İnsanda bulunan nifak, kibir, haset gibi rahatsızlıklar tam olarak nasıl tedavi edilir?

Tarih: 22.10.2011 - 13:10 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Nifak, kibir, haset gibi rahatsızlıklar imtihan mıdır?
- Kişi kendisinde kibir duygusu olduğunu hissediyor, bundan rahatsızlık duyuyorsa ne yapmalıdır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu duyguların da imtihan vesilesi olarak verildiği doğrudur. Ancak, bunların engellenmesi karşı gücün varlığıyla mümkündür. Fizik kanunlarında direngen güçlere karşı, indirgen güçlerin varlığı gibi, kötü huylara karşı iyi huyların harekete geçirilmesi büyük önem arz etmektedir.

Bilindiği gibi, bir hastalığa teşhis koymak tedavinin yarısı kabul edilir. Eğer bir insan kendisinde bulunan bir kibrin bulunduğunu idrak edebiliyorsa, hastalığın teşhisi doğru konulmuş ve iyileşme yolunda yolun yarısına varılmış demektir. Boynunda bir akrebin olduğunu fark eden bir kimsenin, en büyük maksadı bu zehirli varlıktan kurtulmaktır. Boynumuzu değil, kalbimizi ısıran kibir akrebini gördükten sonra, elbette bütün gayretimizi bu yolda harcamak durumunda olduğumuz bir gerçektir. Şimdi sorudaki kavramları ve tedavilerini özet halde arz etmeye çalışalım:

- NİFAK, iki manada kullanılır.

Birincisi: İçinde inkâr olduğu hâlde, dışa iman görüntüsünü vermek suretiyle iki yüzlülük yapmaktır. Bunun tedavisi, küfrün zıddı olan iman esaslarına samimi olarak inanmaktır.

İnanmak için, bilgiye ihtiyaç vardır. Bu asırda, iman esaslarıyla ilgili en güçlü bilgi kaynaklarından birinin Risale-i Nur Külliyatı olduğunu söyleyebiliriz. Bu eserleri okumanın, bilenlerle sohbet etmenin çok kısa zamanda bu hastalığı tedavi edeceğini söyleyebiliriz.

İkincisi: Sosyal hayatta olması gereken doğruluktan uzaklaşmak, farklı yerlerde farklı yüzü göstermek, sözlü veya fiili olarak yalancılık etmektir. Bundan kurtulmak için şu konuları iyi düşünmek gerekir:

a. Yalan söyleyen, iki yüzlülük eden kimsenin bu hâli karşı taraftan mutlaka bugün veya yarın bilinecektir. “Yalancının mumu yatsıya kadardır.” atasözümüz, büyük bir hakikatin ifadesidir.

b. Kur’an’da geçen,

 “Allah’a şirk koşmaktan, bir de yalan söylemekten kaçının!” (Hac, 22/30)

mealindeki ifadeyle yalanın Allah’ın nezdindeki çirkinliğinin boyutuna vurgu yapılmıştır. Bir mümin, Allah’ın bu kadar çirkin gördüğü bir vasfın değer kazanmasına izin verir mi? Demek ki, er geç Allah iki yüzlü yalıncıların yüzlerini kara çıkarır ve el âleme rezil eder.

c. Şunu iyi bilmeliyiz ki, insanların iki yüzlülüğümüzü yüzümüze vurmamaları, onların bunun farkında olmadıkları anlamına gelmez. Özellikle ikiyüzlülüğü meslek hâline getiren yalancıların maskesi bir şekilde düşer. Allah’ın hem ilmine hem kudretine bir iftira olan yalancılık, özellikle devam ettiği takdirde onun kukusunu, emarelerini karşı tarafa sezdirmek ilahî adaletin bir yansımasıdır. 

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, bu manadaki nifak dahi insan onurunu zedeleyen, imanla bağdaşmayan, insanlık dışı bir davranıştır. Bunları iyi düşündüğümüz zaman, İslamî ve insanî şerefimizi kurtarma adına ondan vazgeçmemiz çok kolay olur.

- KİBİR de iki manaya gelir:

Birincisi: İnkârı ve inançsızlığı barındıran kibir... Bir ism-i celili Hak olan Allah’tan, hak olarak gelen vahiyle tespit edilen hak ve hakikati kabul etmeyi gururuna yedirmemektir. Başta iman esasları olarak İslam dinini kabul etmemek, namaz kılmaya, secde ile başını yere koymaya tenezzül etmemek...

Şekli ne olursa olsun, işine gelmeyen hakkı kabul etmekten imtina etmektir. İnsan gibi âciz, zavallı bir mahlukun Evrenin Yaratıcısı'na karşı baş kaldırması, isyan etmesi ne derece ahmakçasına bir davranış olduğu malumdur. Şairin dediği gibi,

“Kibriya ve azamet Hakka yarar.
Kul olanda bu sıfatlar ne arar?"

İkincisi: Zulmü netice veren kibir. Herhangi bir hakkı, hakikati, gerçeği kabul etmemek ya başkasına karşı bir haksızlıktır yahut da kişinin kendi nefsine karşı bir zulümdür.

a. Başkasına kuş bakışı bakan kimse, kendisi ile o hor gördüğü kimse arasında şu iki önemli noktada hiçbir fark olmadığını görmekle kibir ve gurur hastalığından kurtulabilir:

Birinci nokta şudur ki; hiçbir insan, rububiyet makamına çıkamaz, başkası tarafından mabut gibi kabul edilmesi gereken bir ilahlık makamına sahip olamaz ve başkasına rab olamaz.

İkinci nokta şudur ki; hiç kimse kendisini kulluk dairesinden, Allah tarafından yaratılmış bir kul olma özelliğinden kendini kurtaramaz. Buna göre, ister şah, ister geda olsun, herkes aynı şekilde yaratılmış bir kuldur, herkes aynı seviyede Allah’a muhtaçtır, herkes aynı şekilde Allah’a kul olmak durumundadır. Fiziki olarak insanların organları birbirine benzediği gibi, manevî olarak da hepsi Allah’a karşı aynı ihtiyaç içindedir; hiç kimse kendisini ölümden kurtaramaz. Öldükten sonra kendisini diriltemez ve ha keza...

b. Kibir, insanı kendi kapasitesinin üzerinde bir konuma yakıştırmak olduğu için, daima sahibini yapmacık tutum ve davranışlara sürükler. Yapmacık davranışlar ise, insandan samimiyeti, ciddiyeti gideren, riyakârlık, gösteriş şovmenliğine düşüren pek komik bir özelliktir. 

c. Tevazu, büyüklüğün kriteri olduğu gibi, kibir de küçüklüğün ölçüsüdür. Şunu asla unutmayalım ki, “kibir” vasfıyla kendimizi ne kadar pahalıya satarsak, aklı başında insanların nazarında o kadar değersiz oluruz. Hadis-i şerifte

“Tevazu göstereni Allah yükseltir, kibir göstereni ise alçaltır.” (Mecmau’z-zevaid, 8/82-83)

diye ifade edilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki, Allah tevazu gösteren kullarını sever, onların bu alçak gönüllü olmalarından dolayı da onları insanların nazarında vakarlı, ağırbaşlı bir insan hâline getirir. Buna  mukabil sevmediği kibirli insanı ise, insanların gözünde haddini bilmez, yapmacık tavırlı, küçük bir insan olarak gösterir.

- HASED kavramı da iki manada kullanılır:

Birincisi: kıskançlık anlamıdır ki, başka insanlarda var olan, Allah’ın maddî-manevî nimetlerine karşı tahammülsüzlük göstermek, haset edilen kişiye karşı kin ve nefret beslemeye, ondan iğrenmeye kadar götüren iğrenç bir hastalıktır.

Asıl manası bu olan hased, çok tehlikeli bir hastalıktır. Çünkü bunun ucu iman esaslarına da dokunur. Zira, her nimet Allah tarafından takdir edilmiştir. Bu nimetlerin varlığına tahammülsüzlük göstermek, kadere karşı itiraz etmek, Allah’ın taksimatını beğenmemek gibi çok riskli bir ruh haletini yansıtır. İşin bu yönünü düşünüp tartmakla insan bu hastalığından kurtulabilir.

Ayrıca, düşmanımız da olsa kendisinde var olan, ister makam-mevki gibi manevî nimetler olsun, ister mal-mülk gibi maddî nimetler olsun, bunların hepsinin kısa zaman sonra yok olacağı, sahibi olan kimsenin ölüme mahkum olacağını, bütün nimetlerini -ölümle- birkaç yıl içerisinde tamamen kaybedeceğini düşünerek; dünyanın fani ve geçici bir hayat zemini olduğunu tefekkür ederek bu haset hastalığından kurtulabiliriz.

Hasedin ikinci anlamı; gıpta etmek, imrenmektir.  Burada kişi, başkasının elindeki nimetten rahatsızlık duymak değil, onda var olan nimetlerin kendisinde de olmasını ister. Bu manaya gelen hased kavramını Peygamberimizin şu hadis-i şerifinde görmekteyiz

“Hased (Gıpta) ancak şu iki kişiye karşı düşünülebilir; birisi, Allah’ın kendisine ikram ettiği Kur’an’ı  gece, gündüz okuyan, onunla amel eden kimsedir. Diğeri ise, Allah’ın kendisine verdiği malını Allah yolunda harcayan kimsedir.” (Mecmauz’-zevaid, 2/256-57).

Prensip olarak şunu belirtelim: Allah’a ve ahirete iman eden ve bu iman şuuruyla hareket eden kimsenin şunu bilmesi gerekir ki, dünyada pek rağbet gören çok şey var ki, ahirette hiç de bir geçer akçe değildir, Allah katında hiç de bir değer ifade etmez. Bu sebeple, dünyalık namına ne olursa olsun, hiçbir nesnenin aktif bir iman şuuruna sahip kimseyi hasede sevk etmemesi gerekir. Böyle bir kimsenin kibre kapılmaması, nifakın semtine bile uğramaması lazımdır...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun