İsra suresi 9. ayette geçen en doğru yol sözü, başka doğruların da olduğu anlamına mı gelir?

Tarih: 27.09.2018 - 20:04 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Fatiha suresinde geçen, sırat-ı müstakim, tek doğru yol olarak nitelendirilmiş.
- Fakat İsra suresi 9. ayetinde de kuşkusuz bu Kuran en doğru olana iletir; denilmiştir.
- Soru: Fatiha suresinde belirtildiği üzere doğru yol sırat-ı müstakimdir ve Allah'a giden, kurtuluşa giden yol bir tanedir. Fakat İsra suresinde kullanılan ''En doğru yol'' ifadesiyle sanki kurtuluşa giden başka yollar da varmış, ama en doğrusu bu, dercesine bir anlam çıkardım, daha doğrusu hikmetini ve doğrusunu anlayamadım. Bu konuda yardımcı olursanız sevinirim.
- Doğru yol bir tane ise neden İsra 9 ayetinde en doğru yol budur diyerek sanki başka yollarda varmışçasına bir ifade kullanılmıştır.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Fatiha Suresindeki sırat-ı müstakim kavramı, hak ve doğruluğu ifade eder.

Bu açıdan bakıldığı zaman, İsra Suresi 9. ayetteki “Akvem” kelimesi, hak ve doğrulukta derecelerin olmasını gerektirir. Halbuki, hak ve sıdkın/doğruluğun dereceleri olmaz. Bir şey ya hak, ya batıldır; ya doğru ya yanlıştır. İslam ile diğer semavi dinler arasında böyle bir karşılaştırma yapılamaz. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)

- Bu takdirde buradaki “Efal” kalıbındaki “Akvem” kelimesini ism-i tafdil olarak değil, normal “kavim” manasına almak gerekir. Nitekim, “Allahu ekber” terkibinde de “Ekber” kelimesi “Kebir” manasında kullanılır.

Ayrıca, insanlarca mütearife olan / bilinen bir kullanım tarzı olduğundan, ayette ona mümaşat yapılmış olabilir. (krş. Razi, a.g.y)

- Bununla beraber, şunu söyleyebiliriz ki, bir hak ve hakikatin içine dereceler girebilir. Müfessir Razi’nin dediği nokta doğrudur, ancak işin aslı itibariyle doğrudur. Yoksa, ilmelyakin, aynelyakin, hakkalyakin derecelerinin varlığı bilinen bir hakikattir.

- Burada Ehl-i sünnetin itikadi mezhep imamlarının ortaya koyduğu tartışmalı bir gerçeğin doğru yüzünü göstermek suretiyle konumuza da ışık tutmaya çalışacağız. Şöyle ki:

Eşarilere göre, iman artar ve eksilir. Maturidilere göre ise, iman ne artar ne de eksilir. Ehl-i sünnetin bu iki ekolünün de dedikleri doğrudur.

Maturidilere göre, iman yüzde yüz kesin bir ilmin ürünüdür. Yüzde yüz kesin olmayan bir bilgi iman için geçerli değildir. Bu düşünce kendi mantığı içinde doğrudur. Yani, imanın iman olmasını sağlayan kesin bilginin altı üstü olmaz. Zira, yüzde yüzün altında olan her bilgi kesinlik ifade etmekten uzaktır.

Eşarilere göre, imanın iman olmasını sağlayan bilginin yüzde yüz kesin olmasına kimsenin itirazı olamaz. Ancak, yan ürün olarak delillerin çokluğu veya azlığının kesin bilgiye olumlu-olumsuz etki yaptığında da şüphe yoktur. Kesin bilgiyi ifade den “yakin” kavramının ilmelyakin, aynelyakin, hakkalyakin derecelerinin bulunması bunun göstergesidir.

Ayrıca, icmali-tafsili iman, taklidi-tahkiki imanın varlığı da bunun reddedilmez delilidir. Bu düşünce de kendi mantığı içinde doğrudur.

Kur'an’da imanın arttığına dair ifadelerin bulunması da bu gerçeğin bir tasdikidir. (bk. Al-i İmran, 3/173; Enfal, 8/2; Tevbe, 9/124; Ahzab, 33/22; Fetih, 48/4)

Bu konuda daha başka ayetler ve birçok hadis vardır. Fakat misal olarak bunlar yeterlidir.

- Bediüzzaman Hazretlerinin bu konuya ışık tutan şu ifadeleri de dikkate değer:

“Bütün efkâr-ı âmme-i İslâmiye, imanınıza kuvvet ve sened olduğu halde; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın şecere-i tûbâ-i nübüvvetinin çekirdeği olan beşeriyeti ve suret-i cismaniyesini değil, belki umum envâr-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'aniye ile nurani muhteşem şahs-ı manevîsini bin mu'cizat ile muhat olarak akıl gözüyle gördüğünüz halde, bir Avrupa feylesofunun sözüyle vesveseye ve şübheye düşen imanınız nerede? Bütün âlem-i küfrün ve Nasara ve Yehud'un ve feylesofların hücumlarına karşı sarsılmayan sahabelerin imanları nerede?” (bk. Sözler, s. 494)

- Bu açıklamalardan hareketle diyebiliriz ki, söz konusu ayette yer alan “akvem” kelimesi, hak olan diğer semavi dinlerle bir karşılaştırma içindir. Çünkü, “müstakim” ve “akvem” kelimeleri, yalnız dosdoğru yolu değil, aynı zaman en kısa yolu da gösterir. Buna göre, bütün semavi dinler (asli halleriyle) haktır, sırat-ı müstakimdir, fakat Kur'an yolu daha kestirme yoldur, daha kısadır, daha açıktır, daha müdelleldir.

Zaten en son vahyin, en tafsilatlı, en açıklamalı, en burhanlı, en kısa doğru yollu olması “En son vahiy olma” tabiatının gereğidir. İşte bu farklı durum “akvem” mefhumunu ortaya koymaktadır.

“Evet, Cenab-ı Hakk'a iman eden, elbette ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâ-şübhe Habibullah'ın gösterdiği ve takib ettiği yoldur.” (bk. Lem'alar, s. 52-53)

Üstad'ın şu sözlerinden de bir ışık alabiliriz:

“Marifet-i Sâni' denilen kemalât arşına uzanan mi'racların usûlü dörttür:

Birincisi: Tasfiye ve işraka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.

İkincisi: İmkân ve hudûsa mebni mütekellimînin tarîkıdır.

Bu iki asıl, çendan Kur'andan teşaub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için uzunlaşmış ve müşkilleşmiş, evhamdan masun kalmamışlar.

Üçüncüsü: Şübehat-âlûd hükema mesleğidir.

Dördüncüsü ve en birincisi: Belâgat-ı Kur'aniyenin ulvî mertebesini ilân etmekle beraber, cezalet cihetiyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mi'rac-ı Kur'anîdir.” (bk. Mesnevi-i Nuriye, Nokta, s. 252)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun