiyetin dâîsi (yapılma sebebi) Emr-i İlâhî ve neticesi rızâ-yı Hak'tır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir."
Eğer dünyevî bir menfaat ve fayda ibâdet yapmaya sebeb yapılsa, ihlâs kaçar, o ibâdet de bâtıl olur, yani, Allah katından kabûl görmez.
Peygamper Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, işlenen amel ve ibâdetlerde ihlâsın yerini şu şekilde belirtmişlerdir:
"Muhakkak Allah Teâlâ amel ve ibâdet olaraktan yalnız zâtı için hâlis olanı, rızâsı istenerek yapılanı kabul buyurur."
İşlediğimiz İbâdetlerin Neticesinde Dünyevî Bâzı Faydalar da Elde Etmemiz İhlâsa Aykırı mıdır?
İşlenen ibâdete esas tutulmamak ve kasden istenilmemek şartiyle, kendiliğinden meydana gelen ve Allah tarafından talep edilmeksizin verilen dünyevî fayda ve menfaatler, ihlâsa aykırı düşmez ve ibâdetin makbûliyetine bir engel teşkil etmez. Hattâ bu gibi faydalar, dinî yaşayışı zayıf olanları şevk ve heyecana getirip onların dinî bağlarını kuvvetlendiriyorsa, bunları nazara vermek, hatırlatmak câiz bile olur.
Ancak yine de ibâdetin mutlaka Allah rızâsı esas alınarak, sırf emredildiği için yapılması şarttır. Dünyevî neticeler, şevk unsuru olmaktan öte, sebeb ve gaye hâline getirilmemelidir.
İbâdette En Yüksek Derece Nedir?
İbâdette en yüksek derece, ihsan derecesidir. İhsan derecesine ulaşan bir kul, ibâdette ihlâsı, tam olarak kazanmış demektir.
Peygember Efendimiz (asm) ihsan derecesini şöyle tarif etmiştir:
"İhsan, Allah'ı görüyormuşçasına Allah'a ibâdet etmendir. Zîra sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor."
Allah'ın her zaman kendisini gördüğünü düşünerek, her an O'nun huzurunda olduğunu hissederek yapılan ibâdete, elbette Allah'ın rızasını kazanmak ve emirlerine itâat etmek düşüncesinden başka hiçbir duygu karışmaz. İnsan böylece ibâdetin ruhu olan ihlâsa en mükemmel şekliyle ulaşır.
İbâdetin Âdâbı Nedir?
İbâdetin en mühim edebleri şunlardır:
1 - İbâdeti sırf Allah için yapmak. Çünkü ibâdetin Allah katında makbûl olması buna bağlıdır.
2 - İbâdeti devamlı yapmak.
Hadîs-i şerîfte:
"İbâdetin Allah'a en makbûl geleni, az bile olsa, devamlı yapılanıdır" buyurulmuştur.
İstikrar ve devam, dinî amellerin ve ibâdetlerin en mühim unsurudur.
Amellelin makbûlü, çok yapılıp fakat kısa zamanda usanılıp terk edileni değil; normal yapılıp ancak ömür boyunca devam ettirilenidir.
3 - İbâdeti zamanında yapmak.
Vakti içinde edâ edilen bir farzla, sonraya bırakılıp kazâ edilen arasında büyük fark vardır. Bu itibarla ibâdet zamanlarını kollamak; namaz, oruç gibi birbirini tâkip eden ibâdetlerin birini bitirince, diğeri için mânen ve maddeten hazırlanmak büyük bir fazîlettir.
- İbâdeti kusursuz yapmaya çalışmak.
İbâdetler Allah'a karşı yapılan bir kulluk vazifesi olduğu için herbirinin edebine, erkânına, farzına, vâcibine ve sünnetine riayet edilerek yapılması, güzelce ve dikkatlice edâ edilmesi gerekir.
İbâdet Kaç Kısma Ayrılır?
Üç kısma ayrılır:
1 - Bedenle yapılan ibâdetler: Namaz, oruç gibi ibâdetlerdir... Dua ve tefekkür de bu kısma girerler.
Âyet-i Kerîmede meâlen, "Duânız olmasa ne ehemmiyetiniz var" buyurulmak suretiyle duânın önemine işâret olunmaktadır. Tefekkür konusunda da hadîs-i şerîfte: "Bir saat (Allah'ın kudret ve azametini) tefekkür, bir sene nâfile ibâdet yapmaktan hayırlıdır" buyurulmuştur.
2 - Malla yapılan ibâdetler: Zekât, fitre ve benzeri ibâdetler.
3 - Hem beden, hem de malla yapılan ibâdetler: Hac gibi.
Cenâb-ı Hakk'ın Ne İhtiyacı Var ki Bizden İbâdet Etmemizi İstiyor, Kur'an'da Pek Çok Yerde Israrla İbâdeti Emrediyor?
Cenâb-ı Hakk'ın hiçbir şey'e ihtiyacı olmadığı gibi, bizim ibâdetimize de ihtiyacı yoktur. İbâdete asıl muhtaç olan biziz. İbâdet bizim mânevî yaralarımıza bir devâdır. Ruhumuzun gıdası, kalbimizdeki hastalıkların ilâcı ve şifasıdır. Bu bakımdan Cenâb-ı Hakk'ın bize ibâdeti emretmesi, yine bizim fayda ve istifademiz içindir.
Bir doktorun hastasına bâzı ilâçları ısrarla tavsiye etmesi, kendinin bir ihtiyacı ve menfaati olduğu için değil, hastanın faydası ve iyileşmesi içindir. Doktora "Ne ihtiyacın var ki bu ilâçta ısrar ediyorsun" demek ne kadar mânasız ise, Cenâb-ı Hakk'ın ibâdet emrine karşı da, "Ne ihtiyacı var ki bize emrediyor" diye düşünmek o kadar mânasız ve mantıksız olur?
Namaz İçin Vaktin Önemi Nedir?
"Namazlar en hayırlı vakitlere konuldu. Onun için, namazların arkasından duâ ediniz."
(Hadîs-i Şerîf )
Farz namazlar, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere beş vakittir.
Vakit, namazın sıhhatinin en başta gelen şartıdır.
Vakit namazları, vakti girdikten itibaren, vaktin sonuna kadar edâ edilebilir. Namazı vaktinde kılmanın büyük sevab ve mükâfatları vardır.
İbn-i Mes'ud Hazretleri, Resûl-i Ekrem'e (asm) Allah'ı en çok razı eden amelin hangisi olduğunu sormuş, Resûlüllah Efendimiz de: "Vakti içinde kılınan namaz" olduğunu ifâde etmişlerdir.
Vaktinde kılınan namazın da en faziletli ve sevablı olanı, namaz vakti girer girmez kılınan, vaktin evvelinde edâ edilen namazdır. Hadîs-i şerîfte:
"Namaz vakti nerede girerse hemen kıl! Çünkü fazilet, vaktin evvelindedir" buyurulmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise:
"Namazın ilk vakti, Allah'ın rızası(na); orta vakt(i) Allah'ın rahmeti(ne vesile)dir. Son vakti ise, Allah'ın afvı(na vâbeste)dir" denilmektedir.
Vakti içinde kılınmayan namazlar kazaya kalmış olur, kulun uhdesinden sâkıt olmaz.
Kaza namazları her ne kadar kulu namaz borcundan kurtarır ise de, vaktinde kılınan namazın verdiği feyiz ve kemâli, uhrevî fayda ve menfaati vermez.
Aslında farz namazların ciddî bir mâzeret olmadan vaktinde kılınmayıp sonraya terki, sahibini mes'uliyet altına da sokar. Namazın sonradan kazâ edilmesi her ne kadar namaz borcunu düşürürse de ibâdet vazifesinde ihmalkârlık ve kulluk görevini zamanında yapmamak günahını ortadan kaldırmaz.
2 - Öğle Namazının Vakti:
Öğle namazının vakti, güneşin zeval vaktinden itibaren başlar. Yani yeryüzündeki bir cismin gölgesinin güneşli bir havada doğuya doğru uzamaya başlama ânı, öğlenin başlangıç vaktidir.
Yere dikilen bir sopanın üzerine doğan güneş, sabahleyin batıya doğru bir gölge bırakır. Ve bu gölge vakit ilerledikçe ve güneş yükseldikçe kısalmaya başlar. En sonunda gölgenin kısalması bir süre için durur. Buna istiva vakti denir. Bu esnada güneş, göğün tam ortasında bulunmaktadır. Daha sonra da gölge doğuya doğru uzamaya başlar. Gölgenin doğuya doğru uzamaya başlama ânı, zeval vaktidir. Zeval vakti ile birlikte, öğle vakti de girmiş olur.
İstiva vaktinde iken herşey'in gölgesinin kısalmasının durduğunu, zeval vakti ile de doğuya doğru uzamaya başladığını söyledik. İşte cisimlerin zeval vaktinden önceki bu sabit gölgesine fey'i zeval tabir edilir.
Öğle vaktinin bitiş zamanı hakkında iki rivayet vardır:
İmam-ı A'zam'a göre, öğle vakti, zevalden itibaren herşey'in gölgesi, fey'-i zevale (zevalden önceki sâbit gölge uzunluğuna) ilâveten kendisinin iki misli oluncaya kadar devam eder. Bu vakte asr-ı sânî tâbir edilir.
İmam-ı Muhammed ile İmam-ı Ebû Yûsuf'a ve diğer üç mezheb imamına göre ise, öğlenin vakti; cismin gölgesi fey'-i zeval üzerine kendisinin bir misli ilâve olunca sona erer. Buna da asr-ı avvel denir.
İhtiyat olarak öğle namazları asr-ı sânîye kadar geciktirilmemeli, ikindi namazları da asr-ı sânîden önce kılınmamalıdır.
Cuma namazının vakti, öğlenin vaktidir.
3 - İkindi Namazının Vakti:
İkindinin vakti, yukarıda geçen iki görüşe göre öğle vaktinin çıkmasından itibaren, güneşin batacağı zamana kadardır.
4 - Akşam Namazının Vakti:
Güneşin batışından itibaren ufukta beliren kızıllığın kaybolmasına kadar devam eden vakittir. (Bu, İmameyn'e göredir).
Diğer bir görüşe göre de, güneşin batışından sonra ortaya çıkan kızıllığın gidip, onu tâkiben beliren beyazlığın kaybolması zamanına kadar devam eder. (İmam-ı A'zam'a göre...).
5 - Yatsı Namazının Vakti:
Yatsının vakti, akşam vakti sona erdikten itibaren gerçek fecrin doğuşuna kadar sürer.
6 - Vitir Namazının Vakti:
"Cenâb-ı Hak size bir namaz ziyade etmiştir ki o da vitirdir. Onu yatsı namazından sonra, fecir vaktine kadar kılınız" hadîs-i şerîfine göre, vitir namazının vakti yatsı vaktidir.
Vitir namazı, İmam-ı A'zam'a göre vâcib, İmameyn'e göre ise, yatsının farzına tâbi bir sünnettir.
Her iki görüş de vitr'in yatsıdan sonra kılınmasını zarurî kılar; önce kılınması câiz olmaz.
7 - Terâvih Namazının Vakti:
Yatsı namazını kıldıktan sonra, gerçek fecir doğuncaya kadar devam eder. Vitir namazından önce kılındığı gibi, sonra da kılınabilir. Yatsı namazından önce kılınması ise sahih değildir.
Ramazan gecesi camiye teravih namazı kılınırken yetişen kimse önce yatsının farzını kılıp ondan sonra teravih için imama uymalıdır.
8 - Bayram Namazının Vakti:
Güneşin doğuşundan itibaren 45 - 50 dakika geçtikten sonra, yani kerahet vakti çıktıktan sonra başlar ve güneşin istiva vaktine kadar sürer.
Vaktinde kılınmayan teravih ve bayram namazlarının kazası yoktur.
Namazı Hergün 5 Vakit Kılmaktaki Hikmetler Nelerdir?
İnsan sabahleyin âdeta yeni bir hayat bulmuş, geçimini te'mîn edecek faaliyetlere başlamak için gerekli vücud zindeliğine kavuşmuş haldedir. Bu canlılık ve zindeliği veren ve onu rızkını te'mîn çabalarında muvaffak edecek olan ise, ancak Allah Teâlâ'dır. Binaenaleyh, verdiği sıhhat nimetine şükür ve dünyevî çabalarda yardımını celb için, insan sabah namazını kılmakla mükellef tutulmuştur.
İnsan sabahtan akşama kadar Allah'ın verdiği hayat, sıhhat, akıl nimetlerinden faydalanmaktadır. Bu nimetler sayesinde dünyevî işlerinde başarı ve muvaffakıyet sağlamaktadır. İşte nâil olduğu bu muvaffakıyete şükretmek ve bu faaliyetlerin ruhu gaflet ve kasâvet içinde bırakmasına mâni olmak için de, öğle ve ikindi namazları farz kılınmıştır.
Akşamın yaklaşması ile nihayet bulmaya yüz tutan bir günlük faaliyet ve çabanın, ruhanî bir ibadetle sona erdirilmesi, o gün elde edilen kazanç ve kârlara bir şükran ifadesi olacağından, akşam namazı farz kılınmıştır.
İnsan daha sonra uyku âlemine girecektir. Bir bakıma ölüm nümûnesi olan ve bir bakıma da huzur ve istirahat devresi sayılan bu âleme varmadan önce o günkü hayata kudsî bir ibâdetle son vermek, o âleme ilâhî bir zevk ve ruhanî bir intibahla intikal etmek, Allah'ın af ve mağfiretine ilticada bulunmak, bir hüsn-i hâtime nişânesi olacağından, bunun için de yatsı namazı kılınmaktadır.
Diğer tarafdan: Gerek insanın ve gerek etrafındaki varlıkların hayatında doğma, büyüme, duraklama, ihtiyarlama, sonra da ölüp gitme gibi 5 ayrı safha tecellî etmektedir.
İşte bu safhalara mukabil olmak ve insanın maddî varlığı ile mânevî varlığı ve çalışması arasında güzel bir muvazene kurabilmek için Hâlikımız günde 5 vakit namazı bizlere emretmiştir. Böyle mukaddes, maddî ve içine alan faydaları muhtevî bir ibâdetle mükellef olduğumuzdan O'na ne kadar şükretsek azdır.
Namazın 5 vakte tahsisindeki hikmetler, sadece bu söylediklerimizden ibaret değildir.
Bediüzzaman Hazretlerinin şu izahları da konuya açıklık getirici mahiyettedir:
"Nasıl ki haftalık bir saatin sâniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri, birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öyle de; Cenâb-ı Hakk'ın bir saat-ı kübrâsı olan şu âlem-i dünyanın sâniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deverânı. Ve dakikaları sayan seneler... Ve saatleri sayan tabakat-i ömr-i insan. Ve günleri sayan edvâr-ı ömr-i âlem, birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler. Ve birbirinin hükmündedirler. Ve birbirini hatırlatırlar.
Meselâ:
Fecir zamanı, tulûa kadar, evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı mâdere düştüğü âvânına, hem Semâvat ve Arz'ın 6 gün hilkatinden birinci güne benzer ve hatırlatır. Ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ihtâr eder..
Kerahet Vakti Nedir?
İçinde namaz kılınması mekruh olan vakitlere fıkıh kitablarında kerâhet vakitleri tabir edilir.
İki türlü kerahet vakti vardır:
1 - Farz olsun, nafile olsun her türlü namazın kılınması mekruh olan vakitler.
2 - Sadece nafile kılmak mekruh olup diğer namazların câiz olduğu vakitler.
Farz - Nafile Bütün Namazların Kılınmasının Mekruh Olduğu Vakitler Hangileridir?
Bu vakitler üçtür:
1 - Güneşin doğuşundan itibaren ışınları gözleri kamaştırır hâle gelinceye kadarki sabah vakti, kerahet zamanıdır. Bu vakit, güneşin doğuşundan sonraki takriben 45-50 dakikalık bir zamandır.
2 - İkinci kerahet vakti, istiva vakti ile zeval vakti arasıdır. Yani güneşin göğün tam ortasına dikilmesi ânından Batı tarafına doğru açılmaya başladığı âna kadar geçen süredir.
3 - İkindiden sonra, güneşin sarararak göz kamaştırmaz duruma geldiği andan başlayıp güneş batıncaya kadar süren vakit de kerahet vaktidir.
Demek oluyor ki ikindi namazını güneş ışınlarının sararmakta olduğu sıralara kadar geciktirmemeli, kerahet vaktine bırakmamalıdır.
* İkindi namazı kerahet vaktine kadar geciktirilmişse, namaz kazaya bırakılmaz, sünneti terkedilerek sadece farzı kılınır. Hattâ güneş batmadan evvel iftitah tekbiri alınarak ikindinin farzına durulsa, namazda iken güneş batsa, bu bile sahih olur. Namaz kazaya kalmış olmaz, vaktinde edâ edilmiş sayılır. Bu ikindi namazına has bir durumdur.
* Bu üç vaktin kerahet vakti olma hikmeti, ateşperestlerin ibâdet zamanı olmasıdır.
* Bu üç vakitte salâvat getirmek, dua ve tesbihte bulunmak, Kur'an okumaktan efdaldir.
Sadece Nâfile Kılınması Mekrûh Olan Vakitler Hangileridir?
Yukarıda saydığımız üç vaktin hâricinde sadece nâfile namazları kılmanın mekruh olduğu dokuz vakit daha vardır:
1 - İmsâkten itibaren sabah namazını kılmadan önce nafile namaz kılmak mekruhtur. Bu arada sadece sabah namazının iki rek'at sünneti kılınır, başka nâfile kılınmaz.
2 - Sabah namazının farzını kıldıktan sonra, güneş doğuncaya kadar olan süre içinde de nafile namaz kılınmaz. Hattâ farz kılındıktan sonra sabahın sünneti bile kılınamaz.
3 - İkindinin farzını kıldıktan sonra,
4 -Akşamın farzından önce,
5 - Cuma ve bayram hutbeleri okunurken
6 - Cuma günü namaz için kamet getirilirken de nâfile kılınmaz.
7 - Bayram namazından önce, ne evde, ne de camide nâfile namaz kılmak mekruhtur.
8 -Bayram namazından sonra mescidde nâfile namaz kılınamaz. Ancak evde kılınabilir.
9 - Farz namazına başlanınca da nâfile kılmak mekruh olur. Ancak cemaati kaçırmak korkusu yoksa, sabahın sünneti kılınabilir.
Vakit namazlarını, vaktin evvelinde kılmanın daha faziletli ve sevablı olduğunu, daha önce belirtmiştik.
Bununla beraber, Resûlüllah'ın sünnetinde, bâzı namazların mevsim, iklim, v.s. gibi bâzı değişik durumlar nazara alınarak, vaktin evvelinden geciktirilerek kılınması daha faziletli sayılmıştır.
Vakit namazlarını kılmanın daha faziletli ve sevablı sayıldığı bu gibi zamanlara, fıkıhta Müstehab Vakitler tâbir edilir.
Cemaat olmak gibi, müstehab vakitlerde namaz kılmak da sadece erkeklerin riayet edecekleri bir fazilettir. Kadınlara müstehab olan ise, namazlarını evlerinde, erkekler camide cemaat ile kıldıktan sonra kılmaktır. Yalnız sabah namazını, erkeklerin cemaati bitirmelerini beklemeden erkence kılabilirler.
Şimdi sırasıyla vakit namazlarının müstehab olan vakitlerini görelim:
Sabah Namazının Müstehab Vakti:
Erkekler için sabah namazında ortalığın biraz ağarmasını beklemek müstehabdır. Buna isfar denilir.
Sabah namazını gecikirme süresinde ölçü şudur: Namaz kılarken abdest bozulduğu takdirde yeniden abdest alıp güneş doğmadan rahat bir şekilde namazı kılabilecek kadar vakit olmalıdır. Buna göre, sabah namazı, güneşin doğmasına 15 - 20 dakika kalıncaya kadar kılınmalıdır.
Peygamber Efendimiz, "Sabahı ağartınız. Çünkü bunun sevabı daha büyüktür" buyurarak isfarı teşvik etmiştir.
Vaktin ağarmasını beklemenin, başta cemaatın daha çok gelmesini ve daha çok kimsenin cemaata yetişmesini sağlamak bakımından faydası vardır. Ayrıca birçok sevab ve faziletlere kavuşmak da isfar sayesinde müyesser olur.
Bir hadîs-i şerîf'te, "Sabah namazını kıldıktan sonra, güneş doğuncaya kadar namazgâhın üzerinde bekleyen (tesbih ve zikir ile meşgul olan) kimse, 4 esîri esaretten kurtarmış gibi sevab alır" buyrulmuştur.
Gerek bu gibi faziletli amellere nâil olunması gerekse sabah namazına daha çok cemaatin gelmesinin te'min edilmesi bakımından sabah namazının geciktirilmesinde maslahat vardır.
Sabah namazını isfar etmek, Hanefîde, -seferde, hazarda, yazın ve kışın, tek başına veya cemaatla- her hâl ü kârda müstehabdır.
* Şâfiîler ise, sabah namazının erkenden, henüz ortalık karanlık iken kılınmasının daha faziletli olacağı kanaatindedirler. Namazı ortalık ağarmadan, karanlıkta kılmaya tağlis denir.
Hanefîler tağlisi, sadece Müzdelife'de bulunan hacıların kıldıkları Kurban Bayramının ilk gününün sabah namazında müstehab görürler.
Öğle Namazının Müstehab Vakti:
Yazları öğle namazını sıcak-soğuk her memlekette biraz te'hir edip serin vakte bırakmak müstehabdır. Hadîs'te, "Öğle'yi biraz soğutun. Çünkü öğle sıcağı Cehennem'den bir yalımdır" buyrulmuştur.
Kış, bahar ve güz mevsimlerinde ise, öğleyi vaktin evvelinde kılmak müstehabdır... Zira Peygamber Efendimiz, serin ve soğuk mevsimlerde öğleyi daima erken kılarlardı.
İkindi Namazının Müstehab Vakti:
İkindi namazını, kışın ve yazın güneşin rengi değişmiş olmayacak kadar te'hir etmek müstehabdır... Resûlüllah Efendimiz, güneş ak ve berrak oldukça ikindiyi te'hir ederlerdi.
Akşam Namazının Müstehab Vakti:
Akşam namazını, yaz ve kış her mevsimde acele kılmak müstehabdır.
Hastalık, yolculuk gibi mâzeretlerle veyâ yemeğin hazır olması gibi bir durum sebebiyle azıcık geciktirmeler câizdir. Fakat fazla te'hiri câiz olmaz.
Yatsı Namazının Müstehab Vakti:
Yatsı namazlarını gecenin ilk üçte birine veya yarısına kadar te'hir etmek müstehabdır. Yatsı namazının geç kılınmasına dair pek çok haberler gelmiştir.
Bir hadîs-i şerîf'te, "Ümmetime meşakkat olmasa, yatsıyı gecenin üçte birine veya yarısına te'hir ederdim" buyrulmuştur.
Yatsının en son gece yarısına kadar te'hiri müstehab, daha sonraya bırakılması ise, mekruhtur.
Resûlüllah Efendimiz, yatsıyı te'hir etmeyi severdi. Yatsıyı kılmadan yatıp uyumayı, uyanamayıp namazı kaçırma tehlikesi sebebiyle kerih görürlerdi. Yatsıyı kıldıktan sonra da dünyevî sohbete ve söze rağbet etmezler, "Yatsıdan sonra oturup boş ve faydasız konuşma yoktur" buyururlardı.
Resûlüllah Efendimizin ümmetini yatsı namazını kıldıktan sonra dünyevî boş söz ve lâkırdılardan men'etmesinin hikmeti; mü'minlerin amel defterlerini ibâdetle kapayıp o günü hüsn-i hâtimeye mazhar olarak hayırlı bir şekilde sona erdirmelerini te'min içindir.
Ancak namazdan sonra zikir ve evrad okunur, dinî ve imanî sohbetler yapılırsa, bu tür konuşmalar hadîste men'edilen gece konuşmaları sınıfına girmez. Amel defterinin hayırlı bir amel ile kapanmasına da bir mâni teşkil etmez.
Yatsının geciktirmeli olarak kılınmasının müstehab oluşu, kış geceleri içindir. Çünkü kış geceleri uzundur.
Yazın ise, geceler kısa olduğundan, cemaatin azalmaması için, yatsının ilk vaktinde kılınması müstehabdır.
Vitir namazını gece uyanacağına güvenenler için, uykudan önce kılmayıp gecenin sonlarına doğru te'hir etmek müstehabdır.
Hadîs-i şerîf'te, "Gecenin sonunda kalkabilecek olanlar, vitri kılmayıp te'hir etsinler. Çünkü gece namazında melekler hâzır olurlar. Uyuduktan sonra kalkamayacak olanlar ise, yatsının akabinde hemen kılsınlar" buyurulmuştur.
Gece kalkıp nâfile kılmayı âdet edinenler vitri te'hir etmelidirler. Böylece daha efdaline ulaşırlar..
İki Vakit Namazını Birleştirerek Kılmak
"Namaz mü'minlere vakitli olarak farz kılındı" âyet-i celîlesi gereğince, her namazın vaktinde kılınması farz-ı ayındır. Bu sebeble iki vakit namazını bir vakit içinde kılmak (ki fıkıhta buna Cem'-i Salâteyn denir) Hanefî mezhebine göre câiz olmaz.
Zira, iki vakti bir arada kılmak, ya birini vakti girmeden kılmak (takdim) veya vakti çıktıktan sonra kılmak (te'hir) yoluyla olur. İkisi de sahih değildir. Vakti girmeden namaz kılınmaz. Namazı vaktinden sonraya bırakmak da câiz değildir. Edâ yerine geçmez.
Bu kaidenin yalnızca hacılara has olmak üzere iki istisnası vardır.
Biri, Arafat'da takdim cem'i,
Diğeri, Müzdelife'de te'hir cem'i.
Çünkü Peygamber Efendimiz buralarda namazlarını iki vakti birleştirerek kılmışlardır.
Arefe günü Arafat'da ikindi olmadan öğlenin farzından sonra ikindi namazı kılınır. Büyük bir cemaatla imamın arkasında kılınan bu namaz için, tek ezan ve biri öğle, diğeri ikindi için olmak üzere iki kamet okunur. İki namaz arası böylece ayrılmış olur. Arada nâfile ve sünnet namazları da kılınmaz.
Bu namazı büyük cemaatle, imam arkasında kılmak zarureti İmam-ı A'zam'a göredir.
İmameyn, hacının tek başına da cem' yapabileceği görüşündedir.
Müzdelife'de ise, o günün akşam namazı yatsı namazı ile birlikte yatsı vaktinde, tek ezan ve tek kametle kılınır. Burada her iki namazın vakti de girmiş olduğundan ikinci namaza başlandığını bildirmek için ikinci kamete ihtiyaç görülmemiştir.
İmam-ı Şâfiî'ye göre, yolculukta öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını hem takdim, hem de te'hir suretiyle birlikte kılmak câizdir.
Kutuplarda ve Vakti Olmayan Yerlerde Namaz
Dünyamızın her tarafında gece ve gündüz süresi, 24 saat olarak cereyan etmektedir. Yeryüzünde, gece ve gündüzlerin aylarca, haftalarca sürdüğü kutup mıntıkaları yanısıra, güneşin batıp ardından hemen doğduğu, yani, gecenin hiç bulunmadığı bölgeler de vardır. Buralarda oturanlar her gün 5 vakit namazlarını nasıl kılacaklardır. Oruçlarını nasıl tutacaklardır.
Bu gibi yerlerde namaz kılma mes'elesinde biri fetvâ, diğeri ihtiyat ve takvâ diyebileceğimiz iki görüş vardır.
Birinci görüşe göre: Namazın sıhhati için vakit şarttır. Vakit girmedikçe, namaz mükellefiyeti tahakkuk etmez. Çünkü fıkıh usûlünün umumî kaidesine göre: "Namazın sebebi vaktin girmesidir. Vakit girmeyince, sebeb yoktur. Sebeb olmayınca da müsebbeb (namaz) olmaz."
Bu hükümden dolayı, kutuplarda ve diğer anormal vakitli yerlerde yaşayan kimseler, hangi vakte rastlarlarsa o vakit namazını kılarlar. Tahakkuk etmeyen vakit namazını kılmak zorunda değildirler. Kılmadıkları için hiçbir mes'uliyetleri de yoktur. Bu, tıpkı, ayakları kesik bir kimseden, abdestte ayaklarını yıkama mecburiyetinin ortadan kalkması gibidir. Vakti olmayan namaz da mükelleflerin omuzlarından düşer.
2. Görüş: Kutuplar gibi gece-gündüzlerin anormal uzunlukta olduğu yerlerde, namaz ve oruç gibi ibâdetlerin ifası hususunda, bâzı âlimler, Müslümanları ibâdetlerin feyzinden mahrum etmemek için ihtiyat ve temkin yolunu benimsemişler, takvâ cihetini tercih etmişlerdir.
Buna göre, kutuplar gibi anormal vakitli yerlerde oturan kimseler, namazlarını aynı meridyen üzerinde kendilerine en yakın bulunan normal vakitli yerlerin takvimlerine uymak suretiyle kılarlar. Oruçlarını da aynı şekilde îfa ederler.
Bu şekilde düşünen İslâm âlimleri, "Ancak bir sene kadar uzun sürecek Deccal günlerinde namaz vakitleri takdir edilir..." meâlindeki hadîs-i şerîfin işaretine dayanmaktadırlar. (Bk. Merakı'l-Felâh, s. 53, İst. 1327).
Görüldüğü gibi hadîs-i şerîf'te, 1 gün, bir sene kadar uzadığı takdirde 5 vakit namazın normal 24 saatlık vakit üzerinden takdir yoluyla kılınabileceğine ima edilmektedir. Demek ki kutuplarda vakit yok diye namazı terk yerine, takdir yoluyla, namazları 5 vakit kılmak mümkündür. Ve bu daha ihtiyata uygundur. Böylelikle Müslümanlar ibâdetlerin feyz ve nûrundan nasibsiz kalmamış olurlar.
Kutuplarda takdir yoluyla günde beş vakit namazın kılınabileceğini söyleyenler; güneşin batıp hemen doğması sebebiyle sabah veya yatsı ve vitir namazlarının vaktinin olmadığı yerlerde ise, bu namazların sâkıt olmayacağını kazasının gerektiğini söylerler. Çünkü, her ne kadar namazın sebebi vakitse de, asıl sebeb ve illet, emr-i İlâhîdir. Allah'ın "Namaz kılınız" şeklindeki emir ve hitabıdır.
Bu cihetle her Müslüman günde 5 vakit namazla mükelleftir. Vakti olmayan namazlar ise, kaza edilir.
İmam-ı Şâfiî'nin de ictihadı bu şekildedir.
Oruç ibadetinde de aynı durum vardır. Orucun sebebi olan ay'ı görmek mümkün olduğu halde, imsâk ve iftar vakitleri taayyün etmemektedir. Bu sebeble, oruç ibâdetinin mükelleften sâkıt olacağını söyleyen âlimler olduğu gibi, namazda olduğu şekilde, takdir yoluyla oruçların tutulması gerektiğini söyleyenler de vardır..
Ezan Nedir?
Ezanın lügat mânası, îlân = bildirmek demektir. Dinî mânada ezan, Müslümanlara namaz vakitlerini bildirmek için okunan bâzı mübârek sözlerden ibarettir. Ezan okuyan kimseye müezzin denir.
Ezanın Hükmü Nedir?
Beş vakit farz namazlar için ezan okumak, Kitab (Mâide sûresi, âyet 58; Cum'a sûresi, âyet, 9) ve Sünnet ile sâbittir. Hükmü ise, sünnet-i müekkedenin kifaye kısmındandır. Yani bir mahallede bir kişinin bu vazifeyi yerine getirmesiyle diğerleri üzerinden terk mes'ûliyeti düşer. Fakat ezan okumanın tamamen terkedilmesiyle, umum o mahalle halkı mes'ul olur.
Ezan, aynı zamanda İslâm şeâirlerinin büyüklerinden olduğu için vâcib derecesinde bir sünnettir.
Ezan, Hicretin 1. yılında Medine'de meşrû kılınmıştır.
Ezanın Ehemmiyeti ve Faziletleri:
Ezanla, Müslümanlara namazların kılınacağı vakitler bildirilmekle beraber; namazın kurtuluş ve felâha sebeb olacağı da devamlı hatırlatılmakta, böylece mü'minler namaz kılmaya teşvik edilmektedir. Bunlardan daha da önemlisi, İslâm dîninin tevhid ve nübüvvet gibi en mukaddes esasları, ezan vasıtasıyla bütün cihana ilân edilmiş olmaktadır.
Bu bakımdan ezan okumanın fazileti büyük ve sevabı çoktur.
Bu hususla ilgili bâzı hadîs meâlleri şöyledir:
"Eğer insanlar ezanda ve ilk safta olan fazileti bilmiş olsalardı, muhakkak bunun için aralarında kur'a çekerlerdi."
"Müezzinler kıyâmet günü boy bakımından (sevab ve ecir cihetinden) insanların en uzun olanlarıdır."
"Müezzin sesinin yetiştiği yere kadar ins-cin hiçbir şey yoktur ki o sesi işitip duymuş olsun da, kıyâmet gününde o müezzine hüsn-i şehâdette bulunmasın."
Hz. Ömer (ra) de, "Üzerimde halifelik vazifesi bulunmasaydı, müezzinlik yapardım" diyerek ezan okumanın ne derece büyük bir fazilet olduğunu dile getirmiştir (*). Ezan ve ikamet bu ümmetin hususiyetlerindendir. Gerçi Hz. Âdem'in yeryüzüne indirilmesi esnasında gördüğü vahşet üzerine, onun korkusunu yatıştırmak üzere Hz. Cebrail'in ezan okuduğu rivayet edilmekteyse de, bu, namaz için ezan okunmasının bu ümmete mahsus bir özellik olma keyfiyetini değiştirmez.
Ezanın Sözleri Nasıldır?
Ezanın sözleri ve bu sözlerin kısaca mânaları şöyledir:
اللّهُ اَكْبَرُ اللّهُ اَكْبَرُ | Allâhu Ekber Allâhu Ekber. |
اللّهُ اَكْبَرُ اللّهُ اَكْبَرُ | Allâhu Ekber Allâhu Ekber. |
اَشْهَدُ اَنْ لا اِلَهَ اِلاَّ اللّهُ | Eşhedü en lâ ilâhe illâllah |
اَشْهَدُ اَنْ لا اِلَهَ اِلاَّ اللّهُ | Eşhedü en lâ ilâhe illâllah |
اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدَاً رَسُولُ اللّه | Eşhedü enne Muhammed er-Resûlüllah |
اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدَاً رَسُولُ اللّه | Eşhedü enne Muhammed er-Resûlüllah |
حَىَّ عَلَى الصَّلاةِ | Hayye ale's-Salâh |
حَىَّ عَلَى الصَّلاةِ | Hayye ale's-Salâh |
حَىَّ عَلَى الْفَلاحِ | Hayye ale'l-Felâh |
حَىَّ عَلَى الْفَلاحِ | Hayye ale'l-Felâh |
اَللّهُ اَكْبَرُ اللّهُ اَكْبَرُ | Allâhu Ekber Allâhu Ekber |
لا اِلَهَ اِلاَّ اللّهُ | Lâ ilâhe illâllah. |
"Allah en büyük ve en yücedir.
Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehâdet ederim.
Muhammed'in (asm) O'nun Resûlü olduğuna da şehâdet ederim.
Haydin namaza!
Haydin kurtuluş ve felâha!
Allâh en büyük ve en yücedir.
Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur."
Öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde ezan bu şekilde okunur. Sadece sabah namazında Hayye ale'l-Felâh dendikten sonra iki kere de: Es-Salâtü hayrün mine'n-nevm: Namaz uykudan hayırlıdır, denilir. Bu ilâveyi Peygamberimiz Hz. Bilâl'e emretmiştir. Uyku dünya rahatını, namaz ukbâ saâdetini te'min ettiğinden ve ukba rahatı, dünya rahatından efdal olduğundan böyle denmiştir. Sabah namazının kazası için okunan ezanda bu ilâvenin söylenmesinde ihtilâf vardır.
İkâmet Nedir?
Namazların farzlarını kılmağa başlarken okunan ezan sözlerinden ibarettir.
Ezan vaktin başlangıcında okunur; ikamet ise farza durulacağı zaman getirilir.
İkâmetin Sözleri Nasıldır?
İkametin sözleri de ezanın sözlerinin aynıdır. Yalnız, Hayye ale'l-Felâh dendikten sonra iki kere de Kad kâmeti's-Salâh cümlesi söylenir. Mânası: Namaza başlandı, demektir.
Müezzinde Bulunması Gereken Vasıflar Nelerdir?
Bir müezzinde bulunması gereken vasıfları şöyle sıralayabiliriz:
1 - Müezzin erkek olmalıdır. Kadının ezanı mekruhtur.
2 - Müezzinin aklı yerinde, ilim ve takvâ sâhibi bir zât olması gerekir. Fâsık ve cahillerin ezanı mekruhtur. Delilerin ezanının iadesi icabeder. Bâliğ olmasa da akıllı ve mümeyyiz olan çocuğun ezanı câizdir.
3 -Müezzin ezanı okurken abdestli olmalı ve ezanı ayakta okumalıdır. Ancak, ezanın abdestsiz olarak okunmasında bir beis yoktur. İkametin abdestsiz okunması ise mekruhtur. Fakat iade gerekmez.
Cünübün ezanı da, ikameti de mekruhtur. İadesi gerekir.
Yalnız kendisi için ezan okuyan kimsenin ise, ezanı oturarak okumasında bir mahzur yoktur. İkametin ise, mutlaka ayakta yapılması şarttır.
4 - Müezzin, ezanı yüksek bir yerden kıbleye dönük olarak okumalı, Hayye ale's-Salâh derken sağa, Hayye ale'l-Felâh derken ise sola dönmelidir. Eğer minarede okuyorsa, önce kıbleye dönerek ezana başlamalı, sonra sağdan itibaren şerefede dönmelidir.
5 - Müezzin ezan okurken ve ikamet getirirken konuşmamalıdır. Hattâ bu esnada kendine selâm verilse bile, o selâma ne hemen, ne sonra, ne de kalben karşılık vermez. Az söz mekruh, çok söz ise iadeyi gerektirir.
Ezan ve İkamette Bulunması Gereken Vasıflar Nelerdir?
1 - Ezan yüksek sesle okunmalıdır. Çünkü ezandan maksad, namaz vaktini bildirmektir. Ancak sesini yükseltmek için zorlanmaya da gerek yoktur.
2 - Ezanda cümlelerin arasında durup beklemek gereklidir. Buna teressül denir. Allâhu Ekber Allâhu Ekber dedikten sonra bir müddet susup beklemelidir. İkamette ise teressül yapılmaz. Kelimeler ardarda söylenerek orta yükseklikte bir sesle okunur.
3 - Ezan ve ikamette sözlerin sırasına riayet etmelidir. Kelimelerin yerleri değiştirilmemelidir. Ezan daima ikametten önce okunmalıdır.
4 - Ezan ve ikamet okunurken, araya başka bir meşguliyet sokulmamalıdır.
5 - Ezanın hemen arkasından ikamete geçmemelidir. Ezanla ikamet arasında fâsıla olmalıdır. Duâ etmek, biraz Kur'an okumak, veya namazın sünnetini kılmak gibi meşguliyetlerle ezan ve ikametin arası açılır. Ancak akşam namazında, ezanla ikamet arasında 3 âyet okuyacak kadar az bir fasıla ile yetinilir.
Ezanın Âdâbı Nelerdir?
Ezanın başlıca edebleri şunlardır:
1 - Ezana tâzim etmek, okunup bitinceye kadar dinlemek, bir işle meşgul ise, bu meşguliyeti bırakmak.
2 - Ezana, gerek dâvetine uyup cemaata giderek fiilen, gerekse ezandaki şehadetleri tekrar ederek kavlen icabet etmek.
Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde:
"Ezan nidâsını işittiğinizde, siz de müezzinin söylediklerini söyleyiniz" buyurmuşlardır.
Bu itibarla:
Eşhedü en lâ ilâhe illâllah şehadeti işitilince,
Ve ene eşhedü en lâ ilâhe illâllahü vahdehû lâ şerîke leh, ve enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh. Radıytü billâhi Rabben ve bi-Muhammedin Resûlen ve bi'l-İslâmi dînen... (*) denilmelidir.
Birinci Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah nidasında, Sallallahu Aleyke ya Resûlâllah,
İkincisinde ise Karret bike aynî yâ Resûlâllah demeli ve aynı anda başparmakların tırnakları veya işaret parmaklarının uçları hafifçe öpülerek gözlere sürülmelidir. Bu, müstehabdır ve ezan için güzel bir edebdir. İkamette böyle yapılmaz.
Hayye ale's-Salâh ve Hayye ale'l-Felâh denirken, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm (**) denmelidir.
Sabah ezanında müezzinin Es-Salâtü hayrün mine'n-nevm demesine karşılık, Sadakte ve berirte ve bi'l-hakkı natakte denilmelidir.
* Kur'an bile tilâvet edilse, ezanı dinleyip icabet mendubdur. Mescidde tilâvet olunuyorsa, fiilî icabet gerçekleştiğinden tilâvete devam edilir.
* Birden fazla ezan okunan yerlerde, birinciye icabet edilir.
* Cünübe icabet gerekir. Hayızlı ve nifaslıya ise gerekmez. İcabet esnasında müezzini geçmeyip her cümlede onu takip etmelidir.
Nihayet ezan bitince şu duâyı okumalıdır:
اَللّهُمَّ رَبَّ هذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَ الصَّلاةِ الْقَائِمَةِ اتِ مُحَمَّدًا الْوَسيلَةَ وَ الْفَضِيلَةَ وَ ابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذى وَعَدْتَهُ
Allahümme rabbe hâzihi'd-da'veti't-tâmmeti ve's-salâti'l-kâimeti âti Muhammedeni'l-vesîlete ve'l-fazîlete veb'ashü makamen Mahmûdenillezî veadtehû (*).
Bilhassa bu son duâyı okuyanların Hz. Peygamber'in şefâatine mazhar olacakları, bizzat Efendimiz'den sahih bir hadîsle rivayet edilmiştir.
3 - Ezan ile ikamet arasında istiğfar edip dualar yapmak.
Hadîs-i şerîf'te, ezan ile ikamet arasında yapılan duâların red olunmayacağı beyan buyurulmuştur.
4 - Ezanı Allah'ın mağfiretine dâvet kabûl edip onu ganimet bilmek.
Ezanla İlgili Mes'eleler:
* Bir Namaz İçin Birden Fazla Ezan ve İkamet Okunabilir mi?
Cumadan başka hiçbir namaz için birden fazla ezan ve hiçbir farz namaz için de birden fazla ikamet getirilmez.
Binaenaleyh bir camide ezan ve ikametle vakit namazı mu'tad vechile kılındıktan sonra, tekrar cemaatle veya münferiden aynı namazı kılacak kimseler, ne ezan okurlar ne de ikamet getirirler. Cuma namazında ise, iki ezan okunur. Biri dış, diğeri iç ezandır. İtibar iç ezanadır. Zira Hazret-i Peygamber zamanında yalnız içte okunan ezan vardı. Sonra insanlar çoğalınca Hazret-i Osman devrinde ikinci bir ezan daha okunmaya başlandı.
* Ezansız, İkâmetsiz Kılınan Namazlar Var mıdır?
Vitir, bayram, terâvih gibi vâcib ve sünnet namazlar ve nafile namazlar için, ezan ve ikâmet yoktur. Ancak kaza namazları için ezan ve ikamet getirilmesi sünnettir. Zira ezan ve ikamet namazın sünnetleridir. Vaktin sünneti değildir (*). Cenaze namazı için de ezan ve ikâmet yoktur.
* İkâmet veya Ezandan Birinden Biri Terkedilerek Namaz Kılınabilir mi?
Evde veya kırda tek başına kılınacak farz namazlar için, hem ezan, hem de ikâmet getirilmesi efdaldir (**). Fakat ezan terkedilebilir, sadece ikamet de yeterlidir. İkâmetin terkiyle sadece ezan okunması ise mekruhtur.
* Birden Fazla Kaza Namazı Kılınırken, Namaz Sayısınca Ezan ve İkâmet Getirmek Lâzım mıdır?
Müteaddit kaza namazları başka başka yerlerde kaza edildiği takdirde, herbiri için ayrı ezan ve ikâmet lâzımdır. Aynı mecliste kaza edilirse, her biri için ayrı ezan ve ikamet efdal ise de, ilk kaza namazı için ezan ve ikamet, diğerleri için sadece ikâmet de kifâyet eder.
* Bir Namaz İçin Vakti Gelmeden Ezan Okumak Câiz Olur mu?
Vakti gelmeden hiçbir namaz için ezan okumak câiz olmaz. Böyle bir ezanı yeniden okumak gerektir. Çünkü ezandan beklenen vakti bildirmektir. Vaktin öncesinde ezan okunması ile bu fayda sağlanamaz. Ancak Ebû Yûsuf ve diğer üç İmama göre, yalnız sabah ezanı için vaktinden evvel ezan okunması câiz olur.
* Namaz için ezandan sonra "vakt-i salât" gibi bir tâbir ile ayrıca nida edilmesine tesvip, yani, namaz vaktinin girdiğini tekrar bildirmek denir. Namaza kalkılmasında tenbellik ve ağır davranış karşısında böyle ihtarlarda bulunulmasını, sonradan gelen âlimler güzel görmüşlerdir.
* Cuma namazını kılamayan kimse, onun yerine ezansız ve kâmetsiz olarak öğle namazını kılar. Çünkü ezan ve ikâmet, cemaatla kılınması müstehab olan farz namazlar içindir. Halbuki Cuma günü öğle namazının cemaatle kılınması mekruhtur. Bunun için ezan ve kâmet
Ezan Başka Bir Dilde Okunabilir mi?
"Ezanın bir adı da Ezan-ı Muhammedî'dir. Hem Muhammed ümmeti olduğunu söylemek, hem de O'nun ezanını, onun istediği ve okuttuğu şekilde okumamak, yüce Peygamberimizi gücendirmek ve O'na karşı açıkça cephe almak olur. Hem buna ne ihtiyaç var. Bugün Avrupa ve Amerikalılardan İslâm dînini kabûl edenler de dahil, ayrı ayrı dillerde konuşan 18 ırkın meydana getirdiği 700 milyonluk (şimdi 1 milyar)
İslâm âlemi, günün beş vaktinde ezan-ı Muhammedî'yi aslına uygun şekilde okumaktadırlar. Bizi üç kıt'aya hâkim kılan ve bize bu müstesna vatanı hediye eden dedelerimiz, Müslümanlık şerefiyle şereflendikleri günden itibaren bin küsur sene, Ezan-ı Muhammedî'yi aslına uygun olarak okumuşlardır.
Ezanı ifade eden kelimeler, nice mukaddes hâtıraları dile getirirler. Kundaktaki yavrudan, cephedeki gaziye kadar bütün Müslümanların kulakları ve kalbleri, bu ulvî kelimelere âşinadır. Necib milletimizi bu tarihî ve lâhutî ses ve hâtıralardan mahrum etmeğe çalışmak, Ezanı Türkçe okumak bahanesiyle yüce dînimizi kundaklamaya ve sevgili peygamberimizi gücendirmeye yeltenmek, millet bütünlüğünü parçalama gayretlerinin en denî ifâdesidir." (Ali Kemal Belviranlı, İslâm Prensipleri).
Ezanı başka bir dilde okumağa zorlamanın hukukî vechesini ise, merhum Prof. Ali Fuad Başgil şu şekilde izah etmektedir:
"Dinlerin kendilerine mahsus ve bünyelerinin mantığına uygun akîdeleri ve ibâdet usulleri olduğu gibi, birer de ibâdet ve dua dili vardır. Bu dil, o dîne mahsus olarak ve o dînin nasları ile ve asırlar içindeki teâmülleriyle yerleşip kökleşmiştir. Meselâ Hıristiyanlıkta Katolik Kilisesinin ibâdet dili Lâtincedir. Müslümanlığın ibâdet dili de Arabçadır. Çünkü İslâm'ın mukaddes kitâbı olan Kur'an, Arabçadır. Müslüman ferdin ibadet hakkı, ibâdeti, İslâm dîninde yerleşmiş olan usûl, âdâb ve lisân ile yani Kur'an diliyle yapabilmesini îcab eder. İslâm dînine mahsus ibâdetlerin usûl, âdâb ve lisânı üzerinde herhangi bir düşünce ile oynamak ve bunları gelişi güzel değiştirmeğe kalkışmak ve meselâ Ezân'ı asırlardan beri dünyanın dört köşesinde günde beş defa okunduğu dilden başka bir lisanla okutmağa zorlamak, yalnız diyanete değil, aynı zamanda Müslüman vatandaşın ibâdet ve duâ hakkına zâlimce tecâvüzdür." (Din ve Lâiklik).
Namazın Farzları Kaçtır?
12'dir. Bunlardan 6'sı daha namaza başlamadan bulunması gereken farzlardır ki, bunlara NAMAZIN ŞARTLARI denir. Diğer 6'sı da namaza başladıktan itibaren bulunması lâzım gelen farzlardır. Bunlara da NAMAZIN RÜKÜNLERİ tabir edilir.
Namazın Şartları
Namazın şartları, yani, dışında bulunan farzları şunlardır:
1 -Hadesten tahâret,
2 -Necâsetten tahâret,
3 - Setr-i avret,
4 - İstikbâl-i kıble,
5 - Vakit,
6 - Niyyet.
Hadesten Tahâret Nedir?
Namaz kılacak kimsenin hadesten temizlenmesi, yani, abdestsiz ise abdest alması, cünüp ise gusletmesi demektir. (Geniş bilgi için Abdest ve Gusül bahsine bak).
Necâsetten Tahâret Nedir?
Namaz kılacak kimsenin bedeninde veya elbisesinde veyahut namaz kılacağı yerde şer'an necis (pis) sayılan bir madde varsa, o pisliğin temizlenmesi demektir (Geniş bilgi için Necâsetler bahsine bak).
Setr-i Avret Nedir?
Namazda bakılması harâm olan yerlerini örtmeye setr-i avret denir.
Avret Yerleri Neresidir?
Avret yerleri, erkek ve kadında örtülmesi farz olup başkalarına gösterilmesi harâm olan uzuvlardır. Erkeklerde avret yerleri, göbekten diz kapağının altına kadar olan kısımdır. Kadınlarda ise avret, yüz, el ve ayaklar dışında bütün vücuttur.
* 4 yaşına kadar olan çocuklar için avret yoktur, denmiştir. Daha yukarı çocuklar için avret söz konusudur.
Avret, galiz ve hafif diye 2'ye ayrılır. Galiz avret yalnızca ön ve arka mahallerdir. Diğer taraf, hafif avrettir. Bu ayırım namaz hakkında değil, nazar = bakmak hakkındadır.
* Setr-i avret, hem Hâlikın, hem de mahlûkun hakkıdır. Bu sebeble, kendinden başka kimsenin bulunmadığı yerde (halvette) de kişinin örtünmesi gerekir.
* Necasetin giderilmesi, kendisine bakması helâl olmayan kimsenin yanında avretini açmadan mümkün olmuyorsa, namaz necasetli elbise ile kılınır. Zira avretin açılması nehyedilmiş (yasaklanmış) tır. Necasetin giderilmesi ise, emredilmiştir. Bir işte emir ile nehiy bir araya gelse, nehyi yerine getirmek gerekir. Zira def'-i şer, celb-i nef'a râcihtir.
* Necis olan elbise ile namaz kılmak, çıplak kılmaktan evlâdır. Zira 2 beliyyeye mübtelâ olan kimse, onların eşitliği halinde dilediğini tercihde serbesttir. Ehveni var ise, onu tercih etmelidir. Necaset ise, çıplaklıktan ehvendir. Yani necasetli elbise ile namaz kılmak, çıplak namaz kılmaya tercih edilir.
* Bir kimsenin temiz elbisesi olduğu halde, karanlık bir odada çıplak olarak namaz kılması câiz olmaz.
* Altını belli edecek şekilde ince veya naylon gibi şeffaf elbiselerle avret yerleri örtülmüş olmaz.
* Avret sayılan âzanın 4'te birinden az olan açılmalar, namazı bozmaz. Dörtte birin üzerindeki açılmalar ise, namaza mâni olur.
* Namazda iken avret yeri açılsa da hiç beklemeden açılan yer kapatılsa namaz bozulmaz. Bir rükün miktarı, yani üç kere sübhânallah diyecek kadar bekledikten sonra kapatılsa, namaz bozulmuş olur. Bu örtünme işi tek elle yapılmalıdır. Çift elle yapılan hareketler, amel-i kesire girer ve namazı bozar.
* Örtünecek kadar elbise bulamayan kimse, namazını ayaklarını kıbleye uzatıp oturarak îma ile kılar. Ayakta dahi îma edebilir. Fakat efdal olan oturarak kılmaktır.
* Erkekler ipek elbise ile namaz kılsa câiz değildir. Ancak ipekten başka giyecek elbise bulamayan kimse, böyle elbise ile namazını kılar. Çıplak olarak kılmaz.
* Erkeklerin elbiselerini giyinmiş ve başlarına takke örtmüş olarak namaz kılmaları müstehabdır. Yalnızca avret yerleri kapalı olarak namaz kılmak câizse de, mekruhtur. Zaruret halinde ise kerahet yoktur.
* Bir uzvun avret olması, başkalarına göredir. Sahibine göre değildir. Başkalarının göremeyeceği şekilde bu uzuvların örtülü olması kâfidir. Buna binaen, bir kimse yakası geniş olan elbisesinin yakasından içteki avret yerlerini görse, namazı bozulmaz. Başkası görse bozulur.
İstikbâl-i Kıble Ne Demektir?
Namazı, kıble denilen Mekke'de bulunan Kâbe-i Muazzama'ya yönelmek suretiyle kılmak demektir.
* Kıble, sadece Mekke-i Mükerreme'deki taş binadan ibâret değildir. Şeriata göre kıble, Kâbe'nin üstünden ta Arş'a, altından ise Ferşe kadar uzanan nuranî bir sütun ve direktir. Bu sebeble kişi ister uçağın içinde Kâbe'nin üstünde olsun, isterse yerin karnında Kâbe'nin altında bulunsun, bu nuranî sütuna yönelerek namazını kılar. İstikbâl-i kıble şartını böylece yerine getirmiş olur.
Kıble Yönünü Bilmeyen Kimse, Namazını Nasıl Kılmalıdır?
Kıblenin yönünü bilmeyen kimse, önce çevresinden kıblenin ne tarafta olduğunu sorup araştırmalıdır (taharrî). Başkasından öğrenme imkânı yoksa, kendi araştırma yapar ve kıble ciheti olduğuna kanâat getirdiği yöne doğru namazını kılar. Şayet kıldığı yönün kıble olmadığı namazdan sonra ortaya çıkarsa o namazı iade gerekmez. Ancak, imkânı olduğu halde, sorup araştırmadan yanlış istikamete doğru namaz kılmışsa, namazın iadesi gerekir.
* Kıble cihetinde şübhe eden kimse, araştırma yapmaksızın namaza başlayıp namaz esnasında kıbleye yönelmiş olduğunu anlasa, namazı iade etmesi lâzımdır. Çünkü yöneldiği istikametin kıble olduğuna tam bir kanaatle kılacağı namazlar, şübheli olarak kıldığı rek'atlar üzerine bina edilemez. "Kuvvetli, zayıf üzerine bina edilemez" kaidesi bunu gerektirir. Fakat namazı bitirdikten sonra kıblede isabet ettiğini anlasa, namazı sahihtir. İade gerekmez. Ebu Yûsuf'a göre her iki halde de iade gerekmez.
* Kıble cihetinde ihtilâf edenler, namazları yalnız başlarına kılarlar. Cemaatle kıldıkları takdirde imamın yöneldiği istikametin kıble olduğuna kanâatı olmayanın namazı sahih olmaz.
* Farz ve nâfile namazların Kâ'be içinde kılınması sahihtir. Dilenilen tarafa dönülebilir.
İmam Kâ'be içinde olup cemaat Kâ'be dışında ona uyacak olsalar, Kâbe'nin kapısı açık olmak şartı ile câizdir.
* Mevcut mihrap varken, kıbleyi taharrî câiz olmaz. Kadıhân'da ise, mihrapların vücudu ile beraber taharrînin câiz olduğu kayıtlıdır.
Niçin Bütün Müslümanlar Kâ'be'ye Yöneliyoruz?
Müslümanların namaz kılarken yeryüzünde mâbedlerin en eskisi ve en mukaddesi olan Kâ'be'ye yönelmeleri; aralarında birlik ruhunu canlı tutmak, gönülleri müşterek bir ibâdetin İlâhî neşvesi ve nuruyla aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır. Aynı kıbleye yönelerek ibâdet etmek, aynı zamanda dil, renk, ırk farkını ortadan kaldırarak, tam bir sevgi ve cihanşümûl bir kardeşliğin te'sîsine de vesîledir.
Vakit Nedir?
Beş vakit namazı, kendi vakitleri içinde kılmak demektir. Vakit girmeden namaz kılmak câiz değildir. Vakit geçtikten sonra kılınan namaz da artık edâ değil, kazâ olmuş olur (Geniş bilgi için Namaz Vakitleri bahsine bak).
Niyet Ne Demektir?
Niyet, kalbin bir şey'e karar vermesi, o işin ne için yapıldığını düşünmeksizin bilmesi demektir.
Namaz hususunda niyet ise, sırf Allah rızası için namaz kılmayı dilemek ve kılınacak namazın hangi namaz olduğunu bilmek, içinden geçirmek demektir.
Niyet kalbe ait bir iştir. Bununla beraber dil ile de söylenmesi efdal görülmüştür.
Namaza Niyette Vakit Tâyini Gerekir mi?
Nâfile namazlar için vakit tayin etmek gerekmez. "Allah rızası için namaz kılmaya niyet ettim demek" veya kalbinden geçirmek kâfidir.
Farz namazlarda ise, namazın hangi vakit namazı olduğunu tayin etmek şarttır. "Bugünkü öğle namazının farzını kılmaya niyet ettim" gibi...
Cuma, bayram, cenaze ve vitir namazlarında da farz namazlar gibi vakit tayini gerekir.
Kaza namazlarında, hangi vakit kaza edilecekse söylenmelidir. Bilinemiyorsa, "en son kazaya kalan öğle ve ikindi namazı..." tarzında bir niyet yapılabilir.
Ne Zaman Niyet Etmelidir?
Niyetin iftitah tekbirine yakın olması efdaldir. Daha önce de niyet edilebilir. Yeter ki niyet ile tekbir arasında yemek - içmek, konuşmak gibi namaza yabancı bir iş yapılmasın. Tekbir aldıktan sonra yapılan niyetle namaz sahih olmaz. Muhtâr olan görüş budur. Diğer bir görüşe göre ise, tekbirden sonra Sübhâneke'den ve Eûzü'den evvel yapılacak niyet ile de namaz câiz olur.
İmam-ı Şâfiî'ye göre, niyetin tekbire yakın olması şarttır.
* Edâ niyeti ile kaza, kaza niyeti ile de edâ câizdir. Meselâ, bir kimse öğle vakti çıkmamıştır diye öğle namazını edâya niyet edip kılsa, sonradan vaktin çıktığı anlaşılsa, kıldığı namaz öğlenin kazası yerine geçer.
* Bir kimse bir vakit için iki farz namaza niyet etse, meselâ öğle vakti içinde öğle ile ikindi namazına niyette bulunsa, bu niyeti vakti girmiş namaz için muteber olur.
* Bir kimse bir vaktin farzına niyet ederek namaza başlasa da sonra nâfile kılıyormuş gibi bir zan ile namazı bitirse, bu namazı farz yerine geçer. Çünkü niyetin namazın sonuna kadar hatırlanması şart değildir.
* Cemaatle namaz halinde imama uyanın, namaza niyetle beraber, imama uymaya da niyet etmesi lâzımdır. Meselâ: "Bugünkü öğle namazının farzını kılmaya niyet ettim. Uydum şu imama" denir.
* Cemaatin imama uyma niyeti, imamın Allâhu Ekber diye namaza başlamasından sonra olmalıdır. Bu, İmameyn'e göredir. İmam-ı A'zam'a göre, cemaatın tekbirleri imamın tekbirine yakın olmalıdır. O halde, niyetin imamın tekbirinden önce yapılması lâzım gelir.
Bununla beraber imam daha Fâtiha-i şerîfeyi bitirmeden tekbir alıp imama uyan kimse, iftitah tekbirinin sevabına kavuşmuş olur.
* İmam olan zâtın imamlığa niyet etmesi lâzım değildir. Ancak kendisine kadınlar da uyuyorsa, imamete niyet etmek lâzım gelir. Böyle bir imamın Ene imâmün limenittebeanî yani, "ben bana uyanlara imamım" demesi, kâfidir?
Namazın Rükünleri
1 - İftitah tekbiri,
2 - Kıyam,
3 - Kırâet,
4 - Rükû',
5 - Sücûd,
6 - Ka'de-i âhire.
İftitah Tekbîri Neye Denir?
Namaza tekbir ile, yani Allâhü Ekber denilerek başlanır. Bu sebeble bu tekbire iftitah (yani namaza başlama) tekbîri denir. Bu tekbire Tahrime de denir.
* Tahrime, bir şey'i haram kılmaya denir. Namaza Allâhü Ekber sözüyle başlandığı ve bundan sonra namazdan çıkana kadar yeme, içme, dünyevî konuşma ve çalışmalar haram olduğu için, iftitah tekbirine bu isim verilmiştir.
* Hanefîlerin çoğuna göre, iftitah tekbiri, namazın bir rüknü değil, bir şartıdır ve namazın dışındadır. Ancak namazın rükünlerine iyice bitişik olması sebebiyle, rükün kabul edilmesi daha uygun bulunmuştur.
Diğer üç mezheb imamları da iftitah tekbîrini rükün kabûl ederler.
* Tekbir sözü Allâhü Ekber'dir. Bununla beraber, ta'zim ifade eden şu sözlerle de namaza başlamak mümkündür.
Allahü'l-azîm Tebârekâllah, Elhamdülillâh, Lâ ilâhe illâllah, Allahümme, Allah...
Bismillâh, Estağfirullah, Eûzü billâh, İnnâ lillâh, v.s. gibi ifadelerle ise namaza başlanılmaz. Çünkü bu ifadelerde ta'zim mânâsı yoktur. Bunlar birer duâ kelimesidir.
* İmama uymak üzere alınan iftitah tekbîrinin ayakta olması, eğilmeden alınması şarttır.
* İmama uyacak kimse, tekbîrini imamdan önce almamalıdır. İmamın tekbîrine yakın veya onu tâkib ederek tekbir alınmalıdır. İmamdan önce alınan tekbirle imama uyulmuş olmaz.
* Niyet ile iftitah tekbîri arası yemek, içmek, konuşmak gibi namaza yabancı şeylerle ayrılmaz. Niyetten hemen sonra Allâhü Ekber denilerek namaza durulur.
Kıyâm Nedir?
Namazda ayakta durmak demektir. Farz ve vâcib namazlarda ayakta durmak farzdır.
* Özür olmaksızın yalnızca bir ayak üzerinde durmak mekruhtur. Fakat böyle kılınan bir namazı iade etmek de gerekmez.
* Bir özür olmadıkça, farz namazlar hayvan üstünde kılınmaz. Yürümekte olan bir araba da, yürümekte olan bir hayvan hükmündedir. Binaenaleyh zaruret bulunmadıkça, farz ve vâcib namazlar, hareket hâlindeki araba içinde kılınmazlar.
* Hareket hâlindeki bir gemi içinde, bütün namazlar oturarak kılınabilir. Fakat ayakta kılınması efdaldir.
* Uçuş hâlindeki bir yolcu uçağı da, hareket hâlindeki gemi mesâbesindedir.
* Ayakta durmaya mâni ciddî bir özür ve hastalığı olan kimse, namazı oturarak kılabilir. Bir müddet ayakta durmaya gücü yeten kimse, o miktar ayakta durmalı, sonra oturmalıdır. Hattâ sadece iftitah tekbîrini ayakta almaya iktidarı olan, tekbîri ayakta alır ve sonra oturur.
* Sünnet ve müstehab namazları, bir özür olsun olmasın oturarak kılmak câizdir. (Efdal olan ise ayakta kılmaktır). Bundan sadece sabahın sünneti müstesnadır. Teravih namazı da, sabahın sünneti gibi, bir özür olmaksızın oturarak kılınmaz.
* Bir kimse ayakta başladığı nâfile namazı oturarak; oturarak başladığı nâfileyi de sonradan kalkarak ayakta tamamlayabilir.
Kırâet Nedir?
Namazda, kıyam hâlinde, yani, ayakta iken Kur'an-ı Kerîm'den bir veya birden fazla âyet okumaktır.
* Namazda en az bir âyet miktarı Kur'an okumak farzdır. Ancak âyet iki veya daha çok kelimeli olmalıdır. Tek kelimeli âyetle namaz sahih olmaz. (Fâtiha sûresini ve en az 3 âyet okumak ise, vâcibdir).
* Bir âyet-i celîleden başkasını okumağa gücü yetmeyen kimse o âyet-i kerîmeyi İmam-ı A'zam'a göre bir kere okur. Bir rek'atta üç kere tekrar etmez. İmameyn'e göre ise tekrarlar. Fakat üç âyet bilen kimsenin aynı âyeti 3 kere tekrar etmesi, İmameyn'e göre de câiz olmaz.
Âyete'l-Kürsî gibi uzun bir âyetin bir kısmını bir rek'atta, diğer kısmını da diğer rek'atta okumak, sahih olan görüşe göre câizdir.
Fakat yapmamak daha efdaldir.
Kırâat Nasıl Yapılmalıdır?
Okunan Kur'an, namaz kılanın kendisi işitecek derecede hafif bir sesle telâffuz edilerek okunmalıdır. Buna hafî kırâet denir. Tamamen kalbden geçirilerek yapılan bir okuma ise, kırâat sayılmaz. Böyle bir okuyuşla kılınan namaz sahih olmaz.
İmama uyan kimseden kırâet sâkıt olur. Yani o kimse Kur'an okumadan imamı dinler, imam gizli okuyorsa, sükût edip bekler.
* Şâfiîlerce imama uyan kimseden kırâet sâkıt olmaz. Onlar, imam namazı gerek cehrî, gerekse hafî kırâetle kıldırsın, Fâtiha'yı okurlar. Rek'atı kaçırma korkusu bundan istisnadır. Mâlikîler ve Hanbelîler ise, yalnız hafî namazlarda imama uyan kimsenin okumasını gerekli görürler.
* Kur'an'dan namaz câiz olacak kadarını ezberlemek, her müslümana farz-ı ayndır. Fâtiha ve bir sûre hıfzı vâcib, tüm Kur'an'ın ezberlenmesi ise, farz-ı kifâyedir.
* Farz namazların sadece ilk iki rek'atında kırâat farzdır. Üç ve dördüncü rek'atlarda kırâat farz değildir. Nâfileler ile vitrin ise, her rek'atında kırâat yapılır.
Rükû' Ne Demektir?
Avuç içlerini diz kapaklarına yapıştıracak şekilde iki büklüm olmak demektir.
* Yapılışı Nasıldır?
Rükû'un en alt derecesi, elleri dizlere yapıştıracak şekilde eğilmektir. Sünnete uygun rükû' ise şöyle yapılır:
Vücudun yukarı kısmı, baş dik olarak yere paralel şekilde öne doğru eğilir. Ayaklar kırılmaksızın dik tutularak eller de dizlere konur ve parmaklarla kavranır. Bu arada baş ile arka düz halde bulunmalıdır.
Hanımların tam rükû'a varmaları gerekmez. Rükû'a yakın bir şekilde eğilmeleri kâfidir.
Oturarak namaz kılan kimse ise, rükû' ederken, alnı dizlere paralel olacak kadar sırtını eğer.
Sırtları yere paralel şekilde kanbur kimselerin ise, sadece başlarını eğmeleri kâfidir.
* İmama rükû'da iken yetişip tekbir alarak rükû'a varan kimse, o rek'atı imam ile kılmış sayılır.
Fakat imam rükû'da iken tekbir alıp da imam rükû'dan kalkarken rükû'a giden kimse ise, o rek'ata
yetişmiş sayılmaz. Namazın sonunda o rek'atı yalnız başına kılar.
* İmama rükû'da yetişen kimse, iki tekbir getirmek zorunda değildir. Allâhü Ekber diyerek namaza girer ve hemen rükû'a eğilir. Bu tekbir ile hem iftitah, hem de rükû' tekbirini almış olur.
Sücûd Ne Demektir?
Burnu, alnı, elleri, dizleri ve ayakları yere koymak ve dokundurmak suretiyle secde etmek demektir. Secde, lügatte baş eğmek, tevazu' göstermek demektir. Her rek'atte iki kere secde etmek farzdır.
* Secde ve rükû' hâlinde durmanın en az miktarı, üçer kere tesbih okunacak miktardır. Ortası 5, ekmeli 7'şer tesbih okuyacak kadar durmaktır.
* Tek başına namaz kılan, daha fazla tesbihte bulunabilir. Fakat imam olan zat, cemaatın rızası bulunmadan 3'ten fazla tesbihte bulunamaz. Cemaati usandırmak câiz değildir.
Rükû'daki tesbih:
Sübhâne Rabbiye'l-Azîm'dir.
Secdedeki tesbih de:
Sübhâne Rabbiye'l-A'lâ'dır.
* Yapılışı Nasıldır?
Rükû'dan kalktıktan sonra secdeye giden kimse, alınla beraber burnunu da yere koyar. Özür olmaksızın sadece alnı yere koyup burnu koymamak câiz olmaz. Bu şekilde yapılan secde sahih değildir. Yanak ve çeneleri yere koymakla secde olmaz.
Secde hâlindeyken ayrıca eller ile dizler de yere konur. Bu sünnettir. İmam-ı Şâfiî, Ahmed bin Hanbel ve İmam-ı Züfer'e göre ise, farzdır.
İki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konmadıkça secde câiz olmaz.
Peygamber Efendimiz:
"Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Alın, iki el, iki diz ve iki ayağın parmak uçları üzerine" buyurmuşlardır.
Yalnız bir el ile bir dizi yere koymak, ayak parmaklarından sadece bir kısmını değdirmek kerahetle câizdir. Alnı yere koyarken iki ayağı birden geriden kaldırmak ise, câiz değildir, secdeye mâni olur.
Nereye Secde Edilir?
Secde yer üzerine veya yere bitişik bir şey üzerine yapılır. Secdede alın, yerin veya yer hükmünde olan şey'in katılığını hissedecektir. Buna binaen, ot, saman, yün, pamuk, kar gibi yumuşak şeyler üzerine secde yapan kimse, yüzü bu maddeler içinde kaybolup da yerin sertliğini hissetmezse secdesi sahih olmaz.
Yerin sıcak oluşu veya temiz olmayışı gibi bir özürden dolayı avuç içlerine, elbisenin bir tarafına secde edilmesi sahihtir.
Secde edilen kısım, aynı zamanda ayak koyulan yerden bir karıştan fazla yüksekte olmamalıdır.
Ancak kalabalık veya başka bir özre binaen, kendi dizleri üstüne veya öndekinin sırtına da secde yapılabilir.
Secdenin Mânâ ve Ehemmiyeti Nedir?
Secde, namazın en mühim rüknüdür.
Secde, Allah Teâlâ'ya gösterilen ta'zimin en üst noktasıdır. Namazda kıyâm ve rükû' mertebelerinden geçerek gittikçe artan mahviyet ve hürmet, secde ile son dereceye varır.
Secde, her türlü yabancı duygulardan uzak, mutlak bir teslimiyet ve sâf bir kulluğun ifâdesidir.
İslâm ma'bedlerine secde edilecek yer demek olan mescid isminin verilmesi de secdenin önemini göstermektedir.
Secde kulun kulluğunu tam mânasıyla duyduğu ve bu duyguyu izhâr ettiği bir andır. Bu sebeble hadîs-i şerîf'te:
"Kulun Allah'a en yakın olduğu an, secdedeki hâlidir" buyurulmuştur.
Secde mü'minin Allah'a ilticâsının en güzel şeklidir. Benlikten kurtulup mâsivadan sıyrılıp Bâkî-i Hakikîye ulaşmanın sırrıdır.
Secdenin Ehemmiyetini Gösteren Bâzı Hâdis Meâlleri:
Hz. Peygamber'in (asm) âzadlısı Sevban Hazretleri, Resûl-i Ekrem Efendimize bir gün şu suâli sorarlar:
- Yâ Resûlâllah, bana öyle bir amelden haber ver ki onu işlediğimde Allah Teâlâ beni Cennetine koysun...
Resûlüllah Efendimiz ise, bu suâle cevaben şöyle buyururlar:
"Çok secde etmeye bak. Her secdeden dolayı, Allah bir dereceni yükseltir, bir hatânı afveder..."
Bunu te'yid eder mâhiyette Hz. Râbia bin Kâ'b diyor ki:
"Ben zaman zaman Cenâb-ı Peygamber ile beraber gecelerdim. Bir gece kendilerine abdest suyu ve bâzı ihtiyaçlarını hazırlayıp getirdim. Memnun kaldılar ve:
- Benden isteyin! buyurdular.
- Cennette sizinle olmak isterim, dedim.
- Bundan başka iste, buyurdular.
- Hayır, isteğim sadece budur, dedim.
Buyurdular ki:
- Öyleyse çok secde etmekle bana yardımcı ol."
Ka'de-i Âhire Nedir?
Namazın son rek'atında, secdelerden sonra oturmak demektir.
Namaz kılarken ikinci ve dördüncü rek'attan sonra oturmaya ka'de denir. Üç rek'atlı olan akşam ve vitir namazlarında ise, ikinci ve üçüncü rek'atlardan sonra oturulur. İkinci rek'attan sonraki oturuşa ka'de-i ûlâ (ilk oturuş), üçüncü veya dördüncü rek'attan sonraki oturuşa da ka'de-i âhire (son oturuş) denir.
İlk oturuş vâcib, son oturuş ise farzdır. İki rek'atlı namazlarda ise, ikinci rek'atın sonundaki oturma, son oturuştur. Bunlarda ilk oturuş yoktur.
Ne Miktar Oturulur?
Oturuşun farz olan miktarı, teşehhüd miktarı oturmaktır. Teşehhüd miktarından kasıd ise, namazın sonunda Tahiyyâti okuyacak kadarki müddettir.
Oturuş Şekli Nasıldır?
İlk veya son oturuşlarda, sol ayak yan yatırılıp üstüne oturulur. Sağ ayak ise, parmakları üzerine dikilerek, parmaklar kıbleye doğru yöneltilir. Ellerin parmakları tabiî şekilde uyluklar üzerine konur. Dizler tutulmaz. Vücud dik tutularak kucağa doğru bakılır.
Kadınlar ise, her iki ayağını da sağa doğru yatırarak otururlar.
Tahiyyât Nedir?
Tahiyyât, mi'rac gecesinde, Cenâb-ı Hak ile, sevgili Habîbi, son Peygamberi Hz. Muhammed (asm) arasında geçen konuşmayı ifade eden; senâ, duâ, selâm ve şehâdet mânalarını içine alan bir cümledir. Sözleri ve kısaca meâli şudur:
Ettahıyyâtü lillâhi ve's-salâvâtü ve't-tayyibât. Esselâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtüh. Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihıyn. Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh.
"Mal, beden, lisan ile olan bütün ibâdetler Allah'a mahsustur. Ey Nebî! Allah'ın rahmet ve bereketi üzerine olsun. Allah'ın selâmı üzerimize ve sâlih kulların üzerine olsun. Şehâdet ederim ki, Allah'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed (asm) Allah'ın kulu ve Resûlüdür."
Namazda Tâdil-İ Erkân Nedir?
Ta'dîl-i Erkân, rükünleri doğru yapmak demektir. Namazda ta'dîl-i erkân ise, namazın kıyâm, rükû', sücûd gibi her bir rüknünün sükûnet, vekar ve itmi'nân içinde yerine getirilmesi, acelecilik ve çabukluk gösterilmemesi demektir. Meselâ rükû'dan kalktığında vücud dimdik hâle gelmeli, en az bir kere "sübhâne rabbiye'l-azîm" diyecek kadar ayakta durup ondan sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır. Yoksa rükû'dan tam doğrulmadan secdeye varmak, birinci secdeden sonra tam doğrulmadan ikinci secdeye gitmek ta'dîl-i erkân'a zıddır.
Tâ'dîl-i Erkânın Hükmü Nedir?
Namazda ta'dîl-i erkâna dikkat etmek, Ebû Yûsuf'a göre, namazın bir rüknüdür. Bu sebeble farzdır. Riayet edilmemesi hâlinde namaz fâsid olur, yeniden kılınması gerekir.
İmam-ı A'zam ve İmam-ı Muhammed'e göre ise, vâcibdir. Buna göre, namazda ta'dîl-i erkâna riayet edilmemesi hâlinde sehiv secdesi gerekir. Fakat böyle bir namazı yeniden kılmak daha evlâdır, daha iyidir. Böylece ihtilâftan da kurtulunmuş olur.
* Nitekim, herhangi bir rüknü yapılırken kerâhet işlenen bir namazı, her zaman yeniden kılmak en iyisidir. Namazın bir rüknünde birden fazla kerâhet işlenmişse, bu namazın yeniden kılınmasının vâcib olduğu kanaatında olan âlimler de vardır.
Ta'dîl-i Erkâna Riayetin Lüzumu:
Namazı mümkün olduğu kadar itidal üzere kılmak, acele etmekten sakınmak gerekir. Çünkü acele ederek, rükünlerini tam yerine getirmemek, ta'zîme ve âdâba aykırıdır.
Namaz mü'minin mi'râcı, gözünün nûru, kalb ve ruhunun sürûrudur. İnsanın Allah'a en yakın olduğu böyle bir ibâdet hâlini bir yük kabûl edip onu acele ile, âdâb ve erkânına tam dikkat etmeden bir an evvel bitirmeye çalışması, namazın mânâsını anlamaması, mânevî ve ruhanî zevkine erememesi demektir.
Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
"İnsan namazını güzelce kılar, rükû' ve secdelerini tam ve itidâl üzere yaparsa namaz ona şöyle der: "Sen beni nasıl koruduysan, Allah da seni korusun." Şâyet namazı kötü kılar, rükû' ve secdelerini eksik ve noksan yaparsa, bu sefer şöyle der: "Sen beni nasıl zâyi ettin ise Allah da sana öyle yapsın."
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise, namazda huzur ve huşû'a kavuşma, ta'dîl-i erkâna riayet hususunda şu ölçü nazara verilir:
"Sizden biriniz namaz kıldığı zaman vedâ eder gibi [yani, kıldığı o namaz sanki son namazı imiş, bir daha namaz kılmaya ömrü yetmeyecekmiş gibi, ta'dîl-i erkânına riayet ederek] kılsın."
Müslüman, namazını, bu duygu içinde kılarsa, kolayca ta'dîl-i erkâna riayet edebilir. Kıldığı o namazdan büyük bir huzur duyar, mânevî feyz alır.
Namazı eksik ve bilgisiz kılan, ta'dîl-i erkâna riâyet etmeyen kimselere namaz hırsızı denmektedir. Bunlar, farzına, vâcibine riayet etmeden acele ile kıldıkları namazlarının ucundan bucağından hırsızlık yapmış sayılmaktadırlar. Nitekim Ebu Hüreyre, Resûlüllah Efendimizden şu hadîsi nakletmektedir:
"Size namaz hırsızından haber vereyim mi?"
"Ver, yâ Resûlâllah!"
"Namaz hırsızı, namazın rükû'unu, sücûdunu noksan yapan, hakkıyle yerine getirmeyen kimsedir..."
Namazın Vâcibleri
Namazda Vâcibin Hükmü Nedir?
Namazın farzları olduğu gibi bâzı vâcibleri de vardır. Bu vâcibleri yerine getirmekle namazın farzları tamamlanmış, noksanları ikmâl edilmiş olur.
Vâcibleren biri veya birkaçı unutularak terkedilirse, namaz sahihtir, fakat sevabı noksandır. Bu noksanı tamamlamak için namazın sonunda sehiv secdesi yapılır. Böylece namaz tamamlanmış, sevabından da eksilme olmamış olur. Eğer vâcibler kasden terkedilirse, böyle bir namazın iadesi gerekir, sehiv secdesi namazın tamam olmasına kâfi gelmez.
Namazın Vâcibleri Nelerdir?
Namazın belli başlı vâcibleri şunlardır:
1 - Namazlarda Fâtiha-i şerîfe'yi okumak. Diğer üç mezhebde Fâtiha okumak farzdır.
2 - Farz olan iftitah tekbîrini Allâhü Ekber şeklinde tam olarak söylemek yalnız Allah demekle yetinmemek.
3 - Fâtiha'ya ilâveten kısa bir sûre veya buna denk üç kısa âyet yahut da uzun bir tek âyet okumak. Buna zamm-ı sûre denir. Zamm-ı sûre, farz namazların sadece ilk iki rek'atinde olur.
Nâfile namazlarda ise, bütün rek'atlarda Fâtiha'ya ilâveten sûre okunur.
Diğer mezheblerde zamm-ı sûre sünnettir.
4 - Fâtiha'yı zamm-ı sûreden önce okumak.
5 - Namaz içindeki rükünlerden herhangi birini, meşrû miktarından fazla yapmamak. Meselâ 2 yerine 3 secde yapmamak. Yapılırsa vâcib terkedilmiş olur.
6 - Secdede alınla beraber burnu da yere koymak.
7 - Üç veya dört rek'atlı namazlarda ikinci rek'attan sonra ilk oturuşu yapmak.
8 - Üç veya dört rek'atlı namazlar ile vitir ve öğle namazının sünnetlerinde ikinci rek'attan sonra
Tahiyyat'ı our okumaz vakit geçirmeden üçüncü rek'ata kalkmak.
Tahiyyattan sonra kalkılmayıp salâvat ve dualar da okunursa, vâcib terkedilmiş olur, dolayısıyla sehiv secdesi gerekir.
9 - Namazların ilk ve son oturuşlarında teşehhüdde bulunmak, yani Tahiyyât'ı okumak.
10 - Namazın vâciblerinden herbirini yerinde yapıp terk ve te'hire (gecikmeye) uğratmamak. Farzları da te'hir etmemek. Meselâ, kırâet bittikten sonra ayakta gecikmeden hemen rükû'a gitmek gibi...
Farzın te'hiri, yani, geciktirilmesi; vâcibin ise terk ve te'hîri, sehiv secdesini gerektirir. Farzın terkedilmesi ise, namazı bozar.
11 - Tek başına namaz kılan kimsenin öğle ve ikindi namazlarında hafî (kendi işitecek kadar) okuması vâcibdir. Gündüz kılınacak nâfile namazlarda da bu şekilde okunmalıdır. Sabah, akşam, yatsı namazları ile gece kılınan nâfile namazlarda hafî de, cehrî (sesli) de okunabilir.
12 - İmamın, cemaatla kılınan namazlardan sabah, bayram, cuma, teravih ve vitir namazlarının her rek'atında cehren; öğle ile ikindinin bütün rek'atlarıyla akşamın 3. ve yatsının 3 ve 4. rek'atlarında ise, hafî kırâette bulunması vâcibdir. Akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek'atında ise, cehren okur.
13 - Vitir namazlarında kunut duası okumak ve kunut tekbiri almak.
NAMAZIN SÜNNETLERİ
Her ibâdetin olduğu gibi namazın da sünnetleri vardır. Bunlar vâcibleri tamamlar, sevabın artmasına vesile olurlar.
Sünnetlere riayet, Resûlüllah'a muhabbet ve sevginin nişânesidir. Bununla beraber sünnetleri terketmek, namazın bozulmasını ve iâdesini icabettirmez. Ancak tenbellik ve lâkaydlıkla sünnetleri terk etmeyi âdet hâline getirmek, Resûlüllah'ın şefâatinden mahrum kalmayı netice verebilir.
Namazın Sünnetleri Nelerdir?
Namazın belli başlı sünnetleri şunlardır:
1 - Beş vakit namaz ile Cuma namazı için ezan ve kamet getirilmesi.
Cemaatle kılınacak kaza namazları için de, ezan ve kamet okunması sünnettir.
Kendi evlerinde tek başına namaz kılan erkekler için, ezan ve kamet müstehabdır. Kadınların ise, ezan ve kamet getirmeleri gerekmez.
2 - İftitah tekbîrini alırken elleri yukarıya kaldırmak.
Erkekler, ellerini, başparmakları kulak yumuşaklarına değecek kadar, kadınlarsa ellerini parmak uçları omuzlarına kavuşacak şekilde göğüslerinin hizasına kadar kaldırıp o vaziyette Allâhü Ekber derler. Bu esnada parmakların normal şekilde açık bulunması ve avuç içlerinin de Kâ'be'ye dönük bulunması gerekir.
* Ellerin kaldırılması hususunda, bâzı âlimler, tevhide işarettir demiştir. Bâzıları, dünya işlerini arkaya atıp bütün varlığıyla kıbleye ve namaza yönelmek içindir demiştir.
İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilir ki: "Namaza başlarken el kaldırmak, namazın zinetidir (süsüdür). Her kaldırışta 10 sevap vardır. Her parmağa bir sevab düşer."
3 - İftitah tekbirini alır almaz el bağlamak.
Erkekler göbek altına, kadınlarsa göğüs üstüne el bağlarlar.
Erkekler sağ elin baş parmağı ile serçe parmağını halka şeklinde bulundurarak, bununla sol bileklerini üstten tutup diğer üç parmaklarını sol kol üzerine uzatırlar. Kadınlar ise, halka yapmaz, sağ ellerini tam sol elleri üzerine korlar.
4 - Eller bağlandıktan sonra birinci rek'atta Sübhâneke'yi okumak, sonra da Fâtiha'ya başlamadan evvel Eûzü-Besmele çekmek. Diğer rek'atların başında da Besmele çekmek sünnettir.
5 - Sübhâneke ve Eûzü-Besmele'yi sessizce okumak.
Zamm-ı sûreden evvel Besmele çekilmez. Yalnız İmam-ı Muhammed, hafî kırâetle kılınan namazlarda Fâtiha'dan sonra okunacak sûre başında Besmele çekilmesini caiz görür.
* Sabah ve öğle namazlarında uzun mufassal, ikindi ve yatsı namazında orta mufassal, akşam namazında kısa mufassal okumak da sünnettir. Mufassal, Kur'ân-ı Kerîm'in son 7 de 1 kısmıdır. Üçe ayrılır. Uzun mufassal, Hücürât sûresinden Bürûc sûresine kadar olan kısımdır. Orta mufassal, Bürûc sûresinden Beyyine sûresine kadar olan kısımdır. Kısa mufassal da, Beyyine sûresinden aşağı olan kısımdır. Bu okuyuş, ikâmet ve vaktin genişliği durumunda söz konusudur. Yolculukta, vakit darlığında veya herhangi bir zaruret durumunda ne okunursa olur. Nitekim Resûl-i Zîşân Efendimiz, bir sabah namazını Muavvizeteyn (Felâk ve Nas sûreleri) ile kıldırmışlar, ashabın "namazı kısalttınız" suâline cevaben: "Bir çocuğun ağlamasını işittim. Annesinin telâşlanmasından korktum" buyurmuşlardır. Yolculuk sırasında sabah namazını Kâfirûn ve İhlâs sûreleri ile kıldırdıkları da rivayet edilmektedir.
* Sabah namazının birinci rek'atını, ikinci rek'atından 2 misli uzatmak da sünnettir.
6 - Fâtiha'nın sonunda okuyan ve işiten içinden Âmin demek.
"Âmin"in mânası "duâlarımızı kabûl buyur" demektir.
7 - Rükû'a eğilirken Allâhü Ekber demek.
8 - Rükû'da, üç kere
Sübhâneke rabbîye'l-azîm demek. Beş veya yedi kere de denebilir. Tesbihi tamamen terk veya eksik söylemek tenzihen mekruhtur.
9 - Rükû'dan kalkarken
Semiallahü limen hamideh demek.
10 - Bunun ardından Rabbena leke'l-hamd demek.
11 - Kıyamda iken bir özür bulunmadıkça ayakların arasını 4 parmak kadar açık tutmak. Şişmanlık, fıtık gibi bir özür hâli varsa, ayakların arası daha fazla açılabilir.
12 - Rükû'da parmaklar açık olarak dizleri eller ile tutmak.
Kadınlar dizlerini elle tutmazlar, sadece ellerini dizler üzerine koyarlar.
13 - Rükû'da dizleri dik tutup bükmemek.
14 - Rükû'da arkayı dümdüz tutmak. Başla sırtı aynı hizada bulundurmak.
Kadınlar rükû'da dizleri bükük ve arkaları biraz yukarıya meyilli dururlar.
15 - Secdeye varırken, yere önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü koymak.
16 - Secdeden kalkarken evvelâ yüzü, sonra elleri, sonra dizleri yerden kaldırmak.
17 - Secdelere varırken secdelerden kalkarken Allâhü Ekber demek.
Rükû'a giderken ve rükû'dan kalkarken, secdeye varırken ve secdeden doğrulurken alınan tekbirlere intikal tekbirleri denir. Bu tekbirlerin yerinde olmasına çok dikkat edilmelidir.
Meselâ, rükû'a giderken Allahü Ekber diyerek eğilmeye başlanacak ve rükû'a varışta tekbir de bitmiş olacaktır. Rükûa vardıktan sonra tekbir alınması doğru değildir. Diğer intikal tekbirleri için de durum aynıdır.
18 - Secdelerde yüzünü iki elin arasına almak ve eller yüzden geri ve uzakta bulunmak. El ayası yere ve parmaklar da birbirine bitişik olmalıdır.
19 - Secdelerde üç kere
Sübhâne rabbiye'l-a'lâ demek.
20 - Secdede iken karnını uyluklarından, dirsekleri böğründen ve kollarını yerden uzak tutmak. Yani kolunu yere ve böğrüne yapıştırmamak.
Kadınlar ise, secdede kol ve dirseklerini yere koydukları gibi böğürlerine de yanaştırırlar. Karınlarını da uyluklarına yapıştırırlar.
* Kollarını böğründen ayırmak, cemaatın izdihamında, başkalarına eziyyetten sakınmak için terk olunur.
21 - İlk ve son oturuşlarda ve secde aralarındaki oturmalarda, elleri kıbleye karşı bir halde, uyluklar üzerine koyarak oturmak.
22 - Otururken sol ayağını yere yayıp üstüne oturmak, sağ ayağını ise, parmakları Kâ'be'ye dönük şekilde içe kıvırarak dikmek.
Kadınlar ise, ayaklarını sağa doğru yatırarak otururlar.
23 - Tahiyyât'ı sessizce içinden okumak.
24 - Son oturuşta Tahiyyât'dan sonra Salâvat ve diğer namaz duâlarını okumak.
25 - Gayr-i müekkede sünnetlerin (ikindi ile yatsının ilk sünnetleri) ilk oturuşunda Tahiyyât'dan sonra Salâvatları okumak. Terâvihin de her oturuşunda Tahiyyât ile beraber Salâvatlar okunur.
26 - Selâm verirken yüzünü önce sağa, sonra da sola çevirerek selâm vermek.
Yalnız kılan selâm verirken Kirâmen Kâtibîn meleklerini düşünür, cemaatle kılan ise melekleri, cemaati ve imamı düşünür, böylece onlara selâm vermiş olur.
27 - Cemaatle namaz kılarken bir veya daha fazla rek'ata yetişememiş kimsenin yetişemediği rek'atları tamamlamak için, imamın sola da selâm vermesini beklemesi.
28 - Önü açık bir yerde namaz kılındığında sütre edinilmesi de sünnettir.
29 - İlk ve son oturuşlarda Tahiyyât okunurken lâ ilâhe denince sağ elin şehâdet parmağını kaldırıp, illâllah derken de indirilmesi sünnettir.
Bunu yaparken de baş parmak ile orta parmak halka edilmeli; diğer iki parmak da içe bükülmelidir. Bir çok kimseler bu sünneti yapamazlar. Bu yüzden terki daha uygun bulunmuştur.
30 - Son oturuşta salâvatlardan sonra ve selâmdan önce dua edilmesi de sünnettir. Bu dua, Kur'an'daki duâ âyetlerinden biriyle yapılmalı veya bunlara benzer bir dua olmalıdır. Kullardan istenebilecek şeyler hakkında namazda dua edilmesi (meselâ, "Ya rabbi! Bana şu kadar para ver" denilmesi) câiz görülmemektedir.
Namazların sonunda mu'tâd olan Rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe'n-nâr.
Rabbenağfirlî ve li-vâlideyye ve li'l-mü'minîne yevme yekûmü'l-hısâb ayetlerinin okunmasıdır.
31 - Namazın sonunda sağa ve sola Esselâmü aleyküm ve rahmetullah diye selâm vermek. İmam selâmında, tüm cemaati ve hafaza meleklerini niyet etmelidir. Muktedî, selâmında, cemaatle beraber imamı da niyete almalıdır. Kendi başına namaz kılan ise, selâmında melekleri niyet etmelidir.
* Sübhâneke:
Sübhânekellâhümme ve bihamdik ve tebârekesmük ve teâlâ ceddük (ve celle senâük) ve lâ ilâhe ğayrük.
Allahım, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Sana hamd ederim. Senin ismin mübârek, saltanat ve azametin yücedir. Senden başka ilâh yoktur.
* Salâvatlar:
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrahiyme ve alâ âli İbrâhim. İnneke hamidün mecid.
Allahümme bârik alâ Muhammedi ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ brâhime ve alâ âli İbrâhîm inneke hamîdün mecîd.
Namazda Sütre Edinmek
Sütre, önü açık bir yerde namaz kılan kimsenin gelip geçene siper olmak üzere ön tarafına koyduğu şeydir.
Sütre, en az bir arşın (70 cm. kadar) bir yükseklikte olmalıdır. Namaza durmuşsa, sütre kullanması sünnettir. Sütre edinilen şey bir sütun, bir ağaç veya yere dikilmiş bir değnek, sandalye v.s. gibi yüksekliği olan herhangi bir şey olabilir. Hadîs-i şerîf'te bir ok ile de olsa sütre yapılması emredilmiştir.
Yer sert olup değneği dikmek mümkün değilse, uzunluğuna bırakılır. Sütre olarak kullanacak hiçbir şey bulunamadığı takdirde ise, namaz kılan kimse, önüne, uzunlamasına bir çizgi çizer. Hilâl gibi kavisli de çizilebilir. Maksad onun arkasında olan şeylere bakıp da kalbini meşgul etmemektir.
Yere serilen seccade, yere çizilmiş olan çizgiden daha fazla önünden geçmeğe mâni olduğu için, sütre yerine de geçer. İbn-i Âbidîn, önüne elbise veya kitabını koymayı da kâfi görür. Sütreyi dikmek, yatık koymaktan; yatık koymak da çizgiden evlâdır.
Erkek kısmı önünden geçeni ikaz için okurken sesini yükseltebilir. Sadece Sübhânallah da diyebilir.
Namaz kılanın önünden geçilmesi, onun namazına zarar vermez. Ancak geçen kimse günahkâr olmuş olur.
Cemaatle kılınan namazlarda, yalnız imamın önünde sütrenin bulunması kâfidir.
Namazın Âdâbı
Sünnetlerin dışında, namazın edeblerine de riâyet etmek gerekir. Zira âdâbını yerine getirmemek namazı bozmasa da, sevab ve fazîletini azaltır.
Namazın belli başlı edebleri şunlardır:
1 - Namazda, bedenen ve rûhen huzur, sükûnet ve haşyet içinde bulunmak.
Şuurlu bir Müslüman, namazın ne büyük bir ibâdet olduğunu bilir, namaz sâyesinde Hâlik-ı Zülcelâlinin mânevî huzurunda olduğunu anlar, O'nun her an kendisini görüp bildiğini düşünerek mütevâzi bir vaziyet alır. Kalbini mümkün mertebe bâtıl ve kötü düşüncelerden, mâsivâdan, dünyevî alâkalardan korumaya çalışır. Bunun içindir ki "Namazın kemâli, ancak kalb huzuruyladır" buyurulmuştur.
Namazda böyle huşû' ve huzûr içinde bulunan bir mü'minin, ebedî saadete ve kurtuluşa ereceği, Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde müjdelenmiştir:
"Mü'minler felâh bulmuştur, ki onlar, namazlarında haşyet içinde bulunurlar." (el-Mü'minûn, 1,2).
Zeyne'l-âbidîn Hazretlerinin ev iyanıyordu. Bağırışanların çığlıkları ise mahalleyi altüst ediyordu. Fakat Zeyne'l-âbidîn'de hareket yoktu. Yangını söndürdükten sonra içeriye girenler onu namazda buldular. Selâm verip de namazı bitirince hayretle sordular:
- Evin bir köşesi tutuştu, yanıyordun, feryadlarımızı duymadın mı?
O da şöyle cevab verdi:
- Duydum duymasına da, öteki tarafın ateşi, bu ateşin heyecanını bastırdı. Onun için mühimsemedim...
Ashab-ı Kirâm'dan Said bin Hayseme'nin atını çalıyorlardı. Görenler atın çalındığını bağırarak duyurdular. Ama Said bin Hayseme'de bir hareket yoktu. Ona:
- Neden atının peşinden gitmedin, dediler.
Şöyle karşılık verdi:
- Namazdaki hazzım ve zevkım, bana atımdan çok daha değerli geldi de ondan...
Evet mâneviyat büyüklerinin ve şuurlu dindarların namazları böyledir.
Burada şu mühim hususa da temas edelim:
İnsan "benim namazım nerede, şu mâneviyat büyüklerinin kıldıkları namaz nerede? Benim kıldığım namazlarda feyiz ve hayır yok," gibi bir hisse kapılmamalıdır. Zira, bizim gibi âmilerin namazının da -şuûrumuz taallûk etmese bile- büyük bir velinin ibâdeti gibi, namazın bu yüksek feyiz ve nuranî hakikatinden bir hissesi vardır. Ancak kişilerin ruhî tekâmül ve kalbî saffet derecelerine göre, o feyiz ve nûrun inkişâfı farklı olur. Bir çekirdekten ağaca kadar nasıl pek çok mertebe ve inkişaflar varsa, öyle de kılınan namazlarda da ondan daha fazla
dereceler ve mertebeler bulunabilir. Fakat en alttan, en üst mertebeye kadar her mertebede namazdaki nuranî hakikatın ve yüksek kemâlâtın esası mevcuttur. Tıpkı çekirdekte ağacın esası mevcut olduğu gibi... Onun için üzüntüye ve ümidsizliğe kapılmaya hiç gerek yoktur. Bununla beraber,ruhen daha fazla inkişâf etmeye, kılınan namazlardan daha çok feyiz ve huzûr almaya çalışmak da lâzımdır.
Namazda huşû ve huzûr içinde olmak kadar, şuurlu olmak da mühimdir. Bu yüzden uykulu
vaziyette namaz kılmayı Peygamber Efendimiz hoş karşılamamıştır. Bu hususta şöyle buyurur:
"Birinize namazda uyku gelirse uykusu geçene kadar uyusun. Zira uykulu uykulu namaz kılarsa, tevbe edeceği yerde bilmeden sövmüş olabilir."
"Biriniz namazda uyuklarsa, okuduğunu iyice bilinceye kadar uyusun."
Resûlüllah Efendimiz uykulu halde namaz kılmayı hoş karşılamadığı gibi, yorulmuş, usanmış halde namaz kılmayı da hoş görmemiştir.
2 - Üste giyilmiş elbiseyi önü açık bulundurmamak, varsa düğmelerini iliklemek.
Normal olarak insanlar arasına çıkılamayacak elbiselerle namaza durmamalıdır. Namazda giyilen elbiselerin kirli olmamasına dikkat etmelidir.
İşçi kimseler iş elbisesiyle namaz kılabilirler. Yeter ki elbise kirli paslı olmasın.
3 - Namaz kılarken kıyamda, secde yerine; rükû'da ayakların üzerine; secdede burnun ucuna; oturuşlarda kucağa ve selâmda da sağ ve sol omuz başlarına bakılmalıdır.
4 - Namazda iken öksürük ve geğirme gibi davranışları mümkün mertebe gidermeye çalışmalıdır.
5 - Namazda esnerken ağzını tutmak da âdâbdandır. Ağzını tutmak, dişleri dudakları arasında sıkmakla olur. Bu şekilde esnemeyi engellemek mümkün değilse kıyamda sağ elin tersini, sair rükünlerde de sol elini ağzına kor. Esnemeyi gizlemeğe çalışır. Hadîs-i şerîfte: "Cenâb-ı Hak aksırmayı sever, esnemeyi ise kerih görür. Esneyen kimse elinden geldiğince ona mâni olmaya çalışsın, hah hah diye ses çıkarmasın." Diğer bir rivayette de: "Elini ağzına koysun" buyurulmuştur.
6 - Rükû' ve secdede okunan tesbihleri, tek başına namaz kılan kimsenin 3'ten fazla söylemesi.
7 - Kâmet getirilirken hayye ale'l-felâh denilince imam ile birlikte ayağa kalkmak. İmam-ı Züfer'e göre, hayye ale's-salâh'da ayağa kalkılır.
8 - İmamın, kad kâmeti's-salâh denirken namaza başlaması. İmam bu hareketiyle müezzini tasdik etmiş olur. Bununla beraber kâmet bittikten sonra namaza durmakta da, bir beis yoktur. İmam Ebû Yûsuf ile diğer üç mezheb imamına göre, böylesi daha muvafıktır.
9 - Bir namazdan sonra öbürünü beklemek, kollamak.
10 - Namazdan sonra tesbihlere, cemaatle yapılan duaya devam etmek, bunları terketmemek.
11 - Her namazdan sonra Kur'ân-ı Kerîm okumak.
12 - Evde, işyerinde namazı kolayca edâ edecek tedbirleri önceden almak.
Namazın Mekruhları
Namazın vâciblerinden herhangi birini bilerek yapmamak, tahrîmen (harama yakın) bir mekruhtur. Sünnet veyahut âdâbından birini yapmamak mekruh ise de, harama yakın değildir.
Bu genel kaideden sonra, namazın belli başlı mekruhlarını görelim:
1 - Namazda bedeni ve elbisesiyle oynamak. Serinlemek maksadıyla eliyle yelpazelenmek.
Namazın kemâli, ruhen ve bedenen huşû' ve sükûnet bulmak ve dünyevî işlerden kalben alâkayı kesmek ile olduğundan bu gibi işler mekruh görülmüştür. Hadîs-i şerîf'te de: "Allah Teâlâ sizin namazda oynamanızı hoş görmez" buyurulmuştur.
2 - Abdesti sıkışık bir vaziyette veya iştah çekici bir yemek sofraya konmuş iken namaza durmak... Bunlar da, namazda kalb ve zihni meşgul ederek huzura engel olduklarından mekruh sayılmışlardır.
3 - Namazda parmak çıtlatmak veya parmakları birbirine geçirmek (teşbik).
İbn-i Âbidin'in beyanına göre, parmak çıtlatmak namazın haricinde de mekruhtur. Teşbik ise, ancak mafsallara masaj için yapılıyorsa mekruh olmaz.
4 - Namazda iken esnemek, gerinmek, eli böğrüne koymak.
5 - Göğsünü kıbleden çevirmeden boynunu döndürüp bir yere bakmak. Göğsü kıbleden döndürmek ise namazı bozar.
6 - Kollarını yere sermek. Kadınların sermesi mekruh değildir.
7 - İşâretle selâm almak.
8 - Secdeye varırken elbisesini önden veya arkadan eliyle tutup kaldırmak.
9 - Ceket ve paltosunu giymeyip omuzuna veya başına alarak namaz kılmak. Bu, kibir ve namaza önem vermemek gibi duygularla olursa, mekruhtur. Bir özürden dolayı olursa mekruh sayılmaz.
10 - Kılıksız bir halde, kirli iş elbisesi içinde veya başkasının yanına çıkamayacağı bir kıyafetle namaza durmak. Hz. Ömer (ra) kirden sakınılmayan hizmet elbisesi ile namaz kılmakta olan bir kimseyi görünce ona hitaben: "Seni bâzı kimselere göndersem bu elbise ile gider misin?" diye sormuş; o da, "Hayır" deyince: "Cenâb-ı Hak, kendisi için süslenilmeğe en lâyık olandır" buyurmuştur.
Namazda müstehab olan mu'tad elbisedir. Yani başkasının yanına da giyilerek çıkılabilen elbisedir. Gecelik ve pijamalar, evde giyilen mu'tad elbiseler olduğuna göre, onunla namaz câiz olur. Fakat evlâ olan pijama ve geceliklerle namaz kılmamaktır. Çünkü temiz olmama ihtimali mevcuttur.
11 - Kısa kollu elbise ile namaza durmak. Kolları dirseklere kadar sıvalı, lâubali bir vaziyette namaza durmak da mekruhtur.
12 - Kırâeti tam bitirmeden rükû'a eğilmek.
13 - İkinci rek'atta, ilk rek'atta okuduğu sûre ve âyetin üstündeki sûre ve âyeti okumak.
14 - Birinci ve ikinci rek'atta okuduğu iki sûre arasını, sadece bir sûre ile ayırmak. Meselâ birinci rek'atta Fîl sûresini, ikinci rek'atte de Mâûn sûresini okumak gibi. Arada Îlâf sûresi atlanmıştır.
Kerahetten kurtulmak için, arada en az iki sûre bırakmalıdır.
15 - Her namazın ikinci rek'ati birinciden, dördüncü rek'ati de üçüncüden uzun olmamalıdır.
16 - İki rek'atta da aynı sûreyi tekrar etmek. Eğer ezberinde başka sûre yoksa mekruh olmaz.
Nafile namazlarda tekrarda bir kerahet yoktur.
17 - Bilerek aynı sûrede bir veya birkaç âyet atlamak.
18 - Namazda gözlerini yummak veya göğe dikmek. Namazda secde yerine bakmak âdâbdandır. Gözleri yummak, bu edebi terk etmektir. Ancak huşûu giderici ve dikkati dağıtıcı bir şey'i görmemek için göz yumulması bakmaktan evlâdır.
19 - Vücudundan kıl koparmak gibi namaza uygun düşmeyen bir amel-i kalîlde bulunmak.
20 - Namazda kaşınmak, terini silmek. Kaşınmadığı ve terini silmediği takdirde aşırı rahatsızlıktan zihni meşgul olacaksa, câiz olur. Bir rek'atta üç kere üstüste kaşınmak ise amel-i kesîr sayılacağı için, namazı bozar.
21 - Canlı bir şey'in resmi üzerine secde etmek.
22 - Üzerinde canlı resimleri bulunan elbise giymek, başının üstünde, arkasında, önünde, yan taraflarında veya karşısında canlı resimleri olmak.
Eğer resim, ayakta duran için çok dikkat etmedikçe farkedilmeyecek derecede küçük olursa, yahut büyük olmakla beraber yaşamayacak şekilde başı kesik veya âzası noksan olursa câiz olur. Fakat yine de bunları kıble tarafına asmamaya dikkat etmelidir.
23 - Bir özür yokken, secdede yalnız alnı yere koyup burnu koymamak.
24 - İşlek yol üzerinde, mezar üstünde, hamamda, gübrelikte, pisliğe yakın bir yerde namaz kılmak.
25 - Camide ön safta açık yer varken ilerlemeyip arkada namaza durmak.
26 - Kor hâlindeki ateşe karşı namaz kılmak. Mum, kandil, lâmba karşısında namaz kılmakta bir kerahet yoktur.
27 - Tenbellik eseri yanında takke taşımayı bir külfet sayarak veya başını örtmeyi ehemmiyetsiz görerek başı açık namaz kılmak. Halbuki namazda başın örtülü olması sünnettir. Hattâ, secde esnasında baştan düşen takkeyi amel-i kesîr işlemeden (meselâ tek el ile) yerden alıp başa örtmeyi bâzıları efdal görmüşlerdir. Bir özürden dolayı başın açık bulunmasında ise kerahet yoktur.
Bir de, tezellül ve huşû' maksadıyla başı açık bırakmakta bir beis yoktur, diyenler de vardır.
* Namazda takkenin üzerine sarık sarmak sünnettir. Allah Resûlü: "Sarıklı kılınan namaz, sarıksız kılınan namazdan 70 defa daha hayırlıdır" (Tâc) buyurmuştur. Bâzı âlimlere göre, başı takke ile örtmek de sarık yerini tutabilir.
28 - Âyetleri, rükû' ve secdelerde okunan tesbihleri el ile saymak.
29 - Uyuyan insanlara ve insanın yüzüne karşı da namaz kılma mekruhtur. Arkası dönük kimseye karşı namaz kılmakta hiçbir mahzur yoktur.
30 - Önünden insan geçeceği tahmin edilen yerde, namaz kılarken önüne sütre koymamak da mekruhtur.
31 - Farz namazlarda özürsüz bir şey'e dayanmak ve sağa-sola sallanmak da mekruhtur.
32 - Secdeye giderken özürsüz olarak ellerini dizlerinden önce yere koymak; kalkarken de dizleri ellerden önce kaldırmak veya ellerine abanarak kalkmak.
33 - Rükû'da iken başı sırt ile beraber olarak düz tutmayıp yukarı dikmek ve aşağı eğmek.
34 - Besmele'yi ve Âmin'i açıktan söylemek.
35 - Rükû ve secde tesbihlerini 3'den az yapmak.
36 - Zaruret yokken sırtına veya kucağına çocuk alarak namaza durmak.
37 - Zaruret yokken erkeğin ipek elbise ile namaz kılması. İpek seccade üzerinde ise namaz kılınabilir. Çünkü erkek için haram olan ipek giymektir. Kullanmak ise câizdir.
Namazda Mekruh Olmayan Şeyler
1 - Mushaf'a, yanan muma, kandile, fenere karşı namaz kılmak mekruh değildir.
2 - Üzerinde canlı sûreti bulunan bir yaygıya -eğer sûret ayak altında kalıyorsa- secde etmek mekruh değildir.
3 - Namazda yılan, akrep öldürmek mekruh olmaz. Ancak bu öldürüş amel-i kesîri gerektirir veya göğsü kıbleden çevirirse, namaz o zaman bozulur.
4 - Namaz kılanın önünde arkası dönük adam olması da mekruh değildir.
5 - Yüzünü çevirmeden göz ucuyla bakmakta bir beis yoktur. Evlâ olansa, onu da terketmektir.
6 - Yer secde edilemiyecek halde ise, yatak üzerinde de namaz kılınabilir.
7 - Secdede alına yapışan çer çöp ve tozu, insanı rahatsız ve zihnen meşgul ederse, ter siler gibi silivermek de mekruh değildir.
Namazı Bozan Şeyler
Namazı bozan belli başlı hususlar şunlardır:
1 - Namazda konuşmak.
İster yanılarak olsun, ister unutarak, isterse uyuklayarak, az veya çok her türlü konuşma namazı bozar.
2 - Namazda bir şey yeyip içmek.
Namazda iken ağza hariçten susam tanesi kadar küçük bir şey bile alınıp yutulsa namaz bozulur. Dişler arasında kalmış nohut büyüklüğündeki bir yemek artığını yutmak da namazı bozar. Ayrıca (sakız gibi) ağza bir şey alıp yutmadan gevelemek ve çiğnemek de, namazı bozucu bir haldir. Namazdan önce yenen tatlının tadının boğazda hissedilmesinde ise bir beis yoktur.
3 - Kendi işiteceği kadar gülmek.
Yanındakiler işitecek kadar gülmek, namazla birlikte abdesti de bozar. Tebessümün ise, ne namaza, ne de abdeste bir zararı yoktur.
4 - Kıbleden göğsünü çevirmek.
5 - Namazda iken selâm vermek ve selâm almak. İsterse yanılarak yapılmış olsun...
6 - Namazda iken, dıştan bakana kesinlikle namazda olmadığı intibaını verecek şekilde bir işle meşgul olmak. Meselâ, tarakla saçını taramak gibi. Buna fıkıhta amel-i kesîr denir ki, mânası çok iş, namaza mâni olan iş demektir. Dıştan bakınca namaz kılıp kılmadığında şüphe uyandıran, insana kesin bir kanaat vermiyen hareketler ise, namazı bozmaz. Bu hareketlere de amel-i kalîl, yani az iş, namaza mâni olmayan iş denir.
7 - Dünyaya ait bir işi hatırlayarak sesli ağlamak veya ağrı veya sızıdan dolayı ve bezginlikle, ah of deyip inlemek. Ağlamak, cennet ve cehennemi hatırlamak sebebiyle meydana gelmişse huşû'dan ileri geldiği için namazı bozmaz. Hadîs-i şerîfte: "Cenâb-ı Hakk'a, ağlıyarak itâat eden, gülerek cennete dahil olur ve gülerek günah işleyen, ağlayarak cehenneme girer" buyurulmuştur.
8 - Öksürüğü yok iken, zorla öksürmeğe çalışmak, boğazını hırıldatmak.
9 - Mum, lâmba gibi bir şey'i üflemek.
10 - Aksırana yerhamükellah demek.
11 - Birine bir cevab vermek maksadıyla bir âyet okumak.
12 - Kötü haber işittiğinde innâ lillâh, iyi haberde ise elhamdü lillâh demek.
Bütün bunlar, namazda mâsivadan ve dış âlemden alâkayı kesmeye zıd olan şeylerdir.
13 - Teyemmüm almış kimsenin namazda iken suyu görmesi.
14 - Sabah namazını kılarken güneşin doğması.
Bâzılarına göre güneş doğarken kılınan namaz bozulmaz, nâfile namaza döner. Sabah namazı ise kazaya kalmış olur.
* Şâfiî'ye göre, güneş doğarken kılınmakta olan sabah namazı sahihtir, fâsid olmaz.
15 - Mest üzerine yapılan meshin müddeti, namazda iken bitmesi.
16 - Âyeti yanlış okuyarak mânâsını bozmak.
17 - Erkekle kadının yanyana bir hizada namaza durmaları.
Bunun namazı bozması için, erkekle kadının kıldıkları namazın müşterek olması şarttır. Bu müştereklik de, ya ikisinin de aynı imama uyması veya kadının, hizasında durduğu erkeğe uyması şeklinde olur.
Bu sebeble, camilerde erkekle kadın namaz kılarken kadınlar arkadaki saflara dururlar, erkeklerin önünde veya hizasında bulunmazlar.
Namazda kadın erkeğin önüne veya yanına durursa, sadece erkeğin namazı bozulur. Kadın, hizasına durduğu erkeğe uymuşsa o takdirde ikisinin de namazları bozulur.
Kadın ve erkek ayrı ayrı kendi başlarına namaz kılıyorlarsa, aynı hizada olmalarının veya kadının önde olmasının namaza hiçbir mâniliği yoktur.
18 - Namazda zamm-ı sûreyi Mushaf'a bakarak okumak.
19 - İmama uymuş bir kimsenin namazın bir rüknünü imamdan önce yapması. Meselâ, imamdan evvel rükû'a gidip ondan önce rükû'dan kalkması.
20 - Ümmî ve özürlü kimseleri imam yapmak.
21 - Namazda abdesti bozulmak.
22 - Namazda iken bayılmak.
23 - Namaz içinde bulunan bir erkeğin namazı, kendisini hanımının öpmesi veya okşaması ile, şehveti galeyana gelmedikçe, bozulmaz. Fakat kadının namazı, kocasının şehvetle okşaması ve şehvetli şehvetsiz öpmesi ile bozulur.
24 - Kalbe ihtiyarsız gelen vesveseler, kuruntular, çirkin hayaller de namazı bozmaz.
25 - Bir kimse namazda vücudunu bir kere veya üstüste iki kere veya başka başka rek'atlarda birer veya ikişer kere kaşısa, namazı bozulmaz. Fakat bir rek'at içinde birbiri ardınca üç kere kaşıyacak olsa, namaz bozulur.
26 - Namaz kılanın secde yerinden bir kimsenin geçmesi ile namaz bozulmaz. Ancak geçen kimse günahkâr olur. Namaz kılanın önünden geçmenin günah olduğu yer, büyük câmilerde ve açık arazilerde namaz kılanın, ayaklarından itibaren secde ettiği yere kadar olan kısımdır. Küçük camilerde namaz kılanla onun önünden geçen arasında, direk, insan gibi bir engel bulunmazsa, namaz kılanın önünden nereden geçilirse mekruh olur. Esasen namaz kılan kimsenin, önünden geçilme ihtimali varsa, bir sütre edinmesi sünnettir.
* İmam kırâette yanılırsa veya takılırsa ona hatırlatmak (feth-i kırâet) câizdir. Resûl-i Ekrem (asm) bir namaz sırasında Mü'minûn sûresini okurlarken bir kelimeyi geçmişlerdi. Namazdan sonra: "İçinizde Übey yok muydu?" diye Übey bin Kâ'b'ı sormuşlardı. Übey ashabın hıfzı ve kırâeti en kuvvetli olanıydı. Übey orada olduğunu ifade edince, Resûlüllah efendimiz: "Bana feth etmeli (hatırlatmalı) değil miydin?" buyurmuşlardı..
BENZER SORULAR
- Şafi mezhebine göre küsf(güneş tutulması) ve hüsuf(ay tutulması) namazı ile ilgili hükümler nelerdir?
- Cemaate imamlık yapacak kişide olması gereken özellikler nelerdir?
- Revâtip Namazları
- NAMAZIN SÜNNETLERİ
- Cemaatle namaz kılmak / kıldırmak için imamda bulunması gereken vasıflar nelerdir?
- Namaz Nasıl Kılınır?
- İmamın Arkasında Namaz Kılanların Riayet Etmesi Gereken Hususlar Nelerdir?
- Şafi mezhebine göre farz namazların kazası ile ilgili hükümler nelerdir?
- Namaz farz, vacip ve sünnetlerine bağlı kalınarak nasıl kılınır? Bütün namazların baştan sona nasıl kılınacağını açıklamalı olarak öğrenebilir miyim?
- KÜSUF VE HUSÛF NAMAZI