İnsaf dinin yarısıdır diye bir hadis var mı?
Değerli kardeşimiz,
“İnsaf dinin yarısıdır.” ifadesi, bazı kaynaklarda hadis-i şerif diye zikredilse de hakim görüş bu sözün kelam-ı kibar, yani alimlere, evliyalara ait sözlerden olduğu yönündedir.
Bununla beraber, “İnsaf dinin yarısıdır.” “İnsafı olmayanın imanı da olmaz.” gibi ifadeler,
“Üç şeyi her kim bir araya getirebilirse imanı tam toplamış olur: Nefsine karşı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selam vermek, fakir iken de sadaka vermek.” (Buhari, İman 20)
anlamındaki hadisin manasından alınmış olabilir.
Dilimize Arapçadan geçen ve daha çok “adalet duygusu, merhamet, vicdan, acıma, anlayışlı olma” anlamlarında kullandığımız insaf kelimesi aslında “yarılamak, iki ucun ortasını bulmak” demektir. Orta noktada bulunma, vasat olma halidir. “Yarı, yarım” anlamına gelen “nısf” kelimesi de aynı kökten gelir.
Ömer Nasuhi Bilmen, insafı şöyle açıklar:
Adalet dairesinde hareket ve hakikati itiraf etmektir. İnsaf ciddi ve seciyeli bir insanın nişanesidir. Bunun mukabili zulümdür, gadirdir, hakkı inkardır. Bir hadis-i şerifte: “İnsaf, dinin yarısıdır.” buyrulmuştur. Çünkü hakikî bir din, itiraf edilmesi lazım gelen sabit şeyler ile yapılması icap eden faideli şeylerin bir mecmuasıdır. Munsıf olan bir kimse ise dinin yarısını teşkil eden o sabit şeyleri herhalde itiraf eder. Bu cihetle kendisindeki insaf, dinin adeta yarısı bulunmuş olur. (Ö. N. BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, s. 455)
Şu halde insaf, insanların aşırılıklardan sakınıp itidal üzere (ölçülü) davranmasından kendini bilmesine, her hususta hakkaniyeti gözeterek adaleti ikamesine, başka insanlarla ünsiyet eyleyip toplumun sulh ve sükununun devam etmesine vesile olmaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri de, fikri meselelerin müzakere, münazara ve müdavelesinin (fikir alışverişinin) şartlarını şöyle hülâsa eder:
“Bu çeşit mesaili münakaşa etmenin birinci şartı, insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû-i telâkkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zahir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zahir olsa, fazla bir şey öğrenmedi; belki gurura düşmek ihtimali var.” (bk. Mektubat, s. 335)
Buna göre, tartışma;
● İnsafla, hakkı, gerçeği bulmak niyeti ile
● İnatsız (yanlışta diretmemek, ısrar etmemek) tarzda,
● Ehil olanların (meseleyi bilenlerin) arasında,
● Su-i telâkkiye, yani, yanlış anlamalara sebep olmamak şartıyla yapılmalıdır.
● Derin bir mesele varsa kaynaklarını bularak araştırmak, tetkik etmek gerekir. Bu arada yanlışını ve nefsini avukat gibi müdafaa etmemek,
● Enaniyet ve inat gibi olumsuz hasletleri karıştırmamak. Yani, gerçeği, hakikati bulmak için delil aramak, yanlışını kabul ettirmek için değil.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Dünden kalan yemek ısıtılmaz mı?
- Yemeği sabaha bırakanın evinden bela musibet eksik olmaz mı?
- Yarına bulaşık bırakan kişinin başından bela eksik olmaz diye bir hadis var mı?
- Siyasetten, şeytandan kaçar gibi kaçmak mı gerekir?
- Erkeğin hasta kadını ziyaret etmesi caiz mi?
- Kadın ve erkek bir bütünün iki eşit parçasıdır, sözü hadis midir?
- Dine ısındıracak hadisler var mı?
- Dini (İslamî) konularda tartışmak doğru mu?
- Fetva verebilecek olan kimsenin özellikleri nelerdir? Günümüzde verilen fetvaları uygulayabilir miyiz?
- "Teyze anne yarısıdır." sözü hadis midir?