Şafi mezhebine göre farz namazların kazası ile ilgili hükümler nelerdir?

İçindekiler

 

Detaylara girmeden önce konuyla ilgili bazı terimlerin bilinmesine ihtiyaç olduğundan, bu konuda kullanacağımız bazı terimleri açıklamamız gerekmek­tedir. Şöyle ki:

Eda. Vecibenin, belirlenen vaktinde yerine getirilmesidir. Şu halde bir ki­şi, namazın bir rek'atını vakti içinde kılarsa, kalan kısmını vakti çıktıktan son­ra tamamlasa bile o namazı eda etmiş sayılır.

 

Hanefî mezhebine göre vakit içinde iftitah tekbirini alan kişi, namazın ka­lan kısmını vakit çıktıktan sonra tamamlar ise o namazı eda etmiş sayılır.

 

İade. Fesattan başka bir kusur nedeniyle vakit içindeyken vecibenin mis­linin ifa edilmesidir.

 

Hanefî mezhebine göre hükmü tahrîmen mekruhtuk içeren bir kusurla sa­katlanmış olsa da eda edilen her namazın vakit içinde de vakit dışında da ia­de edilmesi gerekir.

 

Kaza. Vecibenin vakti çıktıktan sonra ifa edilmesi ya da namazın, vakti çıktıktan sonra kılınmasıdır.

Namaz kılmakla yükümlü olan kişilerin, farz namazlarını belli vakitlerinde kılmaları vaciptir. Dinen geçerli mazereti olmayan kişinin, namazı vaktinde kıl­maması büyük günahtır. Dinen geçerli bir mazereti olan kişi namazı vaktinde kılamadığı için günahkâr olmaz. Kişinin karşılaştığı mazeretlerin bazısı nama­zı direkt olarak düşürürken bazısı vaktinin dışına çıkarılmasını mubah kılar.

Yüce Allah, farz namazların vakitli olduklarını beyan buyurmakla, bu fari­zanın zamanında eda edilmesinin gerekliliğini şöyle belirtir: "Namaz, mümin­lere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır." (Nisa 4/103.)

 

Şu halde namazı mazeretsiz olarak vaktinde kılmama günahından kurtul­mak için kaza edilmesinin yanı sıra, böyle bir günahı bir daha işlememeye söz vererek tövbe etmek de gerekir. Mazereti nedeniyle namazı vaktinde kılamayan kişinin, mazereti ortadan kalktıktan sonra bu namazını kaza etmesi gerekir.

 

Namazı direkt olarak düşüren mazeretler

Özel hallerindeki kadınların namazları direkt olarak düşer. Deliren veya bayılan kimseler de aynı hükme tabidirler. Yani bunlar, bu hallerinde kılama­dıkları namazlarını, bu mazeretleri ortadan kalktıktan sonra kaza etmezler. Meseleyi daha geniş bir şekilde ele alacak olursak şöyle dememiz gerekecek­tir. Delirme hali tam bir namaz vakti devam eder ve bu delirmede deliren kişi­nin bir etkisi yoksa, arada kılamamış olduğu namazları kaza etmesi gerek­mez. Aksi halde kaza etmesi gerekir.

Kendi fiilinin bir sonucu olmaksızın sarhoş olan veya bayılan kimseler de bu bakımdan deli hükmündedirler.Delirme veya âdet görme gibi bir mazeret, namaz vaktinin başlangıcın­dan itibaren acelece temizlenip namaz kılacak kadar bir zaman geçtikten son­ra meydana gelmişse, mazeretin ortadan kalkmasından sonra bu vaktin na­mazını kaza etmek vacip olur.

 

Mazeretin kalkması anında vaktin geri kalanında iftitah tekbiri alacak ka­dar veya daha fazla bir zaman kalmışsa, bu vaktin namazının ve bununla bir­likte cem' edilerek kılınabilen önceki vaktin namazının kaza edilmesi vacip olur. İkindiyle birlikte öğle namazı gibi. Tabii bunun için de mazeretin ortadan kalkmasının peşi sıra gelen zamanın, .bdest alıp eda edilen namazdan ayrı olarak abdest alıp iki namazı kılmaya yetecek kadar olması da şarttır.Bu anlatılanlar, kişinin abdest alarak temizlenmesiyle ilgili hükümlerdir. Teyemmüm ile temizlenmesi durumuna gelince, bu kişinin iki teyemmüm ve iki namaz kılmasına yetecek kadar zamanın olması şarttır. Aksi takdirde ken­disine sadece bir namaz farz olur. Önceki vaktin namazını kılması farz olmaz. Dinden çıkan kişinin dinden çıkması esnası ile tekrar dine dönünceye kadar geçen süre boyunca kılmadığı namazları üzerinden kalkmaz. Tekrar İslâm'a döndüğü takdirde o namazları kaza etmesi gerekir.

 

Namazı vakti dışına çıkarmayı mubah kılan mazeretler

Namazı vakti dışına çıkarmayı mubah kılan mazeretler, iki namazı cem' ederek kılma bahsinde anlatıldı. Onlara ek olarak uyku, unutkanlık ve hayatî tehlike arzeden durumlar da dinen geçerli mazeretlerdir. Ancak unutkanlık, bir kusurdan olmadığı takdirde namazı vakti dışına çıkarma hususunda bir mazeret sayılabilir. Ama oyun ve eğlenceye dalma gibi bir meşguliyetten ötürü

unutup namazı geciktiren kişi, mazeretli sayılmaz; geciktirdiğinden dolayı gü­nahkâr olur.

 

Namazları kaza etmenin hükmü

Farz namazlar eğer bir mazeret dolayısıyla kazaya bırakılmışlarsa, fırsat doğunca acilen kaza edilmeleri mendup, tehirli olarak kaza edilmeleri ise va­ciptir. Ama mazeret olmaksızın kazaya bırakılmışlarsa, fırsat doğunca acilen kaza edilmeleri vaciptir. Şafiî mezhebi dışındaki diğer mezheplere göre farz namazlar ister mazeret dolayısıyla ister mazeretsiz olarak kazaya bırakılmış olsun, fırsat doğunca acilen kaza edilmeleri vacip olur.

 

Vaktinde kılınmayan farz namaz, yükümlünün zimmetinde kalır. Bu zim­metten kurtulmak için bir an önce kaza edilmesi gerekir. Bununla ilgili olarak sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Biriniz uyuyakalır veya dal­gınlığa kapılır da bir namazı vaktinde kılamazsa, hatırladığında o namazı kıl­sın. Doğrusu güç ve heybet sahibi Allah şöyle buyuruyor: (Müslim. Mesâcid, 56.)

'Beni anmak için namaz kıl!'." (Tâhâ 20/14)

 

Uykuda kalarak veya unutarak vaktinde kılınamayan farz namazları kaza etmek vacip olduğuna göre, kasıtlı olarak vaktinde kılınmayan namazları ka­za etmek öncelikle vacip olur.Vaktinde kılınmayan namazları kaza etme hükmünden şu durumlar istis­na edilmiştir:

1. Kazaya kalmış olan namazı, cuma hutbesi esnasında hatırlanması du­rumunda acilen değil, cuma namazı kılındıktan sonra kaza edilmelidir.

2.  Özürsüz olarak kazaya kalmış olan namaz, henüz kılınmamış olan bir namazın vaktinin sonunda hatırlanır da bu vaktin sonunda, mezkûr kaza na­mazını ve vakit namazının bir rek'atını kılmaya yetecek kadar bir zaman kal­mamış ise, bu durumda öncelikle o vaktin namazı eda edilir. Daha sonra da kaza namazı kılınır.

3. Vakit namazına başladıktan sonra, üzerinde kaza namazı bulunduğu­nu hatırlayan kişi, başlamış olduğu namazı tamamlar. Ondan sonra kaza na­mazını kılar. Vaktin dar veya geniş olması bu hükmü değiştirmez.Geçim sağlamak için çalışmak, yemek yemek, uyumak, farz-ı ayın olan ilmî tahsil etmek gibi mazeretler dışında kaza namazlarını geciktirmek caiz ol­maz.Zimmetinde acilen kılınması gereken bir kaza namazı bulunan kişinin, bu namazı kaza etmeden nafile namazlarla meşgul olması haramdır. Bu nafile­lerin, farz namazlara bağlı sünnetler (revatib) olması veya diğer sünnet ya da mendup namazlar olması bu hükmü değiştirmez. Bu kişi, zimmetinde kaza namazları kalmadıktan sonra nafile kılabilir.

 

Hanefî mezhebine göre zimmetinde kaza namazı bulunan kimseler nafi­le namaz kılabilirler.

 

Kazâ namazlarının kılınış şekli

Bir kişi herhangi bir farz namazı vaktinde kılamayıp kazaya bırakırsa, ka­zâ ederken kazâ ettiği yeri ve zamanı göz önünde bulundurarak kılar. Yani se­fer? bir kişi dört rek'atlı namazlardan birini kazaya bırakacak olur ve bunu se­ferdeyken kazâ ederse iki, mukim iken kazâ ederse dört rek'at olarak kılar. Çünkü asıl olan dört rek'attır. Mukim iken asıl olana dönmek gerekir. Mukirr bir kişi dört rek'atlı namazlardan birini kazaya bırakır ve bunu kazâ ederse dört rek'at olarak kılar. Kazâ ederken mukim veya seferi olması bu hükmü de ğiştirmez. (Cezîrî, Mezâhib, 1/492.)

 

Hanefî mezhebine göre mukim iken kazaya kalan dört rek'atlık bir na maz, seferîlikte de ikamette de dört rek'at olarak kılınır. Seferîiken kazaya ka lan dört rek'atlı bir namaz, seferîlikte de ikamette de iki rek'at olarak kılınır.

 

Kazâ namazı geceleyin kılınırsa kıraatin sesli yapılması, gündüzleyin ki-lınırsa sessiz yapılması sünnettir. (Zühaylî, el-Fıkhül-İslâmî, 2/1154-1155.)

 

Kazâ namazlarını kılarken tertibe uymak

Kazâ namazlarını kılarken aralarındaki tertibe uymak sünnettir. Meselâ kazaya kalmış olan sabah namazını, kazaya kalmış olan öğle namazından önce; aynı şekilde kazaya kalmış olan akşam namazını, kazaya kalmış olan yatsı namazından önce kazâ etmek sünnettir.Yine bunun gibi kazaya kalmış olan namazlarla vakti içinde eda olarak kı­lınan namazlar arasındaki tertibe de uymak sünnettir. Bu tertibe uyulmadan kılınan namazlar sahih olur ama sünnete muhalefet edilmiş olur.Şu halde az olsun çok olsun kazâ namazları arasındaki tertibe uymak sünnettir. Bunlardan biri diğerinden önceye alınırsa, mahallinden öne alınmış olan namaz sahih olur. Ancak sünnete aykırı davranıldığı gerekçesiyle iade edilmesi uygun olur.Buna göre kazaya kalan ikindi namazını kazaya kalan öğle namazından önce kazâ etmek; aynı şekilde kazaya kalan salı gününün öğle namazını, ka­zaya kalan pazartesi gününün öğle namazından önce kazâ etmek sahih olur. Ama yukarıda da ifade edildiği gibi bu durumda sünnete aykırı davranılmış olur.Kaza namazlarıyla vakit namazları arasındaki tertibe uymak da iki şartla sünnet olmaktadır:

1. Vakit namazının, zamanında kılınamayıp kaçırılmasından korkma durumu söz konusu olmamalıdır. Vakit namazının kaçırılması,belirenen vakti içinde bir rek'atının kılınamaması demektir.

2. Kaza namazları, vakit namazına başlanmadan önce hatırlanmış olmalıdır Hatırlanmayıp vakit namazına başlanırsa, artık hatırlansa da bu namazı tamamlamak gerekir.Başlanmış olan vakit namazını, vakit geniş olsa bile kaza namazlarından dolayı kesmek caiz olmaz. Vaktin müsait olduğu zannedilerek vakit namazın­dan önce kaza namazına başlanır, ancak daha sonra bu namaz tamamlandı­ğı takdirde henüz kılınmamış olan namazın vaktinin çıkacağı anlaşılırsa, kılın­makta olan kaza namazı ya kesilir ya da nafileye çevrilir. Bu iki namazdayken vakit namazına kavuşmak için selâm verilir. En faziletlisi böyle yapmaktır.Namazların cemi bahsinde de anlatıldığı gibi cem'-i takdîm şeklinde kılı­nan iki vakit namazı arasındaki tertibe uymak vacip, cem'-i te'hîr şeklinde kı­lınan iki vakit namazı arasındaki tertibe uymaksa sünnettir.

 

Hanefî mezhebine göre kaza namazları arasında ve kaza namazlarıyla vakit namazları arasındaki tertibe uymak vaciptir. Zimmetinde altı vakitten az kaza namazı bulunanların bu tertibe uymaları zorunludur.

 

Zimmetinde sayısı belirsiz kaza namazları bulunanlar

Zimmetinde (üzerinde) sayısını bilemeyecek kadar çok sayıda kaza na­mazı bulunan bir kişi, zimmetten kurtulduğuna kesin olarak kanaat getirince­ye kadar kaza namazı kılmaya devam etmelidir. Kaza namazlarını kılarken günlerini belirtmeye gerek yoktur. Kaza etmeye niyet edilen namazı sadece sabah, öğle, ikindi veya akşam namazı şeklinde belirtmek yeterlidir.

 

Hanefî mezhebine göre kaza namazlarını kılarken vakit ve zamanlarını belirtmek gerekir. Meselâ sabah namazını kaza eden kişi, "Kılamadığım ilk sabah namazını..." veya, "Kılamadığım son sabah namazını kılmaya niyet et­tim" demelidir.

 

Nafile kılmanın yasaklandığı vakitlerde kaza namazı kılınması

Kazaya kalmış namazlar, nafilelerin kılınmasının yasaklandığı vakitler dahil her vakitte kılınabilirler. Ancak özellikle kastederek bu vakitlerde kılanla­rın kıldıkları kaza namazları sahih olmaz.

Hanefî mezhebine göre kaza namazlarının üç vakitte kılınması caiz ol­maz:

1.  Güneşin doğuşu esnasında.

2.  Zeval vaktinde.

3.  Güneşin batması esnasında.

Bu vakitler dışında sabah ve ikindi namazından sonra da kaza namazı kı-lınabilir.

Hatip cuma hutbesini okurken kaza namazı kılmak caiz değildir. Hatip hutbeye başlamamış olsa bile minbere oturduktan sonra, müştemilâtıyla bir­likte her iki hutbeyi tamamlayıncaya kadar kaza namazı kılınamaz. Bu arada kılınan kaza namazları nafile olarak da gerçekleşmez.

 

Hasta kimselerin namaz kılması

Farz namazı ayakta kılamayacak derecede hasta olan kimseler, namaz­larını oturarak kılarlar. Ayakta durmaya gücü yettiği halde, ayakta duracak olursa kendisinde başka bir hastalığın meydana geleceği yahut mevcut has­talığının şiddetleneceği ya da iyileşmesinin gecikeceği kesin olan hasta kişi de namazını oturarak kılar.Örneğin kendisinde sürekli sidik akıntısı bulunan bir kişi, namazı ayakta kıldığı takdirde kendisinden sidik akacağını, oturarak kılarsa abdestinin sağ­lam kalacağını bilirse namazını oturarak kılar.Sağlıklı bir kişi namazını ayakta kıldığı takdirde bayılacağını veya başı­nın döneceğini tecrübe ya da başka bir yolla bilirse oturarak kılar. Bütün bu sayılan kişiler namazlarını rükû ve secde ile tamamlarlar.Kendisine yardımcı olan birine yaslanarak ayakta durabilecek olan bir ki­şi, eğer yardımcısına sadece her rek'atın kıyamının başlangıcında ihtiyaç du­yarsa, bu şekilde de olsa namazını ayakta kılmalıdır. Ama sadece her rek'atın kıyamının başlangıcında değil de kıyamın tamamında yaslanacağı bir yardım­cıya ihtiyaç duyarsa, namazını ayakta kılması gerekmez, oturarak kılar. Değnek veya duvar gibi şeylere yaslanarak ayakta durabilen bir kişi, kıyamın ta­mamında yaslanmaya ihtiyaç duysa bile namazını ayakta kılması gerekir.

 

İftitah tekbiri alacak kadar bir müddetle olsa bile kıyamda duracak güce sahip olan bir kişi, yapabildiği kadarıyla namazını ayakta kılmalı, sonra da oturmalıdır. Oturarak namaz kılmakta olan kişi, mümkün mertebe hiçbir şeye yaslanmamalıdır. Fakat yaslanmaksızın oturamayacaksa yaslanarak oturma­lıdır.

Oturmaktan âciz kalan kişinin, hiçbir kayda bağlı kalmaksızın yan tarafa uzanarak yüzünü ve göğsünü kıbleye çevirmesi ve namazını bu şekilde kıl­ması mümkündür. Sağ yana uzanmak, sol yana uzanmaktan daha faziletli ve sünnete uygundur. Ama bu yapılamazsa sol yana uzanmak da caiz olur.

Uzanarak namaz kılmakta olan kişi, yapabilecek durumdaysa rükû ve secdeleri tam yapmalıdır. Yapabilecek durumda değilse, bunları ima ile yeri­ne getirmelidir.Yan tarafa uzanarak da olsa namaz kılamayan kişi, namazını sırt üstü uzanarak kılar. Sırt üstü uzandığında ayaklarının tabanını kıbleye yöneltir. Yüzünü de kıbleye yöneltebilmek için, altına yastık ve benzeri şeyler koyarak başını azıcık yükseltir. Rükû ve secdeler için ima eder. Yapabildiği kadarıyla secdenin imasını, rükûun imasına nisbetle daha aşağıya doğru yapması ge­rekir. Başıyla ima yapmaktan âciz kalan kişi, kirpikleriyle ima eder. Bunu da yapamaz ise namaz rükünlerini kalbi ile eda eder.

 

Oturarak namaz kılmak

Ayakta durmaktan âciz olan kişi, namazını oturarak kılabilir. Otururken if-tiraş vaziyetinde oturması sünnettir. İftiraş, sol ayağın iç kısmı üzerine otur­maktır. Bu oturuş esnasında sağ ayak dik tutulur. Ancak iki durum bundan is­tisna edilmiştir:

1. Secde durumu. Bu durumda ayak parmaklarının alt taraflarını yere koy mak gerekir

2. Son teşehhüd. Bu durumda uyluk üzerinde oturmak (teverrük) sünnettir.

 

Hanefî mezhebine göre ayakta durmaktan âciz olduğu için oturarak na­maz kılan kişi, kıraat ve rükû esnasında dilediği şekilde oturabilir. Ama en fa­ziletlisi, tıpkı teşehhüd halindeki gibi oturmaktır. Bunu da yapmaktan âciz ise dilediği şekilde oturur.

 

Rükû ve secdeyi yapmaktan âciz olmak

Namaz kılmakta olan kişi, rükû ve secdenin her ikisini veya birini yap­maktan âciz olduğu takdirde, yapamadığı kısımları ima ederek yerine getirir. Ayakta durmaya ve secde etmeye muktedir olup sadece rükûdan âciz olan ki­şinin, iftitan tekbiri ve kıraat için ayakta durması, rükû için ima ettikten sonra secdeye varması gerekir.Sadece kıyamda durmaya muktedir olup rükû ve secdeyi yapmaktan âciz olan kişi ise, iftitan tekbirini aldıktan sonra kıraatte bulunup rükû için kıyamda iken ima eder. Bundan sonra da oturarak bu vaziyette secdesini ima ile ya­par. Rükû için oturur vaziyette ima eden ve secde için kıyamdayken ima eden kişinin namazı bâtıl olur.

 

Hanefî mezhebine göre rükû ve secde için ayakta iken ima etmek sahih olduğu gibi, oturarak da ima etmek sahih olur. Ama oturarak ima etmek daha faziletlidir.

 

Ayakta durmaya muktedir olamayan bir kişi, rükû ve secde için, oturma halinde ima eder. Secde için yapılan imanın, rükû için yapılan imaya nisbetle daha eğimli olması gerekir.Ayakta durmaya muktedir olduğu halde, oturmaya muktedir olmayan ki­şi, rükû ve secdeyi aslî şekliyle ifa etmekten âciz kalırsa, bunları kıyamda iken ima ile yapmalıdır. Ayakta durmaya muktedir olan kişinin, secde etmekten âciz kalsa bile ayakta durma yükümlülüğü düşmez. Bu takdirde secde iması­nın rükû imasına nisbetle daha eğimli olması vacip olur.

 

Hanefî mezhebine göre secdeden âciz kalan kişi, ayrıca rükû etmekten âciz kalsa da kalmasa da esah görüşe göre kıyamda durma yükümlülüğü dü­şer. Rükû ve secdeyi oturmuş vaziyette yaparak yerine getirir.

 

Namaz fiillerini sadece göz işaretiyle veya kalbi ile düşünerek ifa edebi­len kişinin bu fiilleri bu şekilde yerine getirmesi gerekir. Aklı başında olduğu sürece kişinin namaz yükümlülüğü devam eder. Göz işaretiyle kılabilen kişi­nin, namaz fiillerini kalbi ile düşünerek yerine getirmesi yeterli olmaz.

 

Hanefî mezhebine göre namazı ancak kaş-göz işareti veya kalbiyle dü­şünerek kılacak duruma gelen kişinin namaz yükümlülüğü düşer. Bu durum­dayken kılamadığı namaz sayısı beş vakitten fazla olan kişinin, iyileştikten sonra bu namazları kaza etmesi de gerekmez.

 

İma ederek namaz kılan kişinin, önüne yüksekçe bir şey koyması mek­ruhtur. Böyle yapıp da o şeyin üzerine secde ederse, ima etmiş sayılır.Hasta kişi namazdayken iyileşirse, namazına devam ederek geri kalan kısmı muktedir olabildiği şekilde tamamlar.

 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 50.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun