Evlilikte keramet yoluyla birleşme nasıl olur?

Tarih: 14.07.2017 - 00:25 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Nikâh akdinden eşlerin bir araya gelme imkânının bulunması. Hanefiler bu konuda fiili birleşme yanında aklen ve tasavvur olarak birleşme imkânını da dikkate almışlardır.
- Akit tarihinden itibaren altı ay eşler dış görünüş bakımından bir araya gelmeseler de "keramet" yoluyla bu mümkündür. Çünkü evliyanın kerameti hak'tır, derler. Burada; "Çocuk yatak sahibinindir" hadisinin genel anlamı ile amel ederler. Bunda çocuğu ve kadının ırzını koruma vardır. Üç imam, eşlerin fiilen ve âdetlere göre bir araya gelmesini şart koşarlar.
- Tasavvura ait birleşme aklen keramet kabilinde olabilse bile bu nadirdir. Hükümler ise çoğunlukla meydana gelene bina edilir. Hanefilere göre fiilî birleşme olmaması halinde "mulâane" yolu ile çocuğun nesebini reddetmek mümkündür.
- Fiili birleşmeyi şart koşan mezheplere göre ise, bu birleşmenin olmadığını isbat etmek nesebin reddi anlamına gelir.
- Aklen ve tasavvufen birleşme nasıl anlamalıyız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Soruda geçen konu, bir çocuğun nesebini belirleme ile ilgilidir.

Burada ifade edilmeye çalışılan şey, nikahlı erkek ve kadının bizzat bir araya geldikleri, yani başbaşa kapalı bir ortamda kaldıkları bilinmese bile, onlardan doğacak çocuğun onlara ait olduğudur.

Zira bizim bilemediğimiz bir yol ile bir araya gelmiş olabilmeleri imkansız değildir. Nitekim, bazı veli zatların, hacca gittiği bilinmediği halde, keramet olarak oraya gittiğini görenler olmuştur.

Demek ki, bu görüşte olanlara göre, bir karı koca fiilen bir araya gelmese bile, onlardan doğan çocuğun onlara ait olmadığının iddia edilemeyeceğini ve çocukların onlara ait olacağını ifade ederler.

Nesebin sübutuna bağlanan başlıca sonuçlar evlenme engeli oluşturması, nafaka, velâyet ve mirasçılık hükümlerine temel teşkil etmesidir; bilhassa aile ve ceza hukukunda mezheplere göre değişen başka hükümleri de vardır.

Çocuk hakları konusunda özel bir yere sahip olan nesep hükümleri anne, baba ve çocuğun menfaatleri bakımından kul hakkıyla ilgili olduğu gibi dinin ve hukukun temel hedeflerini içermesi yönüyle Allah hakları kapsamında değerlendirildiğinden, fıkıh ve usul âlimlerince bunların ilgililerin anlaşması veya feragatiyle bertaraf edilemeyeceğine, günümüz hukuk terimiyle kamu düzeninden sayıldığına dikkat çekilir.

Meselâ annenin nesebin sübutu davasında husumetten feragat etmesinin küçüğün hakkı veya Allah hakkı açısından bir etkisi yoktur.

Bu ve benzeri nedenlerden dolayı nesebin tespiti hem kul hakları hem de Allah hakları açısından son derece önemlidir.

Nesep, soy bağı anlamında fıkıh terimidir. Dar anlamda çocukla anne ve babası, geniş anlamda kişiyle usulü (annesi-babası, nineleri-dedeleri) arasındaki soy bağını ifade eden nesep, fıkıhta ve günümüz hukuk incelemelerinde daha çok dar anlamına göre ele alınan bir kavramdır.

Neslin muhafazası, İslâm’ın korunmasını hedeflediği yararların önem derecesine göre yapılan tasnifi içinde vazgeçilmez değerleri ve faydaları ifade eden “zarûriyyât” kapsamında mütalaa edilmiştir.

Zinanın kesin biçimde yasaklanması ve soyların karışmasına yol açacak düzenlemelere cevaz verilmemesi neslin insana yaraşır biçimde korunabilmesi için alınan önlemlerin başında gelir.

Bu çerçevede, zina mahsulü çocuğun nesebinin genetik (tabiî) babasına veya onu doğuran kadının istediği erkeğe nispet edilebilmesi, erkeğin meşru bir evlilik içinde doğmuş çocuğunun nesebini keyfî olarak reddedebilmesi gibi Cahiliye dönemi uygulamalarına son verilmiştir.

Fakihler de;

- Çocukların babalarına nispet edilerek çağrılmasını emreden (Ahzâb, 33/5)
- Ve babanın nafaka yükümlülüğünü düzenleyen (Bakara, 2/233) ayetlerle;

- Çocuğun nesebinin nikâh bağına göre tayin edileceğini ve gayri meşru ilişkiye nesep vb. sonuçların bağlanamayacağını bildiren (Buhârî, Büyû, 3, 100),
- Babanın kendisine ait çocuğun nesebini inkâr etmesini,
- Ve annenin çocuğu gerçek babası dışındaki bir erkeğe nispet etmesini ağır bir vebal olarak niteleyen (Dârimî, Nikah, 42)

hadisler başta olmak üzere, ilgili nasların ibare ve işaretleri istikametinde nesep hukukunun ayrıntılarını belirleyen zengin bir doktrin ortaya koymuşlardır.

Çocuğu doğuran kadının tespit edilmesi, çocukla anne arasındaki nesep ilişkisinin tayini için yeterli olup hukukta nesebin daha çok baba açısından belirlenmesi önem taşır.

Nesebin baba açısından sübutunun normal yolu, çocuğun evlilik içinde dünyaya gelmiş olmasıdır.

Evlilik içinde doğan çocuğun nesebinin sübutunda aranan şartlar şunlardır:

1. Erkeğin baba olabilecek çağda ve durumda olması.
2. Eşler arasında birleşmenin vaki veya mümkün olması.

İşte soruda geçen durum bununla ilgilidir.

Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre cinsel ilişkinin gerçekleşmesi şart olmamakla birlikte, buna imkân verecek birlikteliğin (halvet) bulunması gerekir.

İmam Züfer dışındaki Hanefîler ise, zifaf veya halveti şart koşmaksızın nikâh akdinin varlığını yeterli saymışlardır. (bk. Ali M. Yûsuf Muhammedî, s. 66-73)

Esasen Hanefîlerin de eşlerin bir araya gelebilmelerini şart koştukları, ancak aklî imkânı yeterli saydıkları yönünde bir açıklama ve bu görüş hakkında bir değerlendirme de vardır. (bk. Zekiyyüddin Şa‘bân, s. 568-570)

Demek ki, Hanefilere göre nikahlı bir karı kocanın fiilen bir araya geldikleri bilinmese bile, doğan çocuğun onlara ait olduğu kabul edilir.

3. Zifaf, halvet veya akidden sonra hamileliğin asgari süresinin dolmuş olması.

Bu sürenin altı ay olduğu hususunda fakihler arasında görüş birliği vardır. Kadının bu süreden önce dünyaya getirdiği çocuğun nesebi evlilik yoluyla sabit olmaz. Fakat koca bunun -zina mahsulü olduğunu söylememek şartıyla- kendisinden olduğunu kabul ederse, çocuğun menfaatinin ve aile şerefinin korunması ve iyi niyetin esas alınması düşüncesiyle daha önce aralarında başka sahih veya fasid bir akid bulunduğu yahut şüpheye binaen birleşme vaki olduğu yorumu yapılarak nesebi kendisine bağlanır.

4. Kocanın vefatı veya boşamadan sonra hamileliğin azami süresinin aşılmamış olması.

Fıkıh eserlerinde bu sürenin dokuz ay, bir, iki, üç, dört, beş sene, hatta daha fazla olduğuna dair görüşlere yer verilir.

Ayet ve hadislerin açıkça süre belirtmediği bu konuda, Hz. Aişe’den nakledilen ceninin anne karnında iki yıldan fazla kalamayacağı rivayeti bir tarafa bırakılırsa, bu görüşlerin daha çok gözleme ve o dönemin tıbbî bilgilerine dayandığı, dört, beş yıl gibi uzun sürelerden söz edilmesinin ise bazı nâdir olaylar veya duyumlar yanında özellikle ihtiyat ilkesini dikkate almaktan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Günümüzde İslâm ülkelerinde yapılan yasal düzenlemelerde genellikle bu süre mutat gebelik müddetine biraz ihtiyat payı eklenerek 365 gün şeklinde belirlenmiştir.

Günümüz İslâm âlimlerince ihtiyaç halinde kocadan alınan spermin karısının rahmine şırınga edilmesi yoluyla yapay döllenmenin gerçekleştirilmesine ve kocadan alınan spermin karısının yumurtası ile dışarıda döllendirilerek karısının rahmine yerleştirilmesine (sperm, yumurta ve rahim unsurları eşlere ait olan tüp bebek yönteminin uygulanmasına) cevaz verilmiş olup, bu durumlar nesebin sübutu bakımından evlilik içi birleşmenin hükümlerine tâbidir. (bk. İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi’nin Amman’da 11-16 Ekim 1986’daki toplantısında aldığı 4 nolu karar)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun