İbn Âşur kimdir?

Tarih: 25.05.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Hayatı ve eserleri hakkında bilgi verir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İbn Aşur olarak bilinen, Muhammed et-Tâhir b. Muhammed b. Muhammed et-Tâhir et-Tûnisî (1879-1973), Tunuslu ilim ve fikir adamı, müfessir, fakih, Arap dili ve edebiyatı âlimidir.

Tunus'ta doğdu. Fas asıllı olup gittikleri Endülüs'ten göç ederek Selâ'ya (Fas), daha sonra bir kolu Tunus'a yerleşen Âşûr ailesine mensup olduğundan dedeleri gibi İbn Âşûr lakabıyla anıldı.

İlköğrenimini Muhammed Bû Attûr'un gözetimi altında tamamladı; 1892'de bir orta ve yüksek öğretim kurumu olan Zeytûne Camii'ne girdi. Zekâsı ve üstün kabiliyetiyle dikkati çektiği için kendisine özel bir program uygulandı. Önce Şeyh Salih eş-Şerif in derslerine devam etti. Daha sonra Şeyh Salim Bû Hâcib'den Kastallânî'nin İrşâdü's-sâri’sini, İbnü'ş-Şeyh diye bilinen Ömer b. Ahmed'den Beyzâvi’nin Envârü't-tenzîl’ini, Muhammed b. Neccâr'dan kelâma dair el-Mevâkıf'ı okudu. İbrahim el-Mârginî, Muhammed b. Yûsuf, Muhammed en-Nahlî, Mahmûd İbnü'l-Hoca gibi daha pek çok âlimin derslerine devam etti. 1899'da tamamladığı yükseköğrenimi esnasında Fransızca öğrendi. 1903 yılında Zeytûne Üniversitesi'nde ikinci derece öğretim elemanı kadrosuna tayin edildi. O sırada Tunus'a gelen Muhammed Abduh'un konferans ve sohbetlerine katıldı. Alışverişte muhayyerlik konusunda yaptığı çalışmayı tamamlayarak aynı üniversitede birinci derece kadroda öğretim üyesi oldu (1905).

Bundan sonra da önde gelen âlimlerden ders okumayı sürdürdü ve icazetler aldı. Üniversitede daha çok Arap dili ve edebiyatı, fıkıh usulü, hukuk felsefesi (makasıdü'ş-şerîa), hadis ve tefsir okuttu. Ayrıca Sâdıkıyye Medresesi'nde 1905 -1932 yılları arasında fasılalı olarak on altı yıl kadar hocalık yaptı. Bu arada oğlu Muhammed Fâzıl ve Cezayirli Abdülhamîd b. Bâdîs gibi pek çok öğrenci yetiştirdi. Zeytûne Üniversitesi öğretim üyeliğine tayin edildikten bir yıl sonra aynı üniversitenin eğitim ve öğretiminden sorumlu heyette hükümet temsilcisi oldu. 1908'de Tunus Millî Eğitim programlarının ıslah edilmesi için kurulan komisyonun üyeliğine, 1911'de Yüksek Vakıflar Meclisi ve Toprak Karma Komisyonu üyeliklerine getirildi. Üniversite reformu için çeşitli tarihlerde (1910,1924. 1933) kurulan komisyonlarda çalıştı; ıslahatçı fikirleriyle yeni düzenlemelerin yolunu açtı.

İbn Aşûr, üniversitedeki görevi ve akademik faaliyetleri yanında 1913'ten itibaren on yıl Mâliki kadılığı yaptı. 1924'te Meclis-i Şerî’de Mâliki müftüsü ve başmüftü vekili, üç yıl sonra da başmüftü oldu; aynı zamanda Zeytûne Üniversitesi'nin eğitim ve öğretiminden sorumlu dört kişiden oluşan ilmî kurulun da üyeliğine getirildi. Osmanlılar'ın Tunus'u fethinden itibaren şeyhülislâmlık makamına Hanefî başmüftü tayin etme geleneğine, 1932'de son verilmesi üzerine ilk Mâlikî şeyhülislâmı oldu. Aynı yıl Zeytûne Üniversitesi'ne rektör tayin edildi.

Üniversitede yapmak istediği yeniliklere karşı çıkanların başlattığı öğrenci hareketleri yüzünden bir yıl sonra rektörlükten alındıysa da 1945'te aynı göreve yeniden getirildi ve 1952'ye kadar bu görevde kaldı. Ülkede cereyan eden siyasî olaylar ve bunların üniversite çevresindeki etkileriyle baş gösteren kargaşa ve huzursuzluğa rağmen reform faaliyetlerinden tâviz vermediği için ikinci defa rektörlük görevine son verildiyse de 1956'da üçüncü defa rektörlüğe getirildi. Aynı projeyi uygulamaya devam ederek 1960 yılına kadar görevini sürdürdü.

1950'de Kahire Mecmau'l-lugati'l-Arabiyye'ye, 1955'te Şam el-Mecmau'l-ilmiyyü'l-Arabî'ye üye seçilen İbn Âşûr, Kuveyt Vezâretü'ş-şuûni'l-İslâmiyye tarafından hazırlanan el-Mevsû'atü'1-fıkhiyye'nin telif çalışmalarına katıldı. 1951'de İstanbul'da yapılan milletlerarası müsteşrikler kongresinde bulundu. Hac farizasını ifa ettikten sonra çeşitli İslâm ülkelerine ve Avrupa'ya seyahatler yaptı. 1968'de arkadaşı Hasan Hüsnî Abdülvehhâb ile birlikte en yüksek seviyede kültür liyakat nişanı aldı. İslâmî konulardaki başarılarından dolayı 1972 ve 1973 yıllarında Tunus cumhurbaşkanlığı tarafından ödüllendirildi.

Hayatı boyunca ilmî çalışmalarını, fikrî mücadeleleri ve faaliyetlerini aralıksız sürdüren İbn Âşûr 12 Ağustos 1973'te başşehir Tunus'ta vefat etti ve Zellâc Mezarlığı'na defnedildi.

İbn Âşûr, ilmî ehliyeti yanında düşünceleriyle de dikkat çekmiş, çalışmalarını Kur'an ve Sünnet'in anlaşılması ve Müslümanların çeşitli meselelerinin çözümü üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'in ilmî tefsirini benimseyenler arasında yer almış. Kur'an'ın her çağda muhataplarının kültür ve anlayış seviyelerine uygun düşen bir üslûba sahip olduğuna inanmıştı. (Tefsirü't-tahrir ve't-tenvîr, 1, 44-45)

Kur'ân-ı Kerîm'in, hitaplarında çoğunluğu ümmî olan Araplar'ı ve onların anlayış seviyelerini esas aldığını, dolayısıyla sonradan ortaya çıkan ilimleri ona izafe etmenin yanlış olacağını iddia eden Şâtıbî'yi (ö. 790/1388) eleştirmiştir. İbn Âşûr'a göre Kur'an, Araplar'ın ümmîliğini onaylamak için değil, onların seviyelerini yükseltmek için gelmiş sonsuz bir mucizedir; onda, her çağdaki ilmî inkişafların kazandırdığı anlayışlara uygun bilgilerin bulunması tabiidir. Her devrin ve her toplumun insanları ondan nasibini almalıdır. Engin ve derin mânaları çok özlü olarak ifade etmesi ve günü gelince bunların daha iyi anlaşılır olması Kur'an'ın bir başka mucizevî yönünü teşkil eder. (bk. a.g.e.)

Onun ısrarla üzerinde durduğu hususlardan biri de dinin hükümlerinde gözetilen ana gayeler ve hikmetler şeklinde özetlenebilecek olan makâsıdü'ş-şerîa konusudur. Makaşıdü'ş-Şeriati'l-İslâmiyye adlı eseriyle Şâtıbi’den yaklaşık altı asır sonra bu konuya tekrar dikkat çeken İbn Âşûr, gerek Kur'an ve Sünnet lafızlarının (nas) anlaşılmasında ve olaylara uygulanmasında gerekse hakkında nas bulunmayan durumlarla ilgili hükümlere ulaşmada makâsıd ilmine ayrı bir önem atfeder. Şâriin hükümleri sevkederken gözettiği ana gayeler ve hikmetler bilinmediği takdirde nasları anlama, yorumlama ve ictihad faaliyetinin eksik olacağını belirtir…

İbn Âşûr'a göre fıkıh usulü, kendisinden yaklaşık iki yüzyıl önce tedvin edilen fürûa ait hükümleri teyit ve temellendirmeyi, şâriin lafızlarını ve bu lafızların niteliklerini dil ve mantık kurallarına ağırlık vererek açıklamayı konu edindiğinden şeri hükümlerin hikmetlerini ve hukukun ana gayelerini izah etmeyi amaçlayan makâsıd ilmine ayrıca ihtiyaç vardır. Ona göre, klasik fıkıh usulü kitapları makâsıd ilmine çok az yer verir ve hukukun hikmet ve gayesini anlamada yetersiz kalır. Öte yandan fakihlerin istidlal ve ta'lîlleri usul kaidelerini örneklendirmede, hukuk mantığını ve cedel tekniğini geliştirmede yardımcı olabilirse de özellikle muamelât alanında hukukun amaçlarını araştıranlar ve içtimaî ıslahat projeleri üretenler açısından yararlı olmayabilir. (Makâsıdü'ş-Şeriati'l-İslâmiyye, s. 5-9; 13-14, 22-23, 44-47)

Ancak bu alandaki çalışmaların can damarı sayılabilecek olan "hükümlerin gayelerini belirleme metotları"nı özel bir başlık altında incelemesine rağmen (bk. a.g.e., s. 19-23) bu konuda sağlam kriterler geliştirebildiğini söylemek kolay olmadığı gibi faydalandığı birçok örneğin hararetle savunduğu kesin veya kesine yakın ilkeler ortaya konulması çabalarının karakteriyle bağdaştırılamaz nitelikte olduğu görülür. İbn Âşûr'un da konuyu selefleri olan Şâtıbî, Necmeddin et-Tûfî, İbn Abdüsselâm gibi ilke bazında ele aldığı ve lafızcı yoruma bu üslûpta bir eleştiri getirdiği, makâsıd konusunda genel tesbit ve kategorik ifadelerle yetindiği, ayrıntıya inip ilkelerin Örneklendirilmesine geçtiğinde de (bk. a.g.e., s. 143-207) fıkhın klasik doktrin ve kurumlarını merkeze alıp bunlara makâsıd ve hikmet açısından bazı açıklamalar getirmekle yetindiği görülür. (Geniş bilgi ve değerlendirme için bk. İsmail el-Hasenî, Nazariyyetü'l-makâsıd, Maryland 1416/1995, s. 129-225,439-442.)

Gerek eserlerinde gerekse çeşitli vesilelerle yaptığı ilmî ve fikrî mahiyetteki konuşmalarında İslâm'ın insan fıtratına en uygun din olduğunu, getirdiği tevhid akîdesi, toplum düzeni ve yüce ahlâk kurallarıyla kıyamete kadar ideal din olma özelliğini devam ettireceğini anlatan İbn Âşûr, gerçek bir İslâm toplumunun ahlâkî temellere dayandığından söz ederek ferdin yetişmesi, ahlâkî üstünlükleri, hak ve sorumlulukları üzerinde durmuş ve ancak böyle fertlerden meydana gelen bir toplumun devlet olma liyakatini kazanacağını ifade etmiştir. Ona göre Müslüman olmak için Allah'ın birliğine ve sıfatlarına iman etmek ve O'na karşı gelmekten sakınmak (takva) yeterlidir. Bu çerçeveyi korumak kaydıyla Müslümanlar inançlarında hürdür. Selefi. Eş'arî. Mâtüridî. Mu'tezilî, Haricî. Zeydî, İmâmî... hepsi -bazıları hatalı da olsa- müslümandır. İslâm birliğini de bu anlayış temin eder. [550] (Usûlü'n-nizâmi'l-ictimsî fi'l-İslâm, s. 172)

Öte yandan İbn Âşûr, İslâm'ın yönetim biçiminin kendi kurallarına göre oluşan bir demokrasi, yani demokrasinin özel bir şekli olduğunu öne sürer. (bk. a.g.e., s. 213)

Mücadeleci bir kişiliğe sahip olan İbn Âşûr, ülkenin bağımsızlığa kavuşması ve kalkınması yönünde önemli gayretler gösterdi. Tunus'un ve diğer birçok İslâm ülkesinin yıllarca Batılı devletlerin işgali altında kalması ve işgalci güçlerin bu ülkelerde yaptığı tahribat onu derinden etkilemişti. Emperyalizmin her çeşidine karşı amansız bir mücadeleye girerek kendisi gibi düşünen diğer vatanperverlerle birlikte ön saflarda yer aldı; ülkede ve ülke dışında çeşitli faaliyetlerde bulundu.

İbn Âşûr ilim, fikir, hareket ve mücadele adamı; mücahid ve müceddid bir âlim olmanın yanında tevazu, sabır, metanet, himmet, zühd ve takva gibi ahlâkî güzellikleri de nefsinde taşıyan bir şahsiyete sahipti.

Eserleri:

İbn Âşûr'un tefsir, hadis, fıkıh, fıkıh usulü, Arap dili ve edebiyatına dair telif, şerh ve haşiye türünde kırka yakın eseri olup yayımlanmış eserlerinin başlıcaları şunlardır:

1. et-Tahrîr ve't-tenvîr. Otuz cilt halinde yayımlanan eserde (Tunus 1978.1984), çeşitli tefsir meselelerinin ele alındığı 130 sayfalık bir mukaddimeden sonra mushaftaki sıraya göre âyetler tefsir edilmiş, belagat nükteleri açıklanmış, önceki müfessirlerin işaret etmedikleri bazı hususlara yer verilerek hem klasik hem de çağdaş anlayış ortaya konulmaya çalışılmıştır.

2. Keşfü'l-Mugattâ. (Tunus 1975; Cezayir 1975) İmam Mâlik'in el-Muvatta adlı eserinin şerhidir.

3. en-Nazarü'l-Fesîh. (Tunus 1979; Libya 1979). Sahîh-i Buhârî'de izaha muhtaç gördüğü bazı konu ve kavramları açıkladığı bir eserdir.

4. Usûlü'n-Nizâmi'l-İctimâ'î fi'l-İslam. (Tunus 1964, 1977, 1985. 1989; Cezayir 1977) İki bölümden meydana gelen eserde, telif sebebinin anlatıldığı uzun bir girişten sonra birinci bölümde fertlerin ıslahı konusu ele alınmış; inancın, düşüncenin ve amellerin düzeltilmesi, ilmî çalışma, kadınların toplumdaki yeri gibi konular işlenmiştir. İkinci bölümde toplumun ıslahı, İslâm birliği ve kardeşliği, siyasî sistem gibi konular üzerinde durulmuştur.

5. Makâsıdü'ş-Şeriati'l'İslâmiyye. (Tunus 1945-1946.1978; Cezayir 1985) İlim âleminde büyük ilgi uyandıran ve üç bölümden meydana gelen eserde, İslâm hukukunda hükümlerin ana gayeleri konusu çeşitli açılardan ele alınarak tahlil edilmiş, fıkıh kültüründeki temel kavramlarla ilişkilendirilmiş, son bölümde hukukun ana gayeleri konusundaki genel teori ve kuralların muamelât hukukunun bazı dallarına tatbiki yapılmıştır. Eser Mehmet Erdoğan ve Vecdi Akyüz tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir (İstanbul 1988, 1996). (bk. TDV. İslam Ansiklopedisi, İbn Aşûr, Muhammed Tahir md.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun