Kalb, sadr, fuad ve lübb ne demektir?

Tarih: 17.09.2017 - 00:03 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kur'an'da geçen kalb, sadr, fuad ve lübb kavramları hangi manada kullanılmıştır?
- Rabbani bir latife olan kalbe neden kalb denmiştir?
- Hac Suresi 46. ayette, neden "göğüslerin içindeki kalbler" buyurulmuştur?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Sözlükte “bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek ve değiştirmek” gibi anlamlara gelen kalb kelimesi (Cevherî, I, 204; Lisânü’l-Arab, “ķlb” md.) vücutta kan dolaşımını sağlayan organın adıdır.

Kalb, dinî ve tasavvufî bağlamda bilgi ve düşüncenin kaynağı veya aracıdır. Bir et parçasından ibaret olan kalble bir ilişkisi olmakla birlikte, ondan ayrı olan bu anlamdaki kalbe “Rabbânî latife” ve “İlâhî cevher” de denir.

Kur’an’da ve hadislerde fuâd, sadr, lüb, nühâ ve rû’ gibi terimler genellikle kalb mânasında kullanılmıştır.

Fuâd, bazılarına göre kalb ile eş anlamlıdır; bazılarına göre ise kalb ondan daha özeldir. Mütercim Âsım Efendi’ye göre kalbin Türkçe karşılığı gönül, fuâdınki yürektir. (Kāmus Tercümesi, I, 445)

Kur’an’da yüreğe (fuâd) metanet vermek için önceki peygamberlerin kıssalarından bahsedildiği belirtilir. (Hûd, 11/120)

Kalbin (fuâd) göz ve kulak gibi sorumlu olduğunu bildiren âyette ise (İsrâ, 17/36) fuâd kalb anlamına gelir.

“Göğüs” mânasındaki sadr, “Allah göğüslerde olanı bilir.” (Âl-i İmrân, 3/119, 154) ve, “Allah bir kimsenin hidayetini dilerse göğsünü İslâm’a açar.” (En‘âm, 6/125; Zümer, 39/22) meâlindeki âyetlerde mecaz yoluyla kalb mânasında kullanılmıştır.

“Ülü’l-elbâb” (Âl-i İmrân, 3/7, 190) ve “ülü’n-nühâ” (Tâhâ, 20/54, 128) ifadeleriyle kalp sahiplerine hitap edilmiştir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Lüb”, “Nühâ”, “Sadr”, “Fuâd” md.leri)

Kur’an’da akletme (düşünme) fiili kalbe nisbet edilmiş (Hac, 22/46), yani düşünmenin kalbin bir işlevi olduğu belirtilmiştir. Aynı şekilde fıkhetmenin de (anlama) kalbin bir işlevi olduğuna dikkat çekilmiştir. (el-A‘râf 7/179)

Rabbânî latifeye kalb denilmesi bu mânevî cevherin vücuttaki kalp ile ilişkisinin bulunması, işlevlerinin onun aracılığıyla gerçekleşmesi dolayısıyladır. Kalb çok değişken olduğu için bu ismi almıştır. (Tâcü’l-arûs, “ķlb” md.; Gazzâlî, İĥyâǿ, III, 3, 44)

Kur’an’da ve hadislerde kalbin mahiyeti ve tarifi üzerinde değil, işlevleri ve nitelikleri üzerinde durulmuştur. Kur’an ve hadiste geçen kalb kelimesi insanın anlama, kavrama, düşünme ve şeylerin hakikatini bilme yönünü, başka bir ifadeyle insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran temel niteliğini dile getirir. İnsanın idrak eden, bilen ve kavrayan tarafı olduğu için kalb ilâhî hitaba muhataptır, yükümlü ve sorumludur.

Dinî ve insanî hayatın merkezinin kalp olduğu Kur’an ve hadislerde açıkça ifade edilmiştir:

 “Kalbleri var ama onunla bir şey anlamıyorlar.” (A‘râf, 7/179);
 “Akletmek için onlarda kalb yok mu?” (Hac, 22/46);
“Kalbi olanlar için bunda öğüt vardır.” (Kāf, 50/37)

meâlindeki âyetler kalbin idrak, ilim, mârifet ve düşünme aracı olduğunu ortaya koymaktadır. Bundan dolayı kalb (fuâd) sorumludur. (el-İsrâ 17/36; el-Ahzâb 33/5)
Kalbin bir özelliği de değişken olması (Müsned, IV, 408; VI, 302), renkten renge girmesidir.

Bu husus duygu, düşünce ve inançların değişmesini beraberinde getirir. Bundan dolayı bir hadiste, “Ey kalbleri değiştiren, evirip çeviren Allah, kalbimi dinin ve taatin üzerine sabit kıl.” şeklinde dua edilmesi tavsiye edilmiştir. (Müsned, II, 168, 173; Müslim, “Îmân”, 1, 2; Tirmizî, “Daavât”, 89, 124)

Kalbleri sabit kılan Allah’tır. (İbn Mâce, “Muķaddime”, 13)

Kalb duygu, düşünce ve inanç bakımından çok çeşitli renklere girmeye ve şekiller almaya elverişlidir. İmanın mahalli kalbdir (Hucurât 49/7, 14; Mücâdile 58/22); samimi bir şekilde kalb ile tasdik ederek kelime-i tevhid getiren kişi müslüman olur. (Buhârî, “İlim”, 33, 39)

İman kalbin tasdikidir. Temiz kalb çok önemlidir. (Mâide, 5/41; Ahzâb, 33/53)

Kalbleri nurlandıran Allah’tır. (Buhârî, “Daavât”, 9; Müslim, “Müsâfirîn”, 181)

Dinde önemli bir yeri bulunan takvânın mahalli kalbdir. (Hac, 22/32; Müsned, V, 71, 379)

Kalblere sekînet, itminan, sebat ve huzur veren Allah olduğu gibi (Bakara, 2/260; Âl-i İmrân, 3/126; Mâide, 5/113; Enfâl, 8/10; Ra‘d, 13/28; Feth, 48/4, 18) kalblere hidayet veren, kalbleri kaynaştıran, merhametli, şefkatli ve insaflı kılan da O’dur. (Âl-i İmrân, 3/103; Hadîd, 57/27; Tegābün, 64/11)

Öte yandan kalb olumsuz yönde de değişir ve türlü renklere girer.

Kur’an’da kalb körlüğünden (Hac 22/46), kalb kasvetinden ve taşlaşmış yüreklerden (Bakara, 2/74; Mâide, 5/13; En‘âm, 6/43; Zümer, 39/22) bahsedilmiş; kalblerin mühürlenmesi (Bakara, 2/7; Nahl, 16/108; Câsiye, 45/23), gerçeği algılamaktan alıkonulması (A‘râf, 7/101; Yûnus, 10/74), kilitlenmesi ve üstüne perde çekilmesi (Bakara, 2/88; En‘âm, 6/25; İsrâ, 17/46; Muhammed, 47/24; Mutaffifîn, 83/14) üzerinde de durulmuştur.

Allah yoldan sapanların kalblerini saptırır (Saf, 61/5), yani insan kendi iradesiyle kötülüğü tercih edip o yönde teşebbüse geçerse Allah da onu kötü yola düşürür. Kalbin en iyisi iman, en kötüsü küfür ve inkâr olan çok çeşitli halleri vardır. Kalb hem rahmânî hem de şeytânî kuvvetlerin mücadele alanıdır. Bir hadiste bu husus, “Kalbde iki dürtü vardır, biri melekten, diğeri şeytandandır.” (Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ķurân”, 2/35) şeklinde ifade edilmiştir (Gazzâlî, İĥyâ, III, 26)

Gazzâlî kalb, ruh, akıl ve nefsin farklı anlamları olduğunu, fakat aynı zamanda bu terimlerin rabbânî latife denilen bir kavrama müştereken delâlet ettiğini, insanın hakikatinin de bundan ibaret olduğunu, aynı şeye filozofların “nefs-i nâtıka” dediklerini anlattıktan sonra onun niteliklerini “bilen, tanıyan, algılayan, sorumlu ve yükümlü olan” şeklinde tesbit eder.

Gazzâlî’ye göre rabbânî latife insanı diğer canlılardan ayıran ve onlara üstün kılan insanın hakikati olup duruma göre ona bazan akıl, bazan ruh, bazan nefis, bazan kalb denir. Ona verilen isimler değişik olsa da mahiyeti değişmez. (İĥyâ, III, 3-5)

Kalb ile rabbânî latife arasındaki ilişki cevher-araz, sıfat-mevsuf, yöneten-yönetilen, alet-usta, mekân-mekânda bulunan nesne ilişkisi gibidir. Bu ilişkinin mahiyeti konusunda akıl hayrete düşer. Hz. Peygamber ruh (kalb) üzerinde konuşmaktan kaçındığından (Buhârî, “İlim”, 47; Müslim, “Münâfıķīn”, 32) bu konuda açıklama yapmak doğru değildir, bunun pratik bir faydası da yoktur. (Gazzâlî, İĥyâǿ, III, 3)

Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî Maķāmâtü’l-ķulûb adlı eserinde kalb, lüb, sadr ve fuâd kelimelerini incelemiş, Ebû Saîd el-Harrâz da Kitâbü’ś-Śıdķ isimli eserinde kalb terimi üzerinde durmuştur.

Daha sonra Hakîm et-Tirmizî Kitâbü’l-Farķ beyne’ś-śadr ve’l-ķalb ve’l-fuâd ve’l-lüb isimli eserinde (Kahire 1954) kalb ve onunla aynı anlama gelebilen terimleri ele alarak bunlar arasındaki farkları belirtmiştir. Ona göre nefis, sadr ve kalb iç içe geçmiş üç halka gibidir; altta nefis, ortada sadr, üstte kalb bulunur. Sadr nefis ve kalbin buluştuğu ortak alandır. Nefisten ancak kötülük doğar. Sadra feyiz kalbden gelir. Kalbin iki yüzü vardır; biriyle Hakk’a, diğeriyle halka bakar. Kalb Allah’ın arşıdır, yerlere ve göklere sığmayan Allah mümin kulunun kalbine sığmıştır. (Hatmü’l-evliyâ, s. 130, 269, 270, 374; İbnü’l-Arabî, el-Fütûĥâtü’l-Mekkiyye, I, 101-102)

Hakîm et-Tirmizî, Kitâbü’r-Riyâże ve âdâbü’n-nefs adlı eserinde (Kahire 1366) bu konuları işlemiştir. Tasavvuf kitaplarında sıkça geçen, yere ve göğe sığmayan Allah’ın mümin kulunun kalbine sığdığını belirten ifade kutsî bir hadis olarak da rivayet edilir. (Aclûnî, II, 99-195)

Mutasavvıflar insanların fiillerini beden ve kalbin fiilleri olarak ikiye ayırmışlar, bedenin fiillerini zâhirî ameller, kalbin fiillerini, bâtınî ameller diye adlandırmışlardır. Bedenle ilgili fiillere uygulanan farz, haram, mekruh, mubah gibi şer‘î hükümler tasavvufta aynen kalbin fiillerine de uygulanmış ve bunlara bâtınî hükümler denilmiştir. Tasavvufun bir bakıma bâtınî fiilleri ve bunlara ilişkin şer‘î-bâtınî hükümleri tesbitten ibaret olduğu söylenebilir.

"Gerçek mü'minler yanlarında Allah zikredilince kalbleri titreyenlerdir." (Enfâl, 8/2)

"Şüphesiz maddi gözler köretmez ama göğüslerde olan kalpler körelir." (Hacc, 22/46)

Bu âyet-i kerimelerde anlatılan manevî kalbtir. Kalb imân merkezi olan duyudur. Nitekim Allah Teâlâ,

"İnananların kalpleri Allah'ı anmakla yatışır. İyi bilin ki kalpler ancak Allah'ı anmakla yatışır." (Râd, 13/28).

"Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir." (bakara, 2/7). 

buyurmuştur. Bu âyet-i kerimeler imanın kalple alâkalı oludğunu anlatmaktadır.

Aynı konuda bir başka âyette şöyle buyurulmuştur: 

"Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler kalplerinin üzerine pas olmuştur." (Mutaffifin, 83/4)

İlave bilgi için tıklayınız:

Kur'an-ı Kerim'de kalp hangi anlamlarda kullanılmıştır?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun