Evrimin sonsuz çıkmazları

ÖYLE VEYA BÖYLE, Evrimciler günümüzde gerçekten telâş içerisindedirler. Bu telâş sadece yaratılışçıların baskısından dolayı değil, aynı zamanda ve belki de daha ciddî olarak, ken­di iç uyuşmazlıklarından dolayıdır. Evrimcilerin, evrimin ge­nel kavramına her zaman kayıtsız şartsız teslim olmadıkları­nı ileri sürmelerine rağmen, evrim mekanizmasının başlıca destekçisi olan Neo-Darwinizm'in bütün yapısı, artık tama­mıyla çökmüştür. Evrimin Kederli Gözyaşları kitabının ya­yınlanmasından bu yana heyecan verici ve gürültülü yıllar geçti. Ancak bundan sonraki yıllar daha da gürültülü geçece­ğe benzemektedir.

ÖYLE VEYA BÖYLE, Evrimciler günümüzde gerçekten telâş içerisindedirler. Bu telâş sadece yaratılışçıların baskısından dolayı değil, aynı zamanda ve belki de daha ciddî olarak, ken­di iç uyuşmazlıklarından dolayıdır. Evrimcilerin, evrimin ge­nel kavramına her zaman kayıtsız şartsız teslim olmadıkları­nı ileri sürmelerine rağmen, evrim mekanizmasının başlıca destekçisi olan Neo-Darwinizm'in bütün yapısı, artık tama­mıyla çökmüştür. Evrimin Kederli Gözyaşları 1 kitabının ya­yınlanmasından bu yana heyecan verici ve gürültülü yıllar geçti. Ancak bundan sonraki yıllar daha da gürültülü geçece­ğe benzemektedir.

 

İzah edilemeyen başlangıç

SADECE türlerin orijini değil, aynı zamanda hayatın kendisi­ni de izaha yeltenen evrim fikri, daha işin başlangıcı sayılan canlı ile cansız arasındaki boşluğu dahi açıklayamamaktadır. Şartlanmış evrimciler, hayatın kökenini daima tabiatçı te­mele dayalı bir felsefe ile açıklamaya çalışmışlardır. Ancak bunların düşünceleri gerçek bir vakıaya dayanmayıp, hiçbir zaman bir inanç olmaktan öteye gidememiştir. Bir zamanlar, evrimci ilim adamları tarafından da dünya çapında kabul edi­len spontan generasyon, ya da kendiliğinden meydana gelme inancı, şimdi artık hiç kimse tarafından rağbet görmemekte­dir. Bu inancın, Lamarcksizmde olduğu gibi, karşılaştığı prob­lem, denenebilirliği idi. Nitekim Louis Pasteur tarafından dik­katle denendiği zaman, tamamen yanlış olduğu ortaya çıktı. Ancak, en azından mutaassıp evrimciler tarafından kastedilen tek şey sadece, günümüzde hayatın cansız maddelerden meydana gelmiş olması değildir. Bunlar, kendilerinden çok daha emin bir şekilde, hayatın geçmişte, şartların farklı oldu­ğu bir zamanda her nasılsa meydana gelebildiğini söylemek­te ve tecrübe edilebilir olmadığından dolayı da bu iddia reddedilememektedir.

Böylece evrimciler, bilinmeyen bir hayat şeklinin, bilinme­yen bir kaynaktan oluşan, bilinmeyen enerjilerle beslenen, bilinmeyen bileşimdeki bir atmosferle temas halinde olan, bi­linmeyen kimyevî yapıdaki bir denizde, bilinmeyen bazı hâ­diselerle meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Bu durum, bütün sistemi, denenebilirliğin çok ötesine götürmekte ve böylece Evrimciler için çok cazip hale gelmektedir. Bu senar­yo günümüzde hemen her biyoloji kitabının ayrılmaz parçası halindedir ve öğrenciye modern ilmin kesin sonuçları olarak takdim edilmektedir.

İngiltere'de Dr. John Gribbin'in son yayınladığı bir makale­sinde bu durum şöyle tenkit edilmektedir:

Dünyanın ilk atmosferinin oksijensiz olduğu, fakat oksi­jenle birleşebilen metan ve amonyak gibi hidrokarbonlarca zengin olduğu yaygın şekilde düşünülmüş ve öğretil­miştir... Bu faraziyenin arkasında yatan sebep, böyle bir atmosferin, kompleks fakat cansız hayatın başlangıcı ola­bilecek moleküllerin gelişmesi için ideal ve esas olabile­ceği inancıdır... Bu tablo, genel olarak hayalleri cezp et­miş, amonyak ve metandan oluşmuş bir atmosferle sarılı bir gezegenin, deniz ve göllerinde hayatın oluşumu hikâ­yesi, her okul öğrencisinin bildiği ilmi bir folklor haline gel­miştir. Böylece bir kuşağın "sigortalı bilimsel gerçeği" ikinci ku­şağın "bilimsel folkloru" olmuştur.2

Monitör, oksijensiz atmosfer fikrinin hızla değiştiğine dik­kati çeker ve şöyle der:

Eski oksijensiz atmosfer fikrinin terk edilmesi, birçok evrim doğmalarından birisi olup, bu doğmalar günümüz­de parçalanırcasına değiştirilmekte veya terk edilmekte­dir. Oksijensiz atmosfer fikri son zamanlarda öyle hızlı bir şekilde çürütülmüştür ki, birçok evrimcinin bu durumdan haberi bile olmamıştır. Mars ve Venüs gezegenlerinin at­mosferleri ile ilgili uzay programları ve yer kürenin içeri­sindeki volkanik gazların bileşiminden elde edilen bilgiler, konuya vâkıf ciddi ilim adamlarının oksijensiz atmosfer fikrini terk etmelerinde büyük rol oynamıştır. Her ne kadar hayatın kökeni ile ilgilenen biyologlar, indir­genmiş gazlardan ibaret atmosferden sık sık bahseder­lerse de, bu durum, son gelişmelerden haberdar olmamak kadar, bu gelişmelere şiddetle karşı koymak isteğin­den kaynaklanmaktadır... Üç gezegenin hepsinde de ilk atmosferin oksijenli bir atmosfer olduğunun ortaya çık­ması, güneşin ültraviyole ışınları ile enerjisi sağlanan ve metan/amonyak gazlarından oluşmuş bir atmosfere sa­hip yer kürede, hayatın meydana geldiğini bildiren biyolo­ji kitaplarını yeniden yazma zamanının geldiğini gösterdi.3

Clemmey de ilk atmosferin CO2 bakımından zengin oldu­ğunu belirtir:

İlk atmosferin oksijensiz atmosfer olduğunu gösterir şe­kilde takdim edilen jeolojik deliller, hem çelişkili ve hem de oldukça müphemdir. Son yapılan biyolojik ve geze­genler arası araştırmalar, CO2 bakımından zengin ve muhtemelen serbest moleküler oksijen ihtiva eden bir ilk atmosferin olduğunu destekler mahiyettedir.4

Gribbin, ilk atmosferin yapısının, Evrimcilerin ileri sürdü­ğü tarzda olmadığını ve evrim görüşünü desteklemediğini, bu düşüncenin terk edilerek, kitapların son bulgulara göre yeni­den yazılması gerektiğini nazara vermekte ve bunun büyük bir mali yük getireceğini belirtmektedir:

"Şimdi, yeniden yazılmak mecburiyetinde olan ders ki­taplarını ve hiçbir zaman mevcut olmamış bu egzotik dünya şartlan altında hayatın nasıl meydana gelmiş olabi­leceğini göstermek için plânlanan anlamsız deneylere harcanmış olan milyonlarca doları düşünün... Hepimiz bütün bu ders kitaplarını yeniden yazmak ve her okul öğrencisinin, hayatın kökenini ve dünya atmosferinin evrimi konusunda en iyi teorinin hangisi olduğunu bilme­sini sağlamak zorundayız.5

Dünün doğması, bugünün folkloru olduğundan, muhte­melen yarının devrini doldurmuş mitolojisi olacaktır. Dünya evrimleşmese bile, Evrim Teorisinin bizzat kendisi daima evrimleşmektedir.

Dünyanın ilk atmosferinin oksijensiz olduğu, fakat oksi­jenle birleşebilen
metan ve amonyak gibi hidrokarbonlarca zengin olduğu yaygın şekilde
düşünülmüş ve öğretil­miştir... Bu faraziyenin arkasında yatan sebep,
böyle bir atmosferin, kompleks fakat cansız hayatın başlangıcı ola­bilecek
moleküllerin gelişmesi için ideal ve esas olabile­ceği inancıdır...

 

 

Yeryüzünün Canlılarla Şenlendirilmesi

KÂİNATTA, yani evrende milyarlarca galaksi var. Her bir ga­laksi milyarlarca yıldızı içerisinde barındırıyor. Bu ne muhte­şem bir uzaydır ve ne harika bir düzenlemedir! Evrenin her yerinde esrarlı ve şuurlu bir tanzim ve büyüleyici bir güzellik var. Gözümüzü semadan yere indirdiğimiz zaman, son dere­ce harika güzellikler ve sırlarla örülmüş ve örtülmüş bitkiler ve hayvanlar gibi esrarengiz varlıkların etrafımızı kapladığı­nı görüyoruz.

 

Kendimizi acayip bir dünyada bulduk.
Uzay niye bu kadar esrarlıdır?
Evren nereden ortaya çıktı ve biz nereden gel­dik?
Bu evren içinde bizim yerimiz nedir?

 

Ünlü uzay bilgini Prof. Stephen Hawking gibi çevremize bakarak şöyle diyoruz:

Kendimizi acayip bir dünyada bulduk. Uzay niye bu kadar esrarlıdır? Evren nereden ortaya çıktı ve biz nereden gel­dik? Bu evren içinde bizim yerimiz nedir?

Dünya üzerinde milyonlarca canlı türü yaşamakta. Hepsi de son derece mükemmel sistemlere sahip bulunan bu canlı­lar nasıl ortaya çıktı? Bu ve benzeri sorular insanlık tarihi bo­yunca hep sorulmuş ve bunlara cevaplar aranmıştır. Özellik­le konunun içerisinde insanın kendisinin bulunuyor olması, sadece ilim adamlarını değil, geçmişini anlama konusunda herkesi alâkadar eder hâle gelmiştir.

Çevremizdeki bu ağaçlar, böcekler, çiçekler ve hayvanlar ve hatta insanlar, hep aynı şekilde mi kalmaktadır, yoksa de­vamlı bir değişiklik içerisinde midir? Değişiklik varsa, bu de­ğişikliği kim yapmaktadır?

Çevremize küçük bir dikkat, bu sorunun cevabını kolayca bulmamızı sağlayacaktır. Dünyaya gelenlerin büyümesi, farklılaşması, büyüyenlerin yaşlanması, yaşlıların dünyadan gitmesi, etrafımızdaki hiçbir şeyin kararında kalmadığını ve her an değişime tâbi tutulduğunu göstermektedir. Elma çekir­değinin açılarak fîlizlikten fidanlığa, fidanlıktan ağaç ve hat­ta meyveli ağaç safhasına ulaşması neyin ifadesidir? Bir yu­murtanın civcive dönüşmesi, onun piliç ve horoz kademeleri­ne geçişi, insanın da yumurta safhasından bebeklik, çocuk­luk, gençlik ve olgunluk devreleri, hep bu değişikliğin ürünü değil midir? Her birimizin içinden yaşayarak geçip geldiğimiz bu safhaları unutmamız mümkün mü? Dünya da birden bire bu şekli almış değil.

Bu mânâda kâinatın tamamında her an ve devamlı, ama gayet yavaş işleyen bir değişiklik söz konusudur. Buna biz tedrici tekâmül de diyebiliriz. Yani, yavaş yavaş değişme. Bu manadaki değişiklik teori değil, bir kanundur. Yani kâinat, tedrici tekâmül kanununa tâbidir.

Evrime çok farklı mefhum ve manalar yükleniyor ve dola­yısıyla bu kelimeden herkesin anladığı mana farklılık göste­riyor.

Genellikle evrim; değişme, başkalaşma, farklılaşma ve bir canlıdan bir başka canlının tesadüfen meydana gelmesi ma­nalarında kullanılıyor. Eğer evrimden tekamülü veya embri­yodan itibaren bir canlının geçirdiği safhaları ifade eden ontojeni manasını kastediyorsak, bu manadaki değişiklik teori değil, bir kanundur. Ya da, elementlerin bir halden bir başka hâle geçmesini ifade eden değişiklik, yani bir molekülün atomlarına ayrılması ve yeni bileşikler vermek üzere birleş­mesiyle meydana gelen farklılaşmalar kastediliyorsa, bu ma­nadaki değişiklik de teori değil, bir kanundur.

Yok, eğer Evrim felsefesini savunanların ifade ettiği gibi, Evrimden; bir türden bir başka türün, bir canlıdan bir başka canlının tesadüfen meydana gelmesi kastediliyorsa, o mânâ­da bir evrim kâinatta mevcut değildir.

Dünya birden bire bu şekli almamış. Güneşten ayrıldıktan sonra belli devreleri geçirmiş. Önce soğuyarak kabuk bağla­mış. Sonra atmosfer yapılmış ve onun içerisine hava yerleşti­rilmiş. Denizlerde ve yerin altında sular biriktirilmiş. Yerküre üstünde canlı varlıkların barınabileceği bir hâle ulaşınca yer yüzüne, kademe kademe canlılar gönderilmiş. Önce bitkiler âleminden, daha kanaatkar ve güç şartlarda hayatiyetlerini devam ettirme özelliğine sahip olan yosunlar kendilerine yer edinmiş. Daha sonra yüksek yapılı bitkiler boyunlarını, gayp âleminden yeryüzüne uzatmışlar ve zemini rengarenk çiçek­ler ve yemyeşil çimenlerle bezetmişler. Arkadan çimeni ve ça­yırı, suyu ve havası hazırlanmış olan yeryüzüne, koyunlar, keçiler, arılar ve sinekler gönderilmiş.

Ya aksi olsa idi! Yani, çimenden önce koyun, çiçekten ön­ce arı gönderilseydi, o zavalılıların hâli nice olurdu. Hele su­ları, ya da teneffüs edecekleri havaları bulunmasa idi. Demek ki, kâinatın sahibi, herkesin yeryüzü sofrasını tamam ettik­ten sonra, onları hazır mekânlara davet etmiş.

Yeryüzü bu halde iken, yani koyunlar meleşir, kediler oy­naşır, kuşlar cıvıldaşırken meyve ağaçları da ormanların ara­sında, gayet leziz, tatlı ve hoş kokulu meyvelerini elleriyle uzatıp, yer yüzü sultanının gelip almasını bekler bir halde iken, Hz. Âdem babamız ve Hz. Havva validemiz yer yüzüne teşrif ediyorlar.

Artık yer yüzünde umumi bir şenlik başlamıştı. Kuşların ötüşü, arıların uçuşu, kuzuların meleyişi değişiyordu. Rüzgâr daha bir nazlı nazlı esiyor, bulutlar yağmur vermek için emir bekliyordu. Güneşin ışığı daha aydınlık, ısısı daha ısındırıcı, suların çağlayışı daha canlıydı. Çünkü, bütün varlıkların sü­sü, yeryüzünün halifesi, varlıkların efendisi gelmişti. O'nun gelişiyle yeryüzü şenlenmiş, gariplikten kurtulmuştu.

 

Dünyadan bir manzara
Dünya birden bire bu şekli almamış. Güneşten ayrıldıktan sonra belli devreleri geçirmiş. Önce soğuyarak kabuk bağla­mış. Sonra atmosfer yapılmış ve onun içerisine hava yerleşti­rilmiş. Denizlerde ve yerin altında sular biriktirilmiş. Yerküre üstünde canlı varlıkların barınabileceği bir hâle ulaşınca yer yüzüne, kademe kademe canlılar gönderilmiş. Önce bitkiler âleminden, daha kanaatkar ve güç şartlarda hayatiyetlerini devam ettirme özelliğine sahip olan yosunlar kendilerine yer edinmiş. Daha sonra yüksek yapılı bitkiler boyunlarını, gayp âleminden yeryüzüne uzatmışlar ve zemini rengarenk çiçek­ler ve yemyeşil çimenlerle bezetmişler. Arkadan çimeni ve ça­yırı, suyu ve havası hazırlanmış olan yeryüzüne, koyunlar, keçiler, arılar ve sinekler gönderilmiş.

 

 

Önceleri melâikeler yeryüzünde atın varlığına, devenin bulunmasına bir mânâ veremiyorlardı. Yer altında demirin, altının ve petrolün istif edilip yerleştirilmesini bir türlü anlayamamışlardı. Çünkü ne devenin ve ne de atın bunlara ihiyacı yoktu. Hele kömürün ne işe yarayacağını bir türlü açıklayamıyorlardı.

Yeryüzüne teşrif eden bu insan, diğer canlılara benzemi­yordu. Bütün varlıkların üzerinde bir kumandan gibiydi. Bü­tün yer yüzünün idaresi ve kontrolü ona verilmişti. Artık, yeryüzündeki varlıklar adına söz söyleme yetkisi ona aitti. Böylece, melâikelerin önceleri yaratılışlarına bir anlam vere­medikleri her bir canlının yaratılışının sebebi yavaş yavaş an­laşılmaya başlamıştı.

Dünyaya gönderilen bu insanın hiçbir ihtiyacı unutulma­mıştı. Bu şerefli misafirin ayağının altına bütün yeryüzü se­rilmiş, denizler emrine verilmiş, bitki ve hayvanlar sofrasına konmuş, gökyüzü de üstüne açılmıştı.

Bütün varlık âlemlerinin hayranlıkla takip ettiği bu misa­firin öyle engin duygu ve düşünceleri, öyle geniş hayal ve ta­savvurları vardı ki, bu dünya ona az geliyordu. Belli ki bu de­ğerli misafir, başka bir âlem için yaratılmış, sonsuzluğu iste­yen ve arayan duygu ve düşünceleri, ebedî bir âlemin varlı­ğından haber veriyordu. Zaten buraya da o âlemden gelme­miş miydi? Burada misafirliği bitince yoluna devam edecekti.

 

Prof.Dr. Adem Tatlı

 

Dipnotlar:

1- Morris, H. M„ Evrimin Kederli Gözyaşları.
2- John Gribbin, "Carbon Dioxide, Ammonia and Life," New Scientist, Vol. 94, p. 413.
3- Monitör, "Smaller Planets Began With Oxidized Atmosphere," New Scientist, Vol.87, p.l 12.
4-  Clemmey, H. and Badham, N. "Oxygen in the Precambrian Atmosphere: An evoluation of the geological evidence," Geology, Vol. 10, p.141.
5- Gribbin, J. a.g.e. sayfa 416.
(Fotoğraflar: Bilim ve Teknik Dergisi)

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun