Evlilik - Nikâh konusunda en çok merak edilenler

1 Gerdek gecesinde neler yapmamız gerekir?

Gerdek gecesi: Evlenmiş karı ve kocanın ilk defa bir araya geldikleri gece. Bu buluşmanın özelliği, kadın ve erkek için daha önce bilinmesi mümkün olmayan maddi ve manevi mahremiyetin ortadan kalkmasıdır. Çünkü o geceden önce, ayrı dünyalarda yaşayan iki insan, birbirlerine yaklaşarak, aynı hayatı paylaşma durumuna gelmişlerdir. Bunun da ötesinde, aile olarak belirli hak ve görevleri "fiilen yaşama" olayını başlatmışlardır.

Gerdek gecesini, sadece cinsi yönden iki farklı cinsin birbirlerini tanıması olarak görmemesi gerekir. Bu beraberlik aynı zamanda, manevi ve hissi bir bütünleşmeninde başlangıcı olmaktadır. Olgunluk seviyesine gelen iki gencin, ondan sonraki hayatları belirli bir ölçü ve plan dahilinde sürecektir. Bu bakımdan gerdek gecesi; son derece ciddi ve ağır sorumluluklarla dolu bir hayatın başlangıç anıdır. Tek kelime ile bir planlama kararının verileceği zamandır. Bir çift paylaşacakları hayatta birbirleri için düşündüklerini açıkça anlatacak ve karşılıklı olarak yekdiğerinden beklediği tavır ve davranıştan konuşacaklardır.

Gerdek, İslami bir olaydır. Çünkü gerdek olayında gözümüze çarpan olağanüstü durum, kadın ve erkeğin meşru ölçüler içersinde bir araya gelmesi ve evlilik gibi büyük bir hadisenin düşünülüp, tartışılarak gerçekleştirilmesidir.

Gerdek olayında, birbirlerini uzaktan tanıyan çiftin yakın bir temas ile ve ciddi bir ortamda karşısındakini ölçülü bir şekilde değerlendirmesi söz konusudur. Çünkü evlilik ile yeni bir hayata başlangıçta, karşıdaki insan bütün özellikleri ile tanınmak durumundadır. İslami mahremiyetin olmadığı durumlarda ve günümüz gibi kadın-erkeğin birbiriyle ölçüsüz ve gayri ciddi bir araya gelmesi hali, gerdek olayına gerek duyurmamaktadır. Çünkü olayda ne bir mahremiyet, ne de geleceğe dönük ciddi bir hesap bulunmaktadır. Taraflar; ya kendilerini bekleyecek akıbetlerden habersizdirler veya bir araya gelişlerinde sadece "cinsel tatmin" ağır basmaktadır.

Dolayısıyla bazen bu tür gayrimeşru ilişkilerde "evlilik" gibi bir müesseseye bile ihtiyaç duymayan insanlar görülmektedir. Tabi ki bu tür ilişkilerin sonu, büyük acılar ve felaketlerle bitmektedir.

İslam'daki evlilik, cinsi duyguların dini bir program çerçevesinde ve beşeri aşkın en temiz özellikleri ile biçim kazanmasıdır. Elbette ki bu temiz ve saf beraberlik, "gerdek gecesi" gibi başkalarının malumu olmayan ruhi ve bedeni birlikteliğe ihtiyaç duyacaktır.

Lüzumlu (ilk) Evlilik Bilgileri:

"İlişki" konusunda çok kimse bilgisizlikten bunalımlara düşmektedir. Bunun için önce cimanın ne olduğunu iyi bilmek gerekir. İyi bilinmez ve yanlış yapılırsa, huzursuzluk zamanla artarak ailenin yıkılmasına sebep olur. Bunun için bu mahrem bilgileri doğru öğrenip tatbik etmek gerekir.

Nikâhtan sonra, zifaf (gerdek) gecesi, evlilik hayatının en mühim bir dönemidir. Eşler mümkün mertebe temizliğe riayet etmelidir. Temiz ve güzel kıyafet, ilk gecede etkili olur. Zifaf odası tenha, emniyetli bir yerde olmalıdır. Damadın, evlilik tecrübesi olan, güvenilir bir sağdıçın tavsiyelerinden istifade etmesinde mahzur yoktur. Fakat, sağdıç olmasa da olur.

İlk Gecede Eşlerin Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar

Her şeyden önce, eşler birbirine çok samimi, nazik ve yumuşak davranmalı, sevgi ve şefkatle yakınlaşmalıdır. Erkek, eşini gerdeğe psikolojik yönden iyice hazırlamalıdır. Ona cesaret vermeli; endişelerinin yersiz olduğunu, rahat bir atmosferde onu da konuşturarak izah etmelidir. Eşini incitecek küçük davranış, hatta imadan sakınmalıdır. Eşinin, özellikle bu gecede sevgi ve şefkat görmeye, iltifat işitmeye çok ihtiyacı olduğu bilinmelidir.

Erkek aceleci ve kaba olmamalıdır. "Artık evlendik, ona istediğim gibi sahip olurum." gibi bir düşünce son derece yanlıştır. Cima / birleşme, aşk oyunları sırasında meydana gelen bir olaydır. Temasa her iki tarafın da aktif şekilde katılması gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) de bu hususa dikkat çekerek, erkeğin, eşinin haklarına da riayet etmesini istemiştir. Cinsi tatmin, kadının da hakkıdır.

Genç kız da eşinin heyecan ve sevgisini paylaşmalı, kendisini ona tabii ve fıtri bir şekilde, isteyerek teslim etmelidir. Cimanın bir yaratılış vazifesi olduğunu düşünmeli, mana ve hikmetlerini hatırlamalı, sevgisine ve yaratılış özelliklerine güvenip, yersiz korku ve endişelerden sıyrılmalıdır.

Düğünün stresli ve gergin ortamından sonra eşler, uykusuz, yorgun düşebilir. Bu bakımdan cimaya çoğu zaman hazır olmazlar. Bu durumda, ilk cimanın günü tehir edilebilir. Bunun hiç mahzuru yoktur; aksine çok faydası olabilir.

İlk gece, eşler için en meraklı heyecanların yaşandığı andır. Yıllar yılı beklenen, hasretle gözetlenen, genç kız ve delikanlının rüyalarını süsleyen, sevinçli, tatlı ve heyecanlı bir zaman. Daha önce gayrimeşru hayat yaşayan bu duygudan mahrum kalır.

Damat, tebessüm ve nezaketle içeriye girmeli, geline selam vermeli ve onu tebrik etmelidir. Moral verici sözlerle gelinin gönlü alınmalı, heyecanını yatıştırmaya çalışmalıdır. Gelin de ona güler yüzle karşılık vermeli, lüzumsuz somurtkanlık ve çekingenlik göstermemelidir.

Bu gece, iki rekat nafile namaz kılıp dua edilir. Bugünlere kavuşmanın şükrü ve gelecek günlerin saadeti için, Allah Teâlâ'ya dua edilir. Bu arada, oturup, bir müddet sohbet etmelidir. Böylece, fazla heyecan atılmaya çalışılır.

Her kız, bu ilk gecede, az-çok ürkeklik ve çekingenlik gösterir, utanır, sıkılır. İlk defa bir erkekle baş başa buluşmanın, ona açılmanın utancını hisseder. Bu hali, gayet tabiidir, hoş karşılanmalıdır.

Erkek, kızı hiç sıkmadan ve zorlamadan, samimi bir yakınlık göstermeli, ürkekliğini gidermeye çalışmalıdır. Kız konuşmaktan, ona açılmaktan çekinse bile, erkek samimi sohbet ve yakınlığı sabırla sürdürmeli, onun gönlüne yavaş yavaş girmelidir. Kızın sessizce dinlemesi ve arasıra hafif karşılık vermesi de kâfidir.

Damat, güler yüzle yaklaşmalı, gönül alıcı sözler söylemeli, iltifat etmeli, eşini kutlamalıdır. Bu tavır genç kızın heyecanının teskininde çok faydalı olur. Bütün mesele, öpüp okşayarak kızı cimaya hazır vaziyete getirmektir! İlk gecenin değişmez bir ölçü olmadığı unutulmamalıdır. İlk gece yalnızca bir başlangıçtır. İlk deneme başarısız olabilir, bu normal kabul edilmelidir.

İnancı gereği kadından uzak kalan erkek, çoğu zaman kadını yakından gördüğünde veya dokunmasıyla hemen boşalabilir. Ümitsizliğe kapılmayıp, yarım saat kadar sonra ön hazırlıktan sonra, tekrar harekete geçilir. İkinci halde ilk heyecan geçip hemen boşalma olmayacağı için ön hazırlık daha rahat şekilde yapılabilir. Bu durum çok önemlidir. Bu durumu bilip kendilerini buna göre ayarlayan eşler rahat eder. Olduydu olmadıydı endişesine kapılmaz. Çünkü bu normal bir olaydır. Birkaç saat dinlenilebilir veya ertesi güne tehir edilebilir. Böyle bir durumda genç kız da durumu kabul etmeli, anlayışla karşılamalıdır.

Temas başarıyla sonuçlanınca, erkek mutluluk hislerini eşiyle paylaşmalı, ona teşekkürlerini sunmalı ve bütün bir hayat boyunca saadetlerinin devamı için dua etmelidir.

Zifaf gecesinde kızda ürkeklik ve çekingenlik görüldüğü zaman, erkek, ilk karşılaşmanın normal bir neticesi olan bu hali hoş karşılamalı, lüzumsuz telaş ve sabırsızlık göstermemelidir. İlk geceki kabalıktan doğacak ürkeklik, incinme ve tatsızlık, daha sonra uzun müddet silinmeyen etkisini gösterir. Bunun gibi, o gecenin sabır ve nezaketinin mükafatı da sonradan görülür.

İlk olarak bir erkekle buluşmak, yıllarca barındığı ailesinden ayrılıp, yeni bir aile hayatına girmek, bir kız için elbette çok mühim bir olaydır. O anda, erkeğin geniş şefkat ve sevgi kanatlarına ihtiyacı vardır. Bir kadın, kendisiyle buluştuğu ilk erkeği asla unutmaz. Eğer kadın ilk zifaf gecesinde tatlı heyecanlar yaşamışsa, sevgi, sabır, nezaket ve geniş bir anlayışla karşılaşmışsa, o erkeğe ömür boyu minnettar kalır. Bu ilk olay, kadın için unutulmaz bir hatıradır. Hatta o adam o kadını sonradan terk etse, hayal kırıklığına uğratsa bile, kalbindeki o esrarlı hatıra daima yaşar.

Gerdek gecesi, erkeklik gösterisi sanılan, "kedinin bacağını ayırmak" gibi kabalık uygun değildir. Bilhassa bu gece, erkek de çok nazik olmalıdır!

"Bir kadın, on senedir kocasıyla garip bir şekilde yaşıyor. Ancak ayda bir defa temasta bulunuyor ve bu temas esnasında da kadın tamamen soğuk davranıyor. Gerdek gecesi, kocası bu kadının kalbini kırmış. (Ne zayıfmışsın, hem de çirkinmişsin) demiş. Kadın bunu unutamamış."

Kadını yaralayacak, "zayıfsın, şişmansın, uzunsun, kısasın, yaşlısın, cahilsin, pasifsin" gibi sözlerden uzak durmalıdır!

Ön Hazırlık: Gerdek gecesinde diğer önemli husus da ön hazırlığın gelini ürkütecek ve gönlünü soğutacak bir vaziyette olmamasıdır. Bunun için bir de soyunma sırasında dikkatli olmak gerekir. Bir kere damadın, gelini kendi eliyle soymaya kalkması doğru değildir. Gelin ve damat, kendi kendine soyunmalıdır. Çırılçıplak soyunmak da uygun değildir. Ekseriya gelin, erkeğin karşısında ilk defa çıplak olarak görünmekten ve erkeği çıplak olarak görmekten dehşet ve sıkıntıya düşebilir.

Soyunma sırasında, utanma duygularının korunması için, bu işin de perdelenmesi gerekir. Bunun için ya lamba söndürülmeli veya az ışıklı gece lambası bulundurulmalıdır. Çıplak vücutla ortada görünmenin vereceği sıkıntıyı hesaba katmalıdır. Bu durum edebe de aykırıdır.

Bazı erkekler, zifaf gecesinde hem kendi vücutlarını teşhir eder, hem de kadını tamamen soyarak, kaba ve hoyratça davranışlarıyla, gelini sıkıntı içinde bırakırlar. Bu çok yanlıştır.

Soyunma olayında, ayakta büsbütün soyunmaya kalkışmamalı, yalnız üstteki kaba elbiseler çıkartılmalıdır. İç çamaşırlar, yorgan altına girdikten sonra çıkarılmalıdır.

İlk Temas: Zifaf gecesinde aşk oyunu önemlidir. Aşk oyunu nazikâne, erkeğin gelini heyecana getirme tekniği mükemmel olduğu zaman, kadın ne kadar utangaç olursa olsun, yavaş yavaş eşine itimadı çoğalmaya ve rahatlamaya başlar. Ondan sonra teslimiyet duygusu artar, çekingenlik yerine arzu doğmaya başlar. Birçok gelini inciten ve ürküten şey, eşlerinin bu gece kaba ve anlayışsız davranmalarıdır. Henüz mahcubiyet içinde bulunan bir gelini, evlilik hayatına yavaş yavaş alıştırmalıdır. Damat, gelinde arzu uyandırma yollarını aramalı, utangaçlık hislerinden kurtulmasına yardımcı olmalıdır. Normal bir kadın, belki kocasının arzusunu tahrik etmek için önce çekingen davranır. Aslında o, fethedilmekten hoşlanır. Fakat mukavemetin kaba bir şekilde kırılma teşebbüsünü asla hoş görmez. Bunun için güvey, nezaket, sabır ve incelik hususlarını asla gözden uzak tutmamalıdır. Gelin de hayatının belki en heyecanlı anlarını yaşayan eşinin başarısını baltalayacak davranışlardan, mümkün olduğu kadar kaçınmalıdır.

Bekâretin izalesi: Normal vasıfları taşıyan kız ve erkek için, bunun bir zorluğu olmaz. Yapılacak iş, aşk oyunlarıyla temas ortamı hazırlanır, gelin o safhaya geldikten sonra, yani ilişkiyi kolaylaştırıcı kaygan sıvı gelince, üstten aşağı hafif kuvvette bir tazyikle zifaf ilişkisi tamamlanır. Böyle kaygan sıvı gelmese de, bu iş rahatça gerçekleşir. Cinsiyet organlarına bir miktar vazelin sürmek bu işi kolaylaştırır.

Tahriş, acıma gibi hallerde, sonraki temaslar için bir-iki gün ara vermek iyi olur. Ama bu da şart değildir. Karşılıklı istek varsa, ertesi gün veya birkaç saat sonra temas yapılabilir. Aşırı istek acıyı hissettirmez. Zarın yırtılmasıyla gelen kan durmazsa telaşa mahal yoktur. Genç kız sırt üstü vaziyette dizlerini kaldırıp bacaklarını kasarak bitiştirirse, kanama çoğu zaman kendiliğinden durur. Nadiren de olsa durmayıp aktığı da görülür.

Gerçekten de cinsi temasa her iki tarafın da ruhen ve bedenen çok iyi hazırlanmış olmaları, erkeğin eşini başarılı bir şekilde uyarması ve her ikisinin de cinsi heyecan bakımından tatminkâr bir seviyeye çıkmaları halinde neredeyse hiç acı duyulmaz. Aşırı heyecan, aşırı zevk ağrı hissini ortadan kaldırır. Savaşta ve kavgada yaralanma, neden sonra kan görülmesi ile anlaşılır. Bu arada, eşlerin birbirine yardımcı olması, bilhassa erkeğin çok sabırlı, anlayışlı ve şefkatli olması gerekir.

Zifaf gecesinde acı duymak korkusu, yabancı bir erkekle en mahrem buluşmanın verdiği utanma hissi ve kızlıktan kadınlığa geçiş gibi, çok mühim bir dönüm noktasında bulunuşu dolayısıyla, kadının göstereceği çekingenliği anlayışla karşılamalıdır.

Onu samimiyetle kendisine alıştırdıktan ve ürkeklik hislerini teskin ettikten sonra, nazik ve yumuşak bir surette birleşmelerini temin etmek, erkeğin vazifesidir. Netice olarak; zifaf gecesinin ilk teması ve sonrasında, dikkatli, sabırlı ve ihtiyatlı olmalıdır. Bu hususlara dikkat edilmezse, cinsi temastan kadın, zevk yerine acı ve ızdırap duyabilir. İlk zifaf ilişkisinde, arzulanan cinsi zevkin bulunamaması olağandır.

Zifaf Engelleri:

Zifaf gecesi, ciddi bir engelle karşılaşıldığı zaman, ilişkinin daha sonraki gecelere tehir edilmesi gerekir. Mesela, kızın hayız hali devam ediyorsa, beklemeyi tercih zarureti vardır. Esasen gerdek gecesinin, kızın hayzdan temizlendiği zamana getirilmesi gerekir. Zifaf ilişkisinin de illâ ilk gecede tamamlanmış olması gerekmez. Sabır ve anlayışla hareket edilirse, sonraki gecelerde güçlük ve engeller ortadan kalkar.

Bazı erkekler, bu gece kapıldıkları aşırı heyecan sebebiyle, geçici iktidarsızlığa düşebilirler. Gerdek gecesi böyle bir olayla karşılaşılırsa, teşebbüsü birkaç saat geciktirmek veya sonraki gecelere bırakmak gerekir. Çünkü bu durum geçici bir başarısızlıktır, bir müddet sonra heyecan ve engellerin çözülmesiyle geçer. Duruma göre birkaç saat veya birkaç gece sürebilir.

Zifaf Engellerinin Başlıcaları Şunlardır:

- Kızın Aşırı Ürkekliği: Bu durum, birçok kızların öteden beri sahip olduğu zifafın çok sıkıntılı geçeceği gibi bazı yanlış kanâatten dolayı olabileceği gibi, o gece erkeğin kaba bir "erkeklik" gösterisiyle, sabırsız, nezaketsiz ve hoyrat davranışlarından da ileri gelebilir.

- Erkeğin Endişesi: Bazı erkeklerin, zifafta başarısız kalma endişesinin içlerinde yer etmesi, bu duygular içinde telaş ve heyecan göstermesi; ayrıca temas esnasında "erken boşalma" haliyle karşılaşmaları, geçici bir başarısızlık sebebi olabilir.

- Çeşitli Etkiler: Birçok yerlerde görülen zifaf neticesini bekleme âdetlerinin, erkek üzerindeki psikolojik baskısı, zifaf mekânının elverişsiz, gürültülü ve görüntülü bir yerde oluşu, o anda kadında beklenmedik tatsız bir hâlin görülmesi, o kadına karşı duyulan sevgi, şefkat ve hürmet duygularının aşırı dereceye varması, geçici iktidarsızlık sebeplerine dahildir.

İşte bu gibi hallerle, gerdekte cinsi başarısızlığa uğrayan, bunun geçici olduğunu idrak edip, ilişkisini daha sonraki gecelere ertelemelidir.

Normal İlişkiler: 

İlişkilerde, başlangıç safhasının iyi hazırlanması gerekir. Bunu terk etmek erkek için kabalık, kadın için eziyettir. Bunun için beş duyudan gerektiği kadar faydalanmalıdır.

- Görme ve Duyma: İlişki öncesinde gözler malum hisleri kamçılayıcı meşru şeyler görmeli, duygulara kötü tesir edecek görüntülere takılmamalıdır. Mesela, bu vakit gece ise, o andaki mekanın fazla ışıklı olmaması, ışığın söndürülmüş veya -gece lambası gibi- azaltılmış olması uygun olur. En önemlisi, kadında veya erkekte ister giyinik ister çıplak, gözleri rahatsız edecek, az-çok bir soğukluk yapacak görüntülere yer vermemeli, görme hissini okşayıcı bir kıyafetle görünmelidir.

Kadının -dışarıya değil- kendi erkeğine karşı süslenmesi gerekir. İlişki öncesinde can sıkıcı sözler duyulmamış olmalı, münakaşaya veya üzücü laflara yer verilmemelidir. O anda gönül alıcı fısıldaşmalar, baş başa tatlı bir sohbet, sevgi dolu birkaç söz faydalıdır.

- Koklama ve Tatma: İlişki başlangıcında -misk ve lavanta gibi- güzel kokular, zevk alan erkekler için genelde etkileyicidir. Bu inceliği bilen kadın, o anda güzel kokularla kokulanmayı da ihmâl etmez. Bedenin temizliği ve çirkin kokudan arınmış olması da kâfidir. Çünkü eşlerin temiz vücutlarından birbirine verdiği fıtri ve tabii koku, başlıbaşına tesirli bir güce sahiptir. En çok rahatsız edici kokular, ağız kokusu ile ağır ter kokusudur. Öyleyse, vücutta fazla ter toplayan koltukaltı ve kasık bölgeleri, haftada bir tıraş edilmeli ve yıkanmalıdır. Dişler sık sık fırçalanmalı ve daha iyisi misvaklanmalıdır. Ağızda soğan sarmısak veya sigara kokusu rahatsız edici olduğundan, böyle pis kokulu bir havada ilişkiye girmekten sakınmalıdır.

- Dokunma ve Okşama: İlişkiye hazırlanmada "aşk oyunları" denilen en tesirli oyunlar, vücudun muhtelif yerlerine tatbik edilen dokunma ve okşama işidir. Bunun için önce yeteri kadar soyunmuş olmalıdır. Üst vücutta bir iç elbisesinden başkasını bırakmamak, hatta vaziyete göre, yatak içinde soyunmuş olmak, ilişki zevkinin ziyadesiyle yaşanmasını sağlar. Diğer hususlarda olduğu gibi, dokunma ve okşama vazifesi, kadından çok erkeğe düşer.

Son zamanlarda, sapık kimseler arasından yaygınlaşan oral seks denilen, erkeklik uzvunu kadının ağzına alması dini açıdan çok çirkindir. Ayrıca erkeğin kadının organını öpmesi yalaması da çirkin bir harekettir.

- İlişki Safhası: Eşlerin ihtiyacına göre uzunca veya kısaca icra edilen başlangıç oyunlarından sonra, şehvet hislerinin iyice uyanmasıyla, kadının mahrem bölgesinde birleşmeyi kolaylaştırıcı mezi denilen sıvı çıkar. Kadın o anda cinsi his bakımından zayıf olur veya yeterince tahrik edilmemiş bulunursa, böyle bir sıvı görülmez.

Eşler, arzu ettikleri temas şeklini tercih ederler.

Temas safhasında en mühim mesele, erkeğin acele etmemesidir. Sabırla idare etmesini bilmek, erkeğe düşen önemli bir vazifedir. Eğer erkek, kadının halini düşünmeden sadece kendi zevki için davranırsa, bir-iki dakika içinde zevkin sonuna geliverir. Bu durum ise, henüz uyanmış olan kadını yarı yolda terk edip, sıkıntı içinde bırakır.

O halde erkek, zaman zaman duraklamalar ve ihtiyatlı tavırlarıyla, sondaki "orgazm" durumuna gelmeyi geciktirmeli, bu noktada kadınla beraberliği sağlamaya çalışmalıdır. Zevkin heyecanlı zirvesi olan orgazm seviyesine varıncaya kadar devam eden temas hali de, sakin ve ferah bir zevk halinde sürüp gider. 

İlişki Âdâbı: 

- Her şehvetin neticesi, kalbi kararttığı ve bunalttığı halde, meşru olarak yapılan cima (ilişki), kalbde ferahlık, ruh ve bedende sükunet ve rahatlık temin eder. Cimadan asıl maksat, nesil üretme gayesidir ve bundaki zevk de, böyle bir maksada binaen lütfu İlâhi olarak verilmiştir. Âdâbına riayet ederek cimada bulunan eşler, bununla ibadet sevabı da kazanır. Nikâhlı olarak yapılan ilişkiye "cima" denir; nikâhsız olana "zina" denir.

- Kadının meşru mazeretsiz olarak ilişkiyi kabul etmemesi büyük günahtır.

- İnzal anında meniyi "azl" etmek, yani dışarı vermek, kadının rızasıyla olursa mübah, ondan izinsiz yapılırsa mekruhtur.

- İhtiyaç olduğunda, kadın hayz halinde iken de diz ile göbek arası dışındaki yerlerinden istifade ederek boşalmak caizdir. Bir kavle göre de, istifade için yalnız edep yeri hariçtir.

Kendini haramdan korumayı, helâl ile yetinmeye niyet etmeli, cima ederken şeytandan Allah Teâlâ'ya sığınıp, "Bismillâhi Allahümme cennibnâ'ş-şeytâne ve cennibi'ş-şeytâne mâ razaktenâ" demelidir. Bu durumda hamile kalırsa, şeytan ona zarar vermez. (bk. Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI/303; Mansur Ali Nasıf, et-Tâc, II/3082; Gazâli, İhya, Kahire 1967, II/63-65)

Resulullah Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:

"Cima da Besmele söyle. Cünüplükten temizleninceye kadar sana sevap yazılır. Bu cimada çocuğun olursa sana, bu çocuğun nefesleri sayısınca ve onun neslinin nefesleri sayısınca sevap yazılır." (Örnek olarak bk. Buhârî, Bed'ul-halk 11; Müslim, Nikâh18)

Hanımda şehvet, istek belirinceye kadar onunla oynaşmalı. Bunda bedenin rahatlığı ve doğacak çocuğun kusursuz olması faydaları vardır. Acele etmemelidir. Hadis-i şerifte şöyle buyuruldu:

"Erkek hanımı ile cima ederken, horoz gibi, atlayıp inmesin. Kendisi rahatladığı gibi, hanımı da rahatlayıncaya kadar, karnı üzerinde kalsın. Kadın rahatlamadan, sen rahatlarsan, o günün kalan kısmı, kadın için uyuşuk ve tembellikle geçer." [bk. Suyutî, el Camiu's-sağîr (Fethu'I-Kadîr ile) VI/323)]

- Hayz halinde olan kadın, kocasının rağbetini azaltmak için, eski elbiseler giymeli.

Hanıma arkadan yani dübüründün ilişkiye girmek büyük günahtır. Hadis-i şerifte şöyle buyuruldu:"

"Hanımına, dübürden / dışkı yerinden cinsel ilişkide bulunan kimse melundur." (Tirmizî, Tahâre 102; İbn Mâce, Nikâh 29; Dârimî, Vudû' 114) 

Cimadan sonra bir parça uyumalıdır.

2 Bir kızın, anne ve babanın rızası olmadan bir erkekle nikah kıyması doğru mudur?

Şahitler huzurunda dini nikâh yapmak caizdir. Ancak resmi nikâh olmadan dini nikâh yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından, dini nikâhın yanında resmi nikâhın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim Osmanlı Aile Hukuku Kararnamesinde de mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikâhların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikâh üzerinde ısrarla durulmuştur.(Hukuk-i İslâmiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, II/55-58)

Yalnız kalınca günah işlemiş olmamak için dini nikâhı tercih ediyorlar. Halbuki daha sonra telafisi çok zor durumlarda kalabiliyorlar.

Bir kadın ve erkek aileden haberli veya habersiz şahitler huzurunda nikâhlansalar -Hanefi mezhebine göre- karı koca sayılacaklarından, erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Bu açıdan çok tehlikelidir. Nitekim bize bu konuda onlarca soru geliyor:

"Ben bir erkekle dini nikâh kıydırmıştım. Şimdi ayrıldık, o beni boşamıyor ne yapayım?"

"Ben dini nikâhtan boşanmadan başkasıyla evlendim. Zina sayılır mı?"

gibi tüyler ürperten pek çok problemle karşılaşıyoruz. Bu açıdan her ne kadar gizli olarak şahitler huzurunda nikâhlanmak caiz ise de, sonunda telafisi imkansız olaylar olabiliyor. Bu nedenle resmi nikâh olmadan dini nikâh yapılmasını asla doğru bulmuyoruz.

- Velinin izni olmadan nikâh yapmak caiz mi?

İslâm hukukuna göre nikâhın sahih olması için bazı şartlar vardır. Bu şartlardan birisi de evlenecek olan kadının velisi durumunda olan kişinin izninin ve rızasının alınmasıdır. Bu mesele Hanefî mezhebi dışında kalan üç mezhebe göredir. Velinin izni, Mâlikî ve Şafiî mezhebine göre nikâhın bir rüknü, Hanbelî mezhebine göre ise şartıdır. Her üç mezhebe göre kadının velisinin izni alınmadıkça yapılan nikâh sahih olmaz, bâtıldır.

Hanefî mezhebine göre ise, henüz bülûğ çağına ermemiş kız çocuklarının, kendini idare edemeyecek durumda aklen noksan olanların ve bunakların velilerinin izni olmadan nikâhları caiz olmaz. Bunların dışında kalan kadınlar, velilerinin izni olmadan da evlenip nikâh akdedebilirler. Çünkü nikâhta kadının ifadesi muteberdir.

Bu fıkhî bir hüküm olmakla beraber, gerek İslâmî bir âdet, gerekse ailevi bir âdâb olarak velinin izin ve rızasının alınması en doğru olanı ve isabetlisidir. Zaten bazı istisnalar dışında kızın evliliğinde velisinin iznine müracaat edilmekte, önce o muhatap alınmaktadır. Daha sonra kızın rızası da alınırsa nikâh akdine başlanmaktadır.

Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe göre nikâhın rüknü olan veli, "mücbir veli" durumundadır. Sırasıyla baba, dede; ana-baba bir erkek kardeş mücbir veli olurlar. Bakire olan kızın rızası olmasa da esas itibariyle bunlar kızı evlendirebilirier. Fakat, her ne kadar bu hüküm mutlak gibi görünüyorsa da, birtakım istisna ve şartlan vardır.

Meselâ, şu beş şart mevcutsa kızın velisinin izni alınmadan, sâdece kendisinin muvafakati ile nikâh akdedilir. Bu şartlar şunlardır:

1. Veli ile kız arasında herhangi bir şekilde düşmanlık varsa,
2. Kız ile damat adayı arasında bir düşmanlık varsa,
3. Damat adayı kıza mehir veremeyecek durumda fakir ise,
4. Mehr-i misil veremeyecek kadar maddî durumu müsait değilse,
5. Adam âmâ veya yaşlı ise.

Bu gibi durumlarda veli selâhiyetini kullansa da yapılan nikâh sahih olmaz. Çünkü kadının zor durumda olacağı, büyük bir huzursuzluk ve geçimsizlik içine gireceği baştan bellidir. Halbuki nikâhtaki esas maksat, eşlerin birbirinden memnun olarak yaşamaları, aile yuvasının dünyada iken bir saadet merkezi mahiyetinde bulunmasıdır.

Şafiî mezhebine göre, bir kıza denk ve uygun bir erkek talip olur, kız da arzu eder, fakat velisi evlendirmeye yanaşmaz mâni olursa, sorumlu sayılacağı gibi, veli olmaktan da düşer. Yine kıza denk ve uygun bir erkek talip olur, kız da razı olursa, fakat yine velisi (babası) bazı bölgelerimizde (bilhassa Şark vilâyetlerimizde) olduğu gibi fazla başlık talebinde bulunduğu takdirde mücbir veli olamaz, velayetine itibar edilmez. Artık velinin izninin şartı aranmaz. Mümkün olursa kız o talipli ile evlendirilir. Veli mâni olursa büyük bir vebal altına girmiş olur. İşte başlık belâsının yaygınlaştığı vilâyetlerimizde bu mahzurlu durumlar sık sık görülmekte, kızın velisi de, "velayet" selâhiyetini kullanarak bazı günahların ve huzursuzlukların doğmasına sebep olmaktadır.(el-Ümm, V/20; Şafiî ilmihali, s. 443)

Nikâhta velinin izninin şart koşulması mezhepler arasında farklı olmakla beraber, bölgenin ve ailenin kendi şartları ve âdetleri açısından önemlidir. Öyle zamanlar olur ki, kız tecrübesizliğinden, ilk anda bazı hususları tam düşünemediğinden, velilerinin memnuniyetsizliklerine rağmen diretir, isteyen bir erkekle nikâhlanırlar.

Fakat ileride pişman olacaklarını, kocasının kendisine denk olmadığını görür ve bir huzursuzluktur gider.

Böyle durumlarda velinin müsaadesini, rızasını almak hem bir İslâmî vecibedir, hem de büyüklere edep ve terbiyeye uygundur. Fakat bazı anlar da olur ki, yukarıda bîr miktar sözünü ettiğimiz gibi, pekçok bakımdan kızla erkek birbirlerine denk olduğu, fikren ve mizaç itibariyle birbirleriyle uyuşabilecekleri mümkünken, babanın bazı peşin fikirleri öne sürerek mâni olması halinde, onun rızasının bağlayıcı olmaması daha isabetli olacaktır. Bu durumda zaten Hanefî mezhebine göre nikâh caiz olduğundan ona tâbi olarak hareket edilir...

* * *

Konuyla alakalı aşağıdaki yazıyı da okumanızı tavsiye ederiz:

“GİZLİ DİNİ NİKAH YAPTIRMAK” DOĞRU OLUR MU?

Zaman zaman kapıldığı öfkelerle pişman olacağı şeyler yapan bir adam Efendimize gelerek sormuştu:
– Beni Cennete götürecek bir iş haber ver ki onu yapayım da cennete gideyim!
Efendimiz (asm)'in cevabı çok kısa ve net oldu:
– Öfkeni yen, öfkene uyma, sana yeter!

Evet, öfke basite alınacak bir hal değildir. Nitekim öfkesini yenemeyen adam, tetiğe basar; bir insanı gözünü kırpmadan öldürüverir. Bundan sonrası ise ömür boyu pişmanlıktır... Öfkenin bu türlü sonucundan dolayıdır ki Efendimiz (asm) sık sık ikazlarda bulunur:

– Öfkene uyma, öfkeni yen, öfkeni yut, öfkeye götüren tahrikten uzak dur, şayet cennete götürecek bir amel sahibi olmak istiyorsan!.. diyerek, çevresine uyarılarda bulunmuştur.

Sonucu mutlaka pişmanlık olan öfke konusunda bilinmesi gereken en mühim nokta, öfkenin tek çeşit olmamasıdır.

Bazıları öfkeyi sadece sinirsel bir şiddetten ibaret zannederler. Halbuki öfkenin bir de cinsel tahrik sonucu duyulanı vardır ki, bu türlü cinsel öfke, tetiği çekip de gözünü kırpmadan adam öldürten sinirsel öfkeden daha korkunç sonuçludur.

Hatta cinsel öfkenin sinirsel öfkeden çok daha korkunç sonuçlar vereceğinden dolayıdır ki Efendimiz (asm) bu öfkeye sebep olacak tahrikçi görüntü ve çevrelerden uzak durmayı, mahremiyet sınırlarını aşmamayı, taşmamayı tenbih buyurmuş, bu konudaki ikazlarından birinde de şöyle çarpıcı bir uyarıda bulunmuştur:

– Cinsel duyguları ayaklanan insan, aklının ya tümünü ya da üçte ikisini yitirmiş insan gibidir. Yani her türlü riski göze alacak hale gelir, cinsel duyguları kabarıp isyana yönelen insan...

Evet, tek ve tenha yerlerde iki yabancının göz göze, yüz yüze gelmesi, cinsel öfkenin yavaş yavaş kabarmasına zemin teşkil etmesi demektir. Önce masumca sohbetler, sonra el tutuşup tokalaşmalar, derken bir zaman gelir ki cinsel öfkenin kabarmış dalgaları tarafları sürükleyip götürmeye başlar. Olmayacak şeyleri olur hale getirmeye bile yönelirler. Tıpkı telefondaki kızcağızın çare arayışları gibi.

Bir kızcağız telefonun öbür ucundan soruyordu:

– Okuldaki arkadaşımla gizli dini nikâh yapmak istiyoruz, ne dersiniz?..

Tepkili cevabım sert oldu herhalde.

– Ben, intiharın her türlüsüne karşıyım. Hayatının baharında bir genç kızın ailesinden habersiz gizli nikâhla hayatını baştan riske sokması, büyük ihtimalle bir intihar gibidir. Erkek için aynı derecede olmasa da kız için sonuç bundan başkası değildir.

– Çaresi yok mu bunun?

diye üsteledi kızcağız.

– Var, hem de çok kolay.

Heyecanlandı:

– Lütfen onu söyleyin hemen.

– Resmi nikâhla evlenmek. Böylece kendini ve aileni büyük bir yıkıma uğramaktan kurtarmak.

– Ama şu anda buna imkân yoktur. Ne ailem buna razı olur ne de bizim okul ve yaş durumumuz buna müsaittir.

– Demek hem yaş, hem okul, hem de aile durumu müsait olmadığı halde, siz yine de gizlice dini nikâhla evlenmeye cesaret edebiliyorsunuz. Bu acelenin sebebi ne ola ki?

– Uzun zamandır birlikte arkadaşlık etmekteyiz. Birbirimize çok alıştık. Önümüzdeki bu mânileri düşünemez hale geldik sanki. Dini nikâh yaptırmayı göze alıyoruz artık.

Evet, cinsel öfkeye girecek kadar mahremiyet sınırlarını aşıp da yabancıyla yüz yüze, göz göze yaşamaktan kaçınmamak, işte böyle sonucu düşünemez hale getirir tarafları. Ömür boyu pişmanlık duyacakları hatayı göze aldırır. Sadece kendilerini değil ailelerini de perişan hale sokarlar.

Kaldı ki, Şafiiye göre, velinin izni olmadan dini nikâh yapılamaz. Hanefi’de de taraflar denk değilse velinin itiraz edip ayırma hakkı vardır.

Bunlardan başka resmi nikâhtan önce dini nikâh yapmak da kanunen yasaktır artık. Ama bütün bu engelleri cinsel öfkeye kapılanlar düşünemezler ki!..

3 Evlilik kader midir? Kaderimizde kim varsa onunla mı evlenmek zorundayız?

Kader, Allah’ın ilminin bir unvanıdır. Evliliğin kader olmaması için, Allah’ın evlenen o iki kişiden habersiz olması gerekir. Bu ise ilmi her şeyi, her mekânı ve her zamanı kuşatan Allah hakkında düşünülemez. O hâlde sorumuzun cevabı, “Evlenmek elbette kaderdir.” olacaktır. Ancak burada iki farklı durum söz konusu olabilir:

1. Allah, ezelî ilmi ile evlenecek kadın ve erkeğin, kendi cüz-i iradelerini kullanarak birbirleriyle evlenmek isteyeceklerini bilmiş ve zamanı geldiğinde onların bu arzularını külli iradesiyle yaratacak olduğundan dolayı, ezelde kader defterlerine birbirleriyle evleneceklerini yazmıştır. “İlim maluma tabidir.” kaidesiyle bu yazı onların arzu ve iradelerine tabidir. Yani kader defterinde şunlar birbiriyle evlensin değil, şunlar birbiriyle evlenecek diye yazılmıştır. Elbette böyle bir yazı insanı zorlayıcı değildir.

2. Bazen de ya bir şükür ya da sabırla imtihan olmaları için, kulun cüz-i iradesi karışmaksızın Allah iki kişiyi karşılaştırır ve onları birbirleriyle evlendirir. Eğer bu evlilik güzel bir evlilik olmuşsa bu, kadın ve erkekten şükrün istenildiği bir nimettir. Eğer bu evlilik kötü bir evlilik olmuşsa bu evlilik, sabrın istendiği bir imtihan olur. Erkek kadınla, kadında erkek ile imtihan edilir. Demek ki, yapılan bütün evliliklerde kulların cüz-i iradeleri esas alınmamaktadır. Başka bir ifadeyle, ihtiyâri fiillerden olan evlilik, bazen ıztırâri fiiller gibi kulun müdahalesi ve seçmesi olmaksızın meydana gelir. O hâlde şu hükümleri birer kaide olarak bilmeliyiz.

- Eğer kul bir şeyin olmasını ister, ancak Allah onun olmasını murad etmezse, o fiil vücuda gelmez ve meydana çıkmaz. Eğer vücuda gelmeyen bu arzu, bir hayır ise kul niyetinin mükâfatını görür.

- Eğer kul bir şeyin olmasını ister, Allah da onun olmasını murad ederse, o fiil vücuda gelir ve yaratılır. Bu fiilin yaratılmasına kulun cüz-i iradesi sebep olduğundan dolayı, kul bu fiilinden mesuldür. Hayırlı bir iş ise mükâfat, kötü bir iş ise ceza görür.

- Kulun hiçbir müdahalesi olmaksızın, sırf Allah’ın dilemesiyle yaratılan fiiller: Bu tür fiillerde kulun cüz-i iradesi işe karışmaz. Daha önce ifade ettiğimiz gibi şükürle veya sabırla imtihan olmaları için Allah onu icad eder.

İşte evlilik bazen ikinci gruba giren bir fiildir. Kulların cüz-i iradelerini kullanmaları neticesinde Allah istediklerini yaratır. Bazen ise üçüncü gruba giren bir fiil olur. Allah kullarının iradelerini karıştırmaksızın onları birbirleriyle evlendirir. Ancak her iki durumda da evlilik kaderdir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Kader konusunda detaylı bilgi verir misiniz? Evlilikte külli irade mi yoksa cüzi irade mi var?

4 İmam nikâhını ilan etmek şart mıdır? Dini nikâh olmadan yalnızca resmi nikâh yeterli olur mu?

İslam’a göre nikah, evlenme ehliyetine sahip ve aralarında evlenmelerine dini açıdan bir engel bulunmayan kadın ile erkeğin (veya vekillerinin) şahitler huzurunda “seni nikahladım, seninle nikahlandım, seni eş olarak kabul ettim, seninle evlendim.” gibi yoruma ve inkara imkan vermeyecek sözlerle, birbirleriyle evlenmeleri konusunda karşılıklı rızalarını ifade etmelerinden (icap ve kabul) ibarettir. (İbn Nüceym, el-Bahr, 3/82-83)

Bütün şartların yerine getirilmesi neticesinde icra edilen bu şekildeki bir resmi nikah, dinen de muteberdir.

Evlenecek kişiler resmi nikahtan sonra, isterlerse evlerinde veya münasip bir yerde istedikleri kişilere Kuran-ı Kerim’den bir bölüm okutup dua ettirip nikah kıydırabilirler. Kurulan yuvanın mutluluklar getirmesi, salih ve sağlıklı nesillere vesile olması için dua edilmesi elbette iyidir. Bu aynı zamanda örfümüze de uygundur.

Ancak günümüzde resmi nikah olmadan dini nikah yapılması kadının ve çocukların haklarının korunması açısından uygun değildir. Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de şehrin kadısına kayıt yaptırılması şart koşulmuş ve nikahın tescili üzerinde ısrarla durulmuştur.

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:

Nikâh bir akit, sözleşme ve anlaşmadır. Bunun için bazı şartları vardır. Bu şartlardan birisi yerine getirilmezse nikâh sahih olmaz.

1. Evlenecek kişilerin veya vekâletlerini verdikleri şahısların hazır bulunması.

2. Tarafların irade beyanı. Evlilik akdini kabul ettiklerine dair eşlerin “kabul ettim” şeklinde ifade etmeleri.

3. Nikâhın duyurulması. Gizli bırakılmaması. Bu şart Maliki mezheplere göredir.

4. Kızın velisinin izninin olması. Bu hüküm Hanefi mezhebi hariç diğer mezheplere göredir.

5. Şahitlerin hazır olması. Bu şahitler, ergenlik çağına ermiş, aklı başında iki erkek veya bir erkekle iki kadın olmalıdır. Yani şahitlikte mutlaka bir erkeğin bulunması icap eder.

Görüldüğü gibi şahitlerin bulunmadığı bir nikah geçerli değildir ve kişi şahit olmadan nikâhını kıyamaz.

Nikâh, talâk diğer bir ifade ile evlilik ve boşanma dinî bir müessesedir; aynı zamanda ibadetler içinde değerlendirilir. Çünkü kaynağı Kur'ân ve hadistir. Bu hususta yüzlerce âyet-i kerime, binlerce hadis-i şerif vardır. Bu âyetler hem evlilik müessesesinin sınırlarını çizer, hem de sorumluluk ve mükellefiyetleri belirler. Bazı âyetlerde mesele bütün ayrıntılarıyla verilir. Hadisler ise evlilik ve aile müessesesinin bütün ayrıntılarını belirler, anlatır ve öğretir.

Aynı şekilde İslâm hukuku kitaplarında nikâh ve talak bölümü ap ayrı bir bölüm teşkil eder. Meselâ kaynak olarak verdiğimiz, Türkçede de kapsamlı bir eser Ömer Nasuhi Bilmen'in sekiz ciltlik "Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu"nun bir cildi bu meseleye ayrılmıştır.

Konunun anlaşılmasına yardımcı olması ve bir örnek teşkil etmesi açısından bazı âyetlerin meallerini okuyalım:

"İçinizden bekâr olanları ve köle ve cariyelerinizden dindar olanlarını evlendirin. Onlar fakir iseler, Allah onları lûtfuyla zenginleştirir. Allah'ın lütfü geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir. Evlenmeye imkân bulamayanlar da, Allah onları lûtfuyla zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar." (Nur Sûresi, 24/32 ve 33)

"Size şu kadınları nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emzirmiş olan süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri, aranızdan zifaf geçmiş olan kadınlarınızdan doğan üvey kızlarınız. Eğer zifaf geçmemişse onların kızlarını nikâhlamakta size günah yoktur. Öz oğullarınızın hanımlarını nikahlamanız ve iki kız kardeşi birden nikâhınız altına almanız da size haram kılındı. Ancak geçmiş olan müstesnadır. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir." (Nisa Sûresi, 4/23)

Nikâhın kendine göre şartları vardır. Bu da yukarıda izah edildi. Cumhuriyet devrine kadar "dini nikâh, resmi nikâh" diye bir ifade mevcut değildi. İslâm hukuku yürürlükten kaldırılıp yerine Batıdan adapte edilen "medenî" hukuk devreye girince ve nikâh akit işlemleri belediyelere verilince bu çeşit sorular gündeme geldi. Oysa Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavi kaynaklı dinlerde önceden olduğu gibi şimdi de nikâh merasimleri sinagog ve kiliselerde yapılır. Esasen İslâmda da böyledir.

Peygamberimizin (a.s.m.) "Nikâhı duyurun ve onu camilerde yapın." mealindeki hadis-i şerif bu prensibi hatırlatmaktadır. Bu işlem camilerden alınıp belediye nikâh salonlarına taşınınca, nikâhın "dinî" bir mahiyet taşıyıp taşımadığı akıllara gelmeye başladı.

Nikâh, evlilik bazı şartlar taşıdığından dolayı bu meseleyi bir bütün olarak âlimler ve din görevlileri bilmektedir. Ve öteden beri nikâh akdini âlimler ve imamlar yapmaktadır. Bunun için nikâhın halk dilindeki adı "imam nikâhı" şeklinde söylenir olmuştur.

Aslında bu işlem imamlık, hocalık işi değildir. Her Müslüman nasıl ibadetlerini önceden öğrenerek yapıyorsa, nikâhı ve nikâhın şartlarını ve sorumluluklarını araştırıp öğrendikten sonra bu hazırlığa girecek, şahitler huzurunda taraflar birbirlerini karı-koca kabul ederek nikâhlarını kıyacaklardır. Yani cemaatle namazda olduğu gibi, nikâhta mutlaka imam bulunacak diye bir şart yoktur. Şartları bellidir ve ona göre akit yapılır.

- Sadece resmî nikâh yeterli midir? Sadece resmî nikâhı olanlar Allah katında evli sayılır mı?

Nikâh dinî bir müessesedir ve belli şartları vardır. Aynı şart ve esaslar resmî nikâhta, yani belediye memuru tarafından kıyılan nikâhta mevcutsa nikâh nikâhtır. Ancak şart ve esaslara dikkat edilmiyor, hattâ kaale alınmıyorsa mesele değişir, nikâha gölge düşebilir. Şöyle ki:

Resmî nikâhta evlenecek kişiler evlendiklerine dair ifadelerini açıkça belirtiyorlar. Ancak bu ifadelerin kesinlik bildirmesi gerekir. Başka türlü bir yoruma müsait olmamalıdır.

Bir diğer önemli nokta, şahitlerin Müslüman olması ve iki şahitten birisinin erkek olmasıdır. Oysa laik düzende şahidin T.C. vatandaşı olması kâfi geliyor.

Evlenecek taraflar süt kardeşi olmamalıdır. Oysa resmî nikâhta bu husus araştırılmadığı gibi, memur tarafından da sorulmuyor.

Müslüman bir hanım gayri müslim bir erkekle evlenemez. Halbuki yürürlükte olan mevzuatta bu meseleye dikkat edilmiyor, memur sormaya gerek duymadan nikâhı kıyıyor.

Bu mahzurlar söz konusu değilse, sadece resmî nikâhla da helâllik mümkün olur. Zaten nikâhın rüknü, iki şahit huzurunda tarafların birbirlerini karı-koca olarak kabul etmeleridir.

Ancak bütün bunlarla birlikte İslâmî ölçüler çerçevesinde nikâh akdini ihmal etmemeli, yaptırmalıdır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Bir kızın anne ve babanın rızası olmadan bir erkekle nikâh kıyması doğru mudur; bu nikâhın geçerliliği var mıdır? Resmi ve dinî nikâh konusunu açıklar mısınız?

5 Cennette evlilik hadisesi nasıl olacak?

Eşler birlikte cennete girmişlerse, orada da bu evlilikleri devam edecektir. Dünya kadınları hurilerden daha güzel olacaktır. (Mecmau’z-Zevaid, h. no: 11396).

Dünyada hiç evlenmemiş olan erkekler hurilerle evlenebileceği kesin olmakla beraber, onun gibi bekâr kalmış biriyle de evlenebilir. Dünyada bekâr kızlar ise cennette arzu ettikleri biriyle evleneceklerdir.

Nitekim,

“İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Öyle cennetler ki, ne zaman meyvelerinden kendilerine bir şey ikram edilirse: 'Bu, daha önce de dünyada yediğimiz şey!' diyecekler. Oysa bu, onların aynısı olmayıp, benzeri olarak kendilerine sunulacaktır. Orada onların tertemiz eşleri de olacak ve onlar orada devamlı kalacaklardır.” (Bakara, 2/25)

mealindeki ayette herkesin eşlerinin olacağı vurgulanmıştır.

Mükemmeliyetin ve güzelliğin her türlüsüne meyilli ve en yüksek derecesini aşk derecesinde arzulayan insan için, Kur’ân-ı Kerim’de cennet nimetleri açısından detaylı bilgiler verilmiş ve onun da ötesinde Allah’ın rızâsı vaâd edilmiştir.

Ruhânî ve hissî bütün nimetleri içinde barındıran cennet, aynı zamanda bedenî ve cismânî umum lezzetleri de ihtivâ eder. Yemek, içmek ve evlenmek cennetin en yüksek nimetleri sırasında gösterilmiştir. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerin beyânına göre; dünya hayatında kurulan âile hayatları, eşlerin her ikisi de -cennete liyakat kazanmaları halinde- ebediyen beraber olacak ve karı-koca münasebetleri sonsuza kadar cennette devam edecektir.

Ancak, imandan nasibi olmayan ve inkâr üzerine ölen eş, Hazret-i Nuh ve Lût Aleyhisselâmların hanımları ve Âsiye’nin kocası olan Firavun da olsa, ebediyen eşinden ayrı kalacak ve inkârının karşılığını dâimi olarak cehennemde çekeceklerdir.

İman ve salih amellerinden dolayı cennete giden mü’min kadınları, Cenâb-ı Hak rahmet ve kudretiyle her türlü dünyevî ârızalardan arındırarak, tertemiz eşler sûretinde kocalarına iâde edecektir. Hûrilerden daha güzel olarak yaratılan o dünyalı kadınlar, eşlerine ebedî bir hayat arkadaşı olacak ve hûrilere sultan yapılacaktır. Hiçbir kıskançlık ve rekâbet duygusu olmaksızın, sonsuza kadar sevdikleriyle birlikte cennetten istifâde edeceklerdir.

Dünya hayatındayken evlenemeden âhiret âlemine göçen iman etmiş erkek ve kadınlar, cennette evlendirilecek ve orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır. Fakat, çocuk olarak vefât edenler bu kayıttan âzâdedir. Kur’ân-ı Kerim’de geçen “Vildânün muhalledun” tâbirinden anlaşıldığına göre, mü’minlerin bülûğ çağından önce vefât eden çocukları doğrudan cennete gidecek, lâkin dâimî çocuk olarak kalmak sûretiyle, çocuk sevmek ve okşamak zevkini anne ve babalarına tattıracaklardır. Ancak, büluğ çağından önce ebeveynin teşvikiyle, mecbur olmadığı halde namaz kılan ve oruç tutan çocukları Cenâb-ı Hak büyükler gibi yaratacak ve amellerinin karşılığı bu farkı onlara ihsan edecektir.

Kâfirlerin ölen çocukları da cennete gidecek, fakat, hizmetçi olarak istihdam edileceklerdir. Akıl dengesi yerinde olmayanlarla, hak dinden hâberdar olmayan Fetret Devri insanları da mükellef olmadıkları için cennete gidecek ve kusurlarından muâheze olunmayacaklardır.

– Dünyada iken başından birkaç nikah geçen bir hanım, cennette bu beylerinden hangisiyle birlikte olacak?

Şayet kadın dünyada birkaç evlilik yapmışsa, orada istediği kocayı (dünyada iken ahlakı en güzel olanı) tercih edebilecektir. (Mecmau’z-Zevaid, h. no: 11396)

Cennetin özelliğini hiç unutmamak gerekir. Bu özellik unutulursa birçok sorunun cevabı da verilemez. O özellik de şudur:

Cennet eksiksiz mutlululuk yeridir. Cennete giren insan artık orada mutluluğunu gölgeleyecek en küçük şeyle karşılaşmayacaktır. Tam aksine, kendisini ne mutlu edecekse, onların hepsine de orada hem de istediği şekilde kavuşacak, mahrumiyet asla söz konusu olmayacaktır.

Bu temel ölçüden hareketle denebilir ki, hangi kocasıyla mutlu olacaksa, cennette onunla olacaktır. Diğer bir ifadeyle dünyada hangi kocası kendisini memnun etmiş, mutlu kılmışsa cennette de onunla olmayı tercih edecek; dünyadaki mutluluğuna ahirette daha da ileri safhada mutluluk katacaktır. Çünkü sevmediği, memnun olmadığı kimseyle birlikte olmak, mutluluk yeri olan cennette söz konusu olmayacaktır.

Öyle ise sevenler cennette de sevdikleriyle birlikte olacaklar, dünyadaki fani mutluluklarını Cennette ebedi mutluluğa çevireceklerdir. Bu konuda farklı manalara geldiği sanılan hadislerin verdiği özet hüküm budur.

Nitekim halk dilinde ata sözü halinde söylenen meşhur hadis de bunu ifade etmektedir:

"Kişi sevdiğiyle beraberdir!"

Ne yazık ki dünya, öyle her arzuyu yerine getirmeye müsait bir mekan değildir. İnsan bütün isteklerine rağmen dünyada sevdiğiyle beraber olmayabiliyor. Şu kesin ki, dünyada beraber olamasa da ahirette olacaktır.

Hatta içine hapsettiği aşkının icabını burada yaşayamayarak gidenler, orada sevdiklerine kavuşacaklardır.

Buraya şöyle bir nükte de ilave edebiliriz:

Madem kişi sevdiğiyle beraber olacaktır ahirette. Aman dikkat! Cennetlikleri sevin ki cennette beraber olasınız. Allah korusun, cehennemlikleri severseniz, bu defa da sevdiğinizle birlikte olmak için cehenneme girmek hiç de ihtimal dışı değildir.

– Olur mu öyle şey, demeyin. Olabilir. Sevginin gözü kördür derler. Kişi, kalkar Allah'ın sevmediğini sever. Onun gideceği yere de gider. Çünkü kişi sevdiğiyle beraberdir.

Öyle ise Allah'ın sevdiklerini sevin ki, onunla birlikte olasınız ahirette. Bir yersiz sevgi kurbanı, hissine mağlup duygu insanı haline gelmeyesiniz.

Burada hatırlanmasına ihtiyaç olan mühim bir başka husus da şudur; maneviyat büyükleri diyorlar ki:

– Sakın dünyadaki evliliğinizde sevginizi kısa zamanda yok olacak suret ve dış güzelliğine bağlamayasınız. Tezden yok olacak olan yüz güzelliğini yegane sevgi sebebi saymayın. Çünkü bu dış güzellik kısa zamanda yok olur, sevmenizi gerektiren şey de yok olacağından aranızda sevgi sebebi kalmamış sayılır. Bu anlayış aileyi kısa zamanda sevgisiz bırakır.

- Halbuki sevgiyi kısa zamanda yok olacak dış güzelliğe değil de yaşlandıkça daha da artacak olan iman, ahlak, ihlas ve sadakat gibi güzel vasıflar üzerine inşa etme halinde, ailenin geleceği garanti altına alınır. Aradığı sevgi sebebinin ömür boyu sürdüğünü gören taraflar, aile bağını bir ömür boyu zayıflatmadan sürdürürler. Çünkü dindarlıktan kaynaklanan güzel ahlak, hanımla beyi cennette de birlikte kılar, dünyadan sonra ebedi hayatta da birlikte olmalarını sağlar, sevgilerini sanki ebedileştirmiş olurlar böylece. Bu yüzden de ebedi hayat arkadaşını kırmamaya, incitmemeye burada daha çok dikkat ederler.

Bu hususta şu nokta hatırdan hiç çıkarılmamalıdır:

Cennette birlikte olacak hanımla bey, dünyadaki zaafların sahibi hanımla beyin aynısı olmayacaktır. İkisi de ayetin tabiriyle "tathir" olmuş, yani her türlü maddi manevi kirlerden, kusur ve çirkinliklerden tümüyle temizlenmiş olarak cennette birlikte olacaklardır. Hatta hayallerinde olan hanım ve bey nasıl idiyse, ikisi de aynen öyle duruma çıkacaklar, birbirlerini mutlu edecek cennet genciyle cennet hurisi görüntüsüne gireceklerdir. Dünyada var olan bazı sevgiyi gölgeleyici görüntülerden de tümüyle arınmış halde buluşacaklardır cennette...

Böylece beyin dünyadaki hanımı her manasıyla hayran kalacağı bir cennet hurisi haline geleceği gibi, hanımın dünyadaki beyi de her manada hayran kalacağı bir cennet genci haline gelecek; dünyadaki gölgeli mutluluklarını cennette gölgesiz şekilde daha ileri safhada yaşama imkanı bulacaklardır.

Bu sebeple dünyadaki sevgilerini yalnız gençlik devresine ait geçici dış güzelliğe bağlamamalılar. Yani yaşlandıkça gelişen, cennette ebedi hayat arkadaşlığını kazandıracak olan iman ve ahlak güzelliğine kilitlenmeliler ki, aile sevgisi ömür boyu sürmekle kalmasın, ebedi hayat arkadaşlığına dönüşme özellik ve güzelliği kazansın...

6 Zina yapan (erkek / kadın) birisinin, zina yapmayan birisi ile evlenmesi caiz midir?

Nur suresi üçüncü Âyet-i kerimede,

"Zina yapan erkek, zina yapan kadınla ya da bir müşrik kadınla evlenir; zina yapan kadın da zina yapan bir erkekle ya da müşrik bir erkekle evlenir."

buyurulmuştur.

Peki, yanlışlıkla bu yola sapmış birisi sonradan tövbe-i nasuh ile tövbe ederse durum ne olur?

Bu âyet ile ilgili açıklamaları Elmalı Merhumun Tefsirinden şöyle özetleyebiliriz. Önce farklı görüşleri verip, 7. maddede sonucu belirteceğiz:

1. Bazıları "bu âyette maksat, nikâhın hükmünü açıklamak değil, zinanın kötülüğünü açıklamadır. Burada nikâh çiftleşme manasındadır ve bu sebepten haramlık da zinanın haramlığıdır" demişlerse de anlamsızdır. Çünkü Kur'an da nikâh, hep akit "nikâhlanma" manasına geldiğinden, çiftleşme manası verilmesi doğru değildir. Bir de bu manaca ayetin hiçbir fayda ifade etmemiş olacağı gösterilmiştir.

2. Hz. Aişe (r.a) dan rivayet edilmiştir ki:

"Bir erkek bir kadınla zina etse onu nikâhlayamaz, bu âyette haramdır. O işe başladığında zina etmiş olur…"

Ebu Hayyan tefsirinde: Ashab-ı kiramdan İbn-ü Mesud ve Bera b. Azib (r.anhüma)'nin de görüşlerinin böyle olduğu bildirilmiştir.(1) Fakat buna karşılık Hz. Peygamber (sav)'den bu konu sorulmuş

"Evveli akılsızlık, ahiri nikâhtır; haram, helali haramlaştırmaz."(2)

buyurduğu nakledilmiştir. Ebu Bekr-i Sıdık, İbnü Ömer, İbnü Abbas ve Cabir'den ve Tavus, Said b. Müseyyeb, Cabir b. Zeyd, Ata, Hasen'den ve dört İmam'dan naklonunan görüşte caiz oluşudur.(3) Ancak Fahrür Razi tefsirinde zikredildiği üzere, zina eden erkek ve zina eden kadının iffetli erkek ve iffetli kadın ile ve iffetli erkek ve iffetli kadının, zina eden erkek ve zina eden kadın ile evlenmesinin haram olması, Hz. Aişe (r.anha) ve İbnü Mes'ud gibi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali'nin (radiyallahu anhum ecmain) de mezhepleridir,(4) deniliyor.

3. Hasen'in görüşüne göre bu haramlık, belirli zina eden erkek ve zina eden kadın haklarındadır. Had cezası dediğimiz sopa vurulmuş zina eden erkek, ancak zina etmiş bir kadınla evlenebilir, Hz. Ali (ra) böylesinin nikâhını reddetti diye, rivayet edilmiştir.

4. Bazıları bu hükmün Medine'de İslam'ın başlangıcında gelmiş olup, daha sonra nesh edildiğini söylemişlerdir. Said b. Müseyyeb bu süredeki "Aranızdaki bekarları evlendirin." (Nûr, 24/32) ve Nisa sûresindeki "Size helal olan kadınlardan nikâhlayın." (Nisa, 4/3) âyetlerinin umumlarıyla birlikte neshedildiği rivayet edilmiş ve bu görüş yaygınlık kazanmıştır.(5) Mutezilen Cübbai de icma ile nesholunmuştur, demiş. Fakat Fahrür-Razi tefsirinde açıkladığı üzere araştırmacı âlimler bu iki görüşün ikisinin de zayıf olduğunu anlatmışlardır.(6) Çünkü neshedenin icma olduğunu söylemek ise, icmanın nasih olmayacağı Fıkıh usülü ilminde sabittir. Bir de Ebu Bekir, Ömer, Ali (radiyallahu anhum ecmain) gibi zatların muhalefetleri bulunan bir konuda, icma sahih olamaz. Bu sebepten icma ile nesholunmuştur, demek doğru olmayacağı gibi mensuh olduğuna icma edilmiş demek de doğru değildir. Çünkü açıklandığı üzere aksi sabittir. Gerçi "ve enkihul eyame minkum" ve "fenkihu ma dabe lekum" emirleri geneldir. Fakat bunların da dinen bir engel bulunmayanlara ait olduğunda şüphe yoktur. Bundan dolayı diğer haramlar gibi buradaki haram kılınmanın da engellerden biri olması düşünülebilir.(7)

5. Abdullah b. Ömer'den, İbnü Abbastan (r.anhüm) Mücahidden, Said b. Cübeyr'den ve yine Said b. Müseyeb'den gelen rivayetlere göre bu âyetin iniş sebebi şudur:

Cahiliye devrinde fahişeleri işleten kirahaneler (kerhaneler) kerhaneciler vardı. İslam geldiği vakit Medine'de bunlardan Ümmü Mehzûl gibi meşhur karılarla, kapıları bayraklı, alametli dokuz kadar kerhane bulunuyordu. Bu karılar, bu kerhaneciler hep müşriklerden idi. İçlerinde servet edinmiş olanları vardı. İslam'da zina haram olduğundan bu fahişelerden bazıları, yeni Müslüman olmuş olan bazısına nikâh teklif temiş ve kabul ederlerse nafakalarını taahhüt etmek istemiş, onlar da fakirlikleri ve ihtiyaç içinde bulunduklarından dolayı Resülullah (asm)'dan izin istemişler, bunun üzerine bu ayet indirilmiş, o nikâhın mü'minlere haram olduğu anlatılmıştır.

Bundan dolayı bazı tefsirciler bu haramlığın nüzul sebebi olanlara mahsus olduğunu zannetmişlerdir ki, "elif lamlar" ahd için demek olur. Gerçi karine tamam olduğu zaman hüküm, nüzul sebebine tahsis olunabilir. Fakat burada hüküm, umumi sıfat üzerine gelmiş ve bu suretle haramlığa sebep olanların şahıslarında değil; ötede zinakarlık, beride iman vasıfları arasında zıtlıkta gösterilmiştir. Bu ise tamim, yani umumilik karinesidir. Öyle ki "lam" ahde yorumlansa bile, hükmün kıyas ile genelleştirilmesi zorunlu olacaktır. Bundan dolayı, nüzul sebebine mahsustur, diyenlerin muradı da bu haram kılmanın özellikle kerhane fahişeleri hakkında olduğunu söylemektir.

Ve bu fahişelerin belirgin özelliği ise zinayı helal kabul etme veya hafife alma demektir ki, küfürdür. İslamiyet'in hakimiyeti ile o cahiliyet kalıntısı olan kerhaneler kalkmış ve had cezalarının konulması ve uygulanması İslam topraklarında artı öylelerinin ortaya çıkmasına meydan bırakmamış olduğu müddetçe, bunların nevi şahıslarına münhasır kalmış olmasından dolayı bu, onların şahıslarına mahsus kaldı, diyenler de olmuştur. Bununla beraber:

6. Tefsircilerin çoğunun açıklamasına göre, bu haram kılma, zina edenleri nikâhlamaktan müminleri sakındırıp korkutmak için mübalağa içindir. Çünkü diyorlar; zina damgası basılmış fasıkların peşine takılmak caiz değil, mahzurludur. Fasıklara benzemesine, töhmet mevkiinde bulunmasına, hakkında kötü lakırdılar edilmesine ve daha birçok bozgunculuğa sebeptir. Günahkarlar topluluğunda oturmakta bile günahlar işlemeye maruz kalmak tehlikesi ne kadar çoktur! Artık zina eden kadınlar, kahpelerle evlenmek nasıl olur?

"Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin." (Nur, 24/32)

emrindeki "salah" "iyi olanlar" kaydında da bu manaya dikkat çekilmiştir.

- Ancak bir mümin, kaçınılması gereken böyle haram bir nikâhı -faraza- yapmış olsa o nikâh nikâh olur mu? Yoksa o da bir zina mı olur?

7. Şimdi bunu özetlemekle âyetin manasını tesbit edelim: Burada üç kısım vardır: Müşrikler, zinayı helal kabul edip hafife alanlar, bir de böyle olmayanlar. 

BİRİNCİSİ: Herhangi bir mümin erkeğin veya mümin kadının, şirk koşan bir kadın veya şirk koşan bir erkekle nikâhı sahih olmaz, kesinlikle haramdır, o bir zina olur.

İKİNCİSİ: Zina eden erkek ve zina eden kadın, âyetin nüzul sebebi olan kerhaneciler ve sermaye olarak kullandıkları kadınlar gibi zinayı helal gören veya zinayı hafife alan takımdan ise, haramlığı nass ile benimsenmiş olanı helal kabul etme veya hafife alma küfür olduğu için, bunlar müşrik hükmünde olduklarından, nikâhları nikâh olmaz, kesinlikle haramdır, müşrik nikâhı gibidir. Onun için âyette zina eden erkek ve kadın, müşrik erkek ve kadına denk tutulmuş, "Bu müminlere haram kılınmıştır" buyurulmuştur. âyet bu iki kısmın nikâhının haram oluşuna delildir. Ancak gerçekten tövbe etmiş olanlar başkadır.

ÜÇÜNCÜSÜ: Helal sayma veya hafife alma gibi küfür delili olmayarak zinası tesbit olunmuş, önceden de başından hiç nikâh geçmemiş ise, iffet sahibi müminlerin bunları nikâhlamaları tahrimen mekruh, fakat nikâhları sahih olur. Âyetin tahriminin bu kısmı içine aldığı hususunda bir çeşit şüphe vardır. Onun için içtihada yol açmıştır.

İşte zikredilen ihtilaf, bu kısım hakkındadır. Yalnız Hz. Aişe (r.anha) ve İbnu Mesud ve Bera b. Azib hiçbirisinde nikâhlanmayı uygun bulmamış, bu kısmın haramlığını da diğer iki kısım derecesinde tutmuşlardır.

Özetle söylemek gerkirse; zinayı helal sayanlar, ancak zina eden biriyle evlenmelidir. Zinanın haram olduğunu kabul edip nefsini uyarak zina eden bir müminin, zina etmeyen birisiyle evlenmesi helaldir. Ayrıca içten ve samimi yapılan tövbeler inşallah kabul edilir.

Dipnotlar:

1) Ebu Hayan, VI/430.
2) Alûsi, XVIII/88.
3) Kurtubi, el-Camiu li Ahkami'l- Kur'an, XII/169; Süyuti, ed-Durrul-Mansur, VI/126-130.
4) Fahrü'r Razi, XXIII/151.
5) Alusi, Ruhul Meani, IX/87.
6) Fahrür Razi, XXIII/152.
7) Suyuti, ed durul Mansur, VI/128-130.

7 Cima (cinsel ilişki) vakitleri hakkında bilgi verir misiniz; haram günler var mıdır?

Bazı âdâb kitaplarında (Mesela "Marifetname", İbrahim Hakkı), cima vakitleriyle ilgili zamanlardan ve bu vakitlerin doğacak çocuklar üzerindeki tesirlerinden bahsedilmiştir. Bunlar dini bakımdan uyulması gereken bağlayıcı hükümlerden değildir. Fakat bahsedilen vakitlerin gözetilmesi zararlı olmaz, faydalı olur diye düşünüyoruz.

Cima için tavsiye edilen vakitler:

Pazartesi, salı, perşembe, cuma geceleri ve gündüz öğleden önce.

Cima için  tavsiye edilmeyen vakitler:

1. Hafta içinde pazar gecesi ve çarşamba gecesidir.
2. Kameri aylarının birinci, on beşinci ve sonuncu geceleri.
3. Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı geceleri,
4. Berât gecesi;
5. Yola çıkılacak gece;
6. Gündüz öğleden sonra.

Bunlar bir tavsiyedir. Şehvetlenip haram işlemek, mesela yabancı kadına şehvetle bakma tehlikesi varsa mekruh olmaz. Bilakis beraber olmak lazım olur. Güne, zamana bakılmaz.

Burada çok sorulan bir konuya açıklık getirelim: Bir günün gecesi, gündüzden önceki gecedir. Örneğin cuma gecesi, perşembe gününü cumaya bağlayan gecedir.

8 Bütün insanlar Hz. Âdem’den geldiğine göre, çocukları (kardeşler) birbirleriyle nasıl evlendi?

İnsan soyunun nasıl üreyip çoğaldığını konu edinen ayetler insanların bir anne babadan meydana geldiği yönündedir.

"Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır." (Hucurat 49/13)

"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan Rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir." (Nisa, 4/1)

Hadislerde de Hz. Âdem’in beşer türünün müşterek atası olduğu vurgulanmış (Buhârî, “Tevḥîd”, 38; Müsned 5/411)

İlk çoğalma konusu Tevrattaki aktarımla uyumlu olarak tefsirlere şöyle yansımıştır. Havva anamız hep ikiz doğum yapıyordu. Bunlardan birisi erkek, diğeri de kızdı. Hz. Âdem, aynı anda doğan ikizleri, bir önce veya bir sonra doğan ikizlerle evlendiriyordu. Habil’le beraber doğan kız çirkin, Kabil’le birlikte doğan kız ise güzeldi. Bu durumda Hz. Âdem, Habil’in, Kabil’le beraber doğan kızla, Kabil’in de Habil’le beraber doğan kızla evlenmesini istedi. Fakat Kabil buna razı olmadı, kendisiyle doğan güzel kızı Habil’e vermek istemeyerek kendisi almak istedi. (bk. Taberi, İbn Kesir, Razî,  Maide, 5/27. ayetin tefsiri)

Hz. Âdem buna müsaade etmedi ve meseleyi Allah’a havale etti. Cenab-ı Hakk'tan gelen emir üzerine her ikisinin de Allah’a birer kurban takdim etmelerini, hangisinin kurbanı kabul edilirse Kabil’in bacısının ona ait olacağını söyledi. Bunun üzerine Kabil bir demet buğday, Habil de bir koyunu kurban olarak takdim etti. Gökten inen bir ateş Habil’in kurbanını aldı, Kabil’inki olduğu yerde kaldı. Bu durumda Habil haklı çıkmış ve kızı almaya hak kazanmıştı. Fakat Kabil iyice çileden çıkmıştı. Habil ile Kabil hâdisesi Kur’ân’da şöyle anlatılır:

“Onlara Âdem’in iki oğluna dair haberi hak ile oku. Onlar birer kurban takdim ettiklerinde, birisinin kurbanı kabul olunmuş, diğeri kabul olunmamıştı. Kurbanı kabul olunmayan diğerine, ‘Ben seni öldüreceğim.’ dedi. O da ‘Allah ancak takva sahiplerinin kurbanını kabul eder.’ diye cevap verdi."

“Habil şöyle devam etti: ‘Eğer sen öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Dilerim ki, sen benim günahımı yüklenesin de cehennem ateşinin ehlinden olasın. Bu da zalimlerin cezasıdır.' "

“Sonra nefsi, kardeşini öldürmeyi ona kolay ve hoş gösterdi; o da kardeşini öldürüp hüsrana uğrayanlardan oldu. Sonra Allah, kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstermek için, ona, yeri eşeleyen bir kargayı gönderdi. Kabil, ‘Yazıklar olsun bana!’ dedi. ‘Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtemedim!’ Artık o yaptığına pişmanlık duyanlardan olmuştu.” (Mâide, 5/27-31)

Hz. Âdem’in çocuklarının birbirleriyle evlenmelerinin dindeki yerine gelince; Hz. Âdem (as)’den Peygamber Efendimize (asm) gelinceye kadar bütün peygamberler hak dini tebliğ etmişlerdir. Dinin temeli olan îman esasları hep aynı kalmıştır. Fakat şeriat dediğimiz, ibadet ve dünyaya ait işlerde Hz. Âdem’den Peygamberimize kadar her devrin icaplarına, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek gelmiştir. Cenab-ı Hak her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir. Mâide Sûresinin 48. âyetinde bu hususta, “Sizin her biriniz için Biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik.” buyurulur.

Bediüzzaman da bu meseleyi şöyle izah eder:

“Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’l-Enbiya’dan (a.s.m.) sonra şeriat-ı kübrası (büyük şeriatı) her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır.” (Nursi, Sözler, s. 454)

Meselâ, Yahudiler ancak havralarda, sinagoglarda, Hristiyanlar sadece kiliselerde ibadet edebilirlerken, biz Müslümanlar her yerde namaz kılabiliyoruz. Yine sığır ve koyun gibi hayvanların iç yağları Hz. Musa (as)’ın şeriatında haramken, bizim dinimizde helâldir.

Hz. Âdem (as) ise ilk insan ve ilk peygamberdir. Allah ona da bir din ve bir şeriat göndermiş ve öğretmişti. O da Allah’ın kendisine gösterdiği şekilde hareket ediyordu. Cenab-ı Hak, Hz. Âdem’in çocuklarının birbirleriyle evlenmesini de bir zaruretten dolayı helâl kılmıştı. Çünkü insan neslinin artması gerekiyordu. Başka insan da olmadığına göre, bir zaruret olarak kardeşlerin birbirleriyle evlenmesi gerekiyordu. Bu âdet bir süre devam etti, fakat insanlar çoğalınca böyle bir evliliğe ihtiyaç ve zaruret kalmadı ve bu tatbikat da kalkmış oldu.

İnsanların Hz. Adem ve Havva'dan çoğaldıkları kabul edildiğinde belli bir süre kardeş evliliğinin gerçekleştiği düşüncesinin kabul edilmesi zorunlu görünmektedir. 

Allah, değişik seferde doğan bu kardeşleri de birbirine yabancı suretinde yaratabilir. Daha sonra ise insan nesli çoğaldı ve Allah bundan sonra farklı ikizlerden de olsa kardeş evlenmesini yasakladı.

Özellikle son zamanlarda evrim fikrini benimseyen bazı Müslümanlar, ilk insan neslinin bu şekilde çoğalmış olmasını ensest ilişki sayarak reddetmektedir.

Oysaki durum onların iddia ettiği gibi -bugünkü anlamsal karşılığıyla- ensest ilişki değildir. Zira ensest ilişki, ancak aynı anne babanın çocukları olmayan diğer insanlar varsa anlamlıdır, çünkü her şey ancak zıddıyla bilinebilir. Âdem ve Havva ve çocuklarının düşünce dünyasında ise “diğer aile”, “ikinci bir aile” diye bir kavram henüz yoktu.

Ayrıca bir şeyin helal veya haram olması ancak Allah’ın emir ve takdiriyledir. Helal olan diğer bazı şeylerin de Yüce Allah tarafından zaman içinde haram kılınmış olduğu bilinmektedir.

Zaruret durumunun haramı mubah kılıcı bir etken sayılması gibi bazı hususların da bu eksende dikkate alınması gerekmektedir.

Ayrıca bazı rivayetlerde, her batında bir kız ve bir erkek olmak üzere -özel bir yaratılışla- ikiz doğan çocukların çaprazlama şekilde evlendirildiği de nakledilmiştir.

Sonuç itibariyle Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın ilk iki insan olamayacağını ensest ilişki temeline indirgeyerek iddia etmenin tutarlı olmadığı görülmektedir.

Bunun helal olmasının diğer bir yönü ise temelde Allah'ın emriyle alakalı olarak açıklanmaktadır. Çünkü bir işin kötü olması Allah'ın yasaklamasından dolayı, iyi olması da emretmesinden ya da serbest bırakmasından dolayıdır.  Yani Allah emreder güzel olur, Allah yasak eder kötü olur. Esas olan da budur.

Allah'ın Hz. Adem'i yarattıktan sonra farklı insanlar yaratıp neslin çoğalmasını bu şekilde devam ettirdiği iddiaları da -hakkında kesin bir delil olmamakla birlikte- imkan dahilindedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de ve sağlam rivayetlerde “kardeşlerin birbiriyle evlendikleri” bilgisi verilmediğine göre, ilk yaratılan erkekle kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin nasıl olduğunun bilinmediğini, yukarıda zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek mümkündür. (bk. Kur’an Yolu, Nisa Suresi 1. Ayetin tefsiri)

"Allah dileseydi farklı insanlar yaratıp nesli çoğaltamaz mıydı" sorusuna verilecek cevap ise Allah'ın iradesinin bu şekilde tecelli ettiği şeklinde olmalıdır. Zira O'nun kudreti açısından bir insanı yaratmak ile birden fazlasını yaratmak arasında bir fark yoktur. Allah'ın farklı insanları yaratarak neslin çoğalmasını sağlamasının ilahi kudret açısından bir engel olmamakla birlikte bunu kesin olarak dile getirmeye imkan sağlayan deliller kaynaklarda yer almamıştır.

9 Ben bir Alevi genciyim, Sünni bir kızla evlenebilir miyim?

Müslüman bir hanım ancak Müslüman bir kimse ile evlenebileceğinden, önce Müslümanı tanıtmamız lazımdır. Müslüman, İslâm dininin bütün kesin hükümlerini kabul edip hiçbirisini reddetmeyen kimsedir. Yani namaz, oruç, zekât, hac, abdest, gusül ve benzeri emirleriyle; zina, içki, faiz ve benzeri nehiyleri kabul edip onlara inanan kimsedir. Ama zikredilen şeylerin tümünü veya bir kısmını kabul etmeyen kimse Müslüman sayılmadığı gibi, onunla evlenmek de caiz değildir. Evlenme vaki olduğu takdirde evlilik hayatı gayrimeşrudur. Bunun adı ister Sünni olsun, ister Şii olsun fark etmez.

Demek ki evlenmenin ölçüsü İslâm'dır. Maalesef bugün yurt içinde veya dışında birçok Müslüman hanım, durumu sormadan ve İslâm'ın hükmünü öğrenmeden Müslüman olmayan kimse ile evlenir ve kendini kıyamete kadar Allah'ın lanetine müstahak eder. (Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar, 2/119)

Önce bir hususa işarette bulunmak istiyoruz:

Biz Alevî-Sünnî ihtilafını körükleyip ayrılık gayrılık meydana getirmeye taraftar değiliz. Birlik ve beraberlikten yanayız. İhtilâfları körüklemekten, farklı anlayışları alevlendirip birliğimizi bozmaktan hiç kimseye fayda gelmez, ancak hepimize zarar gelir. Bunu böyle biliyor, böyle de inanıyoruz.

Aslında bir Müslüman’ın veya bir tarikatın Hz. Ali (ra) muhabbetini meslek ve meşrebine esas almasının dinen hiçbir sakıncası yoktur. Diğer sahabelerin hakkına tecavüz etmemek, Kuran ve Sünnetin ışığında namazını kılmak, orucunu tutmak ve diğer sorumluluklarını yerine getirmek kaydı ile, Hz. Ali (ra) ve Ehl-i Beyt muhabbetini rehber edinmenin hiçbir mahzuru olamaz. Gerçek şu ki, Kitap ve Sünneti bilen ve gereği gibi yaşayan hakikî bir Alevî, ancak Allah Teâlâ'yı mabûd olarak tanır. Kendisini, İslâmîyet’in bir ferdi olarak bilir, Peygamberimizi (asm), en son peygamber, Kuran-ı Kerîm'i de son semavî kitap kabul eder.

Bu sun’î ayrılığın ortadan kalkmasının tek yolu, Kuran'ın ve Sünnetin ışığı altına girmek ve yegane ölçü kabul etmektir. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de, “Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılmayınız.” buyurmakla, bütün Müslümanların Kuran ve Sünnet etrafında toplanmasını emretmektedir.

Bu anlayış içinde sualin cevabını vermeye çalışalım.

Önce Alevîliğin ne olduğunu belirlememiz gerekir ki, hüküm vermekte isabet edelim. Gerçekten de Alevîlik nedir? Evet, cevabını aradığımız soru budur. Alevîliğin ne olduğunu belirleyebilsek mesele biter, "Evlenmek uygundur yahut da değildir." diye cevap verebiliriz. Ne var ki, ülkemizdeki Alevîlik anlayışı tek ve net değildir. Bazı Alevî temsilcilerinin Alevîlik anlayışlarını dinledik...

Şayet Alevîlik böyleyse dinen evlenmek de isabetli, akraba olmakta da fayda vardır. Tanışırız, anlaşırız. Bu dedeler diyorlar ki:

- Alevilik Kur'ân'ın dışında olamaz. Sünnetin zıddına anlaşılamaz. Peygamber Efendimiz (asm)'in yaşayışına ters şekilde yorumlanamaz. Alevîlik'te namaz, oruç, hac, zekat gibi dinî emirlerin hepsi de vardır ve mevcuttur. Aksini iddia edenler Alevîliği kendi maksatlarına alet etmek isteyenlerdir. Onların oyununa gelinmemeli, Aleviliği İslâm'ın dışında göstermek isteyenlere itibar edilmemelidir...

Alevîlik böyleyse bir diyeceğimiz olmaz. Din kardeşi anlayışı içinde bakarız kendilerine, hatta bir kısım kusur ve noksanlarını da görmezlikten geliriz. Çünkü hepimizde vardır kusur ve amel eksikleri...

Ancak böyle değil de, alevîlik bazılarının iddia ettikleri gibi ise... Yani:

- Namaz, oruç, zekat yoksa; ibadetlerini sadece bir kalp, gönül meselesi telakki ediyor, beş vakit namazı inkârda bulunuyorlarsa: Resulüllah (asm)'ın raşid halifelerine hürmetsizliği esas alıyor, bazı tarihî olayları günümüze taşıyarak düşmanlığı canlı tutmayı düşünüyorlarsa; bilhassa farz olan guslü kabul etmiyor, cünüblükten sonra yıkanmayı uygun bulmuyorlarsa...

Bunları kabul etmeyenle edenin bir arada huzurlu bir yuva kurmaları, sevgi içinde mutlu ve bahtiyar olmaları aklen mümkün olmadığı gibi dinimize göre de uygun olmaz. Aynı kültürü paylaşanların bile huzur içinde geçinmelerinde zorluk çıktığı günümüzde, ayrı kültürde olanların huzur içinde mutlu bir aile hayatı sürdüreceklerini sanmak, ne derece gerçekçi olur, düşünülsün. Bunun için diyoruz ki:

“Alevîliği taraflar nasıl anlıyorlar, önce bunu tesbite ihtiyaç vardır!”

Kuran'ı kutsal kitabımız olarak esas alıyorlarsa, Kuran'ın manasının sünnette açıklandığını kabul ediyorlarsa, Resulüllah (asm)'ın ve Ehl-i beytin ve Sahabilerin yaşayışını örnek biliyorlarsa aramızda temelde ayrılık yok demektir. Diğer farklılıkları hoşgörmek mümkün olabilir.

Farzları kabul eden kimse mümindir; kabul etmeyen ise inkarcı konumundadır. Bunu tesbit ise, görüşüp konuşmakla mümkün olur. Görüşüp konuşmadan kestirip atmak peşin hükümlülük olur.

Alevilik babadan oğula geçen bir soy, bir kan bağı değildir. İnsan bugün Alevi, yarın dönüp Sünni veya tersi olabilir. Bu gencin ailesi Alevi olmakla beraber gencin kendisi İslam'a Sünniler gibi dinimizin inanç esaslarını ve temel kurallarını bizler gibi kabul ediyorsa o makbul bir Müslümandır.

Bir mühim noktaya daha işaret etmek gerekir:

Alevîliği İslâm'ın içinde yorumlayan (din kardeşimiz), dışında anlayan da (vatandaşımız)dır. Biz vatandaşımızla da karşılıklı saygı içinde yaşamak isteriz. Bu, bizim Müslümanlığımızın da gereğidir.

10 Birden fazla evlenmek isteyen kişi eşinden izin almalı mı?

Birden fazla evlenmeyi düşünen erkek, eşler arasında davranış, geceleme, adalet, giyim, ihtiyaçları giderme ve diğer konularda aralarında hiç bir fark gözetmeyeceği konusunda kesin kararlı ise ve ikinci bir evliliğe ihtiyaç hissediyorsa evlenmesi caizdir. Aksi durumda ise nikahın geçerliliğine mani olmasa bile adaleti tesis etmediği için günaha girmiş olur. Eğer bu şartlara riayet etmezse haram işlemiş ve kul hakkına tecavüz etmiş olur.

Allah, Kur'an-ı Kerim'de birden fazla evliliğe müsaade etmiştir. Ancak adaletli olunamayacak durumlarda tek evliliğin yapılmasını istemiştir. Bu nedenle gerekli olmadıkça birden fazla evliliğin doğru olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü birden fazla evlilik durumunda eşit davranmanın nerdeyse imkansız olduğunu, en azından çok zor olduğunu ve her erkeğin işi olmadığını görmekteyiz.

Bununla beraber ikinci bir evliliğin zorunlu olduğunu düşünen birisinin de şahitler yanında nikah kıyabileceğini ve akrabalarına haber vermesinin farz olmadığını ifade edelim.

Çok eşlilik İslam'ın getirdiği bir sistem değildir. İslam öncesi dünyada yaygın olan ve sınır tanımayan bir şekildeydi. Kadının zaten hiçbir konuda fikir beyan etmesi bile mümkün değildi. İslam dini böyle bir ortamda ortaya çıktı ve bu çok eşliliği yirmi-otuzdan dörde indirdi. Buna da çeşitli şartlar getirdi. Bu konuda eşler arasında adaletin sağlanması gibi ağır şartlar getirdi. Aksi takdirde bir hanımla evlenmenin daha sağlıklı olacağını tavsiye etti.

İslam dininin çok evliliğe ruhsat vermesinin önemli hikmetleri vardır. Toplumlarda azımsanmayacak derecede var olan hastalık, iki cins arasındaki nüfus orantısızlığı gibi faktörler bu hikmetlerden bir kaçıdır. Örneğin, Batı medeniyetinde, hanımı felç de geçirse, deli de olsa, bir erkek ikinci bir hanımla evlenemez. Bu sebeple de gayrimeşru yolların kapısını açmak zorunda kalmıştır. Genellikle erkekler savaşa katılırlar. Bu savaşlarda erkeklerin ölmesi ve –özellikle ahir zamanda- bir hikmete binaen doğumlarda kız çocukların sayısının daha fazla olması kadınların ister istemez bekâr kalmasına sebep olmaktadır. İşte, gerek ağır ve müzmin hastalıklar sebebiyle olsun, ister kızların sayıca daha fazla olmasından dolayı olsun, bazen çok evlilik zorunlu hale gelebilir. Aksi takdirde, aile yuvası bir yandan erkek için cehenneme dönerken, diğer yandan birçok kadın, bu kutsal evlilik hakkından mahrum kalır. Bu ise, toplusal barışı zedelediği gibi, ahlâkı da deforme eder.

İşte İslam'ın çok evlilikle ilgili verdiği ruhsat bu yaraları tedavi etmeye yöneliktir. Bu asırda, mümkün oldukça, fertlerin tek evlilikle yetinmeleri daha uygundur. Bu  durum onları zulümden, mutsuzluktan, hukukî yönden illegal eş ve çocuklarının haklarını zayi etmekten korur. Çok evlilik söz konusu olduğu takdirde, formel hukuk açısından eski eşinden izin alması gerekmiyorsa da, ailede saygı ve sevginin devamı adına böyle bir izin ve rızanın alınması daha uygun düşer.

ÇOK EVLİLİK

Eski Mısır Hukuku: Koca bazı şartlar altında birden fazla kadınla evlenebilirdi.

Babil Hukuku: Hamurabi kanunlarına göre, zevce çocuk doğurmazsa veya ağır bir hastalığa tutulursa, koca odalık alabilirdi.

Çin Hukuku: Kocanın serveti müsait olursa, ikinci derecede zevceler alabilirdi. Şu kadarki, bu kadından doğacak çocuklar, birinci ve asıl zevcenin çocukları sayılırdı.

Eski Brehmenler: Vichnou kitabına göre, erkekler bulundukları sınıflara göre bir, iki, üç veya daha fazla kadınla evlenebilirdi. Apastamba kitabında ise, bu konuda tahdit vardı, kadın vazifelerini hakkıyla yerine getirebiliyor ve erkek çocuğu da oluyorsa, koca ikinci bir kadınla evlenemezdi. Manu düsturlarında, bir adam, ilk zevcesini kendi toplumsal seviyesinde seçmesi lazımdı, ikinci zevcesini, daha alt tabakalardan alabilirdi.

Eski İran: Çok evlilik kabul edilmişti.

Roma Hukuku : Odalık almak, kanuni nikah olmaksızın yaşamak vardı.

Kitab-ı Mukaddes : Eski Ahid'de Davud (as)'ın bir çok kadınla evlendiği zikredilir. Eski Ahid'de çok evlilikten bahseden başka yerler de vardır. Müsevilite de çok evlilik vardı.

Yeni Ahid'de (İncil), birden fazla kadınla evlenmeyi yasak eden bir madde yoktur. Ancak tek zevce ile yetinmenin iyi olacağına dair tavsiyeler vardır.

Birden fazla evlenme, Hristiyanlık aleminde XVI. asra kadar normaldi.

İslam'dan önceki Arabistan: Çok evlilik konusunda hiç bir tahdit ve sınır yoktu. Erkek istediği kadar kadınla evlenebildiği gibi, aralarında zevce değişimi bile olurdu.

İSLAM'DA ÇOK EVLİLİK

Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." (Nisa, 4/3)

Ayette açıkça görülmektedir ki, birden fazla -iki, üç, nihayet dört- kadınla evlenme; mutlaka yapılması gerekli farz ve vacib kabilinden bir emir değil, bir müsaadedir. Ancak bu izin, kadınlar arasında tam bir adalet yapmaya bağlanmış, Bir tek zevce ile yetinmenin, adalete en yakın ve en doğru yol olduğu belirtilmiş; adaleti yerine getiremeyeceğinden korkanın, tek kadınla yetinmesi emredilmiştir.

ÇOK EVLILILIK KONUSUNDA ISLAM PRENSIPLERI

1) Adetin sınırlandırılması: Cahiliye devrindeki erkeğin hudutsuz evliliğine sınır getirilmiş. Bu ayetin nuzulünden sonra Resulullah (asm)'ın emriyle dörtten fazla hanımı olanlar, fazlalarını boşadılar.

2) Eşler arasında adaletin gözetilmesi: Zevceler arasında adalet, yedirme, içirme, giydirme, barındırma, kocalık muamelesi, sevgide gösterilecektir. Yalnız şu varki, insanın sevgi hususunda tam bir eşitlik gösterebilmesi, imkansız denecek kadar zordur. Kadının çeşitli fiziksel ve ruhsal özellikleri sevginin derecesindeki farklılıkları meydana getirecektir. Erkek ne kadar eşitlik konusunda çaba harcasa da bunu başarması imkansız derecesindedir.

Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Nisa, 4/129)

Bu ayet-i kerimeyle Cenab-ı Hak erkekleri kadınlarına sevgi ve muhabbet hususunda mutlak bir eşitlik göstermekten afvetmiş. Sadece erkeğin bir tarafa bütün bütün meyledip ötekinden yüz çevirmesini yasaklamış, elinden geldiği kadar eşit davranmaya çalışmasını emretmiştir.

Peygamber Efendimiz (asm) birden fazla evlilik konusunda şu önemli ikazı yapmıştır:

"İki zevcesi olup da birine tamamen meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir." (İbn-i Mace, Nikah, 47; Mişkâtü’l-mesabih, 2/196)

Kadın, yaratılışı itibariyle erkeğini normal şartlar altında ikinci bir kadınla paylaşmaya razı olmadığı gibi, hiçbir kadın da mecbur kalmadan evli bir erkekle hayatını birleştirmek istenmez.

Çok (dörde kadar) evliliğin hak olduğuna inanmak imanın gereğidir. Ancak, buna inanmak kadının, kocasının kendi üzerine evlenmesini onaylayarak rıza göstermesi, tasvip etmesi zorunluluğunu getirmez.

Hiçbir mümin babadan da kızı üzerine damadının ikincisi, üçüncüsü veya dördüncü kadını almasını olgunlukla karşılaması beklenemez. Kadının kıskançlık fıtratı ve babalık şefkati buna engeldir.

Nitekim Peygamberimizin (asm)  kızı Hz.Fatıma (r.anha), kocası Hz. Ali (ra)'nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesine karşı çıkmıştır. Peygamberimizin terbiyesinde büyüyen Hz.Fatıma (r.anha)'nın, kocasının ikinci evliliğine karşı çıkması caiz olmasaydı, Allah Resulü (asm) onu ikaz eder, kocasının arzusuna boyun eğmesini emrederdi. Halbuki durum öyle olmamış, bilakis kızının üzüldüğünü gören Allah Resulü (asm), damad (asm)ı Hz.Ali (ra)'nin bu arzusundan vazgeçmesini istemiş, eğer vazgeçmezse ancak Fatıma (r.anah)'yı boşadıktan sonra evlenebileceğini bildirmiştir. Hz.Ali (ra)'nin Fatıma (r.anha)'nın üzerine evlenip onu üzmesine razı olmamıştır.

Allah Resulü'nün (asm) bu davranışında, Müslüman kız ve babalarının damadın ikinci evliliğine karşı çıkabilecekleri hususunda ruhsat vardır denilebilir.

Sözün özü: İslam çok evliliği ne emir ne de tavsiye etmiştir. Sadece bazı zaruri hallerde müsaade etmiştir. Zaten yukarıdaki olayı naklettikten sonra diyecek bir şey olmasa gerek.

(Bu yazının hazırlanmasında büyük ölçüde, Mehmet DİKMEN tarafından kaleme alınan "İslam'da Kadın Hakları" isimli eserden ve Merhum Elmalı'nın Tefsirinden yararlanılmıştır.)

11 Aileden gizli olarak kıyılan nikah geçerli midir?

Nikâh bir akit, sözleşme ve anlaşmadır. Bunun için bazı şartları vardır. Bu şartlardan birisi yerine getirilmezse nikâh sahih olmaz.

1. Evlenecek kişilerin veya vekâletlerini verdikleri şahısların hazır bulunması.

2. Tarafların irade beyanı. Evlilik akdini kabul ettiklerine dair eşlerin “kabul ettim” şeklinde ifade etmeleri.

3. Kızın velisinin izninin olması. Bu hüküm Hanefi mezhebi hariç diğer mezheplere göredir.

4. Şahitlerin hazır olması. Bu şahitler, ergenlik çağına ermiş, aklı başında iki erkek veya bir erkekle iki kadın olmalıdır. Yani şahitlikte mutlaka bir erkeğin bulunması icap eder.

Bunlardan başka bir şart daha vardır; o da nikâhın duyurulmasıdır. Bu Malikilere göredir. Ancak Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikâhların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikâh üzerinde ısrarla durulmuştur.

Resmi nikâh olmadan dini nikâh yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından dini nikâhın yanında resmi nikâhın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikâhların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikâh üzerinde ısrarla durulmuştur.

Yalnız kalınca günah işlemiş olmamak için dini nikâhı tercih ediyorlar. Halbuki daha sonra telafisi çok zor durumlarda kalabiliyorlar.

Bir kadın ve erkek aileden habersiz ya da ailenin izniyle şahitler huzurunda nikâhlansalar karı koca sayılacaklarından erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Bu açıdan çok tehlikelidir. Nitekim bize bu konuda onlarca soru geliyor. "Ben bir erkekle dini nikâh kıydırmıştım. O beni boşamıyor ne yapayım?" "Ben dini nikâhtan boşanmadan başkasıyla evlendim. Zina sayılır mı?" gibi tüyler ürperten pek çok problemle karşılaşıyoruz. Bu durumda sonunda telafisi imkansız olaylar olabiliyor. Bu nedenle resmi nikâh olmadan dini nikâh yapılmasını asla doğru bulmuyoruz.

Zaman zaman kapıldığı öfkelerle pişman olacağı şeyler yapan bir adam Efendimize (asm) gelerek sormuştu:

– Beni cennete götürecek bir iş haber ver ki onu yapayım da cennete gideyim!

Efendimizin cevabı çok kısa ve net oldu:

– Öfkeni yen, öfkene uyma, sana yeter!

Evet, öfke basite alınacak bir hal değildir. Nitekim öfkesini yenemeyen adam, tetiğe basar; bir insanı gözünü kırpmadan öldürüverir. Bundan sonrası ise ömür boyu pişmanlıktır...

Öfkenin bu türlü sonucundan dolayıdır ki Efendimiz sık sık ikazlarda bulunur:

– Öfkene uyma, öfkeni yen, öfkeni yut, öfkeye götüren tahrikten uzak dur, şayet cennete götürecek bir amel sahibi olmak istiyorsan!..

diyerek çevresine uyarılarda bulunmuştur.

Sonucu mutlaka pişmanlık olan öfke konusunda bilinmesi gereken en mühim nokta, öfkenin tek çeşit olmamasıdır. Bazıları öfkeyi sadece sinirsel bir şiddetten ibaret zannederler.

Halbuki öfkenin bir de cinsel tahrik sonucu duyulanı vardır ki, bu türlü cinsel öfke, tetiği çekip de gözünü kırpmadan adam öldürten sinirsel öfkeden daha korkunç sonuçludur.

Hatta cinsel öfkenin sinirsel öfkeden çok daha korkunç sonuçlar vereceğinden dolayıdır ki Efendimiz (asm) bu öfkeye sebep olacak tahrikçi görüntü ve çevrelerden uzak durmayı, mahremiyet sınırlarını aşmamayı, taşmamayı tenbih buyurmuş, bu konudaki ikazlarından birinde de şöyle çarpıcı bir uyarıda bulunmuştur:

– Cinsel duyguları ayaklanan insan, aklının ya tümünü ya da üçte ikisini yitirmiş insan gibidir. Yani her türlü riski göze alacak hale gelir, cinsel duyguları kabarıp isyana yönelen insan...

Evet, tek ve tenha yerlerde iki yabancının göz göze, yüz yüze gelmesi, cinsel öfkenin yavaş yavaş kabarmasına zemin teşkil etmesi demektir. Önce masumca sohbetler, sonra el tutuşup tokalaşmalar, derken bir zaman gelir ki cinsel öfkenin kabarmış dalgaları tarafları sürükleyip götürmeye başlar. Olmayacak şeyleri olur hale getirmeye bile yönelirler. Tıpkı telefondaki kızcağızın çare arayışları gibi.

Bir kızcağız telefonun öbür ucundan soruyordu:

– Okuldaki arkadaşımla gizli dini nikâh yapmak istiyoruz, ne dersiniz?

Tepkili cevabım sert oldu herhalde.

– Ben, intiharın her türlüsüne karşıyım. Hayatının baharında bir genç kızın ailesinden habersiz gizli nikâhla hayatını baştan riske sokması, büyük ihtimalle bir intihar gibidir. Erkek için aynı derecede olmasa da kız için sonuç bundan başkası değildir, dedim...

– Çaresi yok mu bunun, diye üsteledi kızcağız.

– Var, hem de çok kolay, dedim.

Heyecanlandı:

– Lütfen onu söyleyin hemen.

– Resmi nikâhla evlenmek. Böylece kendini ve aileni büyük bir yıkıma uğramaktan kurtarmak.

Ama şu anda buna imkân yoktur. Ne ailem buna razı olur ne de bizim okul ve yaş durumumuz buna müsaittir.

– Demek hem yaş, hem okul, hem de aile durumu müsait olmadığı halde, siz yine de gizlice dini nikâhla evlenmeye cesaret edebiliyorsunuz. Bu acelenin sebebi ne ola ki?

– Uzun zamandır birlikte arkadaşlık etmekteyiz. Birbirimize çok alıştık. Önümüzdeki bu manileri düşünemez hale geldik sanki. Dini nikâh yaptırmayı göze alıyoruz artık.

Evet, cinsel öfkeye girecek kadar mahremiyet sınırlarını aşıp da yabancıyla yüz yüze göz göze yaşamaktan kaçınmamak, işte böyle sonucu düşünemez hale getirir tarafları. Ömür boyu pişmanlık duyacakları hatayı göze aldırır. Sadece kendilerini değil ailelerini de perişan hale sokarlar.

Kaldı ki, Şafiiye göre, velinin izni olmadan dini nikâh yapılamaz. Hanefi’de de, taraflar denk değilse velinin itiraz edip ayırma hakkı vardır.

Bunlardan başka resmi nikâhtan önce dini nikâh yapmak da kanunen yasaktır artık.

Ama bütün bu engelleri cinsel öfkeye kapılanlar düşünemezler ki!..

12 Dini nikâhın şartları hakkında bilgi verir misiniz; dini nikâh nasıl kıyılır?

İslam’a göre nikah, evlenme ehliyetine sahip ve aralarında evlenmelerine dini açıdan bir engel bulunmayan kadın ile erkeğin (veya vekillerinin) şahitler huzurunda “seni nikahladım, seninle nikahlandım, seni eş olarak kabul ettim, seninle evlendim.” gibi yoruma ve inkara imkan vermeyecek sözlerle, birbirleriyle evlenmeleri konusunda karşılıklı rızalarını ifade etmelerinden (icap ve kabul) ibarettir. (İbn Nüceym, el-Bahr, 3/82-83)

Bütün şartların yerine getirilmesi neticesinde icra edilen bu şekildeki bir resmi nikah, dinen de muteberdir.

Evlenecek kişiler resmi nikahtan sonra, isterlerse evlerinde veya münasip bir yerde istedikleri kişilere Kuran-ı Kerim’den bir bölüm okutup dua ettirip nikah kıydırabilirler. Kurulan yuvanın mutluluklar getirmesi, salih ve sağlıklı nesillere vesile olması için dua edilmesi elbette iyidir. Bu aynı zamanda örfümüze de uygundur.

Ancak günümüzde resmi nikah olmadan dini nikah yapılması kadının ve çocukların haklarının korunması açısından uygun değildir. Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de şehrin kadısına kayıt yaptırılması şart koşulmuş ve nikahın tescili üzerinde ısrarla durulmuştur.

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:

Nikâh bir akit, sözleşme ve anlaşmadır. Bunun için bazı şartları vardır. Bu şartlardan birisi yerine getirilmezse nikâh sahih olmaz.

1. Evlenecek kişilerin veya vekâletlerini verdikleri şahısların hazır bulunması.

2. Tarafların irade beyanı. Evlilik akdini kabul ettiklerine dair eşlerin “kabul ettim” şeklinde ifade etmeleri.

3. Nikâhın duyurulması. Gizli bırakılmaması. Bu şart Maliki mezheplere göredir.

4. Kızın velisinin izninin olması. Bu hüküm Hanefi mezhebi hariç diğer mezheplere göredir.

5. Şahitlerin hazır olması. Bu şahitler, ergenlik çağına ermiş, aklı başında iki erkek veya bir erkekle iki kadın olmalıdır. Yani şahitlikte mutlaka bir erkeğin bulunması icap eder.

Görüldüğü gibi şahitlerin bulunmadığı bir nikah geçerli değildir ve kişi şahit olmadan nikahını kıyamaz.

Nikâh, talâk diğer bir ifade ile evlilik ve boşanma dinî bir müessesedir; aynı zamanda ibadetler içinde değerlendirilir. Çünkü kaynağı Kur'ân ve hadistir. Bu hususta yüzlerce âyet-i kerime, binlerce hadis-i şerif vardır. Bu âyetler hem evlilik müessesesinin sınırlarını çizer, hem de sorumluluk ve mükellefiyetleri belirler. Bazı âyetlerde mesele bütün ayrıntılarıyla verilir. Hadisler ise evlilik ve aile müessesesinin bütün ayrıntılarını belirler, anlatır ve öğretir.

Aynı şekilde İslâm hukuku kitaplarında nikâh ve talak bölümü ap ayrı bir bölüm teşkil eder. Meselâ kaynak olarak verdiğimiz, Türkçede de kapsamlı bir eser Ömer Nasuhi Bilmen'in sekiz ciltlik "Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu"nun bir cildi bu meseleye ayrılmıştır.

Konunun anlaşılmasına yardımcı olması ve bir örnek teşkil etmesi açısından bazı âyetlerin meallerini okuyalım:

"İçinizden bekâr olanları ve köle ve cariyelerinizden dindar olanlarını evlendirin. Onlar fakir iseler, Allah onları lûtfuyla zenginleştirir. Allah'ın lütfü geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir. Evlenmeye imkân bulamayanlar da, Allah onları lûtfuyla zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar." (Nur Sûresi, 24/32 ve 33)

"Size şu kadınları nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emzirmiş olan süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri, aranızdan zifaf geçmiş olan kadınlarınızdan doğan üvey kızlarınız. Eğer zifaf geçmemişse onların kızlarını nikâhlamakta size günah yoktur. Öz oğullarınızın hanımlarını nikahlamanız ve iki kız kardeşi birden nikâhınız altına almanız da size haram kılındı. Ancak geçmiş olan müstesnadır. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir." (Nisa Sûresi, 4/23)

Nikâhın kendine göre şartları vardır. Bu da yukarıda izah edildi. Cumhuriyet devrine kadar "dini nikâh, resmi nikâh" diye bir ifade mevcut değildi. İslâm hukuku yürürlükten kaldırılıp yerine Batıdan adapte edilen "medenî" hukuk devreye girince ve nikâh akit işlemleri belediyelere verilince bu çeşit sorular gündeme geldi. Oysa Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavi kaynaklı dinlerde önceden olduğu gibi şimdi de nikâh merasimleri sinagog ve kiliselerde yapılır. Esasen İslâmda da böyledir.

Peygamberimizin (a.s.m.),

 "Nikâhı duyurun ve onu camilerde yapın." 

mealindeki hadis-i şerif bu prensibi hatırlatmaktadır. Bu işlem camilerden alınıp belediye nikâh salonlarına taşınınca, nikâhın "dinî" bir mahiyet taşıyıp taşımadığı akıllara gelmeye başladı.

Nikâh, evlilik bazı şartlar taşıdığından dolayı bu meseleyi bir bütün olarak âlimler ve din görevlileri bilmektedir. Ve öteden beri nikâh akdini âlimler ve imamlar yapmaktadır. Bunun için nikâhın halk dilindeki adı "imam nikâhı" şeklinde söylenir olmuştur.

Aslında bu işlem imamlık, hocalık işi değildir. Her Müslüman nasıl ibadetlerini önceden öğrenerek yapıyorsa, nikâhı ve nikâhın şartlarını ve sorumluluklarını araştırıp öğrendikten sonra bu hazırlığa girecek, şahitler huzurunda taraflar birbirlerini karı-koca kabul ederek nikâhlarını kıyacaklardır. Yani cemaatle namazda olduğu gibi, nikâhta mutlaka imam bulunacak diye bir şart yoktur. Şartları bellidir ve ona göre akit yapılır.

Sadece resmî nikâh yeterli midir? Sadece resmî nikâhı olanlar Allah katında evli sayılır mı?

Nikâh dinî bir müessesedir ve belli şartları vardır. Aynı şart ve esaslar resmî nikâhta, yani belediye memuru tarafından kıyılan nikâhta mevcutsa nikâh nikâhtır. Ancak şart ve esaslara dikkat edilmiyor, hattâ kaale alınmıyorsa mesele değişir, nikâha gölge düşebilir. Şöyle ki:

Resmî nikâhta evlenecek kişiler evlendiklerine dair ifadelerini açıkça belirtiyorlar. Ancak bu ifadelerin kesinlik bildirmesi gerekir. Başka türlü bir yoruma müsait olmamalıdır.

Bir diğer önemli nokta, şahitlerin Müslüman olması ve iki şahitten birisinin erkek olmasıdır. Oysa laik düzende şahidin T.C. vatandaşı olması kâfi geliyor.

Evlenecek taraflar süt kardeşi olmamalıdır. Oysa resmî nikâhta bu husus araştırılmadığı gibi, memur tarafından da sorulmuyor.

Müslüman bir hanım gayri müslim bir erkekle evlenemez. Halbuki yürürlükte olan mevzuatta bu meseleye dikkat edilmiyor, memur sormaya gerek duymadan nikâhı kıyıyor.

Bu mahzurlar söz konusu değilse, sadece resmî nikâhla da helâllik mümkün olur. Zaten nikâhın rüknü, iki şahit huzurunda tarafların birbirlerini karı-koca olarak kabul etmeleridir.

Ancak bütün bunlarla birlikte İslâmî ölçüler çerçevesinde nikâh akdini ihmal etmemeli, yaptırmalıdır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Dini nikah nasıl kıyılır? Nikah kıyılırken neler söylenir, hangi dualar ...

13 Dini nikah nasıl kıyılır? Nikah kıyılırken neler söylenir, hangi dualar edilir?

Bir kadını ailesinden istemeye gelen kişinin, söze Allah’a hamd ederek başlaması ve Peygamberimiz (s.a.s.)’e salât ve selâm etmesi müstahaptır. Daha sonra:

“Eşhedü ellâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Ve eşhedü enne Muhammeden ‘abdühû ve rasûlüh = Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur, O’nun ortağı yoktur ve şahadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a.s.) O’nun kulu ve elçisidir.”

sözleriyle açılış yapmalı ve “falanca kadını veya falanca kadının kızı falancayı, falancaya istemeye geldim” gibi ifadelerle geliş sebebini anlatmalıdır.

Dünür gitmede her yörenin kendine özgü örf ve âdetleri, konuşma şekilleri vardır. Genel ahlâk kurallarına ve İslâmî usullere aykırı olmamak üzere bu tür değişik uygulamalarda dînen bir sakınca yoktur. Ancak her işte olduğu gibi, kız istemede de söze "Allah’a hamd ve Resûlüne salâvat” ile başlamak İslâmî bir gelenektir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.), bu uygulamayı şöyle ifade etmiştir:

“Herhangi bir iş ki, Allah’a hamd ile başlamazsa, sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.” (Ebû Davud, Edeb, 21; İbn Mâce, Nikâh, 19)

Nikâh Duası

Nikâh merasimi için gerekli şartlar sağlandıktan sonar, bu merasimi icra edecek yetkili kişi, evlenme ile ilgili en az birer ayet ve hadis zikrederek, nikâh sözleşmesinin şartlarından, aile kurmanın ve evliliğin öneminden bahseder.

Şahitler ya da topluluk huzurunda evlenecek çiftlerin olurunu alır ve aşağıdaki duayı okur:

اَلْحَمْدُ لِلهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ اَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ

اَللَّهُمَّ اجْعَلْ هَذَا الْعَقْدَ مَيْمُونًا وَمُبَارَكًا* وَاجْعَلْ بَيْنَهُمَا اُلْفَةً وَمَحَبَّةً وَقَرَارًا* وَلاَ تَجْعَلْ بَيْنَهُمَا نَفْرَةً وَفِتْنَةً وَفِرَارًا* اَللَّهُمَّ اَلِّفْ بَيْنَهُمَا كَمَا اَلَّفْتَ بَيْنَ آدَمَ وَحَوَّا* وَكَمَا أَلَّفْتَ بَيْنَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَخَدِيجَةَ الْكُبْرَى رَضِىَ اللهُ عَنْهَا* وَكَمَا أَلَّفْتَ بَيْنَ عَلِيٍّ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ وَفَاطِمَةَ الزَّهْرَى رَضِىَ اللهُ عَنْهَا

اَللَّهُمَّ اَعْطِ لَهُمَا اولَادًا صَالِحًا وَرِزْقًا وَاسِعًا وَعُمْرًا طَوِيلاً

اَللَّهُمَّ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا

اَللَّهُمَّ رَبَّنَا آتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ  بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

“Elhamdü lillâhi rabbil-âlemîne vas-salâtü ves-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve ashâbihî ecme’în. Ve ne’ûzü billâhi min şurûri enfüsinâ ve min seyyiâti a’mâlinâ. Ve neşhedü ellâ ilâhe illallâhü ve neşhedü enne Muhammeden ‘abdühû ve Rasûlühü."

"Allâhümmec’al hâzel-‘akde meymûnen mübârakâ. Vec’al beynehümâ ülfeten ve mahabbeten ve karârâ. Velâ tec’al beynehümâ nefraten ve fitneten ve firârâ. Allâhümme ellif beynehümâ kemâ ellefte beyne Âdeme ve Havvâe ve kemâ ellefte beyne Muhammedin sallallâhü ‘aleyhi ve selleme ve Hadîcete’l-Kübrâ radiyallâhü ‘anhâ ve beyne ‘Aliyyin radıyallâhü ‘anhü ve Fâtımete’z-Zehrâ radıyallâhü ‘anhâ."

"Allâhümme a’tı lehümâ evlâden sâlihâ. Ve ‘umran tavîlâ. Ve rizkan vâsi’â.

Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrate a’yünin vec’alnâ lil-müttekîne imâmâ.

Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fil-âhırati hesaneh. Ve kınâ ‘azâben-nâr.

Sübhâne Rabbike Rabbil-‘ızzeti ‘ammâ yasıfûn. Ve selâmün ‘alel-mürselîn. Vel-hamdü lillâhi Rabbil-‘âlemîn.”

Anlamı:

“Allah’a hamd olsun. Peygamberimiz Hz. Muhammed’e, âl ve ashabına salât ve selâm olsun. Nefsimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah’a sığınırız."

"Bir tek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve O’nun ortağının bulunmadığına şahadet ederiz. Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve resûlü olduğuna da şahadet ederiz."
(bk. Ebû Davud, Nikâh, 33; İbn Mâce, Nikâh, 19; Tirmizî, Nikâh, 16)

"Allah’ım! Bu evlilik akdini mübarek eyle. Bu çiftler arasında ülfet/geçim, sevgi ve evliliklerinde sebat nasip eyle, aralarında nefret, geçimsizlik ve ayrılık var eyleme."

"Allah’ım! Bu çiftlerin arasında Âdem (a.s.) ile Havva; Hz. Muhammed (s.a.s.) ile Hz. Hatice ve Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fatıma (r.a.) arasındaki var olan ülfet, geçim ve kaynaşma var eyle."

Allah’ım! Bu çifte salih çocuklar, uzun ömürler ve bol rızık ihsan eyle. 
(bk. Zeynelabidin el-Amidi, el-Fetava’l-Amidi, 2/202)

Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle. (Furkan, 25/74)

Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi ateş azabından koru." (Bakara, 2/201)

Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rabb, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur." (Sâffât, 37/180-182)

14 Eş seçiminde / evlilikte dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?

“Evlensek mi acaba? Nasıl biriyle evlensek?”
“Hoşlandığım bir kız var ama namaz kılmıyor, problem olur mu dersin?”
“Büyüklerimin bulacağı bir kızla evlensem mutlu olur muyum sence?”

Siz bu tür açmazlar yaşamazsınız umarım. Zamanımızda bu konular daha rahat konuşuluyor zaten. Doğru karar vermenizde yazacaklarımın da biraz faydası olursa ne mutlu bana.

EVLENMEK ŞART MI?

Kimse Robinson Crusoe değildir. O bile bir dost bulduğunda sevinçten zıplamıştı. Kendi başına da dünyanın en huzurlu insanı olan ve hatta doğrudan Rabbine muhatap olabilen Peygamberimiz (a.s.m.) bile, bazen eşine,

“Yâ Âişe, konuş benimle!”

dermiş, kitaplarda böyle nakledilir. Konuşmak, paylaşmak ve yardımlaşmak bu zorlu imtihan dünyasına tek başına gelen insanın en büyük ihtiyacıdır belki de. Bediüzzaman’ın ifadesiyle,

“İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil [karşılık] bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler [paylaşsınlar] ve lezaizde [güzel şeylerde] birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.”

“Evet, bir işte mütehayyir [hayret veya tereddüt içinde] kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun [hayalî bile olsa], ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın.”

“Kalplerin en latifi [duyarlısı], en şefiki [şefkatlisi], ‘kısm-ı sani’ [diğer yarım] ile tabir edilen kadın kalbidir.”

Zaten evlilik, değil bu insanî ve ulvî ihtiyaçları, insanın en temel ihtiyaçlarını -barınma, beslenme ve üreme- dahi karşılayan bir kurum olduğu içindir ki, tartışmasız her asırda, her kültürde el üstünde tutulmuş, şart gibi görülmüş, hatta kutsanmıştır. Gelin görün ki, en fazla şikayet edilen kurumdur da aynı zamanda. Bir problemi olan, işleri yolunda gitmeyen, gençliğindeki ideallerini yakalayamamış kişiler, evliliğinden şikayet ederler genellikle. Sanki bekârlığında çok mutluymuş gibi, sanki bekâr kalsa ideallerine ulaşacakmış gibi. Hem evlenir, hem şikayet ederler; hem şikayet eder, hem de evlilikten vazgeçmezler. Olan da bekâr gençlere olur. Kafalar karışır: “Evlenmesek mi?” Siz bakmayın onlara. Hatta bana da bakmayın siz, bazen ben de “Bekâr bayan yarımdır, evlenince tam olur. Bekâr erkek yarımdır, evlenince tamamen biter.” gibi espriler yaparım ama, bal gibi biliyor, açıkça da görüyorum ki; bekârlık yıllarımda hedefsiz ve sonuçsuz bir koşturmaca hâlinde geçen hayatım, evlenince, bir tezgahın başına oturup üretime başlamak gibi bir değişim geçirdi ve maddî, manevî, sosyal sahalarda bugüne dek ne ürettiysem, hep evlendikten sonra oldu. (Eşime buradan teşekkürler!) Eski resimleri karıştırdığımda zaman zaman kendi kendine konuşan, yalnızlık sebebiyle arada kasvete dalan o genci görüp bugünkü hâlime şükrediyorum.

Geçenlerde Ulusal Psikiyatri Kongresi’ne katılmıştım. Epeydir görmediğim birçok meslektaşım ve dostumla görüştüm. Son katıldığım kongreden bu yana peş peşe iki çocuğum daha olduğu için, benimle sohbet eden arkadaşların konuşmaları evlilik, çoluk-çocuk gibi konulara yöneldi genellikle. Benim de dikkatim bu konuya çevrildi tabiî.

Kim evlenmiş, kim bekâr kalmış, kim boşanmış, kimin kaç çocuğu var? Dikkat ettim, kim ki evlenip yuva kurmuş; daha huzurlu, daha verimli, hedeflerini gerçekleştirmiş. “Nasılsın?” diye sorunca gevrek gevrek gülerek “İyii” diyor.

Kim ki düzenli bir aile hayatı kuramamış; huzursuz, şaşkın, meslekî yönden de verimsiz, başıboş dolanıyor. “Yaa, bildiğin gibi işte, bir şey yok, ne olsun?” O yüzden Bediüzzaman’ın “Bekârlık, bikârların kârıdır.” sözüne aynen katılıyorum. Bekârlık, bu hayatta kazancı olmayanların işidir yani. Üstelik onun, az önce yazdığım espriden çok daha hakikatli bir sözü daha var ki;

“Bekâr erkek üçte iki erkek, üçte bir çocuktur. Bekâr kadın üçte iki kadın, üçte bir erkektir.”

Yani erkeklerin haylazlıktan kurtulup olgunlaşmaları, bayanların ise kişiliklerini oturtmaları için evlenmeleri lâzımdır.

Peki, evleneceğiniz kişiyi nasıl seçeceksiniz?

ÖNCE NE İSTEDİĞİNİZİ BELİRLEYİN

“Ne iş olsa yaparım abi.” diyen birinin, iyi ve uygun bir iş bulması çok zordur malûm. Hatta iş bulması bile zordur. Oysa kişi ne istediğini belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca bulabilir. Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek, işin yarısını halletmek demektir. Ama bunun için de tabiî önce kendi kişiliğinizi, yönelimlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir. Yani kendinizi tanımanız lâzımdır önce.

İkili ilişkilerde, aile hayatında sizin için önemli olan nedir? Huzur mu, paylaşım mı, destek mi, heyecan mı ya da güven mi? Vazgeçemeyeceğiniz öncelikler hangileridir, kesinlikle kabul etmeyeceğiniz şeyler nelerdir? Bunların adını doğru koymanız gerekir. En az on cümleyle ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şartlarınızı sıralayın; elinizde ve aklınızda bulunsun. Tabiî, bu istekleri sıralarken, abartmayın da lütfen.

Adam arkadaşına sormuş:
—Evlenmiyor musun?
—Şartlarımı tutarsa olur.
—Ne istiyorsun ki?
—Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun, bir de esprili olsun.
—Ama abi, demiş öteki, birden fazla evlilik yasak artık!

Fıkra, önerimi unutturmasın ama. Ne istediğinizi belirlemelisiniz mutlaka. On cümle lütfen.

İDEAL BİRLİĞİ ŞART, AMA YETMEZ

Hayat arkadaşını seçerken en çok dikkat edilmesi gereken noktaların başında ideal birliği gelir. Hayatı beraber yaşayacağınız kişinin hayatı ne gözle gördüğü, hedefinin ne olduğu ve değer yargıları, en çok üzerinde durulması gereken konudur. Hayat, keyif peşinde, rahat içinde mi yaşanacak, yoksa idealler peşinde, gereğinde fedakârlıkla mı? Kazanılan para ile daha iyi yaşamak mı hedeflenecek, yoksa o kazanç olabildiğince hayır yollarına mı sarf edilecek? Çocuk sahibi olunduğunda, çocuk hangi prensiplere göre büyütülecek, ona nasıl bir eğitim verilecek? Sosyal hayatta kimlerle nasıl bir diyalog kurulacak? Bu gibi temel tercihlerde uyum, iyi bir evlilik için olmazsa olmaz şarttır.

Sizin hayatınızı bile uğruna feda edebileceğiniz ideallerinizi eşiniz yarım kulakla dinliyorsa, her satırını didik didik okuyup yaşamaya çalıştığınız kitaplarınızı eşiniz dinlerken uyukluyorsa, siz teheccüde bile kalkarken eşiniz yatsıyı bile kılmadan yatıyorsa, bırakın sevgiyi, saygı bile kalmaz ki aranızda.

İlginç bir araştırma okumuştum. “Evlilikte mutluluğun şartları nelerdir?” sorusuna her iki cinsin en çok verdiği üç cevaptan birisi, hatta birincisi ‘inanç ve ideal birliği’ idi. (Diğerleri de sevgi ve cinsel uyum imiş.) O yüzden evlenmeyi düşündüğünüz kişide ilk bakacağınız nokta, aynı idealleri paylaşıp paylaşmadığınızdır. Yani size sizin yolunuzda ‘yoldaş’ da olabilmelidir eşiniz.

“Şimdilik istediğim gibi değil, ama ileride düzelir.” diye de kendinizi kandırmayın. Âyetin verdiği dersi hatırlayın:

“Sen sevdiğine hidayet edemezsin, ancak Allah dilediğine hidayet eder.” (Kasa, 28/56)

Değişeceğine dair garantiniz var mı? Ya da o, garanti verebiliyor mu? Yoksa siz kumar meraklısı mısınız? Veya tehlikeyi çok mu seviyorsunuz?

Ancak fikir uyumu önemli derken de ölçüyü kaçırmayalım. En önemli noktadır bu, ama tek önemli nokta değildir. Gereklidir, ama yeterli değildir. Bu noktada özellikle bir fikir grubu içinde olan ve idealleri yolunda yaşayan kişilerin çokça düştüğü bir hata vardır: iyisine kötüsüne bakmadan, sırf aynı fikirleri paylaştığı için uyumsuz biriyle evlenmek. “Zaten benim fikrimde olan az; ideallerimi paylaşan birisini bulursam, huyuna suyuna bakmaz evlenirim.” diyenler çoktur. Ama unutmayalım ki, meselâ Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb de aynı yola baş koymuşlardı. Fakat bu mutlu bir beraberlik kurmalarına yetmedi.

Zaten düşünürsek, aynı ideali bile farklı insanlar farklı biçimlerde yaşamaz mı? En basit bir örnekle, evde oturup kitap okumak, yazı yazmak da bir ideale hizmet biçimidir; sürekli gezip sohbetlere, faaliyetlere katılmak da. Ama arada dağlar kadar fark vardır. Sadece fikir birliğini önemseyip kişilik uyumunu yok saymak gibi bir hataya düşmeyiniz lütfen. Fikirleri size uyanlar içinde huyu da size uyan birini mutlaka bulursunuz.

SEVGİ GEREKLİ, AŞK RİSKLİDİR

Neredeyse klasik bir münazara konusudur: Evlilikte aşk lâzım mı, değil mi? Beylik bir cevap olarak herkes “Tabiî ki lâzım.” der. Oysa bence sevgi şarttır, ama aşk şart değil, hatta risklidir bile. Hemen itiraz etmeyin, önce isimlendirmeyi doğru yapalım.

Kullandığım mânâda sevgi, karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla beraber olmaktan mutluluk duymak, onun eksiklerini de hoş görmektir. Aşk ise, ona muhtaç olmak, onsuz olamamak, eksiklerini ise görmemektir. Böyle bir aşk, aslında sağlıksız (gözü kör de denir) bir ruh hâli değil midir? Peki sağlıksız bir duyguyla sağlıklı bir beraberlik nasıl kurulur? Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların abartılı aşk duygularını da azalttığını biliyor muydunuz? Saplantı düzeyindeki aşk, bir hastalık bile sayılabilir aslında. Ama modern çağın klişelerinin dayatmasıyla, çoğu gençler aşk evliliğini en büyük hayalleri olarak kabul ederler. Bu kişilerin çoğu, aşık olduklarında karşılarındaki kişinin eksiklerini, uyumsuz yönlerini görmez, o coşkulu duygunun esiri olup mantığı tamamen bir kenara atarak yanlış evlilikler yaparlar. Aşık olmuş birisi için karşısındaki, dünyanın en mükemmel kişisidir, kusursuzdur, onun için yaratılmıştır, o olmazsa hayat boyu mutsuz kalacaktır.

Oysa aşk bir duygu ve duygular da geçici olduğu için bir süre sonra aşk küllenmeye başladığında, önceleri görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar. Coşkuyla başlayan ilişki hüsranla biter çoğunlukla. Aslına bakarsanız, aşık olan için bu denli riskler taşıyan bu duygu, aşık olunan kişi için bile çok rahatsız edicidir. Düşünün; siz öylesine, gelişigüzel bir söz söylüyorsunuz “İnecek var şoför bey!”, aşığınız “Ne hoş bir cümle kurdun” diyor. Siz sıradan gündelik bir davranışınızı yapıyorsunuz, o “Ne güzel içiyorsun çorbayı!” diyor. Böyle olduğundan büyük görülmek insanı rahatsız etmez mi sizce? İlişkinin doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi? Zaten o yüzden değil midir ki, çılgınca aşık olunanlar genellikle aşıklarına karşılık vermez, acı çektirir? “Delice sevdim, ömrümü verdim” diye başlayan şarkılar, “O beni sevmedi, kalbini vermedi” diye devam etmez mi hep? Tesadüf değildir bu. Aklı başında hiç kimse, olduğundan büyük görülmek, hak ettiğinden fazla ilgi ve sevgi görmekten mutlu olmaz—kısa süreli bir zevk dışında.

Üstelik bu tip gerçekçi olmayan sevgiler, abartılı hayranlıklar, yöneldiği kişinin zihnine “Ben onun zannettiği gibi mükemmel değilim. Öyle olmadığımı fark ettiğinde ne olacak?” tedirginliğini kazır. Böyle seven, sevdiğini zorlu bir cendereye sıkıştırmıştır aslında. Ve göğe çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce ortada bir yerde kalamaz, bu kez de yerin dibine batırırlar sevdikleri(!) kişiyi. Büyük beklentiler büyük hayal kırıklıklarını hazırlar. Siz siz olun, eğer karşınızdaki size olduğunuzdan daha fazla kıymet veriyorsa, sizi olduğunuzdan mükemmel görüyorsa, size sırılsıklam aşıksa, uzaklaşın ondan. Dozunca seven, hatalarınızı da gören, ama iyi yönlerinizin hatırına onları affeden, sizden abartılı şeyler beklemeyen, zorlamayan, destekleyen bir sevgi çok daha güzel değil mi?

TEK BAŞINA DA MUTLU MUSUNUZ?

Meşhur atasözüdür: "İki çıplak bir hamama yaraşır." Yani, iki mutsuz birleşince mutlu olmaz. Tek başına mutluluğu bulamamışsanız, ancak bir başkasına dayanarak mutlu olacaksanız, olmayın daha iyi. Zaten olamazsınız. Üstelik bu dayanma tarzı, o hapşırınca sizin nezle olmanıza yol açacak, fazla dayandığınızda da omuzu ağrıyacaktır. O yüzden, ilk anda size ters gelecek belki ama, eğer bekârken de mutlu, kendi içinde uyumlu bir insansanız, evlenince daha da mutlu olursunuz muhtemelen. Yok eğer bekârlığınız sıkıntılı, problemli, huzursuz geçiyorsa evlenince mutlu olma hülyası kurmanız gerçekçi olmaz. Kendi içinizde bir toparlanma yaşamalısınız evliliği düşünmeden önce. Unutmayın, iyi bir evlilik kötü bir hayatı düzeltmez, ancak düzelmiş bir hayatta iyi bir evlilik yapılır. Bu sözlerimle bazılarının tatlı hayallerini bozuyor olabilirim ama, tüm sıkıntılarının evlenince mucizevî biçimde geçeceğini sanmak maalesef çok düşülen büyük bir yanılgıdır.

Evliliğe bu kadar fazla anlam yüklemek de hem mantıksızdır, hem de riskli. Karşınızdaki de sizin gibi bir insandır; beyaz atlı prens değil. Bu aldatıcı beklentinin uzun vadede en çok görülen sonucu ise -başlarda da dediğimiz gibi- evlilik de mutluluk getirmezse eşini suçlamaktır bu kez. Şu diyalogu o kadar çok yaşadım ki bugüne kadar:

—Çok sıkıntılı ve mutsuzum doktor bey.
—Sebep nedir sizce?
—Eşim. Evlendiğimden beri bana destek olmuyor hiç.
—Bekârken çok mu mutluydunuz?
—Eeee, sorunlarım vardı tabiî. Gençliğimde de tedavi görmüştüm aslında.

Bu gibi kişiler -hayal ve masalların da etkisiyle- evlenince tüm sorunlarının aniden biteceğini bekledikleri için, aynen devam eden sıkıntılar ciddi bir hayal kırıklığını ve öfkeyi de beraberinde getirir maalesef. Oysa, eğer biz değişmezsek, yarın bugünden farklı olmayacaktır. Nikahta sadece keramet vardır; mucize değil. O yüzden, önce siz tek başına da mutlu olmayı öğrenin, sonra evlenin. Mutluluk paylaşıldıkça artar.

KONUŞABİLMEK LÂZIM

Evlilik anlaşmaktır. İnsanlar da konuşa konuşa anlaşırlar, malum. Beğendiğiniz kişi dış görünüşüyle, huyuyla, yaşama biçimiyle size çok uyuyor, ama konuşmaya başladığınızda bir kopukluk oluyorsa dikkat! Dozunda olunca tartışmak bile güzeldir, ama konuşamamak bir felakettir. Onunla konuştuğunuzda zihniniz açılıyor, 1+1=3 ediyorsa, bu çok güzel. Eğer fazla olumlu bir katkı almıyor, ama meramınızı anlatıp onu da anlayabiliyorsanız 1+1=2 ediyor demektir ki, idare eder. Ama -ne kadar seviyorsanız sevin- onunla konuşurken kendinizi anlatamıyor, onun da ne demek istediğini kavramakta zorlanıyorsanız, yani 1+1, 2 bile etmiyorsa işiniz zor. Hayat boyu mimiklerle anlaşamazsınız çünkü. Onunla konuşamazsanız ya kendi kendinize konuşmaya başlarsınız ya da başkalarıyla. İkisi de risklidir.

“Mutlaka evlenin. Anlaşırsanız mutlu olursunuz, anlaşamazsanız filozof.” diyenlere de katılmıyorum. Size muhatap olabilen, zihninizi açan, fikrinizi zenginleştiren biriyle evlenirseniz filozof değil evliya bile olabilirsiniz.

FLÖRT NE İŞE YARAR?

Konuşma deyince akla beraber çıkma ve flört de geliyor. İnsanların birbirlerini tanımak istemeleri çok normal tabiî. Ama flört dönemi, gerçek beraberliği aksettirmez çoğu zaman. Eğer flört, gerçek hayatın aynısı olarak yaşanabilse, belki evliliğin nasıl gideceğine dair ipuçları verebilir, ama bunun da başka bedelleri vardır malûm.

Bildiğimiz anlamdaki flört, yani arada sırada görüşüp gezmek, sohbet etmek ise, aslında gerçek hayatta olunandan farklı bir kişiliğin sergilendiği bir dönemdir. Örneğin kişi günün yirmi üç saati tek başına, sessiz ve sakin bir hayat sürüyor, biriken sohbet ve gezme ihtiyacını günde bir saatlik buluşmalara saklıyorsa, o bir saatte çok konuşkan, canlı, eğlendirici biri gibi davranabilir. Ve çıktığı kişi de canlı, atak, sosyal insanlardan hoşlanıyorsa, onun gözüne hoş görünebilir. Ama iş evliliğe gelince, o hareketli görünen kişinin günde ancak bir saat gezmeye ve sohbete tahammül edebildiği, aslında çok durgun ve sakin bir hayatı sevdiği açığa çıkar ve sürtüşmeler başlar tabiî.

Ben üç-dört yıl flört edip birbiriyle çok iyi anlaşan, ama evlenince birkaç ayda hayal kırıklığı yaşayan nice insanlar gördüm. Evlilik hayatı başlayınca “Reklamları izlediniz, şimdi haberler.” anonsu yapılmış gibi olur.

“Peki, flört bile olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir?” diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız bir insanın, karşısındaki kişiyi tanıması o kadar da uzun bir zaman gerektirmez. Yapılan araştırmalar özellikle bayanların, karşılaştıkları kişiyi ilk üç dakika içinde değerlendirip kategorize edebildiğini göstermiştir. Dikkatli bir insan için yüz hatları, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan kelimeler bile kişiliğe dair önemli işaretler taşır. Ve özellikle hanımlar bu tip işaretleri çok iyi değerlendirirler.

Meselâ karşınızdaki kişiye “Hava bugün ne güzel, değil mi?” diye sordunuz diyelim. Hepsi de ayrı bir kişilik yapısına işaret eden çeşit çeşit cevaplar alabilirsiniz:

— Gerçekten harika bir hava var, insanın içi coşkuyla doluyor. (Canlı, iyimser.)
— Böyle havaları çok mu seversin? (Karşısındakiyle ilgilenen.)
— Hı hı. (Kontrollü ve ketum.)
— Haklısın, çok güzel, değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı.)
— Esas üç gün önce çok daha güzeldi. (Geçmişte yaşayan.)
— Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte. (Şikayetçi, karamsar.)

Bakın, bir tek cümleden ne kadar çok ipucu çıkartabiliyorsunuz. Yeter ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin. Böylece yakışıklı prensi bulmak için yüzlerce kurbağayı öpmeniz gerekmez.

ONU İYİ TANIYIN

Yukarıdaki konunun devamı olmakla beraber, ayrı bir paragraf olmayı hak eden bir önemi vardır bu bahsin. Bir insanın karşısındakini iyi tanıyabilmesi için bile, önce kendi sıkıntı ve saplantılarından arınması gerekir. Şimdi onu bir düşünün. Nasıl bir insan olduğunu tarif edebilir misiniz? Eğer onun kişiliğini en az on cümle ile tarif edemiyorsanız, onu tanımıyorsunuz demektir. (Ayrıca bu on cümleyi başta hazırladığınız tarifle kıyaslayacağınızı da anladınız tabiî.) Eğer onu tam olarak tanımadığınız halde ondan çok hoşlanıyorsanız, bu sizin farketmediğiniz bir kompleksinizle ilgili olabilir, dikkat edin!

Ne demek istediğimi bir örnekle anlatayım:

Faraza, diyelim ki, siz maddî sıkıntı yaşıyorsunuz. Fena halde zorlanıyorsunuz. Acilen borç para bulmanız lâzım. Ve bu arada bir yazarla tanıştınız. Çok ilginç fikirleri var. Size son çıkan kitabını anlatıyor. Ama siz onun fikirlerini dinlemiyorsunuz bile. Neden? Çünkü aklınız para probleminizde. Bu haldeyken onu ancak şöyle dinlersiniz: “Acaba kitabı iyi sattı mı? Parası var mı? Bana borç verir mi?” Anlattığı fikirleri dinlemezsiniz bile. Sonuçta sizin acil ihtiyacınız, meşgul olduğunuz probleminiz, onu tanımanızı engeller, saatlerce konuşsanız bile.

Aynen bunun gibi; diyelim ki sizin beğenilme, önemsenme konusunda bir kompleksiniz var. İnsanların size hak ettiğiniz ilgiyi göstermediğini düşünüyorsunuz. Bu durumda yalancı ve ahlâksız biri bile size aşırı ilgi gösterse, peşinizden koşsa, sizi göğe çıkarsa, sizi elde etmesi kolaydır. Siz uğraştığınız tek konuda derdinize deva olacağını düşündüğünüz bu kişinin, aslında kolayca fark edilebilecek bir yığın yanlışını fark etmezsiniz. Sonra da “Evlenmeden önce anlayamamıştım onun böyle biri olduğunu.” diye şikayet edersiniz. “Küçücük çocuklar bile karşılarındaki insanın huyunu-suyunu hissedebilirken, siz nasıl oldu da onun bu yönlerini görmediniz?” diye sorulduğunda da “Bilemiyorum, fark etmemişim.” dersiniz.

Aslında cevap açıktır: O yönlerine hiç bakmadınız ki... Sizin ilgilendiğiniz tek bir konu vardı. Saplantınız yani. O yüzden “Önce kendi saplantılarınızı bulup çözmeniz lâzım, doğru seçim yapabilmek için.” diyorum. Ve sonra da duru bir gözle karşınızdakine bakıp onu tanımaya, anlamaya çalışmanız. Eğer karşınızdakinin huyunu-suyunu doğru düzgün tarif edemiyor, size sorulan “Şu şu yönleri nasıl?” sorularına cevap bulamıyorsanız, tekrar bir değerlendirme yapmanız gerekiyor demektir. Bu değerlendirmeyi güvendiğiniz kişilerle beraber yapmanızda da fayda var bence.

BİRKAÇ BİLENE DANIŞIN

Evleneceğiniz kişiyi tabiî ki kendiniz seçeceksiniz, ama fikrine güvendiğiniz kişilere danışmanızın da çok faydasını göreceksiniz. Hele aşık iseniz (yukarıda değindiğimiz gibi), tarafsız yorum yapamayacağınız için olaya üçüncü bir gözle bakan tecrübeli kişilerin yorumlarını da alın mutlaka. Sizi denk ve uyumlu bir çift olarak görüyorlar mı? Tecrübe, sandığınızdan (ve benim de gençliğimde sandığımdan) çok daha önemlidir. Ancak burada da abartıya kaçmamalı, mutlaka son kararı siz vermelisiniz. Hata yapma korkusu veya kararsızlık sebebiyle evleneceği kişiyi anne-babasına veya büyüklerine seçtirenlerin şikayete hakkı olmayacaktır ileride. Sizin yerinize seçim yapacakların da saplantıları olmadığı ne malûm?

Hep söylerim, hayli bağımlı bir toplum olduğumuz ve ilişkilerimizde özerkliğe pek yer vermediğimiz için, iki uç arasında salınıp duruyoruz maalesef. Bir yanda gençlerin kararlarını onların yerine almak, başkalarının hayatını yönetmeye çalışmak, çocuğunu vesayete muhtaç bir aciz gibi görmek yanlışına düşen aileler, büyükler olduğu için; diğer yanda ya boyun eğmiş, sorumluluğunu üstlenmekten korkan ve her işini başkasının aklıyla yapan gençler yer alıyor ya da bu baskıyı reddedip ipleri tümden koparan, tamamen kendi başına davranıp kimseye danışmayan isyankârlar. Orta noktayı bulmak çok mu zor sizce?

Burada özellikle sevdiği kişiyle evlenmesine ailesi izin vermeyen (ya da sevmediği biriyle evlenmesi istenen) gençlere de seslenmek isterim. Aileniz eğer bu dayatmayı bazı saplantıları doğrultusunda yapıyorsa, bununla onları (usulünce) yüzleştirmeyi deneyin. “Anne, sen mutsuzluğunu maddî sıkıntına bağladığın için benim illa ki o zengin çocukla evlenmemi istiyorsun; ama senin esas problemin para değil, babamın seni sevmediğini sanıyorsun. Zaten bak, filanca da zengin, ama hiç de mutlu değil.” gibi.

Eğer siz kendi tercihinizin sizi mutlu edeceğini yeterince ve mantıklı biçimde açıklarsanız, neden kabul etmesinler ki? Kim çocuğunun mutsuz olmasını ister? Ha, eğer “Düşünce biçimleri yanlış, kuşak farkı var, anlamıyorlar.” diyorsanız, yeterince konuşmuyorsunuz demektir. Onlar da sizin gibi genç oldular vaktiyle, siz meramınızı doğru anlatırsanız mutlaka anlayacaklardır. Bu konu üzerinde çok durmamın sebebi, mutlu bir yuva kuracağım diye arkanızda harabeler bırakmanızı istemeyişimdir. O harabe görüntüleri sizin hayalinizde hep yaşar, ne kadar iyi bir evlilik yapsanız da. Sizin iyiliğiniz için söylüyorum yani, aileniz için değil.

ONUN AİLESİ NASIL PEKİ?

“Anasına bak kızını al.” sözü boşuna söylenmemiştir. Hele hele yapı olarak ailesine daha düşkün ve bağlı olan kızların, ailelerinin tarz ve kişiliğinden çok farklı olmaları hayli nadirdir. O yüzden özellikle bir erkeğin, evleneceği kızın ailesini iyi tanıması gerekir. Erkeklerin ise ailelerinden biraz uzağa düşebileceklerini de eklememiz lâzım, her ne kadar “Armut dibine düşer.” ise de.

Aileyi incelerken kişinin anne-babasıyla ilişkilerine de çok dikkat etmek gerekir. Zira psikolojik bir gerçektir ki, kız çocuğunun babasıyla, erkeğin de annesiyle ilişkisi, evlendiğinde de sürdüreceği bir iletişim tarzının temelini atar. Babasıyla mesafeli büyümüş bir kız, eşiyle de mesafeli olacaktır muhtemelen. Annesinin şefkatli ev kadını kimliğini benimsemiş bir erkek, çalışan ya da sosyal yönü kuvvetli bir kadına (sebebini bilemediği halde) tahammül edemez. Babası kendisine aşırı düşkün bir kızın, eşinden de yüceltilme beklemesi veya annesi baskın bir erkeğin pasif bir bayanla mutlu olamaması gibi örnekler de verebiliriz.

Tabii “Ailesine bakın” derken aileler arasında uyumu da değerlendirmek lâzım. Eşler birbiriyle ne denli uyumlu olursa olsun, ailelerle veya aileler arasında yaşanan sürtüşmeler en azından tatsızlık sebebi olacağından, bu konuda da denklik aramakta fayda vardır. “Ailelerimiz anlaşabilir mi? Ben onun ailesiyle uyuşabilir miyim?” diye de sorulmalıdır yani.

DOĞRU ZAMANLAMA

Yanlış zamanda yanlış karar verilir. Eğer bir bunalım dönemi yaşıyorsanız, kesinlikle hayatınızı bağlayacak önemli bir karar vermeyin. Zira denize düşen yılana sarılır. Biz, depresyon gibi sıkıntılı dönemlerdeki hastalarımızı mutlaka uyarırız: “Şu an sağlıklı değerlendirme yapamayabilirsiniz. Kendinizi toparlayana kadar önemli bir karar almayın.” Öylesi bunalım dönemlerinde öncelikler değişir, çünkü ve sağlıklı düşünmek pek mümkün olmaz. Depresyonda iken yaşadığı keyifsizliğin etkisiyle çok hareketli, neşeli birisine aşık olup evlenen bir hastam, düzeldiğinde “Ben bu havai, boşboğaz insanla nasıl yaşarım?” demeye başlamıştı. Evdeki huzursuzluktan kurtulmak için ilk çıkan kısmete evet diyen kızlarımızın, çok yanlış seçimler yaptıkları ve daha büyük sıkıntılara düştükleri de yine çok gördüğüm bir örnektir. "Yağmurdan kaçan doluya tutulur." genellikle.

KAÇ YAŞINDA EVLENMELİ?

Zaman deyince, uygun evlenme yaşı da çok önemli bir konudur. Cinslere göre konuşursak, erkek, yapı olarak daha geç olgunlaşır. Bu, fizyolojik olarak da bilinen bir gerçektir. Bunu bazı şovenist erkekler “Erkek olmak zor bir iştir.” diye yorumlarlar. Şaka bir yana, erkeğin evlilik sorumluluğunu üstlenecek kıvama gelmesi yirmi beş yaşından önce zordur gerçekten de. Hele bizim gibi bağımlı özellikleri olan, gençlerin bile çocuk muamelesi gördüğü bir toplumda, bu yaşı otuza bile taşıyabiliriz. Ancak geç evlenmenin erkekler için bazı hatalara düşme riskini arttırdığını da unutmamak lâzım.

Bayanlar ise çok daha erken dönemlerden itibaren evlilik ve anneliğe hazır gibidirler. Dolayısıyla günümüzde genel kabul gören ortalama olan yirmi yaş civarı mantıklı sayılır. Tabii bu yaşı eğitim vb sebeplerle biraz ileriye almak da mümkündür, ama kişilik fazla kemikleşmeden evlenmekte de fayda vardır bayanlar için.

Zira evlilik bir ölçüde elastik olmayı, uzlaşabilmeyi, gereğinde taviz verebilmeyi gerektirir. Yaş fazla ilerlemiş, yaşama tarzı oturmuş ise, karşısındakine uyum sağlamak güçleşecektir. “Bunca yıllık huyumu değiştiremem ki!” İdeal olanı, erkeğin sorumluluk üstlenecek, gerektiğinde eşine yol gösterecek bir olgunluğa eriştiği yirmi beş-otuz yaşlarında, bayanın da kendini ve hayatı tanıyıp fazla da kişiliği kemikleşmeden yirmi yaşlarında yapacağı evliliktir. Arada beş-on yaş fark olması da tavsiye edilir zaten; özellikle ileriki yıllar açısından.

DÖRT DÖRTLÜK OLMALI MI?

Yukarıda anlattıklarımız iyi bir evlilik yapabilmek için dikkate alınması gereken (bazı) faktörlerdir. Bu saydıklarımızın hepsinden tam not almak zorunda değilsiniz elbette ama, hepsini dikkate almanız sizin yararınızadır. Bu dünya cennet olmadığına göre ve birçok peygamber bile evliliğinde sorunlar yaşadığına göre, mükemmel, kusursuz bir uyum arzulamak fazla iyimserliktir tabiî ki.

Evlenmek için illa da karşınıza dört dörtlük birisinin, bir masal kahramanının çıkmasını beklemeyin. ”Onun busu eksik, bunun şusu fazla” derken sonunda eli böğründe kalıp hiç olmayacak biriyle evlenenler çoktur. Dört dörtlük uyum deyince şu soruyu sorasım geldi: “Dünyanın bir yerinde aynı sizin gibi, fiziğiyle, huyuyla tıpatıp size benzeyen birisi var.” desem inanır mısınız? İnanmazsınız tabiî. Çünkü insanlar, hiçbiri diğerinin aynı olmayacak bir çeşitlilikle yaratılmışlardır. En benzer dediğimiz kişilerin bile, biraz dikkat ettiğimizde pek çok farklılıklarının olduğunu görürüz.

Peki o zaman şu soruyu sorayım: “Dünyanın bir yerinde tıpatıp sizin hayalinize uyan birisi var.” desem inanacak mısınız? Buna da inanmayın. Hayaller, idealler, yıldızlar gibidir. Onlarla yolumuzu buluruz ama, onlara ulaşamayız. Onların gerçekleşme yeri başka diyardır. Bu dünyada bulabildiğiyle yetinmek de bir fazilettir. İsterseniz formüle edelim: Dört dörtlük beklemeyin, dörtte ikiye de razı olmayın; dörtte üçü hedefleyin.

SÖZLEŞME YAPIN

Eğer tüm bu muhasebeler sonunda evlenme kararı alınmışsa, bu kararın şartlarını kağıda dökmenizi tavsiye ederim. (Sadece ben değil, tüm evlilik terapistleri tavsiye eder bunu.) Evlilikte uyulacak kurallar, hangi konularda kimin nasıl bir fedakârlık yapacağı, kimin neyden sorumlu olacağı, hatta hangi şehirde yaşanacağı gibi konuların bile yazılı anlaşma hâline getirilmesinde fayda vardır. Böylece evlilik sırasında olabilecek sürtüşmelerde “Benim dediğim mi olacak, senin dediğin mi?” tartışmaları yaşamazsınız. “Burada yazdıklarımız olacak. Ne söz vermiştik? Bak, altında imzamız bile var.” Ama bunun faydası sadece evlilik süresince çıkan problemlerin çözümüne yardım da değildir. Bence esas, çıkabilecek problemleri önceden görmeye ve belki de kötü bir evliliği engellemeye veya baştan düzeltmeye yarar; doğru karar vermeyi kolaylaştırır. O heyecanlı dönemin coşkusu içinde size önemsiz gibi gelen ve “anlaşarak hallederiz, bir yolunu buluruz” denilen nice gizli uyumsuzluk bu esnada açığa çıkabilir.

Meselâ ailelerle ilişkinin düzeyi, edinilecek malların nasıl kullanılacağı, çocuk bakım ve eğitiminde eşlerin payları, özel ilgilere ne kadar zaman ayrılacağı, hatta televizyonda ne seyredileceğine kadar yazın bakalım. Hiç tahmin etmediğiniz kaytarmalar, itirazlar olabilir. Olmuyor mu? Hemen evlenin o zaman. Allah bir yastıkta kocatsın.

Beraber gezme konusuna gelince, sözlü veya nişanlı bile olsak nikahlanmadıkça karşı cinsle bir yerde beraber kalamayız. Yanımızda mutlaka üçüncü bir şahsın bulunması gerekir. Bu noktadan nikah düşen kişilerle kapalı bir yerde yalnız kalma ve el ele tutuşmak doğru değildir.

15 Kadın erkek karışık ve davullu-zurnalı, çalgılı düğünlere katılmak caiz midir? İslâm'a / sünnete uygun düğün nasıl olmalıdır?

Evlenmek, Peygamberimizin (asm.) hem kavlî, hem de fiilî sünnetidir. Bunun için evliliğin bütün safhaları; nişandan nikâha, çeyizden düğüne kadar nasıl olacağı, nasıl yapılacağı, nelere dikkat edilmesi gerektiği bütün teferruatıyla hadislerde bildirilmiştir. Düğün merasimi de evliliğin önemli bir safhasıdır.

“Düğünlerinizi mescitlerde yapınız.”(Feyzü’l-Kadîr, II/11; Hadis no: 1198)

hadis-i şerifi, düğünlerde nelere dikkat edilmesi hususunda önemli bir ölçüyü vermektedir. Demek ki, mescidde yapılması yasak olan şeyler düğün merasimlerinde de yasaktır. Diğer bir ifade ile, mescitlerde yapılamayan, düğün salonlarında da yapılmamalı.(Mehmet Paksu, Kadın, Evlilik ve Aile)

Bugünkü düğün salonlarında ise, çalgılı, danslı, kadınlı-erkekli merasimler yapılmaktadır ki, bunun ne sünnette yeri vardır, ne mescitlerde...

Ayrıca kutsal bir müessese olan aile; günah, hata ve yanlış bir temel üzerine kurulursa, doğacak neslin bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Uygun bir zemine ekilemeyen tohumdan nasıl verimli bir ürün alınamazsa, sünnete aykırı olarak yapılan düğün ve nikâhlardan da sünnete göre yetişecek nesiller beklemek hayal olur.

Bundan dolayı kendi inanç ve tercihlerinizde haklı olarak ısrar etmeniz size çok şey kazandıracaktır. Böyle bir ısrarınız Allah ve Resulünü (asm) razı edeceği için aynı zamanda bir ibadet, sünnet çerçevesinde hareket ettiğiniz için de sizi vicdanen huzur ve rahata götürecektir.

Ayrıca hakkın hatırını gözettiğinizden dolayı başkaları için canlı bir örnek oluşturmuş olursunuz. Yoksa, “Delidir, ne yaparsa yeridir.” sözünde olduğu gibi, “Düğündür, ne yapılsa mübahtır.” şeklindeki bir yaklaşım, ölçüsüz bir harekettir ve kimseye bir faydası yoktur.

Buna benzer meselelerde baştan sıkı tutulmaz, tavizler verilmeye başlanırsa, “Taviz tavizi getirir.” sözünde olduğu gibi, her yanlış hareket için bir kılıf ve bahane bulunur, aile hayatı önü alınmaz sıkıntılarla çalkalanır durur.

Netice olarak, böyle bir uygulamaya rıza göstermediğinizi, kabul etmediğinizi, mes’uliyet de alamayacağınızı belirtir, açık tavrınızı bildirirsiniz.

- Sünnete uygun bir düğün nasıl olmalıdır?

Sünnete uygun bir düğünü, aslında tercihlerini sünnete göre yapmaya duyarlı halkın örfü belirlemelidir ve nitekim belirlemiştir.

Örf, halkın belirli sosyal davranışları ve toplumsal tercihleri kabul edip benimsemesi, yaygınlaştırması ve gelenekleştirmesidir. Bin yıldan beri Müslüman olan toplumumuzun tercih ve kabullerini sünnete göre yeniden kritize etmek ve sünnet şablonuna uyan toplu davranış biçimlerini yaşatmak aslında en mâkul olanıdır. Bilhassa düğünler toplum reflekslerinin en canlı örnekleridir. Halkın dinî ve inanç yapısını, yaşayış biçimini, tercihlerini, zevklerini, anlayışlarını ve hoş görülerini ilk bakışta düğünleri ele verir.

"Sünnete uygun bir düğün" diyerek dar bir şablon çizmek, aslında en başta sünnete uygun düşmez. Düğün şablonumuz, her şeyden önce tüm haramlara kapalı, tüm mübah tercihlere açık olmalıdır. Nitekim söz konusu olan düğündür ve bunu halk yapar. Halk ise Müslümandır. Müslüman halkımız, gelenekleriyle taşları aslında yerli yerine koymuştur.

Öyleyse, Müslüman toplumun tercihi olan program alınır, sünnet açısından göze batan noktalar varsa düzeltilir; ama mübah davranış kalıpları daraltılmaz. Bulunduğumuz yörenin haram olmayan tercihlerini ve günah unsuru taşımayan geleneklerini yaşatmamızda sünnet açısından hiçbir sakınca yoktur.

Meselâ, zaten örf ve geleneklerimizde var olan; kızı Allah’ın emriyle, Peygamberin kavliyle istemek, kızın olurunu alan kız tarafının bu talebe uygun cevap vermesi, tarafların bu evliliğe yardımcı olmaları, köstek olucu davranışlardan uzak durmaları, kızın mehri konusunda erkek tarafının elinden geldiğince cömert olması, zorlukların anlayışlı yaklaşımlarla aşılması, tarafların birbirlerine karşı mütevazı olmaları ve sevgi ile yaklaşmaları, birbirlerinin hatâlarını örtmeleri, karşılıklı hazırlıkların yapılması, düğün gününün birlikte tesbit edilmesi, halkımızın adına yer yer “okuntu” da dediği ve imkânlar ve örf ölçüsünde küçük hediyeciklerle birlikte dâvetiyelerin dağıtılarak insanların düğüne çağrılmaları, düğün öncesi sünnete uygun davranışlardır.

Düğün esnasında nelerin sünnet olduğunu hatırlayalım:

1. Düğün programının yeri, şekli, tarzı, muhtevası düğüne katılacak insanların meşrû çizgileri de dikkate alınarak karşılıklı rızâ ile tesbit edilir. Halkın gönlü hoş tutulmaya çalışılır. Haram bir şey istenmedikçe, halkın istek ve dileklerine cevap vermeye gayret edilir.

2. Düğünün amacı, evliliği halka duyurmaktan ibârettir. Nitekim Peygamberimiz (asm) buyurmuştur:

“Evliliğin alâmeti nikâhın îlân edilmesidir.”1

3. Düğünde yemek vermek sünnettir.

Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm, Abdurrahman bin Avf radiyallahü anhın üzerinde zâferân kokusu (düğünde sürülen koku) görünce sordu:

“Bu ne hal?”

Abdurrahman bin Avf radiyallahü anh:

“Bir kadınla bir miktar altın mehir karşılığında evlendim.” dedi.

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Allah mübârek eylesin. Fakat bir koyunla da olsa düğün ziyâfeti ver.” buyurdu.2

Enes bin Mâlik radiyallahü anh anlatmıştır:

Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir düğününde annem yemek hazırlamış, göndermişti. Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm bana:

“Onu koy. Git filanı, filanı, filanı ve karşılaştığın herkesi çağır.”

buyurdu ve bir çok adamın ismini söyledi. Gittim, Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’ın adlarını söylediği kimseleri ve rastladığım herkesi çağırdım. Üç yüz kadar kişi geldiler.

Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Onar onar halka yapsınlar ve herkes yesin.”

buyurdu. İlk gurup doyuncaya kadar yedi, kalktı. Sonra diğer gurup doyuncaya kadar yedi, sonra diğer gurup yedi. Herkes yedikten sonra Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Yâ Enes! Sofrayı kaldır!”

buyurdu. Ben de sofrayı kaldırdım. Fakat yemeği ilk koyduğumda mı daha fazlaydı, yoksa kaldırdığımda mı fazlaydı; bilemedim.”3

Sabit el-Buhânî radiyallahü anh anlatmıştır:

Hz. Enes’e: “Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm Zeyneb radiyallahü anhânın düğün ziyafetini ne ile yaptı?” diye sordum. Hz. Enes radiyallahü anh:

“Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm sahabelerine doyup terk edinceye kadar ekmek ve et ziyâfeti verdi.” dedi.4

4. Düğün ziyâfetinde fakîrler ihmal edilmez, muhakkak çağırılır. Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur:

“Yemeğin en şerlisi fakîrlerin çağırılmayıp, zenginlerin çağırıldığı düğün yemekleridir.”5

5. Düğünde harama girmeksizin meşrû çerçevede eğlenmeye imkân verilir. Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur:

“Gayrimeşrû birleşme ile meşrû evliliği birbirinden ayıran şey, def çalmak ve ilân etmektir.”6

Rubey binti Muavviz radiyallahü anhâ anlatmıştır:

Ben gelin olduğumun kuşluk vaktinde Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm evlenme törenime geldi. O sırada küçük kızlarımız deflerini çalmakta ve Bedir günü şehit düşen atalarının kahramanlıklarını nağme ile dile getirmekte idiler. Nihayet içlerinden biri: “Aramızda yarını bilen bir Peygamber vardır.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Bu sözü bırak da bundan önce söylediklerini söylemeye devam et.” buyurdu.7

6. Evlenen çiftler tebrik edilir ve hayır duâ edilir.

Ebû Hüreyre radiyallahü anh bildirmiştir: Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm evlenen insanı tebrik edeceği vakit:

“Allah mübârek etsin. Tebrik ederim. Allah sizi mutlu kılsın ve sizi hayırla bir araya getirsin.” buyururdu.8

Yukarıda zikredilen temel ölçüler çerçevesinde, imkânlar ölçüsünde, Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle, ulvî hüzünleri ve Rabbânî aşkları seslendirecek biçimde9 meselâ ilâhîler, kahramanlık türküleri veya geleneklerimizde olduğu şekliyle mevlitler okuyan bir grup varsa düğün programına alınabilir. Günün anlam ve önemini belirten ve eşler arası görev ve yükümlülükleri konu alan kısa konuşmalara yer verilebilir. Küçük parodilerle, skeçlerle, eğlendirici ve düşündürücü oyunlarla, ulvî zevkleri tahrik eden şiirlerle ve hoş vakit geçirmeye yönelik küçük çaplı yarışmalarla düğün programı zenginleştirilebilir. Harama girmemeye, nefsi ve şehveti tahrik edecek biçimde kadın-erkek karışık şarkı, türkü, oyun ve sâir eğlencelere yer vermemeye, düğünün bütün safhalarında düğün gerekçesiyle de olsa israftan ve savurganlıktan kaçınmaya azamî özen gösterilmelidir.

Düğün sonunda evlenen çiftler tebrik edilmeli, hayırlı bir evlilik hayatı ve hayırlı nesiller dilemelidir.

Dipnotlar:

1. Nesâî, Nikâh, 72;
2. Nesâî, Nikâh, 74, 75; Müslim, Nikâh, 79, 80; Tirmizî, Nikâh, 10;
3. Mektûbât, s. 114; Nesâî, Nikâh, 84; Müslim, Nikâh 94; Buhârî,4/234;
4. Müslim, Nikâh, 91;
5. Müslim, Nikâh, 110;
6. Tirmizî, Nikâh, 6;İbn-i Mâce, Nikâh, 1896;
7. Tirmizî, Nikâh, 1096;
8. Tirmizî, Nikâh, 7;
9. İşârâtü’l-İ’câz, s. 72.

16 Evlilik öncesi görüşme ve telefonlaşmada ölçü nedir; tarafların birbirini tanıması nasıl olmalıdır?

Evlenmek düşüncesiyle görüşecek olan tarafların yanında, mutlaka üçüncü bir şahıs hazır olmalıdır. Aksi halde “halvet” olarak tabir edilen “başbaşa yalnız kalma” söz konusu olur ki, bu caiz değildir. Bu görüşmenin içine konuşma, sohbet etme, tarafların birbirlerinden talep ve isteklerini dile getirmeleri de girer. Çünkü gerek konuşmadaki tutukluk veya kekemelik, gerekse ses tonu; tarafların düşünce ve kültür seviyeleri daha çok konuşunca açığa çıkar.

Bu görüşme ve konuşmalardan bir müddet sonra, tarafların birbirleri hakkındaki kanaat ve intibaları belli olur. Çok geçmeden kararlarını bildirirler. Dinî müsaade bir defalık görüşme için vardır. Üç-beş defa görüşme hem ciddiyetten uzaktır, hem de kurulacak ailenin sağlığı açısından bir faydası yoktur.

Bu meseleye Şâfiî mezhebinin bakışı, aile müessesesinin vakar ve ciddiyetini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Evlenmek isteyen kişinin, talip olmadan önce kıza bakması gerekir. Bundan kızın ve ailesinin haberinin olmaması lâzımdır. Bu şekilde davranmak kızın ve ailesinin şerefi açısından daha münasiptir. Eğer kızı beğenirse talip olur, böylece kız da, ailesi de incinmemiş olur. Makul ve tecrübeye şayan olan görüş de budur. Kızın izni olsun olmasın, bakmanın caiz olduğunu gösteren hadis-i şerifler de bu görüşü teyid etmektedir.

Nikâha kadar bundan sonraki görüşmelerde, herhangi yabancı bir kadına bakmada olduğu gibi, şehevî bir duygu taşımamak kaydıyla bakmakta bir mahzurun olmadığı açıktır.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Evlenmeden önce, nişanlılık döneminde görüşmenin (telefonlaşma, bilgisayarla görüşme) ölçüsü nedir?.. 

- Müslümanların karşı cinsten (kızla / erkekle) yabancı bir insanla chatleşmesi, normal konularda forum sitelerinde, internette (msn) konuşması caiz midir?..

17 Çok evliliğin şartları nelerdir?

Allâh, Hazret-i Âdem (as)'i yoktan var ettikten sonra kendisinden huzura kavuşacağı bir hanımı da yaratmıştır. İnsanoğlunun çoğalmasını bunlar vasıtasıyla takdir eden Allah Teâlâ, erkeklerle kadınlar arasına bir takım hak ve vazifeler koyarak, iki tarafın da fıtratına uygun yaşamasını emretmiştir.

Şüphesiz bu hak ve vazifelerin en önemlilerinden birisi de "nikah"tır. Nikah birbirine tamamen yabancı iki farklı cinsten insanın arasında meydana gelmekte ve ikisini yine dünyanın birbirine en yakın iki insanı kılmaktadır. İslâm, nikaha ulvî bir mânâ ve mes'ûliyet yüklemiştir. Nikah sayesinde kadının yeme, içme, barınma ve benzeri her türlü ihtiyacı kocasının sorumluluğuna bırakılmıştır. Âileyi inşâ mes'uliyeti ise kadına tahsis edilmiştir.

İslâm'da evlilik, geçici bir menfaat veya zevk üzerine kurulmamıştır. İki tarafın anlayış ve olgunlukla meydana getirdiği ve sevgi-saygı temelleri üzerine kurulan yuva, toplumun en güzîde varlığı olan "insanı" ortaya çıkaracak, ihtiyaçlarını temin ederek, onu cemiyetteki mukaddes vazifelerine hazırlayacaktır. Böylece aile, toplumun en küçük, fakat en vazgeçilmez yapı taşını oluşturacaktır. Onun sarsılmasına yol açacak (zina, iftira vb.) her türlü tesir, İslam tarafından yasaklanmış ve bu hususta çok sıkı tedbirler alınmıştır.

Kısaca anlattığımız şekliyle bu kadar değerli olan "nikâh" ve "âile" müessesesi için, bazıları câhilâne, bazıları da maksatlı olarak ileri geri konuşmaktadır.

"İslâm'ın niye çok evliliğe izin verdiği" ve "Hazret-i Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in pek çok kadınla niçin evlendiği", "yoksa İslâm'ın, kadını hiçe mi saydığı" tarzında birtakım suâller, hep bu bilgisizlik ve art niyetten kaynaklanmaktadır. Burada önce kısaca İslâm'ın niye birden fazla kadınla evlenmeye izin (teşvik değil zarûreten müsaade) verdiği üzerinde duracağız:

İslâm'da Birden Çok Evliliğe İzin Verilmesinin Sebepleri

* Evvelâ şunu ifâde etmek gerekir: çok evliliği, İslâm başlatmamıştır, sınırsız sayıda kadınla evliliği benimsemiş bir düzeni belli sınırlamalara tâbî tutmuştur.

Bilindiği gibi Arabistan'da veya dünyanın diğer ülkelerinde Peygamber Efendimiz (asm)'den önce (Câhiliye devrinde) sayısız kadınla birlikte olma imkânı vardı. Bunlar bazen herkesin bilgisi dahilindeki onlarca kadınla evlilik, bazen satın alınan câriye yoluyla veya gayr-i meşru sayısız ilişki (zinâ) yolları ile yapılmaktaydı. Bu durumdan fıtraten bozulmamış insanlar rahatsız olmakla birlikte, umûmî gidişe karşı durulamıyordu. (İslâm'ın bu vasfını diline dolamış Batılıların yaşadığı hayat ve âilevî durumları hâlâ çok farklı değildir.)

* Dört kadınla evlenebilmek bütün mü'minler için bir "emir" değil, bazı durumlarda tanınmış bir hak ve "izin"dir (ruhsat).

İnsanlar bin bir türlü hal ile karşılaşabilmektedir. Bazen erkeğin şartları, bir evlilikle yetinemeyecek şekilde olabileceği gibi, bazen de kadının çeşitli sebeplerle (felç, bir kaza neticesi sakatlık, devamlı hastalık, güçsüzlük, vb.) âile hayatını devam ettirebilmesi birtakım sıkıntılara sebep olabilir. Bu durumdaki bir âileyi yıkıp, belki birbirini seven eşleri yalnızlığa itmek veya mevcut çocukları sahipsiz bırakmak; insânî bir yol değildir. Yine iki kişi arasındaki mahrem bazı sırların -boşanma vb. sebeplerle- aleniyete dökülmesi, bir çok insana anlatılmak mecburiyetinde kalınması da işin bir başka tarafıdır.

* Birden fazla (dörde kadar) evlenen erkeklere de eşleri arasında "adâleti temin etme" vazifesi yüklenmiştir. Aksi halde Allah'ın azabıyla ikaz edilmiştir. Âyet-i kerîmede:

"Yetim kızlar hakkında adâleti sağlamaktan korkarsanız uygun gördüğünüz diğer kadınlardan iki, üç ve dörder olmak üzere nikah ediniz. Bunlar arasında adaleti sağlayamayacak olursanız o zaman bir kadın veyahut sahip olduğunuz bir cariye ile iktifa ediniz. Bu şekilde adaletten sapmamağa daha yakın olursunuz." (Nisa, 4/3) buyurulmuştur.

Diğer bir âyet-i kerimede de:

"Ne kadar gayret ederseniz edin kadınlar arasında adalete güç yetiremezsiniz. Binaenaleyh, birine büsbütün meyledip diğerini askıya alınmış gibi bırakmayınız. Eğer nefsinizi ıslah eder, Allah'tan korkup haksızlıktan sakınırsanız; hiç şüphesiz ki, Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Nisa, 4/129) buyurulmuştur.

Peygamber Efendimiz (asm) de şöyle buyurmuşlardır:

"Bir erkeğin nikahında iki kadın bulunur da, aralarında adalet gözetmezse, kıyâmet gününde bir tarafı felçli olarak diriltilir." (İbn-i Mâce, Nikah, 47)

* Savaş ve benzeri, erkeklerin toplu bir şekilde yok edildiği hallerde, bakıma muhtaç ve ortada kalmış kadınların şahısları ve toplum adına ne gibi zorluklar ve zararlarla karşılaşabileceği ortadadır. Geçimini bir şekilde temin etmesi gereken kadın hangi kapıya, ne yüzle müracaat edecek ve nelerle karşılaşabilecektir?!. Bunun tarihteki en güzel misali, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da yaşanmıştır.

* İslâm kesinlikle zinaya müsaade etmemiştir. Evli iken yapılan zinaya ise çok şiddetli cezalar verilmiştir. Zina bütün ilâhî dinlerde yasaklanmışken, Avrupa ve Amerika'da zina yaşının 12-13'lere inmiş olması ve âile yuvasının bu vesileyle sık sık yıkıldığı veya yıkılmaya yüz tuttuğu günümüz gerçekleri arasındadır. İslam dünyası ve müslüman aileler ise dinlerini yaşadıkları nisbette bu ahlâkî erozyonun dışında kalmaktadırlar. Bu hakikatte şüphesiz İslâm'ın zinaya bakış tarzı ve tarihimizden gelen örf ve âdetlerimizin kuvvetli oluşunun payı büyüktür.

* Erkeğin birden fazla evlenme hakkını kullanması, kadının nikâh esnasında ileri süreceği şartla kısıtlanabilir. İslâm'da nikah akdinin tesisi için iki tarafın rızası şart kabul edilmiştir. Bu nikâh akdi esnasında, kadın "eşinin sadece kendisiyle evli kalmasını" şart olarak ileri sürülebilir. Erkek bu şarta riayet etmeyip başka kadınlarla nikah yaparsa, kadın hakime müracaat ederek "boşanma" isteyebilir.

Bütün bu şartlar göz önünde bulundurulduğunda, İslâm'ın hayatın her safhasını ve her türlü durumu düşünerek böyle bir şeye izin vermesi anlaşılabilir. O sadece sağlıklı olanların değil, yaşlı ve güçsüzlerin de dinidir. O sadece rahatlık anlarının değil, zor zamanların da dinidir. O sadece erkeğin değil, gözetilmesi gereken bütün haklarını koruduğu kadının da dinidir. Âilenin sebepsiz yere yıkılmasına, çoluk çocuğun sefâlet ve felâkete düşmesine göz yumamayacak kadar ferdi ve toplumu düşünen, insanlığın iffetini ve haysiyetini koruyan yegâne dindir.

Bu duruma göre çok evliliğin mübah oluşu zaruret, ihtiyaç, özür veya geçerli bir maslahattır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Çok evlilik konusunda bilgi verir misiniz?..

TEADDÜD-Ü ZEVCAT

(Halime Demireşik, İslam'da Çok Evlilik, Şebnem Dergisi, Sayı: 6)

18 İmam nikahı için şahit yeterliliği nasıldır?

Evlilik akdi sırasında iki şahidin bulunması sıhhat şartıdır. Veli dışında iki şahit bulunmadıkça akit geçerli olmaz.

Delil şu hadislerdir: Hz. Âişe (r.anhâ), Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Bir veli ve iki adaletli şahit olmadıkça nikâh olmaz." (Ebû Dâvud, Nikâh, 19; Dârimî, Nikâh, 11);

"Şahitler bulunmadıkça nikâh olmaz." (Buhârî, Şehâdât, 8);

"Dört kimsenin hazır bulunmadığı evlilik ancak fuhuştur. Bunlar; evlenecek olan erkek, kızın velisi ve iki şahittir." (eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 42).

Akit sırasında şahit bulundurulmasını bildiren ayet, evlilik akdini de kapsamına alır. (bk. Bakara, 2/282).

Akitlerde şahit, genellikle anlaşmazlık halinde tarafların haklarını korumada ispat kolaylığı sağar. Evlenme akdi de eşlerin lehine ve aleyhine hukuki sonuçlar meydana getiren bir akittir. Mehir, nafaka yükümlülüğü, nesebin sabit olması, sihrî hısımlığın meydana gelmesi bunlar arasındadır. Diğer yandan evlilik akdinin alenen yapılması ve akit sırasında şahitlerin bulunması, eşleri zina töhmetinden korur.

Evlenme Şahidinde Aranan Nitelikler:

Evlenmede şahidin fonksiyonu, evlenmeye ilişkin icap ve kabulü işitmek ve anlamaktan ibarettir. Bunun için şahitlerin aynı yerde ve birlikte bulunmaları gerekir. Ayrı ayrı yerlerde veya aynı yerde olmakla birlikte, birbiri ardından evlenme iradelerine şahit olan kimselerin şahitlikleri geçerli sayılmaz.

Şahitte aranan nitelikler şunlardır:

a. Şahit akıllı ve ergin olmalıdır. Akıl hastası veya küçük çocukların şahitliği yeterli değildir.

b. Şahitlerin iki erkek veya bir erkek iki kadın olması gerekir. Tek şahitle nikâh geçerli olmaz. Çünkü hadiste "Bir velî ve iki adaletli şahit olmadıkça nikâh olmaz." buyurulmuştur (Ebû Dâvud Nikâh, 19). Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Erkeklerinizden iki şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, bu takdirde razı olacağınız şahitlerden bir erkekle iki kadın yeter." (Bakara, 2/282).

İmam Şâfiî'ye göre bu ayet nikâh akdini kapsamaz. Kısasta ve diğer şer'î cezalarda olduğu gibi, nikâhta her iki şahidin erkek olması şarttır. Hanbelî ve Mâlikîler de ayni görüştedir.

Hanefîlere göre, kadınlar nikâhta taraf oldukları gibi, bir erkek için iki kadın olmak üzere şahitlik yapabilirler. Bunların şahitlikleri yalnız had ve kısas davalarında unutma ve gaflet sebebiyle kabul edilmez. Çünkü hadler şüphe ile düşer. (bk. es-Serahsî el-Mebsût, Mısır 1324-1331/1906-1912, V, 32, 33; ez-Zühaylî, a.g.e., VII, 74, 75; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 208, 209).

19 Evlilikte yaş farkını nasıl değerlendirmek gerekir?

Eşlerin yaşça birbirlerinden büyük olmaları evliliğe mani değildir. Özellikle bir iki yaş gibi az bir farklılığın bir sıkıntı olmayacağı kanaatindeyiz.

Evlenecek eşler arasında yaş bakımından bir denkliğin olması önemlidir. Yirmi yaşındaki genç bir kızın elli-altmış yaşında bir erkekle evlenmesi, yaş farkı bakımından birtakım sakıncaları doğurur. Bu meseleye ölçü olacak hususları Peygamberimizin (a.s.m.) hayatında görüyoruz.

Hz. Fatıma validemiz evlilik çağına gelince, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gelerek onu Resulullah'tan (a.s.m.) istediler. Fakat Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Henüz küçüktür." buyurarak nikâha rıza göstermedi. Aynı talep Hz. Ali'den gelince, uygun gördü ve Hz. Fatıma'yı Hz. Ali ile nikahladı. (Nesei, Nikah:7) Nitekim, o sıralar Hz. Ebû Bekir elli bir, Hz. Ömer kırk iki ve Hz. Ali yirmi dört yaşlarında idiler. Hz. Fatıma ise on sekiz yaş civarında idi.

Erkekle kadın arasında aşırıya kaçmamak kaydıyla birkaç yaş farkının bulunması uygun görülmektedir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ile Hz. Ümmü Seleme validemiz arasında birkaç yaş farkı vardı. Peygamberimiz ondan birkaç yaş büyüktü. Bunda bir sakıncanın olmadığını Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle dile getirdiler:

"Bir kadının kendisinden daha yaşlı bir erkekle evlenmesinde bir mahzur yoktur."

Kadının erkekten yaş bakımından biraz farklı ve küçük olmasının fizyolojik açıklaması da vardır. Kadın erkeğe göre daha çabuk yıpranır, kırk-elli yaşlarında menapoza girmektedir. Böylece arada beş-on senelik bu yaş farkı bu dengesizliğe engel olacaktır.

Peygamber Efendimiz (asm) evlilik ile ilgili şöyle buyurur:

“Bir kadınla dört nedenle evlenilir: Mal ve Mülkü, Soyu ve sopu, güzelliği ve gösterişi, dindarlığı ve namuslu oluşu. Sen dindar olanını tercih et.”

Dinimize göre evlenilmesi haram olanlar bellidir. Evleneceğimiz kızın bizden büyük olması veya tam tersine bizden küçük olması evlenmeye engel değildir. Burada esas olan kişilerin anlayışı ve uyumudur. Böyle bir evliliğin halk tarafından yadırganması ise çok da önemli değildir. Yeter ki bizim dinimizi daha iyi yaşayacağımıza ve bir problem teşkil etmeyeceğine kanaatimiz gelmiş olsun.

Nitekim Peygamberimiz (asm), ilk hanımı ve altı çocuğunun anası olan Hz. Hatice (ra) validemizle evlendiğinde hanımı kırk yaşındayken, kendisi yirmi beş yaşındaydı. O zaman Mekke’nin en ileri gelen ve en güzel kızları Peygamberimiz (asm) ile evlenmek için yarışıyorlardı. Demek ki güzellik, yaş, soy sop gibi özelliklerden daha çok din, ibadet, namus ve ahlak güzelliğini ele almalıyız. Çünkü, ahiretimizi burada kazanacağız.

Geçici dünya için ebedi hayatımızı mahvetmeyelim. Unutmayalım ki buradaki eşimiz cennette de eşimiz olacak. Aile ise bizi ya cennete ya da cehenneme götürebilir.

20 Dinimiz evlenmemeye (bekâr kalmaya) nasıl bakmaktadır?

Evleneceklerin durumuna göre nikâhın hükmü farz, vacib, sünnet, haram, mekruh veya mübah kısımlarına ayrılır:

1. Farz: Evlenmediği taktirde zinaya düşeceği kesin olan kimsenin -mehri verecek ve eşinin geçimini sağlayacak durumda ise- evlenmesi farzdır.

2. Vacib: Yine evlenmezse zinaya düşme tehlikesi bulunan kimsenin -mehir ve nafakayı sağlayacak durumda ise- evlenmesi vacibtir. Hanefiler dışındaki çoğunluk farz ve vacib arasında bir ayırım yapmaz (İbnül-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II / 342; el-Kâsânî, el-Bedâyî', II / 260 vd.).

3. Haram: Evlenince, eşine zulüm yapacağına kesin gözüyle bakılan kimsenin evlenmesi haramdır. Hem zinaya düşme, hem de eşine zulüm yapma korkusu bulunan kimsede haramlık yönü tercih edilir. Çünkü bir konuda helâl ve haram birleşince, prensip olarak haram üstün tutulur ve ondan kaçınmak gerekir. Nitekim ayet-i kerimede,

"Evlenmeye güç yetiremeyenler, Allah kendilerine fazlu kereminden zenginletirinceye kadar iffetlerini korusunlar." (Nûr, 24/33) buyurulur.

4. Mekruh: Eşine zulüm yapacağından korkulan kimsenin evlenmesi mekruhtur (el-Mevsılî, el-İhtiyâr, III / 82).

5. Sünnet: Cinsel bakımdan itidal halde bulunanların evlenmesi sünnettir. İtidal; evlenmezse zinaya düşeceğinden korkulmayan, evlenirse de eşine zulüm yapacağından endişe duyulmayan kimsenin halidir. Toplumda çoğunluğun bu durumda olması asıldır. Yukarıda zikrettiğimiz, evlenemeyen gençlere oruç tutmayı tavsiye eden, evlilik konusunda aşırı çekimser kalmağa karar veren üç sahabeyi uyaran hadisler bunun delilidir.

Diğer yandan Hz. Peygamber (asm) ve ashab-ı kiram evlenmişler ve onlara uyanlar da bu sünneti sürdürmüşlerdir. Tercih edilen görüş budur. (bk. el-Fetâvâl-Hindiyye, I / 267).

İmam Şâfiî'ye göre ise, bu durumda evlenmek mubahtır. Evlenmek veya bekâr kalmak caiz olur. O'na göre, vakitlerini ibadete ayırmak ve ilimle uğraşmak evlilikten daha üstündür. Dayandığı deliller şunlardır: Cenab-ı Hak Yahyâ peygamberi şu sözlerle övmüştür:

"Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler." (Âl-i İmrân, 3/39).

Ayetteki hasûr ifadesi; gücü yettiği halde kadınla cinsel temas kurmayan kimse anlamına gelir. Evlilik daha üstün olsaydı, bunu terketmek övülmezdi. Çoğunluk fakihler bu örneğin daha önceki şeriat uygulaması olduğunu, İslâm ümmetini bağlamadığını söylemişlerdir.

İmam Şâfiî'nin diğer bir delili şu ayettir:

"Haram olanlar dışındaki kadınlar, onları mallarınızdan harcayarak almak, onlarla evlenmek ve zinâ etmemek şartıyla size helal kılındı." (Nisâ, 4/24).

Bir şeyin helal olması mübah olması demektir. Çünkü bu iki kelime birbirinin eş anlamlısıdır. Diğer yandan evlilik, kişiye cinsel yönden yarar sağlar. Yararına olan bir işi yapmak ise bir kimseye vacib olmaz. Böylece evlilik yeme, içme, alışveriş gibi mübah olan muamelelerdendir.(1)

Peygamberlerden de Hz. İsa (as) ve Hz. Yahya (as) gibi evlenmeyenler vardır. İslam alimlerinden Taberi, Nevevi, Seyyid Kutub, Bediüzzaman gibi evlenmemeyi tercih edenleri görmekteyiz.

Hz. Peygamber (asm)'in yatılı medrese talebeleri olan ashab-ı suffada da benzeri bir durumu görmek mümkündür.

İslâm dininde genel olarak bekâr kalmak yoktur. Fakir olduğu için evlenemeyene zengin Müslümanların yardım etmesi gerekir. Çünkü evlenemeyen erkek ve kadının namuslu bir hayat sürmesi ve toplumun bu konuda korunması için tek çare onların evlenmelerini sağlamaktır.

Bilindiği gibi Hz. Muhammed (asm) ve O'nun ashabı evlenmişler ve onlara uyanlar bu sünneti devam ettirmişlerdir.

Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"İçinizden bekârları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfuyla onlan zenginleştirir. Allah, (lütfü) geniş olan ve (her şeyi) bilendir."(2)

Rasulullah (s.a.v.) de birçok hadislerinde bu konuya dikkat çekmiştir:

"Evlenmek benim sünnetimdir. Kim benim bu sünnetimle amel etmezse benim yolumda olmamış olur. Evleniniz! Çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim. Evlenmeye imkan bulamayan oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar."(3)

"Ey gençler topluluğu! Kim içinizden evlenmeye güç yetirebiliyorsa evlensin. Çünkü gözü haramdan en çok saklayan, ırzı en iyi muhafaza eden budur. Kim de evlenmeye güç yetiremezse oruca devam etsin. Zira oruç, onun için bir korunmadır."(4)

"Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Haya, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek."(5)

Evlenme ehliyeti:

- Nikâhın geçerli olması için ergenlik şart değildir. Buna göre küçüklerin evliliği, velisi veya vekili tarafından yapılırsa geçerlidir.
- Akıl hastalarının nikâhı aynı şekilde velileri tarafından gerçekleştirilir.
- Akıllı ve ergenlik çağına gelen biri, Hanefî mezhebine göre velisinin izni olmadan evlenebilir. Aynı şekilde dul veya bakire kadın da velisinin izni olmadan evlenebilir.
- Kadın ergenlik çağına ulaştıktan sonra kimse onu evlendirmeye zorlayamaz. Ergenlik çağına ulaşan kızın velisi kendisinden izin istediği zaman, eğer kız susup cevap vermez veyahut gülerse izin vermiş sayılır. Rasululah (asm) bu konuda şöyle buyuruyor:

"Dul kendisini evlendirme hususunda velisinden daha ileridir. Bakireden izin istenir, onun izni susmasıdır."(6)

Bakire bir kız Rasulullah (asm)'e gelerek, kendisi istemediği halde babasının kendisini zorla evlendireceğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm), bu nikâhı kabul edip etmemekte kızı serbest bıraktı.(7)

İlave bilgi için tıklayınız:

Bekarlık mı, yoksa evlilik mi daha hayırlıdır? | Sorularla İslamiyet

Dipnotlar:

(1) ez-Zühaylî, el Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VII / 33, 34; İbn Hacer el-Askalânî, Bülûğul-Merâm min Edilletil-Ahkâm, Terc. Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1967, II / 228 vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 183, 184; İbn Âbidin, V / 253; Mezâhib-i Erbaa, V / 17.
(2) Nur, 24/32.
(3) İbn Ma'ce, Nikâh 1.
(4) Buhârî, Nikâh 2-3; Müslim, Nikâh 1-3; Ebu Dâvud, Nikâh 1; Tirmizî, Nikâh l Nesâî, Nikâh 3; İbn Ma'ce, Nikâh 1.
(5) Tirmizî, Nikâh 1.
(6) Müslim, Nikâh 66; Tirmizî, Nikâh 12; Ebu Dâvud, Nikâh 26; Nesâî, Nikâh 31-32.
(7) Ebu Dâvud, Nikâh 25.
(bk. Sadık AKKİRAZ, Evlilik ve Mahremiyetleri)

21 Uzun süren nişanlılıklarda nasıl davranılmalı?

Nişan, bir evlilik akdi değil, bir evlilik sözü vermekten ibarettir. Bu yüzden nişanlı erkekle kadın birbirine yabancı sayılır ve yanlarında mahremlerinin bulunması gerekir. Yanlarında üçüncü bir kişi olmadan baş başa kalmamaları gerekir. Bu konuda Resulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:

“Sizden kim Allâh’a ve ahiret gününe inanıyorsa, yanında mahremi olmayan bir kadınla baş başa kalmasın. Çünkü bunu yaparsa üçüncüleri şeytan olur.” (Buhârî, Nikâh, 111, 112; Müslim, Hacc, 424)

Nişanlıların evlilik öncesi yanlarında anne, baba, kardeş veya amca, hala gibi bir yakınları olmaksızın gezmeleri caiz değildir. İslami olmayan bu tür beraberlikler fayda sağlamaz. Aksine zararlara sebep olur.

Ev içinde evlilikleri hakkında görüşecekleri zaman da yanlarında yine birisinin bulunması gerekir. Ayrıca kadının tesettürüne dikkat etmesi gerekir.

Nişanlıların telefonda konuşmalarında bazı yönlerden dikkat etmeyi gerektirir.

Örneğin aşk, sevgi, gıybet, yalan ve şehevi hisleri uyandıran şeylerden olursa bu kesinlikle doğru değildir.

Fakat dini konularda Allah’ı, ölümü, ahireti ve dini duygu ve düşünceleri hatırlatan konuşmalar olursa elbette bunlar yasak denilmez. Ölçünüz bu olmalıdır. Bu ölçülerle hareket ettiğiniz zaman günaha girmeyeceğinizi ve kendinizi koruyacağınızı söyleyebiliriz. Ayrıca yaptığınız işi bir de vicdanınıza sormanızı tavsiye ederiz. Vicdanınız rahat değilse o işten vazgeçiniz.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- Nişan ve nişanlılık devresi nasıl olmalıdır? Tarafların görüşmelerinde ölçü ne olmalıdır?  

- Kadın erkek birlikteliğinde dikkat edilmesi gereken konular nelerdir?

22 Eşiyle dört ay cinsel ilişkiye girmeyenin nikahı düşer mi?

Bu şekilde nikah düşmesi söz konusu değildir. Dört ay veya daha fazla bir süre eşinizle cinsel ilişkiye girmeseniz de nikahınız düşmez. Bu konuda bir süre de yoktur.

Uzun sürede ayrı kalsalar da sırf ayrılık sebebiyle nikaha zarar gelmez.

Nikah tazelemenin gerektiği durumlar şunlardır:

1. Dinden çıkıp tekrar İslam'a girince,

2. Bain talakla boşama (kadının rızasıyla tekrar nikah gerektiren) durumunda.

Bu itibarla, bir kimsenin eşinden uzun süre ayrı kalması sebebiyle nikahı bozulmaz ve eşinin yanına döndüğünde yeniden nikah yapılması gerekmez. Ama isteyen nikah tazeleyebilir; bununda bir zararı yoktur.

23 Nikahsız kadınla erkeğin el ele tutuşması caiz midir?

Bir erkek ve kadının, nikahsız olarak ellerinin birbirine değmesi ve yalnız kalmaları caiz değildir.

Mahrem olmayan kadına bakmak haram olduğuna göre, onlara dokunmak veya tokalaşmak mutlaka haramdır. Peygamber'e (asm) biat eden kadınlar dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, biat ederken elimizi tutmadınız." Peygamber (asm) "Kadınların elini tutup tokalaşmam." buyurdu (Ahmed bin Hanbel, Nesâî, İbn Mâce).

Hazreti Aişe (ra) biat ile ilgili şöyle buyuruyor:

"Allah'a yemin ederim ki Resûlüllah'ın eli bir kadının eline dokunmadı. Sadece sözle onlardan biat aldı." (Buharî, Ahkâm, 49; İbni Mâce, Cihad, 43).

Peygamber (asm) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor:

"Sizden birinizin başına iğne ile dürtülmesi, kendisi için helâl olmayan bir kadına dokunmaktan daha hayırlıdır." (Taberâni , Mucemu’l-Kebir, 20 / 212)

İslâm dini, kadınla tokalaşmayı yasaklamakla kadını tezyif etmiyor; bilakis şerefini kurtarıyor. Kötü niyetli kimselerin şehvetle el uzatmasına engel oluyor. (Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar II. 170)

Bir kadının eli, yabancı bir erkeğin eline değmesi zaruret yokken haramdır. Bu itibarla, hiçbir ihtiyaca dayanmayan tokalaşmada bu haramlık bahismevzu olur. Yabancı bir erkek yabancı kadınla tokalaşamaz, elini namahremin eline süremez. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asv), yabancı bir kadının elini tokalaşmak için tutmanın, ateş tutmaktan daha korkunç olduğunu haber vermiş, namahremin elini tutanın cehennem ateşi avuçlayacağına işarette bulunmuştur.

Bu mahzur, bilhassa genç kadın ve erkekler için daha büyük çapta variddir. Hissî tarafları yok olmuş yaşlılar hakkında ise mahzur daha az nisbette variddir. Hatta iki yaşlı kadın ve erkeğin (hislerinin yokluğu halinde) tokalaşmalarında beis olmayacağı ifade edilmiştir. Bu sebeble, yaşlı kadınların elleri öpülebilir. Yaşlılıkları, yâni hissi bakımdan ölmüş oluşları, böyle bir ruhsata sebeb olur. Bir erkeğin yabancı bir kadınla tokalaşması ânında cinsî hislerin ayaklanması halinde, aralarında haramlık bahismevzu olur, sıhriyet akrabalığı meydana gelebilir. Bu bakımdan kadın-erkek münasebetlerinde çok titiz olmak gerekir. Zira böyle lüzumsuz bir tokalaşma yahut el öpme anlarında doğabilecek hissî heyecan, karşı cinse duyulabilecek süflî duygu, haramlığa sebeb olabilir, bu kadının kızı bu kimseye haram hale gelebilir. Böyle şüpheli halden uzak kalmak ise en sıhhatli bir tedbirdir. Mümkün olduğu kadarıyla uzak kalmaya gayret edilmeli, süflî bir his doğduydu, doğmadıydı gibi vesveseye mahal vermemelidir.

Hepimizin bildiği gibi bir kızla evlenmeyi düşünmek ve nişanlanmak, evlenmek mânâsında değildir. Bunun için kişinin nişanlısıyla gezip dolaşması ve onunla yalnız kalması kesinlikle haram ve büyük bir vebaldir. Peygamber (asm):

"Herhangi bir kimse, bir kadınla yalnız kaldığı takdirde mutlaka onların üçüncüsü şeytandır."

buyurmuşlardır. Bir çok nişanlılar, tenha yerde yalnız kaldıklarında istenmeyen ve meşru olmayan bir takım menfî neticeler meydana gelmekte ve sonunda herhangi bir nedenle nişan da bozulmaktadır. Geride kalan şey vebal ve iffetsizliktir. Bunun için dinini, dünyasını ve şerefini düşünen kimseler, meşru olmayan bu gibi şeylere dikkat etmeleri gerekir. (el-Fıkh'ul-İslâmî ve Edilletuha c. 7, s. 25; Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar II. 112)

24 Kişi kendi nikahını kıyabilir mi?

Nikah kıymak için belirli şartlar vardır. Bu şartlar yerine gelmesi halinde kişi kendi nikahını kıyabilir.

Nikâh bir akit, sözleşme ve anlaşmadır. Bunun için bazı şartları vardır. Bu şartlardan birisi yerine getirilmezse nikâh sahih olmaz.

1. Evlenecek kişilerin veya vekâletlerini verdikleri şahısların hazır bulunması.
2. Tarafların irade beyanı. Evlilik akdini kabul ettiklerine dair eşlerin “kabul ettim” şeklinde ifade etmeleri.
3. Kızın velisinin izninin olması. Bu hüküm Hanefi mezhebi hariç diğer mezheplere göredir.
4. Şahitlerin hazır olması. Bu şahitler, ergenlik çağına ermiş, aklı başında iki erkek veya bir erkekle iki kadın olmalıdır. Yani şahitlikte mutlaka bir erkeğin bulunması icap eder.

Bunlardan başka bir şart daha vardır; o da nikahın duyurulmasıdır. Bu Malikilere göredir.

Resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından dini nikahın yanında resmi nikahın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikahların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikah üzerinde ısrarla durulmuştur.

25 Nikahlı olarak nişanlı kalmak hakkında bilgi verir misiniz; sakıncaları nelerdir?

Nişanlılık döneminde kıyılan nikahla taraflar evlenmiş olacağı için, başbaşa kalmaları caizdir. Ancak nişanlılık döneminde dini nikah kıyılmasını doğru bulmuyoruz.

Bina mı yapacaksınız, temeline dikkat ediniz. Çünkü temeldeki yanlışlık çatının sağlamlığıyla düzeltilemez. Zayıf temel, üzerindeki sağlam çatıyı da çökertebilir.

Okuyucumun sorusu bunu hatırlatıyor bana. Nasıl bir yanlış başlangıç yapmışlar onu arz edeyim.

Öğretmen kızcağız, yine öğretmen bir delikanlı ile nişanlanmışlar. “Ne âlâ ne güzel.” diyeceksiniz benim gibi. Acele etmeyin sonuna bakın.

Daha nişanlılık döneminde tutmuşlar bir de hemen dinî nikah yapmışlar. Yani kızcağız, bütün selahiyeti tam tanımadığı nişanlısının eline vermiş.

Nikahı yaptıktan sonra oğlan teklifini yapmış:

– Sen özel okulda öğretmensin, orayı terk et, benim gibi Milli Eğitim’e geç. Birlikte olmamız daha güzel.

Kızcağızın cevabı ise kesin hayır olmuş.

– Milli Eğitim’de ben başım örtülü çalışamam. Burada idare ediyorlar. Dolayısıyla bu isteğine uyamam.

Ne olmuşsa bundan sonra olmuş. Damat “Sen de başını açarsın!..” deyince kıyamet kopmuş.

Aldıkları bütün eşyalar iade edilmiş, münasebetler kesilmiş; yani ayrılmışlar.

Ancak oğlan diretiyormuş:

– Gerçi eşyalarımı aldım; ama nikahı vermem. Yani boşamam.

Kızcağızın sorusu şu:

– Şimdi ne olacak?

Baştan yapılan yanlışlığın sonunda neler hissedilirse, bunda da onlar hissedilecek, aynı üzüntü ve sıkıntı yaşanacaktır. Çünkü yanlışlık baştan yapılmış, henüz taraflar biribirlerini tam tanımadan, bütün ihtimalleri konuşup bir sonuca bağlamadan hemen karar vermiş, dinî nikahı yaptırmışlar.

Nişanlılık dönemi tarafların biribirlerini tanıma dönemidir. Böyle tanışma döneminde işi hemen sonuca götürüp de dinî nikah yapılmaz. Yapılırsa selahiyet erkeğin eline geçtiğinden, geri dönülmez hale gelinir. Halbuki nişanlılık, dönülmesi mümkün olan bir devre olmalı; bu dönemi taraflar tanışma süreci olarak yaşamalılar.

Bu muhayyerlik dönemi yaşanmamış, resmisinden çok önce dini nikah yapılmış, sonunda iyice tanışıp da, "Ben senin özel okuldaki hizmetini uygun bulmuyorum; uygun olanı, benim gibi resmî yerde hizmet etmen, başın açılsa da..." demeye gelince, anlaşamayacaklarını anlamışlar. Anlamışlar; ama iş işten geçmiş, dinî nikahı yapmış, ayrılma imkânını bütünüyle erkeğin eline vermişler. Buna rağmen de ayrılmışlar; ama erkek nikahı vermiyor, yani boşanmıyormuş.

Şimdi ne olacak? Esas mesele burada.

Bir defa nikah, kızcağıza verilen zinetleri, mehri ve eşyaları kendi malı yapar, iadeyi gerektirmez. Çünkü nikahla bunlar onun malı olmuştur. Dinî sorumluluğu hisseden taraflar bunun da uhrevi sorumluluğunu hissetmeli, verdiklerini geri almamalılar.

İkincisi de, erkeğin kadını boşamasıdır. Çünkü nikahı altında birinin, hem maddi hem de manevi sorumlusudur. Bu sorumluluğu sebepsiz yere taşımaya razı olmamalıdır.

Üçüncüsü bizim temennimiz, bütün bunlara rağmen tarafların ortak noktaları bulmaları; anlaşmayı, temel mefhumlarda birleşmeyi düşünmeleridir. Çünkü meslek birliği vardır. Bu, önemli bir birliktelik olsa gerektir. Biribirlerini anlamaları kolay olacaktır. Acele karar, iki tarafa zarardır.

26 Baba, kardeş ve nikâhı kıyan hoca şahid olabilir mi? “Nikâh kıyılırken şahitler, evlenecek kişilerin ailesi ve yakını olabilir mi? “Nikâhın iki şahidinden birisi, nikâhı kıyanın kendisi olabilir mi?”

Buradaki yakınlardan iki sınıf anlaşılmaktadır. Birisi, tarafların anne-baba, dede-nine gibi usulları, oğul-kız ve torunları gibi füruları; diğeri de tarafların kardeşleri, amcaları, dayıları, teyze ve halaları gibi ikinci derecede yakınlarıdır.

Bunlardan ikinci kategoriye girenlerin şahitliği bütün mezheplere göre ittifakla caizdir, şahitlik yapabilirler.

Birinci sınıfa girenler hususunda ise, başta Hanbeliler olmak üzere bazı müçtehitler karşı çıksa da, Hanefi ve Şâfiî mezheplerine göre mümkün ve caizdir. Şâfiî mezhebinin bu husustaki görüşü şöyle: “Evlenenlerin çocukları ve babalarının şahitliğiyle nikâh sabit olur ve akit gerçekleşir.” (1)

Hanefî mezhebine göre ise şöyledir: “Nikâh hususunda hâtip ile mahtubenin usul ve füruu da şahit olabilirler. Şu kadar var ki, bunların bilâhare bu nikâha müteallik bir dâvada şehadetleri muteber olmaz. Şöyle ki: Şahit zevcin veya zevcenin usul ve füruundan ise onun aleyhinde şehadet edebilirlerse de lehinde şehadet edemez.”

Yani, evlenecek erkek ve kızın usulları: anne-baba-dede-nineleri; füruları: oğul-kız-torunları nikâhta şahit olabilirler. Yalnız bunların daha sonra nikâhla alakalı bir dâvada şahitliklerinin geçerliliği yoktur. Aleyhte şahitlik yapabilirler, ama lehlerinde şahitlik yapamazlar. (2)

“Onların icap ve kabule dair olan sözlerini işitici hür ve mükellef iki müslim şahit veyahut o sıfat üzere bir müslim iki müslimenin (Müslüman kadının) hazır bulunmasıdır. Velev ki, şahitler tarafeynin (tarafların) usul ve fürûundan olsunlar.” (3)

“Şahitlerin karı-koca lehine yapacakları şahitliğin mahkemece reddedilmeyecek kimselerden olmaları şartı aranmaz. Eşlerin çocukları veya eşlerden birinin çocuklarının şehadetiyle yapılırsa evlilik sahihtir. Kendi velayet hakkı ile evlilikte veli olmaya uygun olan her kişi evlilikte şahit olmaya da uygundur.” (4)

Bu nakillerden sonra şu hükmü anlıyoruz: Nikâhta kardeş, amca ve dayı şahit olabildiği gibi, baba ve oğul da şahit olabiliyor. Ancak ileride muhtemel bazı anlaşmazlıklarda ve davalarda yakınların davacı ve davalı lehine şahitlik yapamayacağından dolayı, varsa ve müsaitse, birinci derecede akrabalardan nikâh şahidinin olmamasına dikkat edilebilir.

Diğer bir husus da, nikâhı kıyan kişi de şahitlerinden birisi olabiliyor. Yani nikâhı kıyan kişiden ayrı olarak bir erkek veya iki kadın daha olunca nikâh sahih oluyor.

Dipnotlar:
1 İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, 9: 75.
2 Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, 2: 29.
3 Nimet-i İslâm, s. 614.
4 İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, 9: 63.

27 Evlilik gerekli midir, şartları nelerdir?

"Size hemcinslerinizden kendilerine ısınasınız diye eşler yaratmış olması, aranıza bir sevgi ve şefkat koyması, Onun ve kudretinin delillerindendir."(1)

mealindeki âyet-i kerime, aile müessesesinin temelini beyan etmektedir. Ailede kadın ve erkeğin karşılıklı sevgi ve şefkat duyguları içinde hayatlarını devam ettirmeleri, Allah'ın kudret ve rahmetinin delillerinden sayılmaktadır.

İslâmiyet ilâhî bir din olması itibarıyla, insan yaratılışına en uygun bir prensipler bütünüdür. Her İslâmî meselede sonsuz hikmet, fayda ve denge müşahede edilmektedir.

İslâm, sayısız ilâhları reddederken, tevhid inancını bütün berraklığıyla zihinlere nakşetmektedir. Zulmü ve haksızlığı yasaklarken, adaleti ve hakperestliği en ince noktalarına kadar öğretip, göstermekte, insanı harama sürükleyen duygularını hep doğruya ve orta yola kanalize etmektedir. Fertleri yoldan çıkaran, cemiyeti sarsan ve aile yuvasını kökünden kazıyan zinayı yasaklarken; nikâhı, kadın-erkek münasebetlerini çok güzel bir şekilde düzenlemektedir.

Her meselede zaman, mekân ve şartlar gözetildiği gibi, evlenmede de aynı hususlar mevcuttur. Âyet ve hadislerde evlenme hakkında geçen emir ve tavsiyeler, mezhep imamları ve müçtehitler tarafından belli kaide ve esaslara bağlanmıştır. Bu esaslar üzerinde kısaca duralım:

"Kadınlardan hoşunuza gidenleri nikahlayınız."(2)

ilâhî emri ile

"Evlenin çoğalın..."(3)

hadis-i şerifindeki emir, mutlak olmadığı gibi, belli şartlara bağlıdır ve "herkes için ve her vakit değildir." Nikâhdaki en mühim hikmet neslin devamıdır. İnsanın şehevânî hislerini helâl dairede tatmin etmektir. Bu sayede sırat-ı müstakim olan iffet hasletine kavuşulmuş, zulüm ve tecavüzden sakınılmış olur.

Evlenmediği takdirde nefsini gayrimeşru yoldan men edemeyecek durumda bulunan ve evleneceği kadının nafakasını temin imkânına sahip olan erkeklerin evlenmeleri farzdır. Aksi takdirde harama girme tehlikesi bahis mevzuudur. Hadis-i şerifte gücü yeten gençlerin evlenmeleri, fakir olanların da oruç tutmaları, bu hikmete binâen tavsiye buyurulmuştur.(4)

Diğer taraftan, aile hukukunu ifâya gayret eden ve itidal içinde bulunan, aşırı bir iştiyak hissetmeyen erkekler için nikâh sünnet-i müekkededir. Başka bir görüşe göre, bir farz-ı kifayedir.

Evlenmek, aile hukukunu ihlâl edip, evleneceği kadına eziyet ve zulmedeceğinden korkulan bir kimse için tahrîmen mekruh; bu hukuku ihlâl edeceği kesin olan kimse için de haramdır. Ayrıca sıhhî yönden müsait olmayıp, evlenince hastalığı artabilecek kimse için de aynı hüküm geçerlidir.

Şafii mezhebine göre nikâh esasta sünnet, bazı durumlarda ise müstehaptır. Yalnız fâcir erkeklerin tecavüzünden sadece evlendikleri zaman kurtulabilecek kadınlara, evlenmek vacip görülmektedir.

Yine Şafii'ye göre mehir ve nafakaya gücü yettiği halde, nikâha ihtiyacı olmayan kimseler için nafile ibadetle meşgul olmak daha faziletlidir.

Kaynaklar:

1. Rûm, 30/21.
2. Nisa, 4/4.
3. Beyhakî, VII/81.
4. Tirmizî, Nikâh: 1.

28 İleride evlenmeyi düşündüğümüz kişi ile telefonla konuşmak ve mesajlaşmak caiz mi?

Bir Müslümanın başka Müslüman kardeşleriyle ister karşılıklı isterse sanal ortamda olsun konuşup dertleşmesi güzel bir şeydir. Ancak bu aynı cins olanlar içindir. Bir erkeğin bir kadınla konuşması ise bazı yönlerden dikkat etmeyi gerektirir.

Örneğin aşk, sevgi, gıybet, yalan ve şehevi hisleri uyandıran şeylerden olursa bu kesinlikle doğru değildir. Bu konuda kişinin evli veya bekar olması fark etmez. Evli birinin günahı ise daha fazla olur.

Fakat dini konularda Allah’ı, ölümü, ahireti ve dini duygu ve düşünceleri hatırlatan konuşmalar olursa elbette bunlar yasak olmadığı gibi sevabı da vardır. Ölçünüz bu olmalıdır. Bu ölçülerle hareket ettiğiniz zaman günaha girmeyeceğinizi ve kendinizi koruyacağınızı söyleyebiliriz. Ayrıca yaptığınız işi bir de vicdanınıza sormanızı tavsiye ederiz. Vicdanınız rahat değilse o işten vazgeçiniz.

İleride evlenecek iki çiftin, sadece yanlarında akrabalarından birer kişi bulunmak şartıyla bir yerde oturup yalnız konuşmaları caizdir, hatta sünnettir. Fakat flört tarzı ilişkilerde kadın ve erkeğin yanlarında akrabaları bulunsa bile konuşmaları caiz değildir.
 
Dinimiz zinayı yasakladığı ve haram saydığı gibi zinaya götüren yolları da tıkamış ve haram saymıştır.

Aynı şekilde de internetten tanışılan birisi ile istediğiniz gibi havadan sudan konuşmak ve chatleşmek caiz değildir. Şayet ona İslamiyeti anlatıp sevdirmeye çalışsanız o başka meseledir. Yoksa başka tarzda konuşup sohbet etmek insanı yanlış neticelere götüreceğinden caiz görülmemektedir.

Ayrıca sağlam ailelerin ve aile bağlarının kurulabilmesi ve tesis edilebilmesi için, evliliğin sağlam temellere dayandırılması gerekir. Bu nedenle, İslamiyet görücü usulü teşvik etmekle beraber, adayların birbirleriyle görüşmesini de esas kabul etmiştir.

Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, birbirlerini hiç tanımayan ve ailece de tanışmayan iki kişinin, internette birbirlerine verdikleri ifadelere güvenip de evlilik gibi ciddi bir işe yeltenmemeleri gerekir. Çünkü, bu şekildeki bir tanışma hüsran ile sonuçlanabilir. Bizim kanaatimiz sizin veya herhangi bir insanın böyle bir yöntemle evliliği seçmemesidir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Evlenmeden önce görüşmenin ölçüsü nedir?..

29 Evlenmeden önce evleneceğimiz kişi ile beraberliğimiz günah mı? Evlenince / nikahtan sonra o günahlar siliniyor denmektedir, doğru mu?

Nikahlanmadan önce kadın ve erkeğin beraberliği caiz değildir. Evlendikten sonra bu günahların affedileceği düşüncesi ise doğru değildir. Bundan sonra yapılacak şey samimi bir şekilde tövbe etmektir.

Nikahsız cinsel birliktelik zinadır; tarafların evlenme niyetinde olmaları o günahı yok etmez.

Zina meselesinin hükmü İslam dininde açıktır. Suçunu hakim huzurunda dört defa açıkça itiraf eden veya dört şahidi bulunan birisi hakkında karar verilir. Şayet bu insan evli ise recm cezası, yoksa bekar için verilecek karar recm değildir, yüz değnek sopa vurulur.

Fakat kendisi suçunu açık bir şekilde itiraf etmeyen veya yaptığı bu fiili kimse görüp şikayet etmemiş ise, bu insanın yapacağı tek şey günahından dolayı pişmanlık gösterip bir daha yapmamak üzere tövbe etmektir.

Ayrıca böyle bir suç işleyen kimse suçunu itiraf etse bile şu anda bunun cezasını uygulayacak bir merci yoktur. Geriye iki şey kalıyor; biri kul hakkıdır. Varsa helalleşmek gerekir. Diğeri de Allah hakkı için tövbe, istiğfar etmek ve bir daha o günaha girmemektir.

Büyük günah işleyen kimse kafir olmayacağı için, günahının cezasını çektikten sonra cennete girecektir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Günah işleyen kişi tövbe etmekle günahlarından kurtulabilir mi?..

30 Kaç adet nikah çeşidi vardır?

İslam’da Haram Olan Evlenme Şekilleri

Bunlar İslam'dan önce cahilliyet devrinde uygulanan nikâh şekilleridir.

Nikah-ı Muta: Belli bir ücret karşılığında, belli bir süre için şahit şart olmaksızın, cinsel yönden yararlanma ifade eden sözlerle yapılan nikâha denir. İslâm'dan önce zina ve geçici bir zaman için evlenme yaygın idi. İlk Müslümanları tedricen bu âdetten uzaklaştırmak ve evlenme imkânı kavuşuncaya kadar kolaylık sağlamak üzere Hz. Peygamber (asm) mut'a nikâhına izin vermiş, sonra yasaklamıştır. Bu izin ve yasaklamanın ardından Mekke'nin fethi yılında tamamen men edildiği anlaşılmaktadır. Sahabenin cumhuru ve mezhep imamları, son yasaklamanın müebbet olduğu görüşündedir. İbn-i Abbas bunun, domuz eti gibi zarurete bağlı olduğunu ifade etmiş; kötüye kullanıldığını anlayınca bu fetvasından rucu ettiği de nakledilmiştir. Buna göre islâmî evlilik birkaç günlüğüne gönül eğlendirmek ve tatmin olmak için değil, bir yastıkta kocamak, çoluk-çocuk sahibi olmak, Allah'a kulluk yolunda yardımlaşmak niyetiyle yapılır. (Haramlar ve Helâller, s. 94.)

Nikâh-ı Makt: Dul kalan kadın kocasının mirasına dahil olurdu. Başka karısından çocukları varsa, en büyük oğul babasının karısına başkasından daha çok hak sahibiydi. Eğer üvey annesi ile evlenmek istiyorsa, onun üzerine bir elbise atar ve onu sahiplenirdi, bu genel bir uygulama şeklini almıştı.

Nikâh-ı Şığar: Takas evlenmesi demektir. İki kişi aynı miktar mehirle, kızlarını birbirine evlenmek üzere vermeyi taahüt ederler. Kadına verilmesi gereken mehirden baba ve kocalar faydalanmış olur. Burada nikâh akdi geçerli fakat şart geçersizdir ve mehir zikredilmediğinden mehr-i misil gerekir. Şigar evliliği Ahmed b Hanbel, İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre fâsittir. (Kâsânî, Bedâyîus-Sanayi, Kahire 1327-28/1910, II, 282-283; Molla Hüsrev, Dürerü'l-Hukkâm Şerhu Gureril-Ahkâm, İstanbul 1979, I, 342)

Nikâh-ı İstibda: Kendi soyundan daha asil ve daha zeki bir çocuk sahibi olmak isteyen adam, karısını meziyetleriyle tanınmış bir erkeğe gönderir. Kadın gebe kaldıktan sonra evine döner. Koca gebelik kesin belli oluncaya kadar karısına yanaşmaz. Doğan çocuk kocadan olmuş sayılır ve onun mirasçısı olurdu.

Grup Evlenmesi: Sayıları onu geçmeyen bir grup erkek, aynı kadınla cinsel ilişkide bulunurdu. Kadın, gebe kalır çocuk doğurursa, doğumdan bir müddet sonra bu erkeklerin hepsini davet eder ve onlara şöyle derdi: Benimle olan ilişkinizden doğan şeyi biliyorsunuz; bir çocuk sahibi oldum. Erkeklerden birine hitap ederek: “Ey Ebucehil, çocuğuna istediğin adı koy.” derdi. Bu andan itibaren o kimse çocuğun babası olur ve babalığı ret edemezdi.

Serbest Birleşme: Bazı kadınlar bütün erkekleri kabul ederler ve kapılarına bayrak asarlardı. Bir çocuk doğurunca bütün müşterilerini toplar ve “kaif” denilen bir kimse çocuğun babasının kim olduğunu tayin ederdi. Artık o kimse çocuğun babası olurdu.

Nikah-ı Bedel: İki erkeğin karılarını muayyen bir müddet için değiştirmeleridir.

Nikah-ı Hıdn: Erkek muayyen bir bedel karşılığında birkaç gün birlikte yaşamak için kadınla anlaşırdı. Bu bir nevi metres hayatı şeklinde olan bir birleşmeydi.

Deneme Evlenmesi: Kadının muayyen bir dostu varsa ve bundan bir çocuk doğurmuşsa, beyanı üzerine kadın o kimseye nikâhlanırdı. Bu bir çeşit deneme evlenmesiydi.

Muvakkat nikâh: Şahitler huzurunda belli bir süre için evlilik ifade eden sözlerle yapılan nikâha denir. Bu nikâh muvakkatlık sebebiyle geçersizdir. (krş. Binaye, 4/101)

İlave bilgi için tıklayınız: 

Dini nikahın şartları...

31 Müslüman bir kadının, Ehl-i kitapla evlenmesini yasaklayan hangi ayettir?

İslam’ın bütün hükümlerini Kur’an’da görmeye kalkışanlar, dinin en az üçte ikisini rafa kaldırmış olurlar. Böyle bir yargı, binlerce İslam alimlerinin ortak vurgusudur. Bu sebeple, “ayette açıkça yasaklanmamıştır” diyerek Müslüman bir kadının ehlikitap bir erkekle evlenebileceği sonucuna varırsak, İslam’ın yüzlerce hükmünü aynı gerekçeyle değiştirmemiz gerekir. Bunun din açısından ne kadar vahim bir şey olduğu ortadadır.

İslam alimleri aşağıdaki ayetlerin ifadelerinden hareketle, “Müslüman bir kadının ehlikitap bir erkekle evlenemeyeceği” sonucuna varmışlardır:

1) “Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin! Mümin bir cariye, hoşunuza giden hür bir müşrik kadından daha hayırlıdır! Mümin kadınları da onlar iman etmedikçe, müşriklere nikâhlamayınız; mümin bir köle hoşunuza giden hür bir müşrikten daha hayırlıdır. Müşrikler sizi cehenneme davet ederler. Allah ise sizi kendi izniyle, cennete ve mağfirete dâvet eder ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye ayetlerini insanlara açıklar.” (Bakara, 2/221).

2) Ey iman edenler! Mümin hanımlar size katılmak üzere hicret etmiş olarak geldiklerinde onları imtihan edin. Gerçi Allah onların imanlarını pek iyi bilir. Ama siz de onların mümin olduklarını anlarsanız, artık onları kâfirlere geri göndermeyin.” (Mümtahine, 60/10).

Bu ayetlerde “mümin kadınların müşriklerle evlenemeyeceği” hükmünü ortaya konmuştur. Alimler bu iki ayetten şu hükümleri çıkarmışlardır:

a. Burada açıkça müşriklerden söz edilmiş olsa bile, ilk ayette yer alan “Müşrikler sizi cehenneme dâvet ederler”  mealindeki ifadeden “mümin kadınların müşrikler yanında ehlikitaptan olan erkeklerle de evlenemeyeceği” hükmünü algılamak gerekir. Çünkü, ailede erkek daima yönlendirici, yönetici ve reis hükmünde olduğundan kadınların dinlerini değiştirmelerine sebep olma ihtimali kuvvetlidir. (Fetevâ-i Hindiye 11/330)

b. “Allah, müminlerin âleyhine kâfirlere asla bir yol vermeyecektir.” (Nisa, 4/141) mealindeki ayetin ifadesinde de kâfirlerin Müslümanlara hâkim olmaları yasaklanmıştır. Erkek kadın üzerinde bir nevi hâkim olduğuna göre, Müslüman kadının kâfir erkeklerle evlenmesinin caiz olmadığına da bir delildir.(bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 7/152).

c. Ayrıca, ailenin huzur ve barışında en büyük âmil, eşlerin fikir ve düşünce planında uyum içerisinde olmalarıdır. Hatta İslam’da eşler arasında denkliğin aranması, âlideki bu huzur ve barışı sağlamaya yöneliktir. Bu denkliğin en önemlisi, fikir ve düşünce planında akisleri bulunan dini düşünce ve inançlardır. Konuya bu açıdan bakıldığında, İslam’da Müslüman erkeğin ehlikitap kadınla evlenmesine ruhsat verilmesine karşılık, Müslüman kadının ehlikitap bir erkekle evlenmesine ruhsat verilmemesinin hikmetini de anlamış olacağız. Çünkü Müslüman koca, ehlikitaptan olan eşinin -Allah’a, ahirete, peygamberlere, meleklere, kadere iman gibi- inancının temel esaslarını kabul etmektedir. Bu açıdan hanımının temel inançlarına ters düşecek bir yolu takip etmez ve ailenin huzur ve barışını zedeleyecek bir tutum içine girmez. Halbuki, ehlikitaptan bir koca, Müslüman eşinin inandığı en temel inancı olan Hz. Muhammed (a.s.m)’in peygamberliğine, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna inanmadığı için, aile huzurunu bozacak tutumlar içerisine girme ihtimali çok kuvvetlidir.(krş. Zuhaylî, 7/153).

Diğer taraftan Hristiyan bir kadının evlendiği Müslüman erkek, Hristiyan olan eşinin kitabını, peygamberini inkar etmediği gibi, aksine tasdik ediyor, hürmet ve saygıda asla kusur göstermiyor. Böylece Hıristiyan kadın evlendiği Müslüman erkekte dini açısından bir aşağılanmaya ve saygısızlığa maruz kalmıyor. Bir kaybı da söz konusu olmuyor.

d. “Edille-i şer’iye” olarak ifade edilen ve şer’î bir hükmün belirlenmesinin mekanizmalarından biri de İcmadır. Yani Alimlerin bir konudaki, ittifaklarıdır. Müslüman bir kadının gayrımüslim bir erkekle evlenmesinin caiz olmadığına dair ümmettin icmaı vardır.(bk. Zuhaylî, a.g.e, 7/152).

Hz. Ömer (ra) bu konuda şunları söylemiştir:

“Müslüman bir erkek Hristiyan (ehlikitap) bir kadınla evlenebilir, fakat Müslüman bir kadın Hristiyan (ehlikitap) bir erkekle evlenemez.” (bk. Taberî, Bakara, 2/221. ayetin tefsiri).

Hz. Cabir’den gelen rivayete göre, Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Biz ehl-i kitabın kadınlarıyla evlenebiliriz, fakat onlar Müslüman kadınlarla evlenemezler.” (bk. Taberî, a.g.y)

Bu hadisle ilgili kısa bir değerlendirme:

Hadisi Hasan-ı Basrî Hz. Cabir'den aktarmıştır. Oysa, onun Cabir’den hadis duymadığı yolunda âlimlerin beyanları vardır. Bu sebeple Taberî “Hadisin senedinde bir şey olsa bile, alimlerin bu konudaki icmaı bunun doğruluğunu desteklemektedir.” demiştir (bk. a.g.y).

Fakat, Taberî tefsirinin tahkik ve talikini yapan büyük hadis alimi, Ahmed Muhammed  Şakir, İbn Cerir’in bu sözlerini değerlendirirken şu görüşlere yer vermiştir:  Hişam b. Hisan’ın Hasan (Basrî) yoluyla Hz. Cabir’den hadis rivayet etmesi, Hasan’ın Cabir’den bizzat hadis işittiğine dair yeterli bir delildir.

Kaldı ki, Hz. Cabir’den -bu merfu hadisin yanında- mevkuf olarak gelen sahih bir rivayet de söz konusudur. İmam Şafii (Ümm, 5/6) ve  Beyhakî, (7/172) de Cabir’den bu hadisi mevkuf olarak aktarmıştır.

Özetle söylemek gerekirse, Müslüman bir erkek Müslüman veya ehlikitap olan bir kadınla evlenebilir. Müslüman bir kadın ise sadece Müslüman olan bir erkekle evlenebilir. Allah’ını Peygamberini bilen ve seven hiçbir Müslüman kadın, Kitap’ını, Peygamber’ini inkar ederek kendisini aşağılamış olan bir erkekle evlilik yapmaya kendini mecbur duruma düşürmemeli, geçersiz bir evlilik yapmaya mahkum hale gelmemelidir. 

Müslüman olmayan bir erkek eğer Müslüman olursa, o takdirde Müslüman bir kadının onunla evlenmesi helal olur.

32 Niçin kadının birden fazla erkekle evlenme hakkı yoktur?

Kur'an-ı Kerim bize öncelikle tek eşliliği tavsiye etmektedir. Ancak şartlar gereği birden fazla evliliğin gerekli olduğu durumlarda adaletli olmayı emretmektedir.

Ayrıca İslam birden ikiye üçe çıkarmamış, daha yüksek sayılardan aşağıya çekmiştir. Kadın neslinin erkeklere göre fazla olması da kadınlara meşru yoldan bir yol açılmış oluyor.

Diğer taraftan erkeğin uzun müddet yaşlılık yıllarına kadar cinsel arzusunun devam etmesi, kadının hem arzularının erken kesilmesi hem de ayın belli zamanlarında adet halinde olması ve bazen hamile kalarak uzun müddet cinsel ilişkiye girememe gibi durumlar dikkate alınınca, olayın boyutları daha iyi anlaşılacaktır.

Dini hükümlerin bir kısmı taabbudi dediğimiz akla tabi olmayan ve aklın değil teslimiyetin hakim olduğu kurallar manzumesidir. Mesela sabah namazının iki, öğle namazının dört rekat olması akla tabi olan bir mesele değildir. Tamamıyla Allah’ın istediği bir şeydir. Bir kısmı ise, makul-ul mana dediğimiz tamamıyla mantık ve ilim ile hikmetin bulunduğu kısımdır. Bu kısımda bir Müslüman alim veya bilim adamı, kendi ihtisas alanı içerisindeki bir İslami meseleyi tartışabilir, fikir beyan edebilir veya mantık yürütebilir. Mesela "domuz eti neden haram kılınmıştır, içki neden haram kılınmıştır v.s." gibi meseleleri ilim ve hikmet düsturu ile açıklayabilir. Mantığa dayalı olan ikinci kısım taabbudi kısma göre daha geniştir. Bu durumda sorduğunuz soruya “Allah böyle irade ettiği için.” deriz.

Bir kadın ve erkeğin birleşmesinden meydana gelen çocuğun annesi bellidir; fakat babası belli olmasa nesiller karışır. Şayet bir kadın birkaç erkekle evlilik yapsa o zaman doğan çocuğun kime isnat edileceği belli olmaz. Düşünün bir kadının dört tane kocası var. Hepsi de kadınla yakınlık kuruyor. Doğacak çocuk kime ait olacak. Anne bir baba dört tane. Düşünülebilir mi böyle bir şey. En önce kadınla yakınlık kuran baba oldu diyelim, diğerleri, çocuk doğuncaya kadar ne yapacak? Bütün bunlar bir neslin karışması değil sadece, erkeklerin kavgası, kadınların da perişan olması demektir. Bu sadece bir hikmettir. Bununla beraber binlerce hikmetler olabilir. Fakat bütün bu hikmetler illet dediğimiz Allah’ın emri yerine geçemez. Yani bu çocuğun kime ait olduğu belli olsa ve tıp böyle bir ilerleme kaydetse, bir kadının birden çok erkekle evliliği caiz olur mu? Elcevap hayır. Çünkü, Allah bir kadının bir erkekle evlilik yapabileceği emrini vermiştir;(bk. Nisa, 4/24) binlerce hikmet bu emr-i ilahiyi kaldırmaz.

Allah kadına ait olma, birilerine bağlanma duygusu vermiştir. Erkeğe ise sahib olma, birilerini kendine bağlama duygusu vermiştir. O nedenle kadının erkek gibi davranıp birkaç erkeği nikahına alması onları idare etmesi düşünülemez, bu onun tabiatına aykırıdır. Bu fıtratın muktezası olarak pek az ilkel kabileler dışında tarih boyunca erkekler çok evlilik yaptığı halde kadınlar birden fazla erkekle evlenmemiştir.

33 Evlenmenin hükmü nedir?

Evleneceklerin durumuna göre nikâhın hükmü farz, vacib, sünnet, haram, mekruh veya mübah kısımlarına ayrılır:

1. Evlenmediği taktirde zinaya düşeceği kesin olan kimsenin -mehri verecek ve eşinin geçimini sağlayacak durumda ise- evlenmesi farzdır.(Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı, 9/29)

2. Yine evlenmezse zinaya düşme tehlikesi bulunan kimsenin -mehir ve nafakayı sağlayacak durumda ise- evlenmesi vacibtir. Hanefiler dışındaki çoğunluk farz ve vacib arasında bir ayırım yapmaz (İbnül-Hümâm, Fethu'l-kadir, II/342; el-Kâsânî, el-Bedâyî', II/260 vd.).

3. Evlenince, eşine zulüm yapacağına kesin gözüyle bakılan kimsenin evlenmesi haramdır.

Hem zinaya düşme, hem de eşine zulüm yapma korkusu bulunan kimsede haramlık yönü tercih edilir. Çünkü bir konuda helâl ve haram birleşince, prensip olarak haram üstün tutulur ve ondan kaçınmak gerekir. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyurulur.:

"Evlenmeye güç yetiremeyenler, Allah kendilerine fazlu kereminden zenginletinceye kadar iffetlerini korusunlar." (Nûr, 24/33)

4. Eşine zulüm yapacağından korkulan kimsenin evlenmesi mekruhtur (el-Mevsılî, el-İhtiyâr, III/82).

5. Cinsel bakımdan itidal halde bulunanların evlenmesi sünnettir.

İtidal; evlenmezse zinaya düşeceğinden korkulmayan, evlenirse de eşine zulüm yapacağından endişe duyulmayan kimsenin halidir. Toplumda çoğunluğun bu durumda olması asıldır. Yukarıda zikrettiğimiz, evlenemeyen gençlere oruç tutmayı tavsiye eden, evlilik konusunda aşırı çekimser kalmağa karar veren üç sahabeyi uyaran hadisler bunun delilidir.

Diğer yandan Hz. Peygamber (asm) ve ashab-ı kiram evlenmişler ve onlara uyanlar da bu sünneti sürdürmüşlerdir. Tercih edilen görüş budur (bk. el-Fetâvâl-Hindiyye, I/267).

İmam Şâfiî'ye göre ise, bu durumda evlenmek mubahtır. Evlenmek veya bekâr kalmak caiz olur. O'na göre, vakitlerini ibadete ayırmak ve ilimle uğraşmak evlilikten daha üstündür. Dayandığı deliller şunlardır: Cenab-ı Hak Yahyâ peygamberi şu sözlerle övmüştür:

"...efendi, nefsine hakim, iffetli,.." (Âl-i İmrân, 3/39).

Ayetteki hasûr ifadesi; gücü yettiği halde kadınla cinsel temas kurmayan kimse anlamına gelir. Evlilik daha üstün olsaydı, bunu terketmek övülmezdi. Çoğunluk fakihler bu örneğin daha önceki şeriat uygulaması olduğunu, İslâm ümmetini bağlamadığını söylemişlerdir.

İmam Şâfiî'nin diğer bir delili şu ayettir:

"Haram olanlar dışındaki kadınlar, onları mallarınızdan harcayarak almak, onlarla evlenmek ve zinâ etmemek şartıyla size helal kılındı." (Nisâ, 4/24).

Bir şeyin helal olması mübah olması demektir. Çünkü bu iki kelime birbirinin eş anlamlısıdır. Diğer yandan evlilik, kişiye cinsel yönden yarar sağlar. Yararına olan bir işi yapmak ise bir kimseye vacib olmaz. Böylece evlilik yeme, içme, alışveriş gibi mübah olan muamelelerdendir.(1)

İlave bilgi için tıklayınız:

Evlenmeyi Düşünenlere...

(1) bk. ez-Zühaylî, el Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VII/33, 34; İbn Hacer el-Askalânî, Bülûğul-Merâm min Edilletil-Ahkâm, Terc. Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1967, II/228 vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 183, 184.

34 İkinci evliliğin şartları nelerdir?

Erkeğin, evlenmek istediği zaman hanımına haber vermesi veya ondan izin alması nikahın geçerliliği açısından şart değildir. Ama aile huzurunun temini için böyle bir niyeti olan erkeğin hanımına haber vermesi ve bu işi gizli yapmaması tavsiye edilir.

Birden fazla evlenmeyi düşünen erkek, eşler arasında davranış, geceleme, adalet, giyim, ihtiyaçları giderme ve diğer konularda aralarında hiç bir fark gözetmeyeceği konusunda kesin kararlı ise ve ikinci bir evliliğe ihtiyaç hissediyorsa evlenmesi caizdir. Yoksa caiz değildir. Eğer bu şartlara riayet etmezse haram işlemiş ve kul hakkına tecavüz etmiş olur.

Allah Kur'an-ı Kerim'de birden fazla evliliğe müsaade etmiştir. Ancak adaletli olunamayacak durumlarda tek evliliğin yapılmasını istemiştir. Bu nedenle zorunlu olmadıkça birden fazla evliliğin doğru olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü birden fazla evlilik durumunda eşit davranmanın nerdeyse imkansız olduğunu, en azından çok zor olduğunu ve her erkeğin işi olmadığını görmekteyiz.

Bununla beraber, ikinci bir evliliğin zorunlu olduğunu düşünen birisinin de şahitler yanında nikah kıyabileceğini ve akrabalarına haber vermesinin farz olmadığını ifade edelim.

Çok eşlilik İslam'ın getirdiği bir sistem değildir. İslam öncesi dünyada yaygın olan ve sınır tanımayan bir şekildeydi. Kadının zaten hiçbir konuda fikir beyan etmesi bile mümkün değildi. İslam dini böyle bir ortamda ortaya çıktı ve bu çok eşliliği 20-30'dan dörde indirdi. Buna da çeşitli şartlar getirdi. Bu konuda eşler arasında adaletin yapılması gibi ağır şartlar getirdi. Aksi takdirde bir hanımla evlenmenin daha sağlıklı olacağını tavsiye etti.

İslam dininin çok evliliğe ruhsat vermesinin önemli hikmetleri vardır. Toplumlarda azımsanmayacak derecede var olan hastalık, iki cins arasındaki nüfus orantısızlığı gibi faktörler bu hikmetlerden bir kaçıdır. Örneğin, Batı medeniyetinde, hanımı felç de geçirse, deli de olsa, bir erkek ikinci bir hanımla evlenemez. Bu sebeple de gayrimeşru yolların kapısını açmak zorunda kalmıştır.

Genellikle erkekler savaşa katılırlar. Bu savaşlarda erkeklerin ölmesi ve özellikle ahir zamanda, bir hikmete binaen doğumlarda kız çocukların sayısının daha fazla olması, kadınların ister istemez bekâr kalmasına sebep olmaktadır. İşte, gerek ağır ve müzmin hastalıklar sebebiyle olsun, ister kızların sayıca daha fazla olmasından dolayı olsun, bazen çok evlilik zorunlu hale gelebilir. Aksi takdirde, aile yuvası bir yandan erkek için cehenneme dönerken, diğer yandan birçok kadın, bu kutsal evlilik hakkından mahrum kalır. Bu ise, toplusal barışı zedelediği gibi, ahlâkı da deforme eder.

İşte İslam'ın çok evlilikle ilgili verdiği ruhsat bu yaraları tedavi etmeye yöneliktir.

Bu asırda, mümkün oldukça, fertlerin tek evlilikle yetinmeleri daha uygundur. Onları zulümden, mutsuzluktan, hukukî yönden illegal eş ve çocuklarının haklarını zayi etmekten korur.

Çok evlilik söz konusu olduğu takdirde, formel hukuk açısından eski eşinden izin alması gerekmiyorsa da, ailede saygı ve sevginin devamı adına böyle bir izin ve rızanın alınması daha uygun düşer.

İlave bilgi için tıklayınız:

Çok evliliğin şartları nelerdir?

35 Fıkıhta evlilik yaşı kaçtır? Büluğ yaşına gelmeyen çocuk evlenebilir mi?

Islam'da evlenmenin faydaları olarak, huzur bulmak (Rûm 30/21), insan neslini sürdürmek,

"Evlenin, çogalın. Çünkü ben kıyamet günü sizinle diğer ümmetlere övüneceğim." (Hindî, XVI/276)

ve kendini haramdan korumak, (Hadîs için bk. Tirmizî, nikâh 1: Nesâhî, siyâm 43; Buhârî, savm 1, nikâh, 2,3) gösterildiğine göre, bunlardan birinin gerektiği, ya da ihtiyaç duyulduğu yaş, evlilik için tavsiye edilecek yaştır.

Erginlikle Allah'ın insanda bir takım fizyolojik, psikolojik değişiklikler husule getirmesi, artık bu işe başlanılabileceğinin işareti olmalıdır. Yukarıda zikredilen üç fayda, ya da sebebe, içinde yaşamları toplumun karakterinin (Islâm toplumu, cahiliyyet toplumu gibi) ve çevre şartlarının da etki edeceğini de düşünerek, bu yaşı herkesin kendisinin tesbit etmesi gerekir. Ergin olduktan sonra, olabildiğince erken evlenme, dînen de tıbben de tavsiye edilmiştir. (Sibâî, el-Mer'a 59 vd.)

İlave bilgi için tıklayınız:

Kızların kaç yaşında evlenmeleri uygundur? Hz. Aişe kaç yaşında ...

36 Nişanlıyken cinsi münasebette bulunmak zina sayılır mı?

Nişan, nikah değildir. Nişanlıyken nikahsız ilişkiye girmek zinadır.
 
Çiftlerin ilişkilerinin mübah olması için nikah bağının olması şarttır. Nişanlılık süreci evliliği netice verebildiği gibi ayrılmayı da netice verebilmektedir. O zaman istennmeyen mağdururiyetler yaşanmaktadır. Özellikle kızlar açısından...

İlave bilgi için tıklayınız:

Nişanlılık döneminde nasıl davranmak gerekir?

37 Tesettürsüz bir bayanla evlenmek caiz midir?

Tesettürsüz bir kızla evlenmek caizdir. Yani İslam'a uygun bir giyim şekli olmayan kadınla yapılan nikâh geçerlidir. Çünkü, nikâhın şartları arasında "kadının tesettüre uygun örtünmesi" diye bir kural yok. Ama eşinin tesettürlü olmasına önem veren bir insan için ilerde problem olabilir. Ve bu boşanma sebebi olabilir.

Bazen problemleri zamana havale edersiniz, tedrici olarak, yani üstüne fazla gitmeden yavaş yavaş kendi seyrinde ve olgunluğunda çözümlenir.

Bazı problemler de vardır ki, zamana havale etmek çare olmaz, teşhisini yapar yapmaz çözümü için belli prensipleri çalıştırmak icap eder. İşte sualde geçen mesele bu ikinci sınıf probleme girmektedir. Şöyle ki:

- Açık olan bir hanım ya çalışıyordur, işi icabı hemen tesettüre girmesi mümkün gözükmemektedir. Evlenince işten ayrılacaktır, böylece örtünmeyi engelleyen durum zail olacaktır ve örtünecektir.

- Veya çevresi, ailevi durumu itibariyle birtakım engelleri tek başına aşamamaktadır, yahut mücadelede yeterli performansı gösterememektedir, netice itibariyle bir türlü arzu ettiği kıyafete girememektedir.

Bu iki halin dışında bir başka hal daha vardır: İleride, evlendikten sonra tesettüre gireceğini, sizin istediğiniz gibi giyinip kuşanacağına söz veren kişi, bir kere bu konuda sizin kadar hassas ve bilinçli değildir. Tesettürü, olsa da olur olmasa da olur, gibi bir yaklaşımla yanlış bir değerlendirmeye tabi tutmaktadır.

Böyle bir insanla müşterek bir hayata “evet” demek beraberinde birtakım geçim riskleri getireceğinden, teşebbüs etmemek en güzelidir. Çünkü evlilikte en başta gelen husus, inanç ve düşüncede birlik ve ortaklıktır. Diğer şartlar zamana bırakılabilir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

Evlilik konusunda tavsiyeleriniz nelerdir?..

38 Sadece resmî nikâh yeterli midir? Sadece resmî nikâhı olanlar Allah katında evli sayılır mı?

Nikâh, dinî bir müessesedir ve belli şartları vardır. Aynı şart ve esaslar resmî nikâhta, yani belediye memuru tarafından kıyılan nikâhta mevcutsa, nikâh nikâhtır. Ancak şart ve esaslara dikkat edilmiyor, hattâ kaale alınmıyorsa mesele değişir, nikâha gölge düşebilir. Şöyle ki:

Resmî nikâhta evlenecek kişiler evlendiklerine dair ifadelerini açıkça belirtiyorlar. Ancak bu ifadelerin kesinlik bildirmesi gerekir. Başka türlü bir yoruma müsait olmamalıdır.
Bir diğer önemli nokta, şahitlerin Müslüman olması ve iki şahitten birisinin erkek olmasıdır. Oysa medeni hukukta şahidin T.C. vatandaşı olması kâfi geliyor.

Evlenecek taraflar süt kardeşi olmamalıdır. Oysa resmî nikâhta bu husus araştırılmadığı gibi, memur tarafından da sorulmuyor.

Müslüman bir hanım gayri müslim bir erkekle evlenemez. Halbuki yürürlükte olan mevzuatta bu meseleye dikkat edilmiyor, memur sormaya gerek duymadan nikâhı kıyıyor.

Bu mahzurlar söz konusu değilse, sadece resmî nikâhla da helâllik mümkün olur. Zaten nikâhın rüknü: iki şahit huzurunda tarafların birbirlerini karı-koca olarak kabul etmeleridir.

Ancak bütün bunlarla birlikte İslâmî ölçüler çerçevesinde nikâh akdini ihmal etmemeli, yaptırmalıdır.

(Mehmed PAKSU, Aileye Özel Fetvalar)

39 Resmi nikah olmadan sadece imam nikahı geçerli mi? Kanunların tanımadığı, resmi geçerliliği olmayan ve çok büyük istismarlara sebeb olan imam nikahı yaptırmak doğru mudur, günümüzde bunla evlilik olur mu?

Bu şekilde bir nikah yapmak doğru değildir. Gerek aile gerekse kadın açısından bazı mahsurları vardır; telafisi mümkün olmayan zararlara sebep olmaktadır...

Ama şahitler huzurunda, nikahın şartlarına uygun olarak nikah yapmak da geçersizdir denmez. Ve bu şekilde nikahlanan taraflara zina yapıyor denmez.

İlave bilgi için tıklayınız:

Bir kızın anne ve babanın rızası olmadan bir erkekle nikah kıyması doğru mudur; bu nikahın geçerliliği var mıdır? Resmi ve dinî nikah konusunu açıklar mısınız?..

40 Sadece resmi nikah yeterli midir. Dini nikah yapmak şart mı? Sonra dini nikah yapılabilir mi?

Nikahın bazı şartları vardır. Bu şartlara uyulduğu takdirde resmi nikah geçerlidir.

Nikâh dinî bir müessesedir ve belli şartları vardır. Aynı şart ve esaslar resmî nikâhta, yani belediye memuru tarafından kıyılan nikâhta mevcutsa nikâh nikâhtır. Ancak şart ve esaslara dikkat edilmiyor, hattâ dikkate alınmıyorsa mesele değişir, nikâha gölge düşebilir. Şöyle ki:

- Resmî nikâhta evlenecek kişiler evlendiklerine dair ifadelerini açıkça belirtiyorlar. Ancak bu ifadelerin kesinlik bildirmesi gerekir. Başka türlü bir yoruma müsait olmamalıdır.

- Bir diğer önemli nokta, şahitlerin Müslüman olması ve iki şahitten birisinin erkek olmasıdır. Oysa günümüzde uygulanan medeni kanunda şahidin T.C. vatandaşı olması kâfi geliyor.

- Evlenecek taraflar süt kardeşi olmamalıdır. Oysa resmî nikâhta bu husus araştırılmadığı gibi, memur tarafından da sorulmuyor.

- Müslüman bir hanım gayri müslim bir erkekle evlenemez. Halbuki yürürlükte olan mevzuatta bu meseleye dikkat edilmiyor, memur sormaya gerek duymadan nikâhı kıyıyor.

Bu mahzurlar söz konusu değilse, sadece resmî nikâhla da helâllik mümkün olur. Zaten nikâhın rüknü: iki şahit huzurunda tarafların birbirlerini karı-koca olarak kabul etmeleridir.

Ancak bütün bunlarla birlikte İslâmî ölçüler çerçevesinde nikâh akdini ihmal etmemeli, yaptırmalıdır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Dini nikahın şartları hakkında bilgi verir misiniz? Dini nikah nasıl kıyılır?

41 Nişanlılık döneminde dini nikah geçerli midir? Nişanlılar birbirine yakınlaşması caiz mi?

Nişanlılık döneminde kıyılan imam nikahı ile taraflar birbirleriyle dinen evli oldukları için yalnız kalmaları ve yakınlaşmaları caiz olur.

Bu konularda bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken şeyler vardır:

Şahitler huzurunda dini nikah yapmak caizdir. Ancak resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından, dini nikahın yanında resmi nikahın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikahların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikah üzerinde ısrarla durulmuştur.

Yalnız kalınca günah işlemiş olmamak için dini nikahı tercih ediyorlar. Halbuki daha sonra telafisi çok zor durumlarda kalabiliyorlar.

Bir kadın ve erkek şahitler huzurunda nikahlansalar, karı koca sayılacaklarından, erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Bu açıdan çok tehlikelidir. Nitekim bize bu konuda onlarca soru geliyor:

"Ben bir erkekle dini nikah kıydırmıştım. O beni boşamıyor ne yapayım?"

"Ben dini nikahtan boşanmadan başkasıyla evlendim. Zina sayılır mı?"

gibi tüyler ürperten pek çok problemle karşılaşıyoruz. Bu açıdan her ne kadar gizli olarak şahitler huzurunda nikahlanmak caiz ise de sonunda telafisi imkansız olaylar olabiliyor. Bu nedenle resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını asla doğru bulmuyoruz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Nikahlı olarak nişanlı kalmak hakkında bilgi verir misiniz? Sakıncaları nelerdir?..

42 Erkekler birden fazla kadınla evlendiği hâlde, kadınlar neden birden fazla erkekle evlenemiyor?

Kur'an-ı Kerim bize öncelikle tek eşliliği tavsiye etmektedir. Ancak şartlar gereği birden fazla evliliğin gerekli olduğu durumlarda adaletli olmayı emretmektedir.

Ayrıca İslam evliliği birden ikiye üçe çıkarmamış, daha yüksek sayılardan aşağıya çekmiştir. Kadın neslinin erkeklere göre fazla olması da kadınlara meşru yoldan bir yol açılmış oluyor.

Diğer taraftan erkeğin uzun müddet yaşlılık yıllarına kadar cinsel arzusunun devam etmesi, kadının hem arzularının erken kesilmesi hem de ayın belli zamanlarında âdet halinde olması ve bazen hamile kalarak uzun müddet cinsel ilişkiye girememe gibi durumlar dikkate alınınca, olayın boyutları daha iyi anlaşılacaktır.

Dini hükümlerin bir kısmı "taabbudi" dediğimiz, akla tabi olmayan ve aklın değil teslimiyetin hakim olduğu kurallar manzumesidir. Mesela, sabah namazının iki, öğle namazının dört rekat olması akla tabi olan bir mesele değildir. Tamamıyla Allah’ın istediği bir şeydir.

Bir kısmı ise, "makul-ul mana" dediğimiz, tamamıyla mantık ve ilim ile hikmetin bulunduğu kısımdır. Bu kısımda bir Müslüman âlim veya bilim adamı, kendi ihtisas alanı içerisindeki bir İslami meseleyi tartışabilir, fikir beyan edebilir veya mantık yürütebilir. Mesela, domuz eti neden haram kılınmıştır, içki neden haram kılınmıştır vs. gibi meseleleri, ilim ve hikmet düsturu ile açıklayabilir. Mantığa dayalı olan ikinci kısım "taabbudi" kısma göre daha geniştir. Bu durumda sorduğunuz soruya “Allah böyle irade ettiği için.” deriz.

Bir kadın ve erkeğin birleşmesinden meydana gelen çocuğun annesi bellidir; fakat babası belli olmasa nesiller karışır. Şayet bir kadın birkaç erkekle evlilik yapsa, o zaman doğan çocuğun kime isnat edileceği belli olmaz. Düşünün bir kadının dört tane kocası var. Hepsi de kadınla yakınlık kuruyor. Doğacak çocuk kime ait olacak?.. Anne bir baba dört tane. Düşünülebilir mi böyle bir şey. En önce kadınla yakınlık kuran baba oldu diyelim, diğerleri, çocuk doğuncaya kadar ne yapacak? Bütün bunlar bir neslin karışması değil sadece, erkeklerin kavgası, kadınların da perişan olması demektir. Bu sadece bir hikmettir. Bununla beraber binlerce hikmetler olabilir.

Fakat bütün bu hikmetler "illet" dediğimiz Allah’ın emri yerine geçemez. Yani bu çocuğun kime ait olduğu belli olsa ve tıp böyle bir ilerleme kaydetse, bir kadının birden çok erkekle evliliği caiz olur mu? Elcevap hayır. Çünkü, Allah bir kadının bir erkekle evlilik yapabileceği emrini vermiştir. Binlerce hikmet bu emr-i ilahiyi kaldırmaz.

Allah kadına ait olma, birilerine bağlanma duygusu vermiştir. Erkeğe ise sahib olma, birilerini kendine bağlama duygusu vermiştir. O nedenle kadının erkek gibi davranıp birkaç erkeği nikahına alması onları idare etmesi düşünülemez, bu onun tabiatına aykırıdır. Bu fıtratın muktezası olarak pek az ilkel kabileler dışında, tarih boyunca erkekler çok evlilik yaptığı halde, kadınlar birden fazla erkekle evlenmemiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kadın neden birden fazla eş ile evlenemez?

43 Vekâletle nikâh hakkında detaylı bilgi verir misiniz?

1. Nikâh için telefonda vekâlet vermek caizdir. Evlenecek bayanın:

"Beni falanca adamla evlendirmesi için filanca adamı vekil tayin ediyorum / ettim."

demesi yeterlidir. Ancak evlenecek bayan, Şafii mezhebinde ise, kendisi vekâlet veremez. Bu vekâleti kadının babası, yoksa erkek kardeşi, o da yoksa yakınlık sırasına göre erkek bir velisinin vekâlet vermesi gerekir. Bu takdirde o erkek:

"Velisi bulunduğum falanca kızımızı, filanca kimseyle evlendirmesi için şu adamı vekil tayin ettim."

diyecektir. Her iki durumda da vekâleti alan kimse kısaca şöyle diyecektir:

"Ben de bana verdiğiniz vekâleti aldım kabul ettim." 

2. Kadının yanında değil, vekâleti alan kimsenin yanında iki şahidin bulunması sünnettir.

Ayrıca vekâlet verildiği zaman, mehrin tayin edilmesi de uygun olacaktır. Bilindiği üzere, mehir nikâhın şartı değildir. Fakat mutlaka olması gereken bir vecibedir. Daha sonra, özellikle bir ihtilafın vukuunda sıkıntı çekmemek için nikâh esnasında mehrin belirlenmesinde fayda vardır.

3. İfade edildiği gibi, önce vekâlet verilecek, vekâlet alınacak, vekil olan kimse ile damat veya onun vekili arasında nikâh akdi yapılacaktır. Nikâhta iki şahidin bulunması şarttır.

Türkiye'de resmî nikâh olmadan imam nikâhının kıyılması yasaktır. Aslında bu, hakları korumak için de önemli bir şeydir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- Bir kızın anne ve babanın rızası olmadan bir erkekle nikâh kıyması doğru mudur; bu nikâhın geçerliliği var mıdır? Resmi ve dinî nikâh konusunu açıklar mısınız?..

44 Hürmet-i müsâherede şehvetle dokunmanın, bakmanın ölçüsü nedir?

İslâm hukukunda bir tartışma mevzuu olan ve mezhepler arasında farklı şekilde mütâlâa edilen evlenmeye mâni bir hâl olan "sıhriyet, müsaheret", netice itibariyle, "hurmet-i müsahere" iyi bilinmediği, tam araştırılmadığı zamanlarda, birtakım yanlış anlamaya ve hatalı hükme varmaya sebep olabilmektedir.

Biraz mahrem olan, fakat bilinmesi gereken bu husustaki dinî bâzı bilgileri hatırlattıktan sonra esas mevzuya geçelim.

Bilindiği gibi, evliliğe mâni haller, insanın annesi, kızı, halası, teyzesi gibi yakın akrabalar; emilme yoluyla meydana gelen yakınlık; bir de evliliklerden sonra teşekkül eden akrabalıktır ki, buna "sıhriyet, müsaheret" denmiştir. Yâni, akrabalığa benzeyen bir yakınlık, bir vasıftır.

Esas itibariyle sıhriyet yoluyla meydana gelen haramlık şu dört sınıfta toplanır:

1) Baba ve dedelerin hanımları olan üvey anne ve üvey nineler.
2) Çocuk ve torunların hanımları olan gelinler.
3) Hanımın anne-babaları olan kayınvalide-kayınpederler.
4) Üvey kızlar.

Bir insan, bu sınıfa girenlerle hiçbir şekilde evlenemez.

Müsaheret yoluyla haramlık, diğer bir ifâdeyle hurmet-i müsahere sahih akid denilen meşru nikah yoluyla olduğu gibi, mut'a nikâhı gibi fasit akidle ve zina yoluyla da sabit olur. Bu haramlık aynı zamanda dokunma ve bakma yoluyla da meydana gelmektedir.

Bu mesele Hanefî mezhebine göre şöyledir:

A. Zina yoluyla meydana gelen haramlık:

Bir insan bir kadınla zinada bulunursa, artık o insan o kadının kızları, torunları ve annesiyle evlenemez.

B. Dokunma yoluyla haramlık şu şartların bir arada bulunmasıyla meydana gelir:

     1. Erkek kadının bedeninin herhangi bir yerine dokunduğunda, dokunulan yerde elbise olmamalı, çıplak ten olmalı.

     2. Kadının üzerinde elbise bulunuyor, fakat dokunduğunda vücudun sıcaklığını hissediyorsa, elbise ince olduğu için sıcaklığına mâni olmuyorsa.

     3. Dokunma kadının saçına olmuşsa, bu dokunma sarkan saça değil de başın üzerindeki saça olmuşsa,

     4. Dokunmada şehevî hissin bulunması. Bu, erkekte âletinin hareketi, dikleşmesi; kadında ise kalbinin hareketi ve lezzet duymasıdır.

     5. Alınan lezzetin dokunmaya yakın olması. Dokunduktan sonra lezzet alıyor, şehevî hissi uyanıyorsa; bu, haramlığa sebep olmaz.

     6. Dokunulan kadının dokuz yaşından aşağı olmaması.

Bütün bu şart ve haller bir arada bulunursa haramlık sabit olur, aksi takdirde birinin olmamasıyla hurmet-i müsahere gerçekleşmez.

C. Bakma yoluyla haramlığın meydana gelmesi için şu şartların bulunması lâzımdır:

     1. Erkek, kadının tenasül uzvunun dâhiline bakmış olması; dış kısmına bakmasıyla haramlık sabit olmaz. Kadın da erkeğin tenasül uzvuna bakmasıyla haramlık meydana gelir. Fakat, gerek kadının, gerekse erkeğin birbirlerinin bedenlerinin diğer kısımlarına bakmalarıyla haramlık sabit olmaz.

     2. Gerek erkekte, gerekse kadında bakarken şehevî bir his bulunması -dokunmada olduğu gibi- şehevî hisse işaret olan hallerin mevcut olması gerekir.

     3. Birbirlerinin aynaya veya suya yansımış, aksetmiş olan uzuvlarının görüntüsüne bakmamış olması. Çünkü, aynadaki veya sudaki görüntüler hakiki olmadıkları için, haramlığa sebep olmaz. Fotoğraf ve filmdeki görüntüler de bu şekildedir.

     4. Şehevî lezzetin bakıldığı anda duyulmuş olması, baktıktan sonra meydana gelmiş olmamasıdır. Hurmet-i müsahere, kişinin kayınvalidesine yukarıdaki şartların bir arada bulunması hâlinde dokunduğu veya baktığı hallerde de meydana gelir. Yâni;

Hanefî mezhebine göre, bu durumda insanın hanımı kendisine ebedî olarak haram olur. Aynı şekilde bir insanın kadınlık vasfına hâiz olmuş olan kızına, bu şartların mevcut olmasıyla baktığında veya dokunduğunda yine hanımı kendisine ebedî olarak haram olur.

Bu bakma veya dokunmanın kasden, bilerek olmasıyla unutarak, yanlışlıkla, zorlama ve uyurken olması arasında bir fark yoktur. Yine bu hususta ayık ile sarhoş, büluğ çağına ermiş olanla, mürahik yani büluğ çağına gelmiş olan ve akıllı ile deli arasında da bir fark bulunmamaktadır.

Ayrıca haramlığı meydana getirecek şartların, yâni şehevî duygu ve belirtinin sâdece bir tarafta bulunması kâfidir. Her iki tarafta bulunmasına lüzum kalmaz. Yalnız bu meseleler Hanefî mezhebine göredir.

Hanbelî mezhebine göre, sâdece "birleşme" hurmet-i müsahereyi gerektirirken; Şafiî mezhebine göre zina, dokunmak veya bakmakla hiçbir şekilde hurmet-i müsahere gerçekleşmez. Mâliki'ye göre ise, ancak şehvetle elini, yüzünü öpmesi halinde haramlık sabit olur.(el-Mezâhibü'l-Erbaa, IV/63-68; Hukuk-u îslâmiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, II/92-96; İbni Âbidin. Reddü'l-Muhtar, II/278-248)

Bu meselede gerektiğinde bu mezhepler de taklid edilebilir. O görüşlerden istifâde edilebilir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

MUSAHARE.

45 Damadın, evlilik günü gelinin ayağını yıkaması diye bir rivayet var mıdır?

Kaynaklarda böyle bir hadise rastlayamadık. Yalnız evlilikleri zamanında Hz. Peygamber (asv)'in Hz. Ali (ra) ve Hz. Fatıma (r.anha)’ya su serptiğine dair rivayetler vardır.

Ancak orada “damadın evlilik günü gelinin ayağını yıkayıp evin dört bir yanına serpmesine dair” bir bilgi söz konusu değildir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Peygaberimiz (asv)'in, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın düğün gecesi onlara su serperek dua etmesi...

46 Resmi nikâh dini nikâh yerine geçer mi?

Nikâh, dinî bir müessesedir ve belli şartları vardır. Aynı şart ve esaslar resmî nikâhta, yani belediye memuru tarafından kıyılan nikâhta mevcutsa nikâh nikâhtır. Ancak şart ve esaslara dikkat edilmiyor, hatta kale alınmıyorsa mesele değişir, nikâha gölge düşebilir. Şöyle ki:

- Resmî nikâhta evlenecek kişiler evlendiklerine dair ifadelerini açıkça belirtiyorlar. Ancak bu ifadelerin kesinlik bildirmesi gerekir. Başka türlü bir yoruma müsait olmamalıdır.

- Bir diğer önemli nokta, şahitlerin Müslüman olması ve iki şahitten birisinin erkek olmasıdır. Oysa resmi mevzuatta şahidin T.C. vatandaşı olması kâfi geliyor.

- Evlenecek taraflar süt kardeşi olmamalıdır. Oysa resmî nikâhta bu husus araştırılmadığı gibi, memur tarafından da sorulmuyor.

- Müslüman bir hanım gayri müslim bir erkekle evlenemez. Halbuki yürürlükte olan mevzuatta bu meseleye dikkat edilmiyor, memur sormaya gerek duymadan nikâhı kıyıyor.

Bu mahzurlar söz konusu değilse, sadece resmî nikâhla da helallik mümkün olur. Zaten nikâhın rüknü: iki şahit huzurunda tarafların birbirlerini karı-koca olarak kabul etmeleridir.

Ancak bütün bunlarla birlikte İslami ölçüler çerçevesinde nikâh akdini ihmal etmemeli, yaptırmalıdır.

47 İmam nikâhı için abdest almak gerekir mi?

Nikâhta abdestli olmak şart değildir; nikahınız geçerlidir.

Oje tırnak üzerinde tabaka oluşturduğu için altına su geçirmemektedir. Bu da abdeste ve gusle manidir. Abdest ve gusül almak için tırnak üzerindeki ojeyi gidermeniz gerekir.

48 Zina sonucu doğan kızla babası evlenebilir mi?

Bir hakikati ifade etse bile, bazı üsluplar maalesef yapıcı olmaktan ziyade tahribat tarafları daha fazla oluyor. Bu konu da bunun canlı bir misalidir.

Pratiği olmayan, sırf teorik bir yönü üzerinde durulan ve ancak ilim meclislerinde konuşulması gereken bu konuyu, ilk defa medyada seslendirenlerin samimiyetinden kuşku duymaktayız.

Kur'an ve sünnetten anladıklarını yalnız -teorik olarak- ilmi mahfillerde açıklamış İslam âlimlerinden de -bu konuyu umuma açıklamak zorunda olduğumuzdan dolayı- özür diliyoruz.

Bu üzüntümüzü belirttikten sonra, şimdi konuyu İslam hukukçularının gözüyle görelim. 

Burada özellikle Ehl-i sünnetin dört mezhebinin görüşlerini ortaya koymaya çalışacağız. Tartışma konusunun özeti şudur:

Zinanın hukukî bir değer ifade edip etmemesi. Yani, zina fiilinden doğan sonuçlarla normal meşru nikâh fiilinden doğan sonuçların aynı olup olmaması.

Bu ilkeye bağlı olarak, zina fiilinin -İslam hukuku açısından- miras, sıhriyet, mahremiyete sebep olup olmayacağı, hangi kategoride yer alacağı hususu, bu dört mezhep âlimleri arasında tartışmalı bir konudur.

Örneğin, İmam Azam ve İmam Muhammed’e göre, kişi zina ettiği hamile kadınla evlenemez. Fakat başka birisi, bu zinadan gebe kalmış bir kadınla nikâh akdi kıyabilir. (Halbuki meşru nikâhtan hamile kalan kadın, doğum yapmadan onunla evlenmek caiz değildir). Buna mukabil İmam Ebu Yusuf ile İmam Züfer’e göre, zinadan da olsa hamile bir kadın çocuğu doğurmadan onunla evlenmek caiz değildir. (bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 7/149-150)

Konumuza gelirsek, bir kadınla evli olan kimsenin, o kadının usul ve furuuyla / kızıyla torunuyla, annesiyle, nenesiyle evlenmesi asla caiz değildir. Bu husus dört mezhebin ittifak ettiği bir konudur. Ancak, gayrimeşru bir fiilden doğan çocukların da buna dahil olup olmadığı hususunda farklı görüşler vardır:

Hanefi ve Hanbeli mezhebine göre, zina ile de olsa gerçekleşen cinsel ilişkilerden “hürmet-i musahere” meydana gelir. Buna göre, bir insan zina ettiği bir kadının annesiyle, kızıyla evlenemez. Yine, zina yoluyla kendisinden olan kızıyla evlenemez. Bu âlimlerin dayandıkları iki delil vardır:

Birincisi: Rivayet edilen şu hadistir:

Bir adam Resulullah (a.s.m)’a gelerek “Ben cahiliye devrinde bir kadınla zina etmiştim, şimdi onun kızıyla evlenebilir miyim?” diye sordu. Efendimiz: “Bunu uygun görmüyorum. Annesinden gördüklerini (yani avret yerlerini) kızından da görmen yakışmaz.” diye buyurdu. Bu hadiste, zinadan hürmet-i musaherenin olduğuna işaret edilmiştir.

İkincisi: Zina da meşru evlilik gibi çocuğun olmasına vesiledir. Öyleyse meşru nikâhla evli olduğunuz kadının kızıyla evlenmeniz caiz olmadığı gibi, zinadan meydana gelen çocukla da evlenmek caiz değildir. (bk. Zuhaylî, 7/134-35)

Diğer bazı âlimlere göre ise, bu iki delil de yetersizidir. İlgili hadis rivayeti, mürsel ve munkatı olup zayıftır. Zayıf hadisler şer’î hükümlerin illeti olamaz. İkinci delilleri de isabetli değildir. Normal evliliği zina ile kıyaslamak kıyas-ı maalfarıkdır / ortak benzetme yönü bulunmayan bir karşılaştırmadır. Çünkü zina eden kimseye had cezası tatbik edildiği gibi, zina ile nesep de sabit olmaz. Bu konuda İmam Şafii’nin İmam Muhammed’e söylediği şu sözleri manidardır: “Meşru evlilik övgüye layık görülmüş, zina ise recmedilmeye değer bulunmuştur. Bu ikisi hangi yönden birbirine benziyor?” (bk. Zuhaylî, a.g.y)

Maliki ve Şafii alimlerine göre, zina ile hürmet-i musahere meydana gelmez, zina ile hiçbir hukuki unsur oluşmaz.

Bu âlimlerin dayandığı dört delil vardır:

Birincisi: Bir rivayete göre, bir adam zina ettiği bir kadının kendisiyle veya kızıyla evlenmek istediğini Peygamberimiz (a.s.m)’e sorunca, “Haram, helalı haram kılmaz. Haram ancak nikâh sebebiyle meydana gelir.” buyurdu. (bk. İbn Mace, Nikah, 63) Bu rivayet zayıf olmakla beraber, bir kısım sahih rivayetlerle desteklenmiştir.

Nitekim, diğer bir hadis rivayetine göre Efendimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Kırbaçlanan bir zinakâr ancak kendisi gibi biriyle evlenebilir.” (Ebu Davud, Nikah, 4; Ahmed b. Hanbel, 2/324)

Yine Ahmed b. Hanbel ve Taberanî’nin rivayet ettiğine göre, zina etmiş bir kadınla evlenmek isteyen bir adamın durumunu soranlara, Hz. Peygamber (a.s.m): “Zina eden kadınla ancak zina eden bir erkek veya bir müşrik evlenebilir.” mealindeki ayeti okumuştur. Heysemî, İbn Hanbel’in rivayetinin sahih olduğunu söylemiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 7/73-74)

İşte bu rivayetler zinanın hukuki bir tesire sahip olmadığını göstermektedir.

İkincisi: Musahere (evlilikten meydana gelen yakınlık), yabancıları akraba yapan bir nimettir. Hâlbuki zina yasaklanan bir cürümdür, nimet olmakla hiçbir alakası yoktur. O halde, meşru nikâhla bir tutulamaz.

Üçüncüsü: Hurmet-i musaherenin bir hikmeti, erkekle kadın arasında güven ortamını temin etmek, birbirlerinin yakın akrabalarıyla tereddüde mahal vermeyecek şekilde sıcak bir ortamı paylaşmaktır. Hâlbuki zina ile birbirine yaklaşanlar için böyle bir şey söz konusu değildir. Yabancılıkları yine devam eder. İslam hukuku açısından, kişi, zina ettiği kadının nafakasını vermekle yükümlü değildir. Birbirlerinin eşi olarak kabul edilemezler. Aralarında miras hukuku cereyan etmez. O halde zina ile hurmet-i musaherenin meydana gelmesi düşünülemez.

Dördüncüsü: Allah Kur’an’da evlenmesi haram olanları saydıktan sonra “Bunların dışındakilerle evlenmek size helal kılındı...” (bk. Nisa, 4/23-24) hükmüne yer vermiştir. Yasaklanalar arasında “zina ilişkisine” yer verilmediğine göre, onunla hürmet-i musaherenin meydana gelmeyeceğini açıkça göstermektedir.

Bununla birlikte Şafiilerde bu çeşit sıhri hısımlarla evlenmek mekruh sayılmıştır. (el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'ân, ll, 137; eş-Şîrazî, el-Muhezzeb, l l, 45; eş-Sevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 57; Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, II, 97)

Şafii âlimleri İmam Şafii’nin “ben bunu mekruh görüyorum” şeklindeki sözünü farklı yorumlamışlardır.

Bazılarına göre, “kızın adamın kendisinden olma ihtimalinden dolayı bunu söylemiştir. Buna göre eğer -söz gelişi- Asr-ı saadette böyle bir olay olsa ve Hz. Peygamber (asm) tarafından bu çocuğun zina eden adamın kendi çocuğu olduğu bildirilse, bu takdirde bunun İmam Şafiiye göre haram olması gerekir."

Buna göre, zinadan doğan çocuğun nesebi sabit olsaydı, kimin çocuğu olduğu bilinseydi, o zaman o erkeğin o kızla evlenmesi haram olurdu. (bk. Mecmu, 16/219)

Görüldüğü üzere, bu konu tamamen teorik bağlamda tartışılmıştır. Ve âlimlerden hiçbiri kendi heva ve hevesine göre bir yargıya varmamıştır. Bilakis, Kur'an ve sünnetten, bir de İslam’ın genel kurallarından hareketle bir sonuca varmışlardır. Hepsinin içtihatları hasbi ve samimidir. Allah’ın rızasını kazanmak ve ilmin gösterdiği yolda yürümekten başka bir gayeleri yoktur. Buna milyonlarca İslam âliminin şahitliği reddedilmez delilidir.

Bununla beraber, bu konuyu bahane ederek büyük İslam âlimlerine, hatta İslam’ın kendisine karşı tavır gösterenlerin tövbe edip insafa gelmeleri adına yukarıda arz ettiğimiz hususları kısa maddeler hâlinde tekrar edeceğiz:

a) Bir kimsenin, zina ettiği kadından doğan gayrimeşru kızıyla evlenip evlenmemesi konusu, yalnız teorik olarak tartışılmıştır. İslam tarihinde -fetvaya dayanarak- böyle bir evliliğin olduğuna dair hiçbir bilgi yoktur.

b) Aklıselim sahibi her mümin, İmam Malik ve İmam Şafii gibi en büyük müçtehitlerden olan bu iki zatın hayatlarının takva üzere geçtiğinde asla tereddüt etmez. Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği üzere, sahabeden ve Hz. Mehdiden sonra, İslam ümmetinin en büyükleri dört mezhep imamıdır. Bunlara dil uzatanların bir gün dilleri kurur.

c) Dört mezhebin ittifakıyla, zinadan doğan bir çocuk, gayrimeşru babasından miras alamaz. Gayrimeşru baba da zinadan olan çocuğa yuva, nafaka temin etmek zorunda değildir. İmam-ı Azam ve İmam Muhammed’e göre, kişi zina ettiği hamile kadınla evlenemez. Fakat başka birisi bu zinadan gebe kalmış bir kadınla nikâh akdi yapabilir. Halbuki meşru nikahtan hamile kalan kadın, doğum yapmadan onunla evlenmek caiz değildir.

d) İslam âlimlerinin en doğru kabul ettiği görüşe göre, zinadan doğan bir çocuk, gayrimeşru babasının çocuğu sayılamaz, ondan miras alamaz. (Fetava’l-lecneti’d-daime, 20/387)

e) Bu konuda olduğu gibi, bazı âlimlerin içtihatlarını bahane ederek, İslam’dan soğuduğunu söyleyenler vardır. Bu onların, daha önce de ciddiye alınamayacak kadar zayıf bir inançlarının olduğunu gösteriyor. Yoksa, Güneş'in varlığına inanan kimseyi, hiçbir bahane onun bu inancını sarsamaz.

Demek ki, İslam dinine olan imanı, Güneş'e olan imanı gibi sağlam olsa, "İslam’dan soğudum veya Din’den çıktım" gibi hezeyanlara yer vermezler. Bunlara şu ayeti hatırlatmakta fayda vardır:

“İnsanlardan öylesi de var ki, Allah'a iğreti şekilde -bir hesaba göre- kulluk eder. Kendisine bir iyilik eriştiğinde onunla mutlu olur; başına bir imtihan geldiği zaman ise yüz üstü geri dönüverir. O, dünyada da ahirette de ziyana uğramıştır. Apaçık bir hüsran diye işte buna denir.” (Hac, 22/11)

f) Son olarak şunu belirtelim ki, hiçbir mezhep İslam’ın kendisi değildir. Her mezhebin az da olsa yanlışları olabilir. “Bir müçtehit, içtihat eder ve içtihadında isabet ederse iki sevap; hata ederse bir sevap kazanır.” (bk. Buhari, İ’tisam, 21; Müslim, Akdıye, 15) manasındaki hadisten de bunu anlamak mümkündür.

Ancak hata ederse de bir müçtehit Allah için bir hakikati ortaya koyma adına gösterdiği çabasının sevabını alır.

- Konumuzla ilgili hükümler de öyledir. Bazı içtihatlar hatalı olabilir, fakat müçtehitler yine de içtihatlarının sevabını kazanabilirler. Fakat onların yanlışları İslam’a mal edilemez.

- Şunu da unutmayalım ki, bir kimsenin zina ettiği kadından doğan kız ile evlenemeyeceğine dair görüş beyan eden âlimler büyük çoğunluğu teşkil etmektedir. (bk. İbn Kudame, el-Muğni,7/485; el-Mevsuatu’l-Fıkhıye, 36/210)

Eğer müçtehitlerin görüşlerini İslam’la özdeşleştirilirse, cumhurun / büyük çoğunluğu teşkil eden âlimlerin görüşünü özdeşleştirmek gerekir.

49 Perşembe akşamı (cuma gecesi) yatsı namazından sonra dua okumak ve nikah tazelemek sünnet midir?

Perşembe akşamı cuma gününün başlangıcı olduğu için ve cuma günüde duaların makbul olduğu zamanlardan olması hasebiyle, bu günde dua edilmesi tavsiye edilir. Bu gecede "Salaten tüncina" duasının okunması şart değildir. Ancak bu duanın fazileti bakımından tercih edilebilir.

Nikah bir defa kıyılır ve talak vuku bulmadıkça bir daha bozulmaz. Bu bakımdan nikah tazeleme olayı yapılması gerekmez. Birçok yerde yapılan nikâh tazeleme merasiminde getirilen tövbe ve istiğfar iyi bir şey sayılır. Fakat nikâh tazeleme meselesi iki yönden şer'an uygun düşmez:

 1. Nikâh tazeleme bir nikâh kıyılması olduğuna göre, kocanın bizzat veya vekil ile nikâh kıyılmasında bulunması gerektiği gibi, hanımın da bulunması gerekir. Koca hanımın vekâletini alırsa yine kâfi gelir. Halbuki nikâh tazelenmesinde bulunan cemaatın çoğu hanımın vekâletini almadan nikâh tazelemesini yapıyor.

2. Nikâhın kıyılmasında akd siğasını işitecek iki şahidin bulunması gerektiği halde, camide yapılan nikâh tazelemesinde herkes imamı takip edip sözünü söylemekle meşgul olduğundan, hiç kimse başkasının sözünü işitmez ve böylece şer'î nikâh yapılmamış olur.

(Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II/130)

50 Muta nikahı kıyamete kadar haram mıdır?

İlk zamanlarda muta nikahına cevaz verilmiş, daha sonra neshedilmiş olduğundan, sahabeler arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber (a.s.m)’in buna dair ruhsat verdiğini bilen, ama daha sonra neshedildiğinden haberi olamayan bazı sahabîler, bunun cevazına hükmetmişler. Ancak, neshedilip hükmünün ortadan kaldırıldığını öğrenen sahabiler ise bunun haram olduğu yönünde görüş beyan etmişlerdir.

Bazı sahabilerin daha sonra bu nikahın yasaklandığını öğrenince eski fikrinden vazgeçtiği bilinmektedir. Bunlardan biri de İbn Abbas olduğuna dair rivayetler vardır. İbnü Abbas, mut'a nikâhının uzun zaman nesh edilmediğini söylüyordu. Bilahare mensuh olduğunu kabul ederek ilân etti. Bir gün İbn al-Zubeyr ile İbn Abbas arasında mut'a nikâhı hususunda ihtilaf oldu. İbnü Zübeyr. İbn Abbas'a ta'rizen: "Ne oldu, bazı kimselerin gözü kör olduğu gibi basireti de kapandı. Resûlullah'ın mut'a nikâhına cevaz verdiğini söylüyorlar." dedi. Bundan anlaşılıyor ki İbn Abbas neshden yani muta nikahının haram kılındığından habersizdi, nesh durumunu öğrenince görüşünden döndü. Nitekim Said bin Cübeyr'den şöyle rivayet edilmiştir:

"İbn Abbas bir gün bir hutbe okudu, dedi ki: Mut'a nikâhı leş, kan ve domuz eti gibidir." (bk. el-Fıkh ala'l-Mezâhib al-arba'a VI. 90-93)

Mut’a nikahına iznin verildiği yerlerin hepsinde bir zorunluluk söz konusudur. Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bunu göstermektedir. Abdullah b. Mesud anlatıyor:

“Biz Resulüllah (a.s.m) ile birlikte -yanımızda kadınlar olmadığı halde- gazada bulunuyorduk. Hz. Peygamber (a.s.m)’e ‘Kendimizi hadım edelim mi?’ dedik, buna izin vermedi. Sonra bir elbise karşılığında belli bir süreye kadar kadınlarla evlenmemize müsaade etti. İbn Mesud daha sonra 'Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı tertemiz şeyleri kendinize haram kılmayın.' (Maide, 5/87) mealindeki ayeti okudu.” (Neylu’l-Evtar, 6/545).

Mut’a nikahının kıyamet gününe kadar neshedildiğine dair birçok rivayet vardır. Bunlardan biri şöyledir:

"Ey insanlar, ben size kadınlarla mut'a yapmanız konusunda izin vermiştim. Şüphesiz Allah, onu kıyamet gününe kadar haram kılmıştır. Kimin yanında (mut'a nikahı ile tuttuğu) kadın varsa, onu serbest bıraksın. Onlara verdiklerinizden hiçbir şey geri almayınız." (Müslim, Nikâh, 19, 22, 24; İbn Mâce, Nikâh, 44; Dârimî, Nikâh, 16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 406)

Bu neshin Mekke fethinde, Veda haccında yasaklandığına dair rivayetler de vardır. (bk. Neylu’l-Evtar, 6/546)

İbn Münzir’in belirttiği gibi, İlk zamanlarda -yukarıda açıkladığımız sebeplerden ötürü- mut’a nikahının caiz olduğunu gösteren alimler olmakla beraber, daha sonra bu nikahın haram olduğu hususunda -Şialar hariç- İslam alimleri arasında icma hasıl olmuştur.(Neylu’l-Evtar, 6/548). Mut’a nikahı konusunda geniş bilgi için bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 9/166-174.

İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre, önce izin verilen muta nikahı daha sonra neshedilip cevaz hükmü ortadan kaldırılmış ve kıyamete kadar kesin olarak haram kılınmıştır. Durum böyle olunca, artık ilk zamanlardaki cevaz şartı gibi görünen “zorunluluk” üzerinde durmanın bir anlamı yoktur. Çünkü bu gün hiçbir zorunluluk böyle bir yolu açamaz.

İlave bilgi için tıklayınız:

MUT'A nikahı hakkında...

51 Gizli nikah caiz midir?

Resmi nikah olmadan, dini nikah yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından, dini nikahın yanında resmi nikahın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikahların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikah üzerinde ısrarla durulmuştur.

Yalnız kalınca günah işlemiş olmamak için dini nikahı tercih ediyorlar. Halbuki daha sonra telafisi çok zor durumlarda kalabiliyorlar.

Bir kadın ve erkek aileden habersiz ya da ailenin izniyle şahitler huzurunda nikahlansalar -Hanefi mezhebine göre-  karı koca sayılacaklarından erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Bu açıdan çok tehlikelidir. Nitekim bize bu konuda onlarca soru geliyor:
- "Ben bir erkekle dini nikah kıydırmıştım. O beni boşamıyor ne yapayım?.."
- " Ben dini nikahtan boşanmadan başkasıyla evlendim, zina sayılır mı?" gibi tüyler ürperten pek çok problemle karşılaşıyoruz. Bu durumda telafisi imkansız olaylar olabiliyor.

Bu nedenlerle resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını asla doğru bulmuyoruz.

İlave bilgiler için tıklayınız:

Aileden gizli olarak kıyılan nikah geçerli mi?

Nikahlı olarak nişanlı kalmak hakkında...

52 "Evleniniz, çoğalınız..." hadisini nasıl anlamak gerekir? Çok çocuğu olan bir insan, hem çocuklarını hem de kendisini bile bile bu sistemin dişlilerinin arasına atmış olmuyor mu?

"Evleniniz, çoğalınız, çünkü ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim." (Beyhakî, VII/81)

"Sevimli, doğuma müsait kadınlarla evlenin." (Ebu Davud, Nikah 2; İbn Mace, Nikah 1).

hadis-i şeriflerinden evlilikte esas alınan önemli bir noktayı öğreniyoruz, o da neslin devamını sağlamaktır. Yani kişi neslini devam ettirebilecek kadar çocuk sahibi olmasını Peygamberimiz (sav) tavsiye etmektedir. Şöyle ki:

“Evlenin, çoğalın, zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” hadis-i şerifi, -mazmunu mahfuz- mefhum-u muhalifi ile şunları hatırlattığı söylenebilir: Rasûlü Ekrem’in (sav) şayet izdivaçla iftihar edeceği bir nesil hedeflenmemişse, o izdivaç ya da çoğalmanın hiçbir anlamı yoktur. Evet terörizme ya da sefahete bulaşmış, başı secdesiz, vicdanı paslı, gözü kanlı bir nesil ile Rasûlü Ekrem’in (sav) iftihar etmeyeceği açıktır. O’nun, çoğalmasını istediği nesil, Allah indinde de makbul olan, O’nun rızasını kazanmaya teşne bulunan din-i mübini yaşayan ve yaşatan bir nesil olmalıdır. Kur’ân-ı Kerim, değişik nûrefşan beyanlarıyla bu mülâhazaya en sağlam referanstır:

“Servet ve oğullarınız, dünya hayatının süsüdür; ebediyet vadeden iyi işler ise, Rabbinin nezdinde sevapça daha hayırlı, ümit bağlamaya da daha lâyıktır.” (Kehf, 18/46)

Evet işleriniz ahirete müteveccih ise siz Rabbinizden, o da sizden hoşnut olacağı bir yola girmiş sayılırsınız.

Bu mütalâa ile vardığımız sonuç şudur: Evlenmede asıl hedef, Allah’ı ve Rasûlü’nü hoşnut edecek bir neslin yetiştirilmesidir. Onun için mütedeyyin, milletine aşık, ailesine sımsıkı bağlı, çocuklarının terbiyesi üzerinde hassasiyetle duran kimseler, değişik çarpık düşüncelere rağmen, yoluna ve usulüne uygun şekilde çocuk sahibi olma konusunda kat’iyen tereddüt etmemelidirler. Zira böyle bir neslin çoğalması ümmet-i Muhammed’in yüzünü güldürecektir.

53 Evlilik için istihare ve rüyanın yorumlanması konusunda ne dersiniz?..

Evlenmeyi düşündüğünüz kişi dini ölçülere uyuyorsa, illa rüyada bazı "renk"ler görmek şart değidir.

İstihareden önce istişare yapmak gerekir.

Rüya kişinin ruh haline ve düşüncelerine göre şekilleneceğinden rüyalara fazla itibar etmemek gerekir. Rüyalar hayra yorulmalı, herkese anlatılmamalı.

İlave bilgi için tıklayınız:

İstihare konusunda detaylı bilgi verir misiniz?..

54 Kızların kaç yaşında evlenmeleri uygundur?

Dört mezhep imamlarının da içinde bulunduğu âlimlerin büyük çoğunluğuna göre, erginlik çağına girmemiş bir kız çocuğun uygun bir kimseyle evlendirilmesi caizdir. Dayandıkları deliller ise şöyledir:

a. “Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” (Talak, 65/4) mealindeki ayette yer alan “Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” ifadesi, âdet görmemiş kız çocuklarının da evlendirilebileceğini göstermektedir.

b. “İçinizden evli olmayanları evlendiriniz.” (Nur, 24/32) mealindeki ayette herhangi bir yaş sınırı konulmamıştır. Bu da erginlik çağından önce de evlenmenin mümkün olduğunu göstermektedir.

c. Hz. Aişe anlatıyor: “Ben altı -bir rivayette yedi- yaşında iken, Hz. Peygamber (a.s.m) benimle evlendi, dokuz yaşında da benimle birlikte oldu.” Hadisi, Buharî, Müslim, Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.(bk. Neylu’l-Evtar, 6/120).

d. İçinde Hz. Ali’nin de bulunduğu sahabeden bazı kimselerin küçük yaşta sayılan kız çocuklarını evlendirdikleri bilinmektedir.

e. Bazen küçük yaştaki kızı evlendirmek bir maslahata binaen olabilir. Baba, uygun talibi kaçırdığı takdirde, bir daha öyle bir kimseyi bulmayabilir endişesiyle kızını evlendirebilir. Maslahat ise, şer’î bir delildir.(bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 7/179-180).

Ek Bilgiler:

- İslam âlimlerinin kabul ettiği görüşe göre, erginlik çağının tespiti, kadınlar için âdet görmek, erkekler için de ihtilamdır. Kadın için âdetin başlangıcı dokuz yaş (erkekler için on iki yaş) civarıdır.  Bu duruma girmiş kadın ve erkekler, ergin ve mükellef kabul edilir. Bu haller görülmediği takdirde, erginlik çağı on beş yaş olarak kabul edilir.(bk. Reddu’l-muhtar, 1/306-307; Cezerî, el-Fıkhu ala’l-mezahibi’l-arbaa, 1/123-127; Zuhaylî, a.g.e, 1/456).

- Yaş itibariyle erginlik çağını kadınlar için on yedi, erkekler için on sekiz-on dokuz yaşları kabul eden alimler de vardır.(bk. Mebsut, 7/260-şamile).

- Sıcak bölgelerde erginlik çağı ve evlenme yaşı, diğer bölgelere göre daha önceden başlar.

- Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, âdet görmenin ilk sınırı dokuz yaştır. Âdet görmek, artık ceninin / çocuğun barınabileceği bir ortamın hazırlandığı anlamına gelir. Bu tekvinî / biyolojik hazırlık, aynı zamanda âdet gören kadının evlenmeye müsait olduğunu gösteren ontolojik bir belgedir.

- Bütün bu bilgilerin ışığında denilebilir ki, Hz. Aişe’nin dokuz yaşında evlenmesi, iki şekilde değerlendirilir:

Birincisi, Araplar, kız çocukları adet gördükten sonraki yaşları ile bilinirdi. Buna göre rivayetlerde geçen bilgileri buna göre değerlendirmek gerekir. Ayrıca Hz. Aişe’nin on yedi-on sekiz yaşlarındayken evlendiğini gösteren bilgiler de vardır.

İkincisi, eğer bu bilgileri doğumdan itibaren düşünecek olursak, o zamanın âdetlerine uygun olduğu gibi, ontolojik ilahî yasa bakımından da son derece etiktir.

Ayrıca, o dönemin şartları ve kültürel koşulları içinde ahlaki ve normal olarak kabul edilen ve son derece doğal olarak algılanan  ‘kız çocuklarının küçük yaşta evlenebilmesi’ gibi bir olgunun; bugünün modern dünyasının, rasyonel aklın hükmettiği kültürel değerlerin oluşturduğu bir dünyada anormal olarak kabul edilmesi ve eleştirilmesi, dini ölçüler bir yana bırakılacak olursa bile, hakkaniyetli bir tarihçinin, sosyoloğun yahut antropoloğun makul bulmayacağı bir durumdur.

Modern çağın çocuklarının, insan fıtratındaki doğal normallik ölçütlerini; kendi yaşadıkları sosyal çevrenin ve kültürel zihniyetin asimilasyonu içerisinde, onun normlarına uygun olarak; doğal yahut anormal kabul etmesi şuna benzemektedir: Örneğin dünya toplumlarının bir çoğunda, eş seçiminin erkek tarafından yapılması ve evlilik teklifinin de erkek tarafından yapılması fıtri ve doğal kabul edilmekte, tersi bir durum anormal olarak görülmektedir.

Öte yandan, antropologların tespit ettiği pek çok kabile kültüründe ise, kadın  eş seçimini yapmakta ve evlilik teklifinde bulunmakta, erkek daha pasif bir rol oynamaktadır. Oysaki bu iki durum göstermektedir ki, insan fıtratında her iki duruma da yer vardır. Demek ki, çoğu zaman ahlaki değer yargısı olarak görülen şeyler, alışkanlıkların oluşturduğu bir bakış açının ürünüdür, sağlıklı bir zihniyetin değil.

Bu durumda; Arap yarımadasında kız çocuklarının erken evlenmesinin yadırganmaması, her kültür ve topluluğun kendi normlarına uygun olarak uygulayabileceği bir cevaz dairesini göstermektedir. Bu nedenle, bu ilahi izinden, bu normların yaygın olmadığı ve kültürel değerlerin oluşmadığı yerlerde, kız çocuklarını erken evlendirmenin uygun ve makbul olduğu yargısını çıkarmak yanlış olabileceği gibi; kültürel olarak buna zemini müsait bit toplumda, kız çocuğunun travma yaşamayacağı ve son derece doğal algılayacağı koşullar içinde evlenmesinin yanlış olacağı fikrini çıkarmak da sağlıksız bir düşüncenin ürünüdür. Nitekim, Türkiye coğrafyasında bir iki nesil öncesinde birçok insanın ninesinin on dört-on beş yaşlarında evlendirilmiş olması ve bu durumun son derece doğal kabul edilmesine karşın, şimdi değişen normlar nedeniyle bu durum son derece çirkin bir zulüm olarak görülmektedir.

Sonuç olarak; ilahi hükümlerin her zamanı her toplumu, her türlü değişen normları ve kültürel değerleri göz önüne alarak, helal haram dairesinin bu geniş çizgi içerisinde verildiğini; ancak uygulamada toplumların kendi ahlaki yapıları içinde, o geniş daireden kendi normlarına en yakın hükümleri uygulamalarının doğru olacağını söylemek mümkündür.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kız çocukları dokuz yaşında evlenebilir mi?.

Hz. Ayşe validemizin, Peygamber efendimizle kaç yaşında evlendiği ...

55 Nişanlılık döneminde kıyılan nikah mahremiyeti kaldırır mı?

Nişanlılık döneminde kıyılan imam nikâhı ile taraflar birbirleriyle dinen evli oldukları için, cima da bulunmaları caiz olur. Eşlerin cimada bulunmasına tarafların annesi, ailesi karışamaz. Ancak resmi nikâh ve düğün yapılmadığı için tedbir olarak müdahale edilebilir.

Bu konularda bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken şeyler vardır:

Şahitler huzurunda dini nikâh yapmak caizdir. Ancak resmi nikâh olmadan dini nikâh yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından, dini nikâhın yanında resmi nikâhın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikâhların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikâh üzerinde ısrarla durulmuştur.

Taraflar, yalnız kalınca günah işlemiş olmamak için dini nikâhı tercih ediyorlar. Halbuki daha sonra -özellikle kadın açısından- telafisi çok zor durumlarda kalabiliyorlar.

Bir kadın ve erkek, şahitler huzurunda nikâhlansalar karı koca sayılacaklarından, erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Bu açıdan çok tehlikelidir. Nitekim bize bu konuda onlarca soru geliyor. "Ben bir erkekle dini nikâh kıydırmıştım. O beni boşamıyor ne yapayım." " Ben dini nikâhtan boşanmadan başkasıyla evlendim. Zina sayılır mı?" gibi tüyler ürperten pek çok problemle karşılaşıyoruz.

Bu açıdan her ne kadar resmi tescil olmadan, şahitler huzurunda nikâhlanmak caiz ise de sonunda telafisi imkansız olaylar olabiliyor.

Bu nedenle resmi nikâh olmadan dini nikâh yapılmasını asla doğru bulmuyoruz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Nikâhlı olarak nişanlı kalmak hakkında bilgi verir misiniz; sakıncaları nelerdir?

56 Nikah için telefonda vekalet verirken tam olarak ne söylenmeli? Bu esnada kadının yanında da vekalet verdiğine dair iki şahit bulunması gerekli mi? Evlenecek olan erkek, evleneceği kadından vekalet alabilir mi, alabiliyorsa bu süreç nasıl devam eder?..

Nikah için telefonda vekalet vermek caizdir. Evlenecek bayanın: "Beni falanca adamla evlendirmesi için filanca adamı vekil tayin ediyorum /veya ettim." demesi yeterlidir.

Ancak evlenecek bayan, Şafii mezhebinde ise, kendisi vekalet veremez. Bu vekaleti kadının babası, yoksa erkek kardeşi, o da yoksa yakınlık sırasına göre erkek bir velisinin vekalet vermesi gerekir. Bu takdirde o erkek: "Velisi bulunduğum falanca kızımızı filanca kimseyle evlendirmesi için şu adamı vekil tayin ettim." diyecektir. Her iki durumda da vekâleti alan kimse kısaca: "Ben de bana verdiğiniz vekâleti aldım kabul ettim." diyecektir.

Vekalet alma/verme işlemi sırasında kadının yanında değil, vekâleti alan kimsenin yanında iki şahidin bulunması sünnettir.

Ayrıca vekâlet verildiği zaman mehrin tayin edilmesi de uygun olacaktır. Bilindiği üzere, mehir nikahın şartı değildir. Fakat mutlaka olması gereken bir vecibedir. Daha sonra, özellikle bir ihtilafın vukuunda sıkıntı çekmemek için, nikah esnasında mehrin belirlenmesinde fayda vardır.

İfade edildiği gibi, önce vekâlet verilecek, vekâlet alınacak; daha sonra vekil olan kimse ile damat veya onun vekili arasında nikah akdi yapılacaktır. Nikahta iki şahidin bulunması şarttır.

Türkiyede resmî nikah olmadan imam nikahının kıyılması yasaktır. Aslında bu, hakları korumak için de önemli bir şeydir.

İlave bilgiler için tıklayınız:

Kadın evleneceği erkeğe, evlenmeleri için vekalet verebilir mi?

Bir kızın anne ve babanın rızası olmadan bir erkekle nikah kıyması doğru mudur? Bu nikahın geçerliliği var mıdır?

57 Birden fazla evlilik ile ilgili Nisa suresi üçüncü ayeti açıklar mısınız?

"Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." (Nisa, 4/3)

Ayetin Tefsiri:

Ey veliler veya vasiler! Elinizde bulunan yetimin temiz, hoş bir malını kendinizin aşağılık kötü bir malınızla değişmeye kalkışmayınız.

Yetim malı size haram ve pistir. Kendi malınız ise helal ve hoştur. Bundan dolayı kendi helal olan malınızla, yetimin haram olan malından bir değiştirme, bir alışveriş yapmaya kalkmayınız. Yetimin mallarını olduğu gibi koruyunuz. Korunması için satılması gerekli olanları bile değerlerine satınız ki töhmet (suç) altında kalmayasınız, bu noktada yetimin taşınmaz malları ile taşınır malları ve taşınır mallarından çabuk bozulan ve çabuk bozulmayan malları hakkındaki hükümler içinde bulunmaktadır.

Kendi mallarınıza güzel güzel bakıp da yetimin malını kötü bir durumda bırakmayın, ona kendi malınıza bakar gibi ve hatta ondan daha fazla bir özenle bakın.

Yetimin malına saldırarak almayınız ki, elinizde güzel mallarınızın ona karşılık yok olmasına sebep olup da felakete düşmeyin.

Nihâyet kendi helal rızkınızı beklemeyerek sabırsızlanıp yetimin malını haram haram yemek için pis boğazlığa kalkışmayınız.

Gerçekten bu mânâlardan her birini müfessirler anlatmışlardır. Kısacası her şekilde yetimlerin mallarını koruyunuz. Ve onların mallarını kendi mallarınıza katıp ekleyerek yemeyiniz, yani boş yere harcamayınız ve ondan faydalanmayınız. Çünkü bunların her biri büyük bir günah olmuştur.

YETÂMÂ: "Nedîm ve nedâmâ" gibi yetîmin çoğuludur. Veya çoğulunun çoğuludur. "Yetîm" yalnız kalma mânâsına "yetem" den alınmıştır. Nitekim eşsiz inciye "dürr-i yetim" (sedefinde tek olan inci) denilir. İşte bu yalnız kalma mânâsı düşüncesi ile babası vefat etmiş olana yetim denilmiştir ki böyle yetim kalmağa da nın ötresi ile "yütm" denilir. Bundan dolayı, lugat bakımından bu ismin hakkı gerek küçüğe ve gerek büyüğe denilebilmesidir. Çünkü babadan yalnız kalma mânâsı kalıcıdır. Fakat örfe göre henüz kendini kurtaracak çağa ermemiş bulunanlara aittir. Bu yönden "yetim" kelimesi bir zayıflık ve özellikle akıl zayıflığı ve fikir noksanlığı mânâsı ile de ilgilidir. Ve bundan dolayı erginlikten sonra bile rüşdünü bulamayanlar üzerinde yetim ismi, lügat ve örf açısından kalıcı olabileceği gibi, kocasından yalnız kalan kadınlara da yetim denilir. Nitekim Resulullah bu mânâda

"Yetim kadın (dul kadın)dan kendi nefsi için izin istenir." (Ebu Davud, Nikah 23, 25)

buyurmuştur ki, bu izin istemenin küçük çocuğa ait olamıyacağı bellidir. Diğer bir hadis-i şerifte de

"Yetim ve kadın, bu iki zayıf hakkında Allah'dan korkunuz." (Münavi, Feyzü'l-Kadir, I/128)

buyurulmakla yetimin zayıflık mânâsı gösterilmiştir. Bununla beraber yaşlılık ve olgunluk devrinde bulunan erkek, aklı zayıf ve noksan fikirli dahi olsa ona yetim denilmediği de bilindiğinden dolayı erkeğe yetim denilmesi, ancak çocukluk durumunda veya henüz ona yakın bir çağda bulunması itibarıyla olduğu halde, kadına babasından ayrılması itibarıyla aynı mânâda ve kocasından ayrılması itibarıyla büyük iken bile kendisine yetim denilmiştir.

"İhtilamdan (ergenlikten) sonra yetimlik yoktur." (Ebu Davud, Vasaya 9)

hadis-i şerifiyle de yetimin sözlük ve örfteki mânâsının değil, şer'î hükmün, yani ergenlikten itibaren yetimlik hükmünün kalkabildiğinin açıklandığı anlaşılıyor ki, bununla da yetimin şer'î mânâsı yerleşmiş olur.

Şu halde sözlük örfü bakımından (YETÂMÂ) ve (EYTÂMUN) yetimler denilince babaları vefat etmiş oğlan veya kız, küçükler ve çocuklar anlaşılabileceği gibi, kocasız kalmış kadınlar da anlaşılabilecektir. Ve bunların hepsi acımaya değer ve haklarında Allah'tan korkulmalıdır.

Genellikle yetimlerin mallarından başka, nefisleri ve ırzları ve özellikle her iki mânâdan biri ile yetim olan kadınların nefisleri ve ırzları da en fazla korunması lazım gelen sakınma yerlerindendir.

Bunun için (...) ve eğer yetimler hakkında onların haklarını gözetmeyeceğinizden korkarsanız, yani gerek canları, gerek ırzları ve gerek malları itibarıyla her yönden adalete ve doğruluğa riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız -ki böyle büyük günahtan elbette korkarsınız ve korkmanız gerekir- o halde (...) durumunuza göre kadınlardan ikişer, üçer, dörder size helal ve hoşunuza gidenler ile evleniniz.

Hem onları zarar ve tehlikeden korumada, hem de kendinizi zulüm ve tecavüzden korumaya vesile olur. Genellikle kadınlar kimsesizlikten ve ortaya düşmekten kurtulur. Siz de zina ve diğer günahlara, haksızlıklara düşmezsiniz.

Ancak bunda da birden fazla kadınlar arasında adaleti korumak, birine diğerinden fazla muamele etmemek gerekir. Bunun için (...) ve eğer birden fazla kadınlar arasında da adalet yapamayacağınızdan korkarsanız -ki bundan da korkmalısınız- o halde (...) ancak bir kadınla evleniniz. -Ca'fer kırâetinde ötre ile okunduğuna göre- bir kadın yeter. Yahut da sahip olacağınız cariyeler alırsınız. O, yani bir kadınla evlenme adaletsizlik yapmamanız ve haksızlık etmemenize daha elverişlidir. Yalnız bir kadının hakkını gözetmek elbette daha kolaydır. Bunda sıkıntıya düşmemek ihtimali daha yakındır. Bu cümleden fakirlik ve çaresizliğe düşmemenize, yani iktisadınıza daha elverişlidir mânâsı da anlaşılmıştır ki, bunda (TEULU, TEİLİ) gibi düşünülmüş veya bu mânâ, konunun bir gereği olmak üzere gösterilmiştir.

İlk önce görülüyor ki burada "Yetimler hakkında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız,.." diye bir şart vardır. (FENKİHÛ) hitabı ile nikah (evlenme) emri buna bağlanmıştır. Bundan dolayı, bu şartın mânâsını ve bu emrin meydana geliş şeklini iyi anlamak için bu konuda rivâyet yoluyla gelen tefsir şekillerini bilmek gerekir. Şöyle ki:

1. Buhari ve Müslimde de rivâyet olunduğu üzere Urve b. Zübeyr (r.a.) demiştir ki:

"Ben, Hz. Âişe (r.a.)'den (...) ilâhî kelâmının manasını sordum. Hz. Âişe dedi ki:

"Kızkardeşimin oğlu! Bu o yetimdir ki, velisinin gözetimi altında bulunur ve mal hususunda ortak da bulunurlar. Malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider, mehrinde adalet yapmıyarak onunla evlenmek ister. Başkalarının vereceği mehir kadar mehir vermez. İşte bu âyette bu gibi velilerin hak ve adalete riâyet edip, mehirlerini özellikle en yüksek miktarına eriştirmedikçe gözetimleri altında bulunan yetim kızlarla evlenmeleri yasaklanmış ve hoşlarına giden diğer kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir."

Hz. Âişe devamla şöyle demiştir:

"Bu âyetten sonra insanlar bunlar hakkında Resulullah'tan fetva sordular, Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ da:

"Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: O kadınlar hakkında size fetvayı Allah veriyor. Yazılan haklarını vermediğiniz ve kendileriyle evlenmek istediğiniz yetim kadınların, zayıf düşürülen çocukların hakkındaki ve yetimlere adaletli davranmanız hususundaki hükümleri, Kur'ân'da size okunan âyetler açıklar. Ne hayır işlerseniz, şüphesiz ki Allah onu bilir." (Nisâ, 4/127)

âyeti indirildi. Bu "Kur'ân'da size okunan" önceki (VE İN HIFTUM...) âyetidir.  (VE TERĞABUNE...) âyeti de herhangi birinizin, himayesi altında bulunan yetim kıza, mal ve güzelliği az olduğu zaman rağbet göstermemesidir. Bundan dolayı, bunlara rağbet edilmediğinden dolayı mal ve güzelliğine rağbet ettikleri yetim kızları hak ve adaleti gözetmedikçe onlarla evlenmekten men edildiler." (Buhari, Vasiyet 21)

Yine Sahih-i Müslim'de Hz. Âişe'den Urve, Urve'den oğlu Hişam yoluyla rivâyet edilmiştir. Hazreti Âişe demiştir ki:

"(VE İN HIFTÜM...) âyeti şunun hakkında indi ki, bir erkeğin yanında yetim bir kız olur ve bu erkek onun velisi ve mirasçısı bulunur. Yetim kızın malı var, fakat o erkekten başka onu koruyacak ve evlenmesi için yol gösterecek bir velisi de yoktur. İşte biricik velisi olan bu erkek, malına tamah ederek, malına ortak olmak için onu kimse ile evlendirmez, evlenmesine engel olur, zarar verir ve birlikte yaşayıp hoş geçinmez. Bundan dolayı Allah Teâlâ buyurdu ki: (...) "Size neler helal kıldım bak ve kendisine zarar vereceğin şu yetim kızı bırak." diyor."

"Yetimlerin mallarını veriniz ve malları dolayısıyla onlara zarar da vermeyiniz." mânâsıyla bu tefsirin bir önceki âyetle bağlantısı pek açıktır. Zuhrî ve Rebi de bu şekilde tefsir etmişlerdir. Ebu Bekir er-Razî de Ahkamu'l-Kur'ân'da bunu tercih etmiş ve bunun İbnü Abbas'tan da rivâyet edildiğini zikretmiştir. Böylece evlenmesi düşünülebilen velilerde amca çocukları gibi nikah düşen akrabalar olabilir.

2. İbnü Abbas Hazretlerinden şu iki cümle rivâyet edilmiştir:

"Erkekler, yetimlerin mallarından dolayı dört kadınla sınırlandırıldılar. Çünkü bir adam, yetimlerin malları ile dilediği kadar kadınla evlenebiliyordu, Allah Teâlâ bunu yasakladı." (Suyuti, II/427)

Buna yakın olmak üzere tabiîn müfessirlerinden Hasan b. el-Hasan Hazretleri de demiştir ki:

"Veliler, velâyetleri altında bulunan yetim kızlardan nikahı halil olanlarla evlenirlerdi. Fakat kendilerine rağbetlerinden değil, mallarına rağbet ettiklerinden dolayı evlenirlerdi. Ve bundan dolayı onlarla iyi geçinmiyorlardı, miraslarını yemek için ölümlerini gözlerlerdi, bundan men edildiler."

3. Bundan önceki (VETU YETÂM...) âyeti inince veliler, yetimlerin haklarında adalet yapamayıp günaha gireceklerinden korkarak onlara vasilikten çekinmeye başlamışlar. Ve halbuki o zaman nikahları altında on veya daha fazla veya daha az kadın bulunabiliyor ve bunların haklarını gözetemiyorlardı, adalet yapamıyorlardı. Bundan dolayı bu âyetle onlara şöyle denilmiş oluyor:

"Eğer yetimlerin haklarında adalet yapamamaktan korkuyor ve bundan dolayı onlara velilikten çekiniyorsanız, genel olarak kadınlar hakkında da adaletsizlikten korkunuz da haklarını yerine getirebileceğiniz miktarda kadınlar alınız ki bu da en son dört tane olabilir." (Suyuti, II, 428)

İbnü Abbas'tan naklen Katâde ve Sûddi böyle söylemişlerdir. Fakat bu rivâyet şöyle şarta bağlanıyor: Buna göre önceki âyetin bundan önce inmiş ve yaygın olması gerekiyor. Halbuki onun hükmünün ortaya çıkması bundan sonraki (...) (Nisâ, 4/5-6) âyetlerine bağlı bulunuyor. Bu ise beraber inmelerini gerektirir. Onun için bu mânâ açısından sebeb, zikredilen âyet değildir; cahiliyye devrinde bile Arapların yetimlerin işlerini günah sayıp da kadın işini günah saymamaları olduğu zikrolunuyor ki, İbnü Cerir Taberi de Süddi'den ve Katede'den bu şekilde rivâyet etmiştir.

Sa'id b. Cübeyr Hazretleri de demiştir ki:

"İnsanlar o zaman bir emir veya yasak söylenmedikçe cahiliyle dönemi gelenekleri üzere bulunuyorlardı. Resulullah'a yetimler hakkında soru sordular. Allah Teâlâ'da bunu indirdi (VE İN HIFTUM...) ki yetimler hakkında adaletsizlikten korktuğunuz gibi kadınlar hakkında da korkunuz da adalet yapabilecek kadar evleniniz." demektir.

4. İkrime'den de şöyle rivâyet edilmiştir:

"Kureyşten bir adamın bir çok kadınları bulunur, yanında yetimler de bulunurdu. Derken kendi malı tükenir, yetimlerin malına meylederdi. Bundan dolayı bu âyet indi: (VE İN HIFTUM...)Bir adam dört, beş, altı ve on kadınla evlenirdi, diğer biri de ben de falan gibi niçin evlenmiyeyim der, yetimin malını alır, bu mal ile evlenirdi. Bundan dolayı dörtten fazla kadınla evlenmekten men edildi." (Suyuti, II, 427)

Fahreddin Razi de: Bu görüş, gerçeğe en yakın görüştür. Çok sayıda kadınla evlenilince o oranda çok harcama ve masrafa ihtiyaç ortaya çıkacağından bu ihtiyacın sevkiyle (iticiliğiyle) yetim velilerinin, yetim malına tecavüz etmesinin gerçekleşmesi ihtimali üzerine Yüce Allah, fazla kadınla evlenmekten insanları korkutmuş gibidir." (Fahrü'r-Razi, IX, 178) diyerek bunu tercih etmiştir. Fakat bu tercih, tenkide değer. Çünkü yasak sebebinin yalnız yetimin malına tecavüz endişesine bağlanması ve gerek yetimlerin nefsinin ve gerek diğer taraftan kadınlara adaletli davranma meselesinin asıl sebepte düşünülmemesi ve bunların nihâyet bir delalet (yol gösterme) mevkiinde tutulmaları, âyetin derin ve çeşitli olan iniş hikmetinin hakkını vermemektir. Sonra cariye meselesinde aynı sakıncanın söz konusu olmayacağı da kabul edilemez.

Bundan başka âyetin burada bulunması doğrudan doğruya kadın sayısını azaltmayı hedef edindiği, ilk önce ve bizzat dörtten fazlasını yasaklamaya yönelik bulunduğu da herkes tarafından kabul edilmiş değildir. Gerçi bu âyet ile birden fazla kadınla evlenmenin en fazla dört kadınla sınırlandırılması vaki bir emir ve bundan dolayı fazlasının yasaklanması da ister istemez sabit ve bu şekilde cahiliye geleneğine göre sayının aşağı indirilmesi de kesin olmakla beraber Kur'ân âyetinin, dörde indirmesi tarzında bir azaltma mânâsı ile değil, birden dörde kadar müsaade ile yine bir çeşit çoğaltma üslubunda bulunduğu ve Hz. Aişe'nin dediği gibi, "Bakınız ben size neler helal ettim..." mânâsını bildirdiği de apaçıkça anlaşılır. Bundan dolayı azaltma ve çoğaltmayı yasaklama, ibare ile değil, işaret iledir. Yukarda nakledilen İbnü Abbas'ın sözü de olsa olsa bu sayıyı azaltmanın ve fazlasını yasak etmenin ancak sabit olduğunu ifade eder.

5. Bazı müfessirler de demişlerdir ki, bir adam, mal sahibi ve güzel bir yetim kız buldu mu başkasından esirgeyip kıskanarak onunla hemen evleniyordu ve bu şekilde bazen yanında haklarını gözetemeyeceği kadar birçok yetim kızlar toplanırdı, (VE İN HIFTUM...) âyeti bunlar hakkındadır ve şöyle demektir:

"Ve eğer o yetim kızlar ve kadınlarla evlendiğiniz zaman haklarında adalet yapamamaktan korkarsanız, diğer kadınlardan hoşunuza gidenlerle evleniniz."

Kadı Beydâvî de bunu tercih etmiştir. Fakat Ebu's-Suud'un haklı olarak tenkid ettiği şekilde buna nazım (Kur'ân'ın ibaresi) müsaid değildir.

Çünkü bu şekilde; "diğer kadınlarla evleniniz" diye emir ve teşvik anlamsız olur. (minennisa) yerine (min hunne) denilmesi gerekirdi.

6. Mücahid demiştir ki, bunun manası:

"Yetimler hakkında adalet yapamamaktan korkuyorsanız zinadan korkunuz da size helal ve hoşunuza giden kadınlardan ikişer, üçer, dörder alınız ki harama düşmek tehlikesine maruz olmayınız."

Bu tefsir, büyük bir hakikatı kapsamaktadır ki, yetimlerin hakları ve kadınlara adaletle davranma mânâsı içinde zinadan sakınma mânâsının önemli bir esas teşkil ettiğini ve birden fazla kadınla evlenme müsaadesinin bu hikmet ile ilgili olduğunu ve bunda fuhuş ve zina sefaletlerine (aşağılıklarına) karşı köklü bir mücadele bulunduğunu gösterir. Bu şekilde görülüyor ki, bu rivâyetlerin bazıları âyetin iniş sebebini, bazıları da iniş hikmet ve faydalarını göstermektedir.

Buna göre her biri bir görüş açısından önem arzetmektedir. Ve bu rivâyetlerin toplamı, âyetin muhtemel olan veya içine aldığı mânâları da göstermektedir. İniş sebebini en açık olarak gösteren, Hz. Âişe rivâyetidir. Yetimlerin veliler tarafından mal veya güzelliğine tamah edilerek başkaları ile evlenmelerine engel olunup, uygun olmayan bir mehir ile kendilerine zorla nikah ve can ve mal açısından zarara uğratılmaları ve bu şekilde mal ve güzelliği az olan yetimlere hiç rağbet edilmeyerek tamamen sefilliğe düşürülmeleri âyetin inmesinin esas sebebi olmuş ve bunun için âyet, emirden önce yasağı kapsamış ve bütün kadınlara adaletle davranma gayesi de inmesinin hikmeti olmuştur.

Ve işte birden fazla kadınla evlenmeyi sınırlandırma, bu hikmetlerin ve faydaların bazıları olduğu gibi, birden fazla kadınla evlenmeye müsaade etmek de kadınların sefaletine meydan vermemek ve tarlayı (çocuk verecek anaları) artırma hikmet ve faydasını kapsamıştır.

Yukarıda dul kadınlara bile yetim denildiğini açıklamıştık. Âyetin inme sebebi gerek yalnızca küçük yetimler olsun ve gerekse kayıtsız olarak kendileri ile evlenilmiş kadınlarla da ilgili bulunsun, her şekilde âyetin mutlak surette kadınlara adaletli davranma hikmet ve gayesi ile ilgili bulunduğu da açıkça bellidir. Bundan dolayı âyetin iniş sebebinin özel oluşu, mana ve hükmünün de özel olmasını gerektirmeyeceğinden, (VE İN HIFTUM...) da yetimler, delalet yolu ile olsa bile, dul kadınları da kapsayan genel bir mânâ ile ele alınırsa, âyetin hükmü ve hikmeti daha fazla bir açıklık ile düşünülebilecektir.

Demek ki, âyetin iniş sebebi bakımından velilerle ve kocalarla ve bir dereceye kadar özel menfaatlerle ilgili olan bu âyet, hüküm ve hikmet ve iniş gayesi açısından onlarla beraber kamuyu ve kamu yararını ilgilendiriyor. Ve bunun için evlenme ile ilgili meseleler, kul haklarından başka bir de Allah hakkını ve kamu hakkını kapsamaktadır. Bundan dolayıdır ki, evlenme, bir bakımdan hak ve bir bakımdan vazifedir. Hem muamele, hem de ibadettir.

Allah Teâlâ, en açık şekilde acıma ve şefkata müstahak olan yakınlara ve yetimlere dikkati çektikten sonra, her iki ince duygunun heyecanının etkisi altında adalet duygusunu tahrik ederek hayat ve insanlığın mutluluğunun gelişme kanunu olan ve malî meseleler ile de ilgisi bulunan evlenme işinin, hem hak ve hem vazife yönlerine sahip, bir bakımdan genişlemeyi ve bir bakımdan sınırlamayı kapsayan ve kadınla erkek arasındaki yaratılışta var olan ilişkinin bütün inceliklerini içerecek bir şekilde tesbit etmiş ve genel olarak erkekleri teşvik ile kadınları korumaya sevketmiş ve cefa ve haksızlıktan, ahlâksızlıktan, fuhuştan men etmiş ve iğrendirmiştir.

Yetimlerin ve kadınların haklarının ve bu hakları korumanın genel vazifeler arasında bulunduğunu ve bu konuda evlenmenin önemli bir esas meydana getirdiğini ve akla uygun olan birden fazla kadınla evlenmenin, kadınların hakları ve kadın cinsinin şerefinin gereklerinden olduğunu ve fakat bunun kadınlara adaletle davranma gayesini bozmayacak bir adalet ve nöbet taksimi ile tatbik edilmesinin gerektiğini ve bu şekilde birden fazla kadınla evlenmenin erkeklere ağır yük ve vazifeler yüklediğinden dolayı hakka riâyet edemeyip adaletsizlikten korkanların bir kadınla veya cariyelerle yetinmeleri lazım geleceğini anlatmış ve siz Allah'ın sakındırma emirlerine karşı yetimlerin ve kadınların haklarını gözetmemekten korkan insanlarsınız, durumunuza göre bu etraflı açıklama çerçevesinde hareket etmeniz gerekir, buyurmuştur ki, işte (VE İN HIFTUM...) "Yetimler hakkında adalet yapmamaktan korkarsanız." şartının mânâsı bu oluyor.

Burada önce şu soru akla gelebilir: Bu şart bulunmazsa ne olacak? Burada korkunun gerçek mânâsına göre böyle bir soru mümkün değildir. Çünkü yetimler hakkında adaletsizlikten korkmamak bir küfür demek olur. Bundan dolayı herhangi bir mümin için bu, (VE İN HIFTUM) şartının bulunmamasını düşünmek bir çelişki meydana getirir. Bu şart bulunmayınca cezasının küfür olacağı bellidir. Bu açıdan bu şart, emrini kayıt ve şarta bağlamaz, onu destekleme mânâsındadır.

Fakat "korkarsanız" demek (VE İN HIFTUM...) de olduğu gibi mecaz olarak "bilirseniz, bir haksızlık olacağını zannederseniz," mânâsına olduğu takdirde durum böyle değildir. Bu şartın bulunmadığını farzetmek mümkündür. Bu şekilde yetimler hakkında haksızlık olmayacağı, onların ne mallarına, ne canlarına, ne ırzlarına bir tecavüz edilmeyeceği bilinir. Haksızlık düşünülmezse ne olacağını belirlemek âyetin mefhüm-ı muhalifine ait bir hüküm olacağından dolayı bunu belirtmek bir ictihad meselesi olur. Hz. Âişe de iniş sebebine göre bunun bir çözüm şeklini göstermiştir. Mantığa göre bir şart önermesinde önde bulunan cümlenin gerçekleşmemesinden, sonra gelen cümlenin gerçekleşmemesi lazım gelmeyeceğinden dolayı yukarıda zikredilen korku bulunmadığı takdirde de gerek bir ve gerek birden fazla kadınla evlenme akdi yapılamayacağı anlaşılmaz. Bunun için müctehid imamlardan ve tefsircilerden hiç biri, bu şartın Hz. Âişe'nin söylediği küçük kızların mehrinden başka yargı açısından bir hükmü anlattığını söylememiştir. Her iki mânâ ile korku şartı, kalble ilgili işlerden olduğu için yargı açısından değil, ancak dindarlık açısından bir hüküm ifade eder. Çünkü adalet yapamayacağını bilen bir adam, birden fazla kadınla evlenirse haksızlıktan sakınmadığı için günahkar olur. Fakat evlenmede, dörtten fazla kadınla evlenmiş gibi bu evlenme hükümsüz ve bozulmuş olmaz. Nafaka, soy gibi yargı ile ilgili hükümler gerçekleşir. Ve evlenmeden sonra haksızlıktan sakınabilirse yine sevab kazanmış olur.

Şu halde (fenkihû) emrinin anlamı nedir? Emir zahiren vacib mânâsına geldiği için, Zahiriyye (mezhebine mensup olanlar), bu emrin vacib mânâsına geldiğini ve bundan dolayı birleşmeye ve harcama yapmaya gücü yeten her kişi için evlenmenin farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu da nefsin coşması ve zina yapma korkusu durumunda, aile için harcama yapmaya gücü yetenler için farz-ı ayn olduğunda görüş birliği halinde iseler de genel olarak evlenmenin vacib olduğunu söylemiyorlar. Hanefîlere göre kişisel açıdan cinsel arzunun coşması halinde vacib, normal durumda

"Nikah benim sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." (Buhari, Nikah 1; Müslim, Nikah 5)

hadisi şerifi gereğince müekked bir sünnettir. Kadına haksızlık etme korkusu durumunda ise mekruhtur. Bundan başka yine Hanefilere göre farz-ı kifaye olduğunu açıkça belirtenler de vardır ki, her kişiye değil ise de ümmetin hepsine göre farzdır. Bütün ümmet, evlenmeyi terkederse günahkar olurlar, demek olur. Biz de âyetten bunu anlıyoruz. Gerçekten bütün ümmetin birden evlenmeyi terkettiği varsayımı karşısında hepsinin ibadetle meşgul olduğu bile düşünülse bütün ümmetin yok olacağı bir gerçektir. Ve hiç birinin İslâm'ın devam etmesine karşı kötü niyette bulunma cezasından kurtulamıyacağı apaçıktır. Bundan dolayı evlenenlere her yönden yardım etmek de bir vazifedir. Evlenme muameleleri de güçleştirilmeyip daima kolaylaştırılmalıdır. Çünkü evlenmeyi güçleştirmek, zinayı kolaylaştırmak demektir.

Sözün özü (fenkihû) emri bağlı olduğu şartlara göre bazı durumlarda vaciblik, bazı durumlarda mendubluk delillerine yakın olduğundan en genel mânâsı mendub olmasıdır. Evlenme, nafile ibadet ile meşgul olmak için bekar kalmaktan daha iyidir. İmam Şafiî hazretleri ise nikahın mübah olduğunu söylemiş. İbadet için bekar kalmanın nikahtan daha faziletli ve hayırlı olduğuna hükmetmiştir ki, bunların uzun uzadıya açıklaması fıkıh ilmine aittir.

Birden fazla kadınla evlenmeye gelince:

Bu esas itibariyle yalnız bir müsade ve mübah kılmak olduğunda ve haksızlık etme endişesi bulunduğu takdirde mekruh olduğu hususunda söylenecek bir söz yoktur. Bununla beraber âyet, birden fazla kadınla evlenmenin bazı durumlarda mendub olduğunu ve hatta vacib olduğunu bildirmekten de uzak değildir ki, bunu da en fazla gerek erkekler ve gerek kadınlar için fuhuş ve zina tehlikesinin yüz göstereceği durumlarda aramak gerekir. (MESNA, VE SÜLASE VE RUBA'E) ifadesi gereğince bu müsadenin en fazlası dört (kadın) olmuştur. Çünkü dile göre, "Şu elmaları şu cemaate ikişer ve üçer ve dörder paylaştır." denildiği zaman bir kısmına yalnız iki, bir kısmına yalnız üç ve bir kısmına yalnız dört elma düşeceği anlaşılır.

Fakat Zahiriyye mezhebinden bazıları bu sayıların üleştirme sayıları olduğunu "EL" i düşünmeyerek aradaki "VE"ye bakıp bundan bu sayıların bir şahısta toplanması gerektiği hayaline kapılmış ve toplamını iki, artı üç, artı dört gibi dokuz saymıştır. Bunlar (zahiriler), fikir yürütmeyi kabul etmedikleri gibi, icmaı da kabul etmediklerinden Hz. Peygamberin asrından beri gelen İslâm geleneğine, din imamlarına ve bütün müçtehid fakihlerin icmalarına (görüş birliğine) aykırı hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber âyetin hitabına girmemekle beraber buradaki dokuz (kadın) kuruntusunu Hz. Peygamberin kendine ait bir özelliğine yorumlasalardı belki doğru bir görüş olurdu. Yoksa iki defa iki, iki defa üç, iki defa dört demek olduğundan bu hesaba göre dokuza değil, on sekize çıkmaları gerekirdi.

Diğer taraftan Râfızî Şiîlerden bir kısmı bu sayıların hiçbir sınırlandırma anlatmadığını ve ifadesinin genel mânâsı üzere kaldığını, bu sayıların ikişer, üçer, dörder, vd. gibi bu genel mânâyı pekiştirmiş olduğunu iddia etmeye kadar varmışlar. Ve sırf nefsanî arzu ve heveslerine uymuşlardır. "Allah korusun."

58 Evlilik için flört şart mı? Evlilik için kişinin gayret etmesi, üzerine düşeni yapması gerekir, diyorsunuz. İnançlı bir ev kızının bu konuda üzerine düşen ne gibi şeyler var ki?..

Evlilik, insan hayatı içerisinde önemli bir yer teşkil etmektedir. En küçük işlerinde dahi sağlam temelleri atmayı esas alan bizler, evlilik gibi önemli bir olguyu sağlam temeller üzerinde oturtmayı ihmal etmekteyiz. Bu da çoğu zaman bizleri telafisi zor hatalara götürmektedir.

Bilindiği üzere kolay elde edilen şeyin kıymeti pek bilinmez, kolayca da terk edilmesinde mahzur düşünülmez. Değerli şeyler ise hep zor elde edilir, böylece de kolayca terk edilmezler.

Kadın değerlerin en yücesi, itibarını korunması lazım gelenlerin de en önde gelenidir. Kadının bir gün falanın yanında, öteki günü de filanın kolunda olması, bir başka gün ise kimin yanında olacağının bilinmez hale düşmesi, onu hayatı boyunca itibarsızlığa mahkum eder. Bir değerli hayatı böylesine değersiz ve itibarsız hale düşüren şeye ise siz ister flört deyin, isterse başka bir şey; ne savunulur ne de sonucu basite alınacak bir doğallık olarak görülebilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Dinimiz flört tarzı ilişkiye nasıl bakmaktadır. Aşık olmak caiz mi?

- Evlenmeyi düşünenlere...

59 Bir erkeğin ikinci bir hanımla evlenmesi için ilk eşinden izin alması gerekir mi?

İslam dininde ikinci bir evlilik yapmak için herhangi bir kimseden izin alma zorunluluğu yoktur. Peygamberimizin (a.s.m) Hz. Ali (r.a)’ın ikinci evliliğine karşı  çıkması, hususi bir tavırdır, bir hukuk prensibi değildir.

İlk eşin veya yakınlarının ikinci evliliğe tepki göstermeleri normaldir, fakat bu tepki hukukî değil, hissîdir.

Dört mezhebin içinde bulunduğu İslam hukukunda, çok eşliliğin caiz olmasının iki şartı vardır:

1. Eşler arasında -nafaka / geçimi temin, mesken, güzel muamele, yanlarında kalmak gibi maddi yönden arzulanan- adaleti temin etmek.

Bu konuda Kur’an’ın mesajı açıktır; eşler arasında gereken adaleti sağlamak;

“Himayeniz altındaki yetim kızlarla evlenince haklarını gözetemeyeceğinizden, adaleti sağlayamayacağınızdan endişe ederseniz, onlarla değil, size helâl olup arzu ettiğiniz diğer kadınlarla iki, üç veya dört hanım olmak üzere evlenin. Eğer bu takdirde de aralarında adaleti gerçekleştirmekten endişe ederseniz, bir kadınla veya elinizin altında olan cariyelerle yetinin. Bu durum, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (Nisa, 4/3).

Burada, insanın iradesi dışında olan gönül bağlarına bağlı olarak gelişen sevgi paylaşımında adalet yapma zorunluluğu yoktur. Aşağıdaki ayette bu hususa işaret edilmiştir:

“Ey kocalar! bütün benliğinizle isteseniz dahi eşleriniz arasında (yapacağınız sevgi dağıtımında) tam adaleti sağlayamazsınız. Öyleyse bir tarafa büsbütün gönlünüzü kaptırıp da öbürünü kocasızmış gibi bir vaziyette bırakmayın.” (Nisa, 4/129).

2. İkinci şart, onların geçimlerini temin etme gücüne sahip olmak. Peygamberimiz (a.s.m)

“Ey gençler topluluğu! Sizden kim -ailenin- geçimini temin edebilecek maddi imkânlara sahip ise evlensin.” (Mecmau’z-Zevaid, 4/252)

buyurmakla, bu ikinci şarta işaret etmiştir.

Bu sebeple, aile geçimini temin etmekten âciz olan kimsenin -birden çok değil-, bir kadınla da evlenmesi caiz değildir.(bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 7/168).

60 Kadına talak hakkı vermek nasıl olur?

Nikahınızı resmi olarak kaydettirmeden önce, imam nikahını kıydırmanızı tavsiye etmiyoruz.

Mehir, nasıl belirlenmişse, aynısını vermek kocanın üzerinde farzdır. Bununla beraber, mehir nikahın sahih olmasının şartı değildir. Bayan isterse, mehri almayıp, onu kocasına helal edebilir. Dolayısıyla, İslam'da anlaşarak boşama yetkisini devretme karşılığında mehir almaktan vazgeçmesinde bir sakınca yoktur.

Ancak, bu konuyu bir kez daha istişare etmede yarar vardır. Çünkü bayanlar genellikle, duygusaldır ve bir anda parlayıp, iki dakika sonra pişman olacakları işleri yapabilirler. İslam'da temelde onlara boşanma yetkisinin verilmemesinin en önemli bir hikmeti bu olsa gerek. Çünkü bu yetki devri yapıldıktan sonra kocanın bundan geri dönüp dönemeyeceği konusunda alimler arasında ihtilaf vardır. Daha güçlü olan görüşe göre, geri dönemez.

İlle de böyle bir şey isteniyorsa, "bir yıl" gibi belli bir zaman için verilebilir.

Yani hukuki anlamda, erkek evleneceği kadına boşama hakkını verebilir. Ama bu konuda daha dikkatli olmalarını tavsiye ederiz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kadına boşama hakkının verilmesi, tefviz-i talak?

61 Evlilik konusunda dinimizin tavsiyeleri nelerdir?

Peygamberimiz (a.s.m.) mü'minlere şu tavsiyede bulunur:

"Kadınlarla dört hasletleri için evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelliği için ve dini için. Sen dindar olanı tercih et, mesut olursun."(İbni Mâce, Nikâh: 6)

Kadının diğer vasıfları yanında, bilhassa dinî cihetine ağırlık verilmesi bir Peygamber tavsiyesidir. Dolayısıyla, Müslümanın da göz önüne alması gereken en hayatî noktadır. Bayanlar da aynı şekilde eş adayına karar verirken dindar ve güzel ahlaklı olmasına dikkat etmelidirler.

İlave bilgiler için tıklayınız:

Evlenilecek eşlerde aranan vasıflar nelerdir?..

Evlenmeyi Düşünenlere...

62 Mehir olarak hacca gitmek istenebilir mi?

Kadın eşinden mehir olarak hacca götürmesini talep edebilir. Erkek de bunu kabul ettiği halde daha sonra götürmek zorunda değildir. Bu durumda erkek eşine mehr-i misil vermekle mükellef olur.

Kadına takılan altınlar kocası tarafından da olsa hediye olduğu için mehir yerine geçmez. Erkeğin malından mehir ödemesi gerekir. Boşanma olsa da mehir vermesi lazımdır.

Mehr-i Misil:

Kadının emsaline göre takdir edilen mehir. Kadın, şu durumlarda mehr-i misle hak kazanır:

a) Nikâh akdinde mehrin zikredilmemiş olması halinde mehr-i misil gerekir. Mehrin zikredilmemesi, akdin fesatını gerektirmez. Çünkü nikâh, evlenecek olan çiftlerin icab-kabûlüyle tamam olur. Mehir ise nikâhın rüknü değildir ve bundan dolayı nikâh akdinin inikat ve sıhhati, mehrin zikredilmesine bağlı değildir. Mehir zikredilmediği halde koca vefat ederse, karısı mehr-i mislini terikeden alır; karı vefat ederse vârisleri kocadan mehri misli alırlar.

b) Mehrin, tayin edilmiş olmakla birlikte mehir hakkında bilgisizliğin fazla olması (el-Cehâletü'l-fahişe) veya gayr-ı mütekavvim bir mal olarak tayin edilmesi halinde mehrî misil gerekir. Mehrin ev, araba, hayvan, elbise vb. şekilde mutlak olarak zikredilmesi halinde fâhiş cehaletten sözedilir ve bu durumda mehr-i misil gerekir. Çünkü bu cins isimler farklı vasıflarda ve değerlerde olabileceğinden anlaşmazlık ve çekişmeye götürür.

Mesela, mutlak olarak ev denildiğinde evin müstakil, büyük veya küçük olması, manzarası vb. gibi problemleri beraberinde getirebilir. Bunun yanında şeriatın domuz, içki gibi mütekavvim mal kabul etmediği şeylerin mehir olarak tayini halinde bunlar geçersizdir ve mehr-i misil tahakkuk eder.

c) Taraflar arasında mehri ortadan kaldırma konusunda bir anlaşma varsa, yine mehr-i misil gerekir. Mehir şâriin nikâh akdinde uyulmasını emrettiği hükümdür. Bundan dolayı tarafların mehri kaldırma yetkisi yoktur. Eğer akde bitişik bir şartla onu kaldırmaya teşebbüs ederlerse bu şart fâsiddir. Bu durumda akit sahih ve şart geçersiz olur. Bunun en önemli misâlini şigar evliliği oluşturmaktadır.

Şigar evliliği, iki kadının mehir zikredilmeksizin birbirine karşılık olmak üzere iki erkekle evlendirilmesidir. Burada nikâh akdi geçerli fakat şart geçersizdir ve mehir zikredilmediğinden mehr-i misil gerekir. Şigar evliliği Ahmed b. Hanbel, İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre fasittir.(1)

d) Mehrin zikredilip zikredilmediği konusunda karı-koca arasında ihtilâf ortaya çıkarsa mehr-i misil gerekir. Ancak hangisi delil getirirse kabul olunur. Delil getiremezlerse mehir zikredilmedi (münkir) diyenden yemin istenir. Yeminden kaçınırsa (nükul), mehrin zikredildiğini söyleyenin davası sabit olur. Yemin ederse mehr-i misil gerekir.(2).

Mehr-i Mislin takdiri: Mehr-i misli tayin için evlenecek olan kadının babası kabîlesinden; yaş, güzellik, mal, şehir, takva, akıl, dine bağlılık, bekâret, iffet, ilim, edeb, güzel ahlâk, çocuk sahibi olma gibi çeşitli vasıflarda benzeri olan kadınların mehirleri dikkate alınır. Bu benzerlik iki tarafın yani mehri tayin olunacak kadın ile denk ve benzeri kadınların akit sırasında sahip oldukları vasıflar itibariyle araştırılır. Bu vasıfların akitten sonra artması veya eksilmesi emsalliğin meydana gelmesine zarar vermez. Eğer babası tarafında benzeri bulunmazsa babasının kabîlesine denk olan kabîleden emsali kadınların mehri takdir edilir. Kadının bu durumlarda benzeri bulunmadığı takdirde mehr-i misil iki adil erkek veya bir erkek iki kadının şahadetiyle sabit olur. Eğer adil şahid bulunamazsa söz yeminle beraber kocaya aittir. Koca mehr-i misli tayinden kaçınırsa mehrin miktarını tayin için hâkime başvurabilir. Bu hükümler, ihtilâf ortaya çıkması halindedir. Eğer mihir konusunda ittifak hasıl olursa kabul olunur.(3).

Kaynaklar:

1) bk. Kâsânî, Bedâyîus-Sanayi, Kahire 1327-28/1910, II, 282-283; Molla Hüsrev, Dürerü'l-Hukkâm Şerhu Gureril-Ahkâm, İstanbul 1979, I, 342; el-Fetâva'l-Hindiyye, Bulak 1315, I, 309-311; M. Ebû Zehre, el-Ahvâluş-şahsiyye, Kahire 1368/1948, s. 182-183; Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1985, II, 6, 119-120, 140-142.
2) bk. Molla Hüsrev, a.g.e., I, 347.
3) bk. el-Kâsânî, a.g.e.,II, 287; M. Ebû Zehra, a.g.e., s. 183-184; Bilmen, a.g.e., II, 119.

63 İslamiyet, hiç evlenmemiş bir erkeğin dul ve çoçuklu bir hanımla evlenmesine nasıl bakar?

Hiç evlenmeyen bir erkeğin, dul ve çocuklu bir kadınla evlenmesinin bir sakıncası yoktur. Ayrıca evleneceği kişinin durumu da önemlidir. Bazen dul bir kadınla evlenmek daha iyi olabilir. Buna karar verecek olan taraflardır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) kendileri 25 yaşlarındayken, 40 yaşlarında dul bir kadın olan Hz. Hatice (ra) annemizle evlenmişlerdir. Yine muhterem annelerimizden Hz. Ayşe hariç diğerlerini de dul olarak almıştır.

Bununla beraber hiç evlenmeyen bir kadın varsa onu tercih edebilir. Ancak bunlar birer tavsiyedir, bağlayıcı değildir.

Evlendiğim zaman Resulullah (sav) bana:
"Nasıl biriyle evlendin (dulla mı bakire ile mi?)" diye sordular.
"Bir dul aldım!" dedim.
"Niye bakire değil? O senin sen de onunla mülatefe ederdiniz!" buyurdular.[Buhari, Nikah 10; Müslim, Rada 54, (715); Ebu Davud, Nikah 3, (2048); Tirmizi, Nikah 4, 13 (1086, 1100); Nesai, Nikah 6, 10 (6, 61-65)]

Üveym İbnu Sâide radıyallahu anh anlatıyor:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Bakire kızlarla evlenin. Çünkü onların ağızları daha tatlı, rahimleri daha doğurgandır, aza da razı olurlar."

Ağızlarının tatlılığı, "hayâ perdeleri yırtılmadığı için, edepli konuşurlar, kocalarına karşı kırıcı, çirkin söz söylemezler" diye anlaşılmıştır. Hadis, kadınların doğurganlık vasfını övmektedir.

Kadının razı olacağı "az"dan muradın "maddi ihtiyaçlarda; yemede, içmede, giyim kuşamdaki azlık olabileceği gibi, cinsi münasebetteki azlık"ın da olabileceği söylenmiştir. "Dul kadın önceki kocasının yanında her şeyin bolunu görmüş olabilir. Aynı şeyi yeni kocasında da arayarak, bulamayınca tatsızlığa sebep olur." denmiştir. (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Şerhi)

64 Aileden habersiz, dul bir bayan ile nikah yapılabilir mi? Tecavüze uğramış kadın da dul kadın gibi midir? Dini nikahını veliden izinsiz kıyabilir mi?

Kızın bekâreti zina, yani cinsel temas dışında herhangi bir sebeple giderse, bu durumda kız yine bakire sayılır. (Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/477.)

Nikâh bir akit, sözleşme ve anlaşmadır. Bunun için bazı şartları vardır. Bu şartlardan birisi yerine getirilmezse nikâh sahih olmaz:

1. Evlenecek kişilerin veya vekâletlerini verdikleri şahısların hazır bulunması.
2. Tarafların irade beyanı. Evlilik akdini kabul ettiklerine dair eşlerin “kabul ettim” şeklinde ifade etmeleri.
3. Nikâhın duyurulması. Gizli bırakılmaması. Bu şart bazı mezheplere göredir.
4. Kızın velisinin izninin olması. Bu hüküm Hanefi mezhebi hariç diğer mezheplere göredir.
5. Şahitlerin hazır olması. Bu şahitler, ergenlik çağına ermiş, aklı başında iki erkek veya bir erkekle iki kadın olmalıdır. Yani şahitlikte mutlaka bir erkeğin bulunması icap eder.

Nikâh ve talâk, diğer bir ifade ile evlilik ve boşanma dinî bir müessesedir; aynı zamanda ibadetler içinde değerlendirilir. Çünkü kaynağı Kur'ân ve hadistir. Bu hususta yüzlerce âyet-i kerime, binlerce hadis-i şerif vardır. Bu âyetler hem evlilik müessesesinin sınırlarını çizer, hem de sorumluluk ve mükellefiyetleri belirler. Bazı âyetlerde mesele bütün ayrıntılarıyla verilir. Hadisler ise evlilik ve aile müessesesinin bütün ayrıntılarını belirler, anlatır ve öğretir.

Aynı şekilde İslâm hukuku kitaplarında nikâh ve talak bölümü apayrı bir bölüm teşkil eder. Meselâ kaynak olarak verdiğimiz, Türkçede de kapsamlı bir eser Ömer Nasuhi Bilmen'in sekiz ciltlik Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu'nun bir cildi bu meseleye ayrılmıştır.

Konunun anlaşılmasına yardımcı olması ve bir örnek teşkil etmesi açısından bazı âyetlerin meallerini okuyalım:

"İçinizden bekâr olanları ve köle ve cariyelerinizden dindar olanlarını evlendirin. Onlar fakir iseler, Allah onları lûtfuyla zenginleştirir. Allah'ın lütfü geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir. Evlenmeye imkân bulamayanlar da, Allah onları lûtfuyla zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar."1

"Size şu kadınları nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emzirmiş olan süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri, aranızdan zifaf geçmiş olan kadınlarınızdan doğan üvey kızlarınız. Eğer zifaf geçmemişse onların kızlarını nikâhlamakta size günah yoktur. Öz oğullarınızın hanımlarını nikahlamanız ve iki kız kardeşi birden nikâhınız altına almanız da size haram kılındı. Ancak geçmiş olan müstesnadır. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir."2

Nikâhın kendine göre şartları vardır. Bu da yukarıda izah edildi. Cumhuriyet devrine kadar "dini nikâh, resmi nikâh" diye bir ifade mevcut değildi. İslâm hukuku yürürlükten kaldırılıp yerine Batı'dan adapte edilen "medenî" hukuk devreye girince ve nikâh akit işlemleri belediyelere verilince bu çeşit sorular gündeme geldi. Oysa Yahudilik ve Hristiyanlık gibi semavi kaynaklı dinlerde, önceden olduğu gibi şimdi de nikâh merasimleri sinagog ve kiliselerde yapılır. Esasen İslâmda da böyledir.

Peygamberimizin (a.s.m.) "Nikâhı duyurun ve onu camilerde yapın." mealindeki hadis-i şerif bu prensibi hatırlatmaktadır. Bu işlem camilerden alınıp belediye nikâh salonlarına taşınınca, nikâhın "dinî" bir mahiyet taşıyıp taşımadığı akıllara gelmeye başladı.

Nikâh, evlilik bazı şartlar taşıdığından dolayı bu meseleyi bir bütün olarak âlimler ve din görevlileri bilmektedir. Ve öteden beri nikâh akdini âlimler ve imamlar yapmaktadır. Bunun için nikâhın halk dilindeki adı "imam nikâhı" şeklinde söylenir olmuştur.

Aslında bu işlem imamlık, hocalık işi değildir. Her Müslüman nasıl ibadetlerini önceden öğrenerek yapıyorsa, nikâhı ve nikâhın şartlarını ve sorumluluklarını araştırıp öğrendikten sonra bu hazırlığa girecek, şahitler huzurunda taraflar birbirlerini karı-koca kabul ederek nikâhlarını kıyacaklardır. Yani cemaatle namazda olduğu gibi, nikâhta mutlaka imam bulunacak diye bir şart yoktur. Şartları bellidir ve ona göre akit yapılır.

"Sadece resmî nikâh yeterli midir? Sadece resmî nikâhı olanlar Allah katında evli sayılır mı?"

Nikâh dinî bir müessesedir ve belli şartları vardır. Aynı şart ve esaslar resmî nikâhta, yani belediye memuru tarafından kıyılan nikâhta mevcutsa nikâh nikâhtır. Ancak şart ve esaslara dikkat edilmiyor, hattâ kaale alınmıyorsa mesele değişir, nikâha gölge düşebilir. Şöyle ki:

Resmî nikâhta evlenecek kişiler evlendiklerine dair ifadelerini açıkça belirtiyorlar. Ancak bu ifadelerin kesinlik bildirmesi gerekir. Başka türlü bir yoruma müsait olmamalıdır.

Bir diğer önemli nokta, şahitlerin Müslüman olması ve iki şahitten birisinin erkek olmasıdır. Oysa laik düzende şahidin T.C. vatandaşı olması kâfi geliyor.

Evlenecek taraflar süt kardeşi olmamalıdır. Oysa resmî nikâhta bu husus araştırılmadığı gibi, memur tarafından da sorulmuyor.

Müslüman bir hanım gayri müslim bir erkekle evlenemez. Halbuki yürürlükte olan mevzuatta bu meseleye dikkat edilmiyor, memur sormaya gerek duymadan nikâhı kıyıyor.

Bu mahzurlar söz konusu değilse, sadece resmî nikâhla da helâllik mümkün olur. Zaten nikâhın rüknü: iki şahit huzurunda tarafların birbirlerini karı-koca olarak kabul etmeleridir.

Ancak bütün bunlarla birlikte İslâmî ölçüler çerçevesinde nikâh akdini ihmal etmemeli, yaptırmalıdır.

Kaynaklar:

1. Nur Sûresi, 24/32 ve 33.
2. Nisa Sûresi, 4/23.

65 Nebe suresi 33. ayet sübyancılığa girmez mi?

- İlgili ayetin meali şöyledir: “Şüphesiz, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar/takva sahipleri, başarı ve mutluluğa ererler. Onlara bahçeler, üzüm bağları, turunç göğüslü genç yaşıt dilberler, dolu dolu kadehler var.” (Nebe, 78/31-34)

Tabii başka meallerde benzer ifadeler de var dır. Bu konuda şunları söyleyebiliriz:

a) Ayetin ifadesinde “göğüsleri yeni tomurcuklanmış” denilmiştir. Bazı  meallerde eklenen “henüz” kelimesi, ayetin ifadesinde yer almamıştır. Bu sebeple, ayette “göğüslerin tomurcuklandığı yıl, ay gün” gibi belirli bir zaman dilimine vurgu yapılmamıştır. İfade edilen “göğüsleri tomurcuklanmış olan kadınlar”dır. Bu tomurcuklanma yeni de olabilir, -söz gelişi- 33 yıl önce de olabilir. Ayetin kullandığı ifadeler belirli bir zaman dilimini kesinlikle içermemektedir.

b) Ayette söz konusu edilen kadınlar dünya kadınlarından çok cennette yaratılmış hurilerdir. Huriler bir anne rahminde değil, Hz. Adem gibi annesiz ve babasız olarak yaratılmışlardır.

Dolayısıyla, onlarda zaman içerisinde büyümek/tekamül etmek yoktur. Yani, göğüsleri yaratıldıklar günden itibaren tomurcukludur. Bu sebeple, “tomurcuklanmanın 10-11 yaşlarında olduğunu” söyleyip, küçük yaşa itiraz etmek yersizidir

c) Bazı alimlere göre ayette geçen “Kevaib” kelimesi, tomurcuklu değil, bakire olan kadın anlamınadır. (bk. Maverdi, ilgili ayetin tefsiri)

d) Bazı alimlere göre ayette geçen “Kevaib” kelimesi, Kâib’in çoğuludur. Kâib ise, 15 yaşındaki kızlar için kullanılan bir vasıftır. (bk, İbn Aşur, ilgili yetin tefsiri)

e) Genel anlayışa aykırı da olsa, burada göz ardı edilmemesi gereken şöyle bir yorum da yapılabilir:

- Konumuzu ilgilendiren Surenin 33. ayetinde yer alan iki kelime vardır: “Kevaib” ve “Etrab” kelimeleri. Bildiğimiz yorumlarda “Kevaib” kelimesi “Kâib”in çoğulu olup “Tomurcuklu göğüs”, “Etrab” ise Tirb’in çoğulu olup “Yaşıtlar” anlamı verilmiştir. Bu kelimeleri böyle anlamlandırmak yanlış değildir.

Ancak yanlış olmayan bir anlamlandırma da şudur: “Kevaib” kelimesi, “Ke’be”nin çoğuludur. Ke’be kelimesi, “yuvarlak-tümsek” manasına gelir. Mesela: tavlada kullanılan zarlar için de “Ke’be” kelimesi kullanılır. Buna göre, bu kelime daha önceki ayette geçen İneb’in bir vasfı olup üzüm danesi manasında da algılanabilir.

Ayetin ikinci kelimesi olan “Etrab” ise yaşıt anlamına geldiği gibi, “denk” anlamına da gelir. Zaten yaşıt olup yaşta eşit olanlar birbirinin dengi demektir.

Bu yoruma göre ayetin manası “göğüsleri tomurcuklu yaşıt kızlar” değil, “(büyüklük, sağlamlık ve tatlılık bakımından) birbirine denk olan üzüm daneleri” anlamına gelir.

- 31-34. ayetleri bütüncül bir bakışla / siyak ve sibakına bakarak bir değerlendirme yaparsak, bu yorumun yabana atılacak bir şey olmadığını görürüz. Bu hususu birkaç noktada açıklayalım:

Birincisi: Konuyla ilgili bu ayetlerin hiç birinde hurilerden, kızlardan, kadınlardan söz edilmemiştir. Burada “bağ-bahçe-kadın” kompozisyonu gibi genel bir anlayış esas alınarak kadın söz konusu edilmiştir.

İkincisi: Bu yorum, ayetin önceki ve sonraki ayetlerle daha çok uygunluk göstermektedir. Şöyle ki:

Bu ayetten önce yer alan 32. ayette “Onlara bahçeler, üzüm bağları var.” denilmiştir. 33. ayette bu üzüm bağlarında bulunan üzümlerin güzelliklerine işaret edilmiş ve “(büyüklük, sağlamlık ve tatlılık gibi özellikleri bakımından) birbirine denk olan tomurcuk üzüm daneleri var” denilmiştir. Bu ayetten sonraki 34. ayette ise, “(Bu güzel üzüm danelerinden) dolu dolu kadehler var.” olduğuna işaret edilmiştir.

Demek burada, “asmalardan devşirilen ve birbirine denk olan dane dane üzümler  ve o üzümlerden yapılıp dolu dolu kadehlerde sunulan içecekler” söz konusu edilmiştir. Görüldüğü üzere, bu üç ayette, son derece uyumlu bir bütünlük içinde, cennetin bahçeleri, bahçelerin meyveleri ve meyvelerin içecekleri anlatılmıştır.

Tabii ki, daha önceki manalar tefsir kaynaklarında yer lamasına karşılık, bu son yorum yer almamaktadır. Bunu kabul etmezse bile, -yukarıda kaynağı verilmiş olan- bazı tefsirlerde geçtiği üzere, burada “göğüsleri tomurcuklu kızlar” yerine “15 yaşında bekar kızlar” manasını tercih edilebilir.

66 Nisa suresi 6. ayet büluğ çağından önce evliliği yasaklıyorsa, Talak suresi 4. ayet buna nasıl izin veriyor?

- Evvela,

Yetimleri, evlenme / erginlik çağına varıncaya kadar gözetip deneyin. Akılca olgunlaştıklarını görürseniz mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyünce ellerine alacakları düşüncesiyle o malları israfla tüketmeyin. İhtiyacı olmayan veli, yetim malına tenezzül etmesin. Muhtaç olan ise meşru surette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın. Onlara mallarını teslim ettiğinizde bunu şahitlerle tesbit ettirin. Allah hesab sorandır ve onun hesap sorması kâfidir.” (Nisa, 4/6)

mealindeki ayet, genel olarak kızların evlenmeleri ile ilgili değildir.  

Bu surenin 2. ayetinde yetimlerin malları kendilerine verilmesi emredilmiş, burada ise, o malların ne zaman verileceğine dair açıklama getirilmiştir. Nitekim burada mallarının kendilerine verilmesi için iki şart söz konusu edilmiştir: Erginlik ve rüşd.

Ayette yer alan “BELEĞU’N-NİKÂH” ifadesinin “erginlik çağına ulaşma” anlamına geldiğine fakihler arasında ittifak vardır. Erginlik alameti beş tanedir. Bunlardan üçü erkekler ile kadınlar arasından ortaktır. Bunlar: İhtilam, belli yaşa ulaşmak (15, 18 vs.) ve etekte kılların çıkması. Bunlardan ikisi kadınlara özeldir: Aybaşı ve gebelik. (Razi, ilgili ayetin tefsiri)

Rüşd ise, Hanefi ve Şafii âlimleri arasında farklılık arz etmekle beraber, genel olarak akıllı olmanın yanında alışveriş işlerini yapabilecek maharete sahip olmak manasına gelir. (bk. Razi, a.y.)

- Bu farklı anlayışın bir sonucu olarak, Şafii âlimleri, bir kimse kendi yarar ve zararını fark edecek durumda olmadığı takdirde, 25 yaşında dahi olsa malı kendisine teslim edilmeyecektir, derler. İmam Muhammed ve Ebu Yusuf da bu görüştedir.

Hanefi mezhebinin ünlü fıkıh alimi Ebu Bekir er-Razi’ye göre, kişinin rüşdü, onun akıllı olması anlamına gelir. Şayet bir kimse büluğa erdikten sonra, kâr-zararını fark etmezse bile 25 yaşından sonra malı kendisine teslim edilir.(bk. Razi, a.y.)

Özetle diyebiliriz ki, bu ayette erginlik çağına gelmeden kadınların evlenmelerinin caiz olmadığına dair bir ifade içermemektedir. Burada sadece yetimler hukukuna dair ifadeler söz konusudur. Çünkü “yetim” kavramı, kişinin erginlik çağından önceki konumunu ifade etmektedir.

“Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir. Hamile olan kadınların iddetleri, çocuklarını doğurdukları vakit biter. Kim Allah’ı sayıp ona karşı gelmekten korunursa, Allah onun işinde bir kolaylık verir.” (Talak, 65/4)

mealindeki ayette ise, bir kızın çocuk yaşta evlendirilebileceğine, özellikle kendisiyle cinsel ilişkiye girilebileceğine dair bir ifade söz konusu değildir.

Bu sebeple, Talak suresinin ilgili 4. ayetinin yorumuna dayanarak beş yaşı civarında olan bir kız çocuğunu evlendirmeye zorlamak ne İslamidir ne de insanidir. Formel hukuk açısından bir bebeğin de ebeveyn gibi mücbir veliler tarafından nikâhının kıyılması caiz olabilir. Ancak bir bebeğin cinsel ilişkiye gireceğini düşünmek, akıllı insanların işi değildir.

Bu ayette meal olarak yer alan “Henüz âdet görmeyenlerin de (iddet) süreleri böyledir.” ifadesinden örneğin, beş yaşı anlamak mümkün değildir. Çünkü burada konu, evlenmiş olup da henüz aybaşı görmemiş kadınlar söz konusudur.

Bugün, bilimsel çalışmalar yapan uzmanların verdiği bilgiyi göre, kızlarda ortalama ergenlik yaşı 10.5. âdet kanamasının başlangıcı ise yine ortalama 12.5 yaştır. Yine yapılan bilimsel araştırmalara göre, kız çocuklarında ilk âdet kanamasının en geç 14 yaşında başlaması gerekir. Bir de buna nadir veya ender olan istisnai halleri de dikkate alınabilir. O halde, ayette yer alan “Henüz âdet görmeyenlerin de (iddet) süreleri böyledir.” mealindeki ifadeden 12-15 veya daha fazla bir yaşı anlamak neden makul olmasın?!.

Çünkü ortalama hayız yaşı 12,5 ise, bunun -istisnalarda- en fazla yaşının 15-20’yi de geçecek bir yaş olarak değerlendirmekte dini, akli ve ilmi kriterler açısından hiçbir sakınca yoktur. Zira hükümler herkesi kapsayacak şekilde olur.

O hâlde, hiç hayız görmemiş bir kızın yaşının ortalama 12-13 olarak kabul edebileceğimiz gibi, bunu -ender de olsa- hormonal olarak sağlıklı olmadığından âdet görmeye başlamamış 20 yaşın üstündeki kızları da içine alan bir ifade olduğunu da kabul edebiliriz. Nitekim uzmanların bildirdiğine göre, kuzey ülkelerde ilk âdet yaşı 16-17’lere kadar çıkabiliyor.

- Bizim kanaatimize göre, bu ayeti böyle anlamakta hiçbir sakınca yoktur. Üstelik insani değerler bakımından realitelere de daha uygundur. Ve konumuz olan bu iki ayet arasında herhangi bir çelişki de söz konusu değildir.

Çünkü Nisa suresi 6. ayette, (aslında bütün yetimler için söz konusu olmakla beraber, o günkü problemin kaynağı olanlar yetim kızlar olduğu için, onlara vurgu yapılarak) yetim kızlara mallarının teslim edilebilmesi için onların âkil-bâliğ-reşid olmalarının gereğine işaret edilmiştir.

Talak suresi 4. ayette ise, (ister küçük ister büyük olsun, herhangi bir sebepten ötürü, bir şekilde) henüz aybaşı halini yaşamamış kızların durumuna açıklık getirilmiştir.

67 Nisa suresi 24. ayete göre, savaşta ele geçirilen evli kadınla evlenmek caiz midir?

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Kocası olan kadınlarla da evlenmeniz haramdır, ancak harp esiri olarak eliniz altında bulunan cariyeler bundan müstesnadır. İşte bütün bunlar Allah’ın kesin hükümleridir. Bu sayılanlardan başkalarını, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla, mal harcayıp mehirlerini vererek nikâhlamanız helâldır. Dikkat edin: Evlenerek beraberliklerinden yararlandığınız kadınlara, belirlenmiş olan mehirlerini verin, bu bir haktır. Ama belirledikten sonra, aranızda anlaşarak miktarını arttırıp eksiltmenizde size bir vebal yoktur. Allah alîm ve hakîmdir / her şeyi hakkıyla bilir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/24)

Ayette açıkça ifade edildiği üzere, İslam’da, kocası olan kadınlarla evlenmek haramdır. Ancak harp esiri olanlar bu kuralın dışındadır. Demek ki, savaşta ganimet olarak esir alınan düşman kâfirlerin eşleri de ganimet malı olarak sayılır, cariye muamelesini görür ve dolayısıyla da kimin payına düşerlerse onlara helal olurlar.

Tefsir kaynaklarında, başta İbn Abbas olarak, bu ayetin manasını destekleyici bazı sahabe görüşlerine de yer verilmiştir. (bk Taberi, ilgili yetin tefsiri)

İslam’dan binlerce seneler öncesinden başlayan bir kölelik / cariyelik statüsü vardır. Bu statüye göre harp esirlerinden erkekler köle, kadınlar ise cariye olarak muamele görürler. Bu muamelelerde, kadınların evli olup olmadıklarına bakılmaksızın bir ganimet malı olarak kabul edilir.

İslam dini geldiği zaman, bütün dünyada geçerli olan kölelik kurumu çok yaygın bir kanun idi. İslam dininin bunu tamamen ortadan kaldırmasına imkân yoktu. Bu konuda yazılmış eserler de vardır. Sitemizde de bazı bilgileri görmek mümkündür.

Demek ki, Nisa suresinin ilgili hükmü dünya çapında yürürlükte olan bir kanunun hükmüdür ve İslam da onu ortadan kaldırmamıştır. Çünkü, şayet İslam bunu kaldırsaydı, kâfirler bundan cesaret alarak daha şiddetli bir şekilde onlara karşı savaşırlardı. Özellikle o günkü Arap müşrikleri için hiçbir formül, eşlerinin esir alınması kadar savaştan caydırıcı bir rol oynayamazdı. (bk. İbn Aşur, ilgili yer)

Ancak İslam, bu statü konusunda değişik şekillerde iyileştirme yaptığı gibi, her fırsatta köleleri hürriyetlerine kavuşturmayı teşvik ettiği bilinmektedir.

İslam âlimleri, bu ayetin hükmüne dayanarak ittifakla şu hükmü ortaya koymuşlardır:

“Kâfir eşlerden biri esir alınıp İslam yurduna getirilmesiyle aralarındaki evlilik bağı kendiliğinden düşer.” (Razî, ilgili ayetin tefsiri)

Her iki eşin birlikte esir alınıp İslam yurduna getirilmesi durumunda ise, farklı görüşler vardır.

İmam Şafii’ye göre, bu durumda da onların evlilik bağı sona erer. Onların sahibi istibra (âdet görünceye kadar) beklemek süresinden sonra kadınla evlenebilir.

İmam Ebu Hanife’ye göre ise, karı-kocanın birlikte esir alınıp İslam yurduna getirilmeleri durumunda bunların evlilikleri devam eder. (bk. Razi, İbn Aşur, ilgili ayetin tafsiri)

68 Bir kadına, nasıl evlenme teklifinde bulunabiliriz? Ona bakmanın ölçüsü ve sınırı var mıdır?

Fıkıh eserlerinde kız isteme ve nişanlanmayla ilgili hükümlere daha çok nikâh bölümünün başında, ayrıca iddet ve mehir konuları işlenirken değinilir.

Fıkıh terminolojisinde evlenme niyetini açıklama hıtbe, denilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde geçen hıtbe kelimesinin (Bakara, 2/235) hadislerde gerek bu şekilde gerekse fiil kalıpları içinde yaygın biçimde kullanıldığı görülür. (Wensinck, el-Mu’cem, htb md.)

Hıtbe, belirli bir kadınla evlenme isteğini açıklayarak bunu kadına veya ailesine bildirmektir. Bu bildirme doğrudan doğruya evlenecek erkek tarafından yapılabileceği gibi, bu kişinin ailesi veya "dünürcü" denilen üçüncü bir kişi tarafından da yapılabilir. Kızın veya ailesinin olumlu cevap vermesi durumunda "nişanlanma" meydana gelmiş olur.

Evlilik öncesi kız görme, isteme ve nişanlılık gibi bir takım işlemlerin yapılması, evlenecek kişilerin ve ailelerinin birbirlerini tanımalarını sağlar. Bir ömür boyu sürmesi hedeflenen bir evlilik öncesinde böyle bir araştırma ve tanışma devresine tarih boyunca ihtiyaç duyulmuştur.

Evlenme teklifi "falanla evlenmek istiyorum" şeklinde açıkça yapılabileceği gibi, üstü kapalı ve ima yoluyla konuşarak da olabilir. Kıza karşı; "Seninle evlenilir", "Şanslı olan seninle mutlu olur" veya "Senin gibi uygun bir kız arıyorum" gibi sözlerin söylenmesi kapalı evlenme teklifi niteliğindedir.

Evlenmek Niyetiyle Kadına Bakmak

Ergin bir erkeğin, mahremi olmayan yabancı kadının şer'an örtülmesi farz olan avret yerlerine bakması caiz değildir. Bu bakışın şehvetli veya şehvetsiz olması yahut fitneye neden olacak nitelikte bulunup bulunmaması sonucu değiştirmez. Kadının avret yeri el ve yüz dışındaki bütün bedenidir. Ebu Hanîfe buna topuktan aşağı ayakları da ekler.

Ancak, erkeğin yabancı kadına bakma yasağının bir takım istisnaları vardır. İhtiyaç ve zaruret durumları bulununca veya evlenme düşüncesi olunca bakma yasağı kalkar. İhtiyaç ve zaruret konusunda "zaruretler sakıncalı olan şeyleri mubah kılar" prensibi uygulanır. Diğer yandan zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur.

Karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı, huzurlu bir yuva kurma hedefinin gerçekleştirilebilmesi ve ileride çıkabilecek problemlerin önlenmesi için tarafların birbirlerini beğenmeleri ve aralarında gerekli yakınlığı kurup kuramayacaklarını araştırmaları önemli olduğundan evlilik akdinden önce müstakbel eşlerin birbirini görmesi tavsiye edilmiştir.

Evlenecek eşlerin birbirini görmesi, iki türlü olabilir.

a) Erkek adına, bir yakınının kızı görmesi. Burada, aracı kadın, dünür gönderilmesi düşünülen kızın niteliklerini damat adayına anlatır. Bu caizdir. Hz. Peygamber (asm) Ümmü Süleym’i bir kadına görücü olarak göndermiş ve onun bacaklarına bakmasını ayrıca ağız kokusunun olup olmadığını anlamaya çalışmasını bildirmiştir." (1)

Kadın da, kendisine talip olacak erkeğe bakması için birisini gönderebileceği gibi, bizzat erkeği kendisinin görme hakkı da vardır.

b) Erkeğin bir aracı koymaksızın, evlenmek istediği kızı bizzat görmesi. Onun, yüz ve beden güzelliğini anlaması için yüz, eller ve boya bakması yeterlidir. Yüz güzelliğe, eller de bedenin zarafetine delalet eder.

Bir hadiste şöyle buyurulur: "Sizden biriniz bir kadınla evlenmek istediği zaman, onun evlenmesini teşvik edecek niteliklerine bakabilirse baksın." Cabir şöyle diyor: "Bir cariye ile evlenmek istiyordum. Gizlice onu gözetledim ve evlenmemi teşvik eden bazı özelliklerini gördüm. Sonra da onunla evlendim." (2)

Mugîre b. Şu'be bir kadınla evlenmek istiyordu. Hz. Peygamber (asm) ona; "Git ve onu gör. Çünkü görmek, birbirine ısınmanız için daha iyidir." (3) buyurdu.

Ebu Humeyd'in naklettiği bir hadiste, evlenme niyetiyle kadına bakılabileceği ve kadının durumu bilmemesinin de sonucu değiştirmeyeceği belirtilmiştir. (4)

Bakmanın ölçüsü ve sınırı var mıdır?

Çoğunluk müçtehitlere göre, erkek evlenmek istediği kadının yalnız yüz ve ellerine bakabilir. Çünkü yüz ve ellerin görülmesi kadının güzelliğini ve bedeninin arzu edilene uygun olup olmadığını anlamak için yeterlidir. Ebu Hanîfe ayakları da görülebilecek yerler kapsamında saymıştır.

Hanbelîlere göre, evlenilmek istenen kadının günlük işleri yaparken açık kalabilen yerlerine bakmak caizdir. Bunlar, yüz, boyun, baş, el, ayak ve diz kapağından aşağı kısmıdır. Çünkü bir kadının fizik yönünün bilinmesi için belirtilen bu yerlerin görülmesine ihtiyaç vardır.

Şafiîlere göre, bakmanın, kızın ve ailesinin haberi olmaksızın yapılması gerekir. Aksi durumda, kız tercih edilmezse ailesi incinmiş olur. Delil; kızın izni olsun veya olmasın, bakmanın caiz olduğunu bildiren hadislerin açık anlamıdır.

Malikîlere göre ise, erkeğin bakışından kızın ve ailesinin haberli olması gerekir. Çünkü kızın, kendisine bakıldığından haberli olmaması mekruhtur. (5)

Sonuç olarak, bir erkek evlenmek istediği kıza, evlenme teklifinde bulunmadan önce İslami ölçüler içinde bakabilir. Aynı şekilde kız da erkeğe bakabilir. Yanlarında üçüncü bir kişi bulunmak veya herkese açık bir yerde olmak şartıyla evlilik tasarlayan müstakbel eşlerin karşılıklı konuşmaları da mümkün ve caizdir.

Nişan bir akit midir?

İslâm hukukunda nişanlanma bir evlenme vaadi olarak kabul edilir ve evlenmeye zorlayıcı bir niteliğinin bulunmadığı belirtilir. Bununla birlikte nişanla ilgili ahlâkî, vicdanî ve örfî anlamda bağlayıcı birtakım hükümler bulunmaktadır. Nikâh akdi yapılmadıkça nişanlanma taraflar arasında mahremiyet açısından bir değişiklik meydana getirmez. Dolayısıyla nişanlılar görüşmelerinde birbirine nâmahrem olanların uymaları gereken sınırlara riayet etmekle yükümlüdür.

Nişanlılık döneminde sırf tarafların bu sınırlara uyma yükümlülüğünü kaldırma amacıyla dinî nikâh kıyılması birçok sakıncayı beraberinde getirebileceğinden İslâm teşrîinin ruhuna uygun görülmemektedir.

Evlenme teklifi yapılan kişiye, başkası teklifte bulunabilir mi?

Kendisine evlenme teklifi yapılmış kadın bunu açıkça kabul etmişse, bu durumu bildiği halde bir başkası ona açık veya üstü kapalı bir evlilik teklifinde bulunmamalıdır. Hz. Peygamber’in (asm) bu konudaki hadisinin (6) zahirini esas alan alimler, evlilik teklifine kadın tarafından henüz bir cevap verilmiş olmasa dahi bir başkasının teklifte bulunmasını câiz görmez.

Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre, eğer kadının evlilik teklifini kabule yatkın olduğu anlaşılıyorsa ikinci bir teklif haramdır; ancak olumlu veya olumsuz hiçbir işaret yoksa bir başkasının teklifte bulunması câizdir.

Şâfiî mezhebinde tercih edilen görüşe göre ise, kadın henüz açık bir cevap vermemişse birinci teklife meylettiği anlaşılsa bile ikinci bir teklif yapılabilir. (7)

İkinci teklifin haram olduğu durumlarda bu kişiyle evlilik yapılması İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre nikâhın geçerliliğine engel teşkil etmez. Mâlikî mezhebinde ise böyle bir nikâhın feshedilmesi gerektiği, feshedilmesinin müstehap olduğu ve zifaf gerçekleşmemişse feshedileceği şeklinde üç görüş vardır.

Vefat iddeti bekleyen kadına üstü kapalı evlenme teklifinde bulunulabileceği (Bakara, 2/235), böyle birine veya bâin talâk sebebiyle iddet bekleyen kadına açık biçimde ve ric‘î talâk sebebiyle iddet bekleyen kadına gerek açık gerekse üstü kapalı bir şekilde evlenme teklifinde bulunulamayacağı hususunda görüş birliği vardır.

Bâin talâkla boşanan kadına iddet içerisinde üstü kapalı teklifte bulunmanın hükmü ise tartışmalıdır. Fakihlerin çoğunluğu bunu câiz görürken Hanefîler’le bir kısım Şâfiî ve Hanbelî fakihi, eşlerin anlaşması halinde yeni bir akidle evlenmeleri mümkün olduğu için böyle bir teklife cevaz vermez.

İslâm hukukunda nişanlılık taraflara evlenme mecburiyeti getirmediğinden nişanlılar sebepli ya da sebepsiz, tek taraflı veya anlaşarak nişanı sona erdirebilir. Ancak genel olarak sözden dönmenin dinen hoş karşılanmaması yanında nişanı bozmanın karşı tarafa vereceği maddî ve mânevî zararın da iyice düşünülmesi ve ona göre hareket edilmesi tavsiye edilmiştir.

Dipnotlar:

1) Ahmed b. Hanbel, 3/231; Şevkanî, Neylü'l-Evtar, 6/110. Bu hadis için bazı eleştiriler yapılmıştır. İbn Hanbel hadise “münker” derken, yaygın olan “mürsel” oluşudur.
2) Ebu Davud, Nikah, 18; Tirmizî, Nikah, 5; A.b. Hanbel, 3/334, 360, 2/286, 299, 5/324. Hadisin ravileri sika (güvenilir) olup, Hakim, hadisin sahih olduğunu ortaya koymuştur.
3) Müslim, Nikah, 74,75; Tirmizî, Nikah, 5; İbn Mace, Nikah, 9; Darimî, Nikah, 5; A. b. Hanbel, IV,245,246.
4) bk. Ebu Davud, Nikah, 18.
5) Zühayli, İslam Fıkhı, 7/24.
6) Buhârî, Nikâh, 45.
7) bk. Muvatta, Talâk, 67; Ebû Dâvûd, “Talâk, 39.

69 Talak suresi 4. ayete göre, hayız görmemiş kızlarla evlenip ilişkiye girilebilir mi?

İslam, insanların dünya ve ahiret hayatlarında mutlu olmalarını sağlayan prensiplere sahiptir. Bu hakikat onlarca ayet ve hadiste görmek mümkündür.

O halde, İslam dininde insanların zararına olan bir hükmün varlığını düşünmek isabetli olamaz.

Öyleyse, erkek veya kadının -cinsel ilişki açısından- zararına olan bir hükmün İslam’da yeri olamaz.

İstisnalar ise kaideyiz bozmaz. Mesela; İnsanlar mecbur kaldıklarında, ehven-i şer denilen “kötü olanlardan en ehvenini alması” bir adalet-i izafiyedir. Bir kolun kesilmemesi için bir parmağın kesilmesi gibi..

Fakat, bu meselemizde böyle bir şey de yoktur. Dolayısıyla, hangi yaşta bir kızın evlilikten biyolojik veya psikolojik olarak zarar görmesi söz konusu ise, İslam o evliliğe izin vermez.

İslam hukuku bakımından bu mesele tartışılırken, âlimlerin evlenmeyi uygun görenlerin ifadesi, yalnız nikâh akdi içindir.

Ne var ki, deyiş yerindeyse nikâh akdi ile gerdek akdini karıştıranlar, bu işi ele alarak İslam’a hücum ediyorlar.

Özellikle İslam dinini hiç düşünmeden keyiflerine göre yanlışlar yapan Müslümanların bu hatalarını faturasını da İslam’a kesme cüretini gösteriyorlar.

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır. Adet görmeyenlerin de süreleri böyledir. Hamile olan kadınların iddetleri, çocuklarını doğurdukları vakit biter. Kim Allah’ı sayıp ona karşı gelmekten korunursa, Allah onun işinde bir kolaylık verir.” (Talak, 65/4).

Kur’an’ın açık ifadesinden sonra, bunda tereddüt etmek mümkün değildir. Tarih boyunca ve bugün de olarca kızın on on iki yaşlarında evlenmeleri bir realite olarak ortadadır.

Eskiden beri çok değişik yaşta evlilikler ve zifafa girmeler söz konusudur. İslam’da bu iş, insanlara bırakılmıştır. Çünkü altı yedi yaş grubuyla zifafa girmenin insanlığa yakışmayan bir tutum olduğu vicdanlarda hissedilen bir gerçektir. Kaynaklarda bildirildiğine göre, kadınlar dokuz yaşında da erginlik çağına girmiş olabilir. Zifafa girmek için kadının yapısı da önemlidir. Belki de evliliğin asgarî sınırı on iki yaş olarak görülebilir; on beş, on sekiz  yaşı gerekli değildir. Elbette bölgelerin örf ve adetlerinin de bunda rolü vardır. Ancak çağımızda tıbbî açıdan, sağlığa en uygun zamanın tespit edilmesi, en uygun olanıdır.

İslam âlimlerinin kabul ettiği görüşe göre, erginlik çağının tespiti, kadınlar için âdet görmek, erkekler için de ihtilamdır. Kadın için âdetin başlangıcı dokuz yaş, (erkekler için on iki yaş) civarıdır.  Bu duruma girmiş kadın ve erkekler, ergin ve mükellef kabul edilir. Bu haller görülmediği takdirde, erginlik çağı on beş yaş olarak kabul edilir.(bk. Reddu’l-muhtar, 1/306-307; Cezerî, el-Fıkhu ala’l-mezahibi’l-arbaa, 1/123-127; Zuhaylî, İslam Fıkhı, 1/456).

Yaş itibariyle erginlik çağını kadınlar için on yedi, erkekler için on sekiz on dokuz yaşları kabul eden âlimler de vardır.(bk. Mebsut, 7/260-şamile).

Sıcak bölgelerde erginlik çağı ve evlenme yaşı, diğer bölgelere göre daha önceden başlar. âlimlerin büyük çoğunluğuna göre, âdet görmenin ilk sınırı dokuz yaştır. Âdet görmek, artık ceninin/çocuğun barınabileceği bir ortamın hazırlandığı anlamına gelir. Bu tekvinî / biyolojik hazırlık, aynı zamanda âdet gören kadının evlenmeye müsait olduğunu gösteren ontolojik bir belgedir.

Bununla beraber, nikâh akdini kıymak zifafa girmek manasına gelmez. Örneğin bir yaşındaki bir çocuğun nikâhı da kıyılabilir ve bu akit âlimlerin çoğuna göre sahihtir. Ancak kadın buluğa erip evliliği kabul edene kadar zifaf olamaz. İmam Azam'a göre bu yaş on yedi'dir.

1. Mucbir veli (baba, dede) buluğa ermemiş bir kızı -onun iznini almadan- evlendirmesi caizdir. Bu hüküm, -ufak nüanslarla da olsa- Hanefilerin dışındaki üç mezhebin görüşüdür. Ayrıca Şafii mezhebine göre, bir babanın dul olmayan kızını, rızasını almadan da evlendirebilir.(bk. es-Siracu’l-Vehhac, s. 364-65; Zuhaylî, 7/48). Hanefî mezhebine göre ise, evlenenlerin rızası nikâh akdinin sıhhati için şart değildir.(bk. a.g.e, 7/78).

Kaldı ki, erginlik çağına girmediği halde, bir kız çocuğu evlenmenin ne olduğunu bilebilir ve bu konuda rızasını açıklayabilir.

2. Her kadın aynı yaşta hayız görmez. Hayız görmediği halde yaşı itibariyle hayız gören bir çok kızdan daha büyük olan bir kızın evlenmesinde dinî bir sakınca yoktur. Evlenebilme yaşı konusunda farklı görüşler olmakla beraber, bu yaşın asgarîsi prensip olarak on iki yaş kabul edilmektedir.

3. Kaynaklarda bildirildiğine göre, kadınlar dokuz yaşında da erginlik çağına girmiş olabilir. Zifafa girmek için (yani dokuz-on iki veya daha fazla yaşın değerlendirilmesinde) kadının yapısı da önemlidir. Belki de evliliğin asgarî sınırı on iki yaş olarak görülebilir. Bu sebeple, nikâhlanmış olsa bile erginlik yaşına kadar zifafa giremez.

Nikâh akdi ayrı bir şeydir, zifafa girmek ayrı bir şeydir. İslam, çocuk yaştaki kızlarla -nikâh akdinin kıyılmasına cevaz vermekle beraber- onlarla zifafa girmeye cevaz vermez.

4. Bu konuyla ilgili olarak tam kırk beş adet tefsir kaynağına baktık, hepsi de aynı şeyi söylüyor. Genellikle “çocuk yaşta olduğundan ötürü hayız görmemiş” görüşüne yer verilmiştir. Bazı kaynaklarda da “küçük yaşta olduğundan veya erginlik çağına geldiği halde hayız görmemiş olanlar” şeklinde ifade edilmiştir. Ayetin ifadesi -çocuk yaşla kayıtlı olmayıp- “hayız görmemiş olanlar” şeklinde mutlaktır:  O halde bunu “küçük yaştan ötürü hayız görmemiş olanlar” şeklinde anlamak mümkün olduğu gibi, “erginlik çağına gelmiş olmakla beraber, hayız görmemiş olanlar” şeklinde de anlamak mümkündür.

İlave bilgi için tıklayınız:

Küçüklerin zorla evlendirilmesi caiz mi?

70 Hürmet-i müsahare hakkında bilgi verir misiniz? Evleneceğim kızın annesinin elini öpmüştüm, bu durum ebedi haramlık meydana getirir mi?

Şüpheyle amel edilmez. Kesin bir bilgi yok ise vesvese yapmak yersizdir. Dokunma anından sonra şehvetin uyanmasıyla da haramlık ortaya çıkmaz. Yalnızca el öpme gibi kısacık bir sürede şehvet hissinin oluşması zor bir durumdur.

Dokunma yoluyla haramlık, şu şartların bir arada bulunmasıyla meydana gelir:

1. Erkek kadının bedeninin herhangi bir yerine dokunduğunda dokunulan yerde elbise olmamalı, çıplak ten olmalı...

2. Kadının üzerinde elbise bulunuyor, fakat dokunduğunda vücudun sıcaklığını hissediyorsa, elbise ince olduğu için sıcaklığına mâni olmuyorsa.

3. Dokunma kadının saçına olmuşsa, bu dokunma sarkan saça değil de başın üzerindeki saça olmuşsa,

4. Dokunmada şehevî hissin bulunması. Bu, erkekte âletinin hareketi, dikleşmesi; kadında ise kalbinin hareketi ve lezzet duymasıdır.

5. Alınan lezzetin dokunmaya yakın olması. Dokunduktan sonra lezzet alıyor, şehevî hissi uyanıyorsa; bu, haramlığa sebep olmaz.

6. Dokunulan kadının dokuz yaşından aşağı olmaması.

Bütün bu şart ve haller birarada bulunursa haramlık sabit olur, aksi takdirde birinin olmamasıyla hurmet-i müsahere gerçekleşmez.

İlave bilgi için tıklayınız:

Hürmet-i Musahare...

71 Gizli nikah caiz midir? Dul bir bayanla, sadece cinsel ilişkiye girmek amacıyla gizli dini nikah kıymak istiyorum;ama bu evlilikte asla çoçuk yapmak ve resmi nikah kıymak gibi bir niyetim yok. Böyle bir nikah evlilik dinen geçerli olur mu?..

Şahitler huzurunda dini nikah yapmak caizdir. Ancak resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından dini nikahın yanında resmi nikahın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de, mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikahların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikah üzerinde ısrarla durulmuştur.

Taraflar yalnız kalınca günah işlemiş olmamak için dini nikahı tercih ediyorlar. Halbuki daha sonra telafisi çok zor durumlarda kalabiliyorlar.

Bir kadın ve erkek, aileden habersiz şahitler huzurunda nikahlansalar karı-koca sayılacaklarından erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Bu açıdan çok tehlikelidir. Nitekim bize bu konuda onlarca soru geliyor:

"Ben bir erkekle dini nikah kıydırmıştım. O beni boşamıyor ne yapayım?"

"Ben dini nikahtan boşanmadan başkasıyla evlendim. Zina sayılır mı?"

gibi tüyler ürperten pek çok problemle karşılaşıyoruz. Bu açıdan her ne kadar gizli olarak şahitler huzurunda nikahlanmak caiz ise de, sonunda telafisi imkansız olaylar olabiliyor. Bu nedenle resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını asla doğru bulmuyoruz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Aileden gizli olarak kıyılan nikah geçerli midir? Reşit olan kızla erkek, kendi aralarında kendilerini karı koca kabul edebilirler mi?..

Evli olduğu hanımından gizli başka bir bayana gizli nikah kıyılırsa geçerli olur mu?..

NİKÂH...

72 Düğünlerde davul çalmak İslam'da haram mıdır ve davulla yapılan evlilik töreninde mevlüt okunur mu?

Davul, sevinçli günlerde çalınan, bir kasnak ve iki tarafına gerilen deriden ibaret bir çalgı aletidir. Hz. Peygamber (asm) bazı evlenme merasimlerinde ve bayram günlerinde kız çocuklarının def çalarak şarkı söylediklerini duymuş ve bunu engellememiştir. Hatta Hz. Âişe (ra)'nin büyütüp evlenmesine öncülük ettiği yetim bir kızın damad evine götürülürken, niçin defçi bulundurmadıklarını Hz. Âişe (ra)'den sormuştur. (Tirmizî, Nikâh, 6; et-Tâc, II, 275: Tecrid-i Sarîh Tercemesi, III, 151-157)

Davul, defin büyükçe şeklidir. Küçüğünün meşrû olup, aynı nitelikteki bir büyüğünün meşrû olmaması çelişki doğurur. Bu yüzden, İslâm hukukçularının çoğunluğu ordunun veya kafilenin uğurlanması, karşılanması, düğünlerde misafir karşılanması, Müslümanları sahur yemeğine uyandırmak gibi sebeplerle davul çalmayı caiz görmüşlerdir.

Ancak davul da beraberinde içkiyi getirir ve davullu eğlentilerin içkili olması örf halini alırsa, artık davul, haramı birlikte getiren bir alet hâlini alabilir. İnsanları heyecanlandırdığı için de başka meşrû olmayan sonuçlara yol açabilir. Bu yüzden davullu eğlentilerin bu gibi haramlara götürmemesi asıldır. (Hamdi DÖNDÜREN)

Davulun harama alet edilmeden düğünlerde çalınması helal olup, bununla birlikte mevlüt okutulmasında da bir sakınca yoktur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Düğünlerimiz nasıl olmalı?

DÜĞÜN

Düğünde eğlenmenin ölçüsü nedir?

73 Muta nikâhını Hz. Ömer'in yasakladığı hakkındaki rivayetleri değerlendirir misiniz?

1) “İki muta (hac mutası ve nikah mutası) Resûlullâh (asm)’ın döneminde serbest idi. Ben bu iki mutayı da yasaklıyorum ve onları yapanı da cezâlandıracağım.” (Ebu Salih Katibu’l-leys ve Tahavî bu rivayete yer vermiştir, bk. Kenzu’l-Ummal, h. No: 45715).

Araştırmamızda Tahavî’nin “Müşkilu’l-âsâr”ın da bu rivayete rastlayamadık. Ebu Salih hakkında ise alimler tarafından farklı değerlendirmeler yapılmıştır.

İbn Hanbel’deki rivayete göre, Hz. Cabir şöyle demiştir: “Biz Hz. Peygamber (a.s.m) devrinde muta yapardık. Sonra Ömer bize bunu yasakladı, biz de vazgeçtik.” (İbn Hanbel, 3/325).

İbn Hanbel’deki diğer bir rivayete göre Hz. Ömer  (ra) şöyle demiştir:

“Kur’an aynı Kur’an’dır, Resulullah aynı Resulullahtır. Resulullah (a.s.m) devrinde şu iki muta vardı; bir Hac mutası, diğeri kadın mutası." (İbn Hanbel, 1/52).

Görüldüğü üzere, bu iki rivayet birbirine taban tabana zıttır. Bu ikinci rivayetin sahih olduğunu gösteren başka rivayetler vardır. Örneğin, İbnu’l-Munzir ve Beyhak’ı’nin rivayetlerine göre Abdullan b. Ömer şöyle demiştir: Ömer minbere çıktı, Allah’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle dedi:

“Resulullah kadınlarla muta nikahını yasakladıktan sonra, bazı kimselere ne oluyor ki, bu muta nikahına tevessül ediyorlar?.." (İbn Hacer, 9/173).

İbn Mace de Abdullah b. Ömer’den şunu nakletmiştir: Ömer halife olduktan sonra bir hutbe irat etti ve şunu söyledi:

“Resulullah (a.s.m) bize üç gün için muta nikahına izin verdi, sonra onu haram kıldı.” (bk. a.g.e, 9/172).

Tenbih:

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, sorudaki rivayet kuvvetli bir ihtimalle zayıftır. Şayet sahih ise bunun manası şudur:

Hz. Cabir gibi bazıları bunun Resulullah (asm) tarafından yasaklandığını duymadıkları için, Hz. Ömer (ra)’den bunu duyunca kendisinin bunu içtihadıyla yasakladığını sandıkları kuvvetle muhtemeldir. Nitekim, ilk zamanlarda mutayı caiz görenlerden biri de Hz. Cabir’dir.

2) İbn Hacer’in de belirttiği gibi muta nikahının yasaklanması Hz. Peygamber (asm) tarafından emredilmiştir. Dolayısıyla, Hz. Ömer (ra)’in mutayla alakalı olarak seslendirdiği “yasak” onun bir içtihadı değil, Hz. Peygamber (asm)'in sünnetini / yolunu izlemek ve onu yeniden halka duyurmak manasındadır. (bk. Fethu’l-Bârî, 9/172).

“Ömer’e Allah rahmet etsin, eğer -Allah’ın kullarına merhametinin bir eseri olan- mutayi yasaklamasaydı, asla kimse zina yapmaya ihtiyaç duymazdı / ona yeltenmezdi.” sözü Abdullah b. Abbas’a aittir.(bk. Neylu’l-Evtar, 6/547). İbn Abbas, muta hükmünün neshedildiğini duymadığı için bu yasağı Hz. Ömer (ra)’in bir içtihadı olarak değerlendirmiştir. Bu ifadeleriyle demek istemiştir ki, “Eğer Ömer muta nikahını yasaklamasaydı, insanlar/gençler, bekârlar cinsel ilişkiye ihtiyaç duydukları zaman hemen bir muta nikahı kıyıp cinsel ihtiyaçlarını tatmin eder ve artık zinaya yeltenmezlerdi…”

 Ancak, -aşağıdaki ek bilgilerde yer aldığı üzere- İbn Abbas’ın daha sonra- mutanın Hz. Peygamber (asm) tarafından yasaklandığını işitip bu eski düşüncesinden vazgeçtiğine dair rivayetler vardır.

EK BİLGİLER:

İlk zamanlarda muta nikahına cevaz verilmiş, daha sonra neshedilmiş olduğundan, sahabeler arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber (a.s.m)’in buna dair ruhsat verdiğini bilen, ama daha sonra neshedildiğinden haberi olamayan sahabîler, bunun cevazına hükmetmişler. Ancak, neshedilip hükmünün ortadan kaldırıldığını öğrenen sahabiler ise bunun haram olduğu yönünde görüş beyan etmişlerdir.

Bazı sahabilerin daha sonra bu nikahın yasaklandığını öğrenince eski fikrinden vazgeçtiği bilinmektedir. Bunlardan biri de İbn Abbas olduğuna dair rivayetler vardır.(bk. el-Fıkhu’l-İslamî, VII/64-70).

Mut’a nikahına iznin verildiği yerlerin hepsinde bir zorunluluk söz konusudur. Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bunu göstermektedir. Abdullah b. Mesud anlatıyor:

“Biz Resulüllah (a.s.m) ile birlikte -yanımızda kadınlar olmadığı halde- gazada bulunuyorduk. Hz. Peygamber (a.s.m)’e ‘Kendimizi hadım edelim mi?’ dedik, buna izin vermedi. Sonra bir elbise karşılığında belli bir süreye kadar kadınlarla evlenmemize müsaade etti." İbn Mesud daha sonra 'Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı tertemiz şeyleri kendinize haram kılmayın.' (Maide, 5/87) mealindeki ayeti okudu.” (Neylu’l-Evtar, 6/545).

Mut’a nikahının neshedildiğine dair birçok rivayet vardır. Buharî ve Müslim’in Hz. Ali (ra)’den yaptığı rivayet göre, “Peygamberimiz (a.s.m) Hayber’de ehlî eşeklerin etini ve mut’â nikahını yasakladı.” (Neylu’l-Evtar, 6/546). Bu neshin Mekke fethinde, Veda haccında yasaklandığına dair rivayetler de vardır (bk. a.g.y).

İbn Münzir’in belirttiği gibi, İlk zamanlarda -yukarıda açıkladığımız sebeplerden ötürü- mut’a nikahının caiz olduğunu gösteren alimler olmakla beraber, daha sonra bu nikahın haram olduğu hususunda -Şialar hariç- İslam alimleri arasında icma hasıl olmuştur.(Neylu’l-Evtar, 6/548). Mut’a nikahı konusunda geniş bilgi için.(bk.İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 9/166-174).

İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre, daha önce izin verilen muta nikahı daha sonra neshedilip cevaz hükmü ortadan kaldırılmış ve kıyamete kadar kesin olarak haram kılınmıştır. Durum böyle olunca, artık ilk zamanlardaki cevaz şartı gibi görünen “zorunluluk” üzerinde durmanın bir anlamı yoktur. Çünkü bu gün hiçbir zorunluluk böyle bir yolu açamaz.

74 Bir bayanın zorla evlendirilmesi caiz midir?

Kız veya erkek, ölüm, şiddetli dayak veya uzun müddet hapis tehdidiyle nikâh akdine zorlanırlarsa, yapılan evlenme akdi fasit olur. Resulullah (a.s.m.) bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Cenab-ı Hak, hata, unutma ve zorlanma ile yapılan amellerden dolayı, ümmetimi benim için affetti.” (İbni Mâce, Talâk: 16)

İmam Neseî’nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif bu meseleye çok güzel bir ışık tutmaktadır:

Ensar’dan Hidame’nin kızı Hansa, Hz. Âişe’nin huzuruna girer ve şu şikâyette bulunur:

“Babam itibarını arttırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Ben ise istemiyorum.”

Hazret-i Âişe, “Resulullah (a.s.m.) gelinceye kadar bekle.” diye oturtur. Resulullah (a.s.m.) teşrif edince, Hz. Âişe durumu ona anlatır. Resulullah (a.s.m.) hemen kızın babasını çağırtır ve evlenme yetkisini kıza verir.

Bunun üzerine Hansâ Resulullaha (a.s.m.) şöyle der:

“Yâ Resulallah! Ben babamın yaptığı bu nikâhı kabul ediyorum, ancak babaların, kızlarına evlilikte böyle yetkisinin olmadığını bildirmek istedim.” (Neseî, Nikâh, 36)

Burada babaların yetkisinin alınmasından maksadın, kızlarını zorla evlendiremeyeceklerini anlıyoruz. Yukarıdaki her iki hadis de kızın rızasının evliliğin sahih olmasının şartlarından birisi olduğunu göstermektedir. Zorlama, rızayı ortadan kaldırdığından evlilik sahih olmamaktadır.

Bu hüküm cumhur olarak bildiğimiz müçtehid imamların ekserisinin görüşüdür. Yalnız Hanefi mezhebi bu hususta farklı bir görüş bildirir. Onlara göre, esas itibariyle rıza, nikâhın sıhhatinin şartlarından değildir. Bu meseleye delil olarak nikâh akdinde ciddiyetin de şakanın da aynı hükümde olduğuna dair hadis-i şerifi getirirler.

Ancak, cumhurun bu husustaki görüşü, kurulacak yuvanın sıhhati ve tarafların mağduriyetini önleme açısından daha isabetlidir.

75 Kadın evleneceği erkeğe evlenmeleri için vekalet verebilir mi?

Evlilikte Vekalet ve Kapsamı:

Akıllı ve ergin erkek ve kadın bizzat evlenebileceği gibi vekil aracılığı ile de evlenebilir. Ancak Hanefîler dışındaki üç mezhep, kadının nikahta taraf olmasını kabul etmedikleri için, onun vekil aracılığı ile nikah akdi yapmasını da kabul etmemişlerdir.

Nikahta vekaletin caiz oluşu şu delile dayanır: Ümmü Habîbe (ö. 20/640) Habeşistan'a hicret etmişti. Orada kocası vefat etmiş, kendisi desteksiz kalmıştı. Durumu öğrenen Hz. Peygamber (asm), Habeş Necaşî'sine bir mektup yazarak Ümmü Habîbe'nin kendisine nikahlanmasını istedi. Burada Necaşî'nin evlendirmesinin vekil sıfatı ile olduğu açıktır. Ümmü Habîbe, Ebu Süfyan'ın kızı olup, Mekke'de müşriklerin işkencelerini artırması üzerine, Habeşistan'a göç eden heyete katılmıştı. (es-Serahsi, V, 15, 16; el-Kasani, II, 231; İbn Sa'd, Tabakat, VIII/97, 98; Mecelle, mad. 1449,-1450; bk. Ebu Davud, Nikah, 28; A. b. Hanbel, VI/427)

Temyiz gücüne sahip Müslüman erkek veya kadın nikahta vekil olabilir. Vekil sözlü veya yazılı olarak bu görevi üstlenebilir. Vekaleti verme sırasında şahit bulunması şart değildir. Ancak şahid bulunması inkar durumunda isbat için gerekli olabilir.

Vekilin, nikahta belli bir erkek veya kadını temsil ederek irade beyanında bulunması asıldır. Ancak bir kimse diğerine evlenme konusunda "umumî vekil" yetkisi de vermiş olabilir. Burada evlenilecek kişinin niteliklerini belirlemekle yetinilir: Ancak bu durumda vekil, özel izin bulunmadıkça temsil ettiği kimseyi kendisi, usul veya fürüundan birisi ile evlendiremez. Çünkü bu durumda, vekilin temsil yetkisini kötüye kullanması mümkündür. Diğer yandan velide nikah sırasında hazır bulunmayarak kendisini bir vekile temsil ettirebilir. (es-Serahsî, V/ 21, 22; Döndüren, s: 203, 204)

Kadının Evleneceği Erkeğe Vekâlet Vermesi:

Kadın evleneceği erkeğe, nikâh akidlerini yapmak üzere vekâ­let verir, erkek de iki şahidin huzurunda, falan kadınla evlendim, onu kendime eş kabul ettim, derse, şahidler o kadını tanıyorsa yapı­lan akid caizdir. Tanımıyorsa, caiz değildir. Tanımanın ölçüsü ise şu­dur: Koca olacak adam evleneceği kadının ismini, babasını ve dede­sini tanıtır ölçüde anacak (El-Muhit - Radıyüddin Serahsî). Fukahanın çoğu, kadının dedesinin isminin anılmasını da şart koşmuşlar ki en sahih olan da budur. Fet­va da buna göre verilmiştir. (Bk. Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/431)
 
Evlilikte İki Tarafın Birlikte Temsili:

Evlilik sırasında tek kişinin asîl, veli veya vekil sıfatı ile iki tarafı birlikte temsil ederek, şahitlerin önünde nikah akdini meydana getirmesi mümkün ve caizdir. Şu durumlarda temsil tek kişide toplanır:

1. Her iki tarafın velisi olan kimse, iki tarafı birden temsil ederek nikah akdedebilir. Mesela; bir dede, daha önce vefat eden iki oğlunun, oğul ve kızını veli sıfatı ile evlendirebilir.

2. Asil ve veli sıfatının tek kişide toplanması. Veli durumunda olan amca oğlunun, amcasının kızını kendisine nikahlaması gibi.

3. Bir kimse iki tarafın birlikte vekili olabilir. Ukbe bin Amir (ö. 58/677) (r.a)'ten rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) bir adama; "Seni filanca kadınla evlendirmeme razı mısın?" diye sormuş, adamın "Evet!.." demesi üzerine, kadına da "Seni filanca erkekle evlendirmeme razı mısın?" diye sormuştur. Kadın da "Evet!.." deyince, onları birbiriyle evlendirmiştir. (Ebu Davud, Nikah, 31.)

4. Asil ve vekil sıfatlarının tek kişide toplanması da mümkündür. Nitekim Abdurrahman bin Avf (ö. 31/651), Ümmü Hakîm binti Karız (r. anha)'ya ; "Evlenmen konusunda bana yetki veriyor musun?" diye sordu. Kadın "Evet!.." deyince de; "Seni kendime nikahladım." dedi. (Buharî, Nikah, 37.)

Şafiîlere göre, nikahta bir kişinin iki tarafı temsil etmesi, ancak bu kişinin iki tarafın da velisi olması durumunda mümkündür. (es-Şirbînî Muğnî'l-Muhtac. Mısır, t.y. II/147 vd.)

76 Uzun süre ayrı kalan eşlerin nikâhı bozulur mu?

Uzun süre ayrı kalsalar da sırf ayrılık sebebiyle nikâha bir zarar gelmez.

Nikâh tazelemenin gerektiği durumlar şunlardır:

1. Dinden çıkıp tekrar İslam'a girince,

2. Bain talakla boşanma durumunda.

Bu itibarla, bir kimsenin eşinden uzun süre ayrı kalması sebebiyle nikâhı bozulmaz ve eşinin yanına döndüğünde yeniden nikâh yapılması gerekmez. Ama isteyen nikâh tazeleyebilir. Bununda bir zararı yoktur.

77 Yahudi ve Hristiyan kadınlarla evlenmek helal olduğu halde, diğerleriyle evlenmek neden haram kılınmıştır, hikmeti nedir?

“Bugün size temiz ve iyi şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi, Hristiyan vb.nin) yiyeceği size helaldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.” (Maide, 5/5)

mealindeki ayette, müminlerin -gayrimüslimlerden- sadece ehlikitap olan kadınlarla evlenebileceklerine vurgu yapılmaktadır. O halde, biz bilmezsek de, mutlaka bunun önemli bir hikmeti vardır.

O hikmetlerden bazıları şunlar olabilir:

Evlilik kurumu insanların huzurlu bir hayat yaşamaları için son derece önemlidir. Kişinin ailesi onun dünyadaki hususî bir cenneti sayılır. Bu huzurlu ortamın oluşması ise, eşler arasındaki asgarî müştereklerin/ortak paydaların varlığına bağlıdır. Bu açıdan konuya bakıldığında, ehlikitapla aramızdaki ortak paydalar, müşrik, ateist gibi insanlardan kat kat fazladır. Örneğin, ehlikitapla ortak itikadî yönlerimiz vardır. Allah’a, peygamberlere, meleklere, hesap gününe, cennet ve cehenneme inanmak, bizimle onlar arasında ortak müştereklerimizdir. Oysa, ehlikitap olmayanlarla böyle bir ortak paydamız yoktur. 

Önemli dinî müştereklerimiz olan ehlikitap kadınlarla evlenmek, onların ileride gerçeği görüp Müslüman olmasını sağlaması da, ehlikitap olmayan kâfirlerden daha kolaydır.

Çocuklar her ne kadar babaya bağlı olarak görülse bile, bir içişleri müdürü ve bir öğretmen konumunda olan annelerin çocuk üzerindeki etkisi, azımsanamayacak kadar önemlidir. Böyle olunca, çocuğunu -Müslümanların da kabul ettiği- imanın genel esaslarına göre yetiştiren bir anne ile, ateist, putçu veya başka bir dinsizlik türüne göre yetiştiren anne arasında yerden göğe fark vardır.

Bununla beraber, Hz.Ömer (ra) ehlikitap kadınlarla bile evlenmeyi uygun görmemiş, bu ruhsatı kullanan bazı sahabilere bu yabancı eşlerini boşamalarını istemiştir. Yine, Hanefî ve Şafiî alimlerinden ehlikitap olan kadınlarla -bile- evlenmeyi mekruh görenler vardır. (bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 7/154)

İlave bilgi için tıklayınız:

Ehlikitap bir bayanla evlenmek hakkında.

78 Küfre düştükten veya dinden çıktıktan sonra tecdid-i nikah gerekir mi?

Karı Kocadan Biri İslâm'dan Çıkarsa : 

İslamdan çıkmaya irtidat denilir. İrtidatla birlikte evlilik akdi fesh olur. Ancak mürted tekrar İslâm'a döner ve her iki taraf evliliklerini sürdürmek isterse, yeniden bir nikâh akdi ve mehir söz konusu olmaz. Ancak Hanefiler, kocanın irtidadına bağlı boşanmayı bâ'in talak olarak kabul etmişler ve yeniden islama dönmesi durumunda tekrar nikah yapılması gerektiğine hükmetmişlerdir.

Müslüman olan karı kocadan biri dinden çıkarsa, derhal ayrıl­mış olurlar, bu talâk anlamında değil, firkat anlamındadır. İster cin­sel temastan önce, ister sonra irtidad meydana gelsin farketmez, an­cak cinsel temastan sonra ise ve murted olan da koca ise, kadına tam mehir verilir. Cinsel temas meydana gelmeden murted olmuşsa, yarım mehr verilir. Murted olan kadın ise ve cinsel temastan sonra irtidad vuku' bulmuşsa, tam mehir alır. Cinsel temas vuku' bulma­dan irtidad etmişse, hiç mehr gerekmez.

Karı koca ikisi birden irtidad eder ve yine birden İslâm'a dö­nerlerse, istihsanen nikâhları devam eder. Ama irtidaddan sonra yal­nız biri İslâm'a dönerse, birbirinden ayrılmış olurlar. (El-Kâfi - Hâkim-i Şehîd Mervezî)

Adam birkaç defa irtidad eder (dindin çıkar) sonra yine dine döner ve her defasında nikâhını tazelerse, karısı kendisine helâl sa­yılır. Bu dört defa bile tekrar etse, kadının ikinci bir kocaya varması şartı söz konusu değildir. (Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/518-519.)

Nikah tazelemesi nasıl yapılır?

Nikah tazelemek demek, yeniden nikah yapmak demektir. Bunu bir hocanın nezaretinde yapmak gerekmez. Nikah tazelemek için hanımdan vekalet aldıktan sonra, iki erkek şahit yanında, "Öteden beri, nikahlım olan hanımımı, onun tarafından vekaleten ve tarafımdan asaleten kendime nikah ettim." denirse nikah tazelenmiş olur.

Boşamak ayrı, küfre düşmek ayrı. Bu talak sayılmıyor. Yani bağın biri kopmuyor. Bin kere küfre düşse bin kere nikah tazelemek gerekir, fakat bu talak sayılmaz.

Küfre düşen karı kocanın, tecdid-i imandan sonra, iki şahit yanında tecdid-i nikah yapmaları gerekir. Kolaylık olmak için, nikahı yenilemeye hanımdan vekalet almalı, iki erkek şahit yanında, "Öteden beri, nikahım altında bulunan hanımımı, onun tarafından vekil olarak ve tarafımdan asil olarak kendime nikah ettim. demelidir. Camilerde yapılan meşhur tecdid-i iman ve tecdid-i nikahı cemaat ile okumak bu hükme dayanmaktadır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Elfaz-ı küfrü kullanan bir kimsenin imanı ve nikahı gider mi?

79 Babamız bir üvey erkek kardeşim, annemin emzirdiği kızla evlenebilir mi?

- Söylediklerinizden anlaşılıyor ki, anneniz amcanızın kızını emzirdiği zaman babanızın eşiydi. Bu durumda, söz konusu amcanızın kızı annenizin olduğu kadar babanızın da kızıdır. Çünkü kadının sütü aynı zamanda kocasının da sütü sayılır.

- Buna göre, üvey kardeşiniz olan babanızın oğlu da anneniz tarafından emzirilen kızın kardeşidir. Çünkü babanız o kızın sütbabasıdır. Buna göre, üvey kardeşinizin söz konusu kızla veya onun kızıyla evlenmesi caiz değildir.

İlave bilgi için tıklayınız:

SÜT AKRABALIĞI

Süt hısımlığı ve süt bankası tabirlerini açıklat mısınız?

80 Çocuğu olmayan kadınla evlenmek sakıncalı mıdır?

Hadislerde, "velud = doğurgan" kadınlarla evlenmek tavsiye edilmişidir. Bazı arkadaşlarını bekâr olan kızlarla evlenmelerini tavsiye eden Hz. Peygamber (asm)'in bu ifadeleri de doğurganlıkla alakalı gibi görünüyor. Çünkü burada yaş önemlidir.

Yoksa, "çocuk yapmayan kadınlarla hiç evlenmeyin" diye bir şey söz konusu değildir. Ve onlarla evlenmenin bir sakıncası da yoktur. Kanaatimizce, bir kadının doğurganlığı, genellikle onun çocuk yapacak yaşta olmasıdır. Bu da daha çok bekâr olan kızlardır.

Bizzat Hz. Peygamber (asm)'in çocuk yapmayacağı belli olan yaşlı kadınlarla evlenmesi, doğum yapamayacak olanlarla evlenmenin bir sakıncası olmadığının açık delilidir. Buna göre doğum yapamayacağı bilinen bir kadınla evlenmenin dinen bir sakıncası yoktur.

Bekâr, doğurgan kızlarla evlenmeyi teşvik eden Efendimiz (asm), evlenmenin önemli bir sebebi olan insanlık neslinin devamı için gereken çocuk doğurmanın önemine dikkat çekmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

"Şefkatli / sevecen, doğurgan kadınlarla evlenin. Çünkü ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizinle gurur duyarım." (Ebu Davud, Nikah, 2; İbn Mace, Nikah,1; el-Fıkhu'l-İslamî, VII, 13).

81 Nikâhın asli hükmü nedir?

Sünnetin tarifine bir bakalım. Peygamberimiz (asm)'in yaptığı, konuştuğu, hal ve hareketlerinin tamamına sünnet diyoruz. Öyleyse hayatı boyunca yaptığı her şeye sünnet diyebiliriz.

Fıkıh kitaplarında geçen sünnet kelimesi ise, daha çok “yaparsak sevabı var, yapmazsak günahı yok” manasına geliyor.

Mesela, yemeği sağ elle yemek, dişleri temizlemek, ayakta yemek yememek gibi. Ancak sünnet kelimesini geniş anlamıyla aldığımızda Peygamberimiz (asm)'in yaptığı her şeyi içine alır. Bu durumda, Allah’ın istekleri ve yasakları da sünnetin içinde yer alır.

Mesela, Peygamberimiz (asm) namaz kılmış mı? Evet. Öyleyse namaz kılmak da bir sünnettir. Şu halde sünneti bölümlere ayırmak gerekecektir.

Sünnetin Bölümler:

Farz olanları: Allah’ın mutlaka yapmamızı veya terk etmemizi istediği her şeydir. Allah’ın emir ve yasaklarını en iyi şekilde uygulayıp örnek olan Peygamberimiz (asm)'dir. Biz de ona (Allah'ın emir ve yasaklarına) uymak suretiyle, en üst seviyede Peygamberimize uymuş oluruz. Namaz kılmak , oruç tutmak, zina etmemek, haram yememek, yalan söylememek gibi...

Vacip olanlar: Dinimizin vacipleri. Mesela, gece namazını üç rekat olarak kılmak vaciptir.

Nafile olanlar: İbadetleri yaparken farz ve vaciplerin dışındaki yaptığımız şeylerdir. Mesela namaz kılarken Kur’an'dan bazı süreleri okumak farz, ama subhaneke duasını okumak nafiledir.

Adab olanlar: Bunlara da edeb diyoruz. Yemek yerken, yatarken, camiye, tuvalete girip çıkarken (vb.) günlük işlerimizi yaparken Peygamberimiz (asm)’e uyarsak o işi adabına uygun yapmış oluruz.

Demek ki Sünneti farz, vacip, nafile ve adap diye ayırabiliriz. Sünnetin en yükseği ve en faziletlisi bu sıraya göredir. Bunu bir insanın vücudu gibi düşünebiliriz. İnsanın yaşaması için gerekli organları vardır. Beyin, kalp, kafa vs...

İşte iman etmemiz gereken esaslarda ruhumuzun beyni kalbi gibidir. Vücudumuzun gözü, kulağı, eli, ayağı vs duyu organları vardır. Farzlar da bunun gibidir. Ruhumuzun gözü, kulağı, eli, ayağıdır. Farzları yapmayan elsiz, ayaksız, gözsüz, kulaksız bir insan gibi eksiktir. Vücudumuz da bir de parmak, kaş, saç gibi güzellikler ve süsler vardır. Bunlar olmasa da yaşarız. Ama olduğu zaman daha mükemmel insan oluruz.

Bunun gibi sünnetin nafile ve adab kısımları da ruhumuzun süsü ve güzelliğidir. Yapsak çok sevabı var, yapmasak günahı yok.

Özetlersek, farz ve vacip kısımlar mutlaka yapılması gereken sünnetlerdir. Nafile ve adap kısımlar ise yaparsak çok sevabı var. Haramların durumunu sorarsanız o da vücudunuzu aids, zehir ve ateş gibi öldürücü şeylerden koruduğumuz gibi ruhumuzu da öldürücü ve zehirleyici haramlardan korumamız gerekir.

Peygamberimiz (asm) evlenirken nikah kıydığı için, nikah Peygamberimiz (asm)'in sünneti diye adlandırılır. Evlenen eşlerin nikah kıymaları farzdır.

Savaş sırasında düşman tarafından esir edilen kız ve kadınlar "cariye" olarak alınır. Hukuk itibariyle ganimet sayıldıklarından İslâm devleti tarafından hizmetçiye ihtiyacı olan gazilere verilirdi. Azat edilmedikleri müddetçe de, ticarî bir eşya gibi alınıp satılırdı. Artık o andan itibaren "cariye" ailenin bir parçası ve bir ferdi olarak kabul edilir, ona göre muamele görürdü. Cariyenin sahibi olan "efendi" onu şahsi hizmetlerinde ve ev işlerinde istihdam edebildiği gibi, isterse, ayrıca bir nikâh kıymaya ihtiyaç duymadan istifade edebilirdi. Bu durum her ne kadar ilk anda garip karşılanacak olsa da, tarihî şartları içinde bu gayet normal ve tabii karşılanırdı. Zâten ayrıca bu hususta Kur'ân'ın verdiği bir ruhsat da mevcuttur. Mü'minûn sûresinin 5 ve 6. âyetlerinde bu ruhsat şöyle ifade edilir:

"O müminler ki, ırzlarını korurlar; ancak hanımlarına ve sahip oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. Bunlarla olan münasebetlerinden dolayı kınanmazlar."

Efendinin, cariyesinden cinsî yönden istifade etmesinin, cariyenin hesabına iki mühim hikmet ve faydası vardır. Birincisi ve en mühimi, esir düşen ve sahipsiz kalan bu kadınların bu vesile ile ihmal edilmeleri önlenmiş olur. Çünkü aksi takdirde, cariyelerin fuhşa düşmeleri, zinaya girmeleri ihtimali kaçınılmaz olduğu gibi, efendisinin evine de bağlı kalmış olur.

Diğer bir faydası, cariyenin efendisinden bir çocuğu olduğu takdirde "çocuğun annesi" manasına "ümmü'l-veled" sayılmaktadır. Cariyeden doğan bu çocuk hür kabul edilir. Çocuğun doğumu ile annesi de, efendisinin ölümünden sonra mirasçılarına geçmeyip hürriyetine kavuşmaktadır. Çocuk olmasaydı, efendisi de azat etmeseydi, diğer mallar gibi cariye de miras olarak kalacaktı.

Efendinin, cariyesi ile karı-koca olmaları da şart değildir. Efendi, onu sadece bir hizmetçi olarak istihdam edebilmektedir. Ayrıca, cariyenin kocası esirler arasında ise, eşlerin nikâhları devam edeceğinden, efendinin bu cariye ile münasebette bulunması caiz değildir. Hatta erkek başka birisinin, kadın da bir başkasının yanında köle ise, yine efendi, yanında bulunan bu kadın köleden cinsî yönden faydalanamaz.

Bu meselelerle birlikte, Kur'ân-ı Kerim, erkek ve kadın kölelerin birbirleriyle evlendirilmesini de teşvik etmiştir. Nur suresinde meâlen şöyle buyurulur:

"Bir de içinizden bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden sâlih olanları evlendiriniz. Eğer fakir iseler, Allah onları kendi lütfundan zengin eder." (Nur, 24/32)

Böylece kölelerin kendi aralarında bir nevi eşitlik sağlanmış olur. Her vesile ile kölenin hürriyetine kavuşturulmasını tavsiye eden dinimiz, cariyenin de nikahlanarak ev hanımı yapılmasını teşvik etmiştir. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm) bu hususu şöyle ifade ederler:

"Sizden cariyesi olan biriniz onu en güzel bir şekilde terbiye eder, yetiştirir de sonra azat edip onunla evlenirse, onun için iki sevap vardır." (Buhari, Itk, 15)

Bu açıklamalar göz önüne alınırsa, İslam'ın köle ve cariyeleri ne kadar himaye ettiği, onların haklarını koruduğu açıkça görülecektir. Cariye sadece "kadınlığından" istifade edilen bir insan olarak da görülmemektedir. O aynı zamanda evin bir ferdi, ailenin bir parçasıdır. Ailenin, hanımından sonra evin en sorumlu kadınıdır.

Bir insan sahip olduğu cariyesini azat edip hürriyetine kavuşturabildiği gibi, onu bir başkasına hediye olarak da verebilirdi. İşte Mısır hükümdarı Mukavkıs'ın Peygamber Efendimize (a.s.m.) gönderdiği iki cariye de bu kabildendir. Zaten bu iki cariye Mısır'dan gelirken yolda Müslüman olmuşlardı. Bilindiği gibi Peygamberimiz (asm) bu cariyelerden Mâriye'yi kendi nikâhı altına almıştı. Daha sonra Hz. Mâriye'den Hz. İbrahim dünyaya gelmişti. Hz. İbrahim'in doğumundan sonra Peygamberimiz (asm) Hz. Mâriye'yi hürriyetine kavuşturdu. Böylece Mâriye, diğer Peygamber hanımlarının gıpta edeceği bir mevkie yükselmişti. Şîrin isimli diğer cariyeyi de Peygamberimiz, şâiri Hassan bin Sabit'e verdi.

Bu hadiseyi misal getirerek, bugün gayri müslim ülkelerden "cariye" olarak nikâhsız bir şekilde kadın alınamaz. Çünkü artık tarihî bir hadise olan cariyelik müessesesi günümüzde hiçbir şekilde tatbik edilmemektedir.

Diğer taraftan Peygamberimiz (asm)'e hediye edilen "cariye", Mukavkıs'ın yanında da cariye idi. Yoksa Mukavkıs kendi milletinden bir kadını Peygamberimiz (asm)'e "hediye" olarak göndermiş değildi.

82 Evlenmeyi düşünen kişi, evlenirken eşini nasıl seçmelidir?

Sünnette bu hususta iki yol görüyoruz: Birisi, kişinin güvendiği bir kadını evlenmek istediği bir kıza bakması için göndermesidir. Enes bin Mâlik'in bu konuda şöyle bir rivayeti vardır:

"Resulullah (a.s.m.) Ümmü Süleym'i bakması için bir kadına göndermiş, 'ayak üstlerine bak, ağzını kokla' buyurmuşlardır."

Bu isteklerden gaye, bacaklarının düzgün olup olmaması, diğeri de ağız kokusunun olup olmadığıdır.1

Bu mesele iki taraflıdır, yani aynı husus kadın için de söz konusudur. Evlenecek kız da, evlenme niyetinde olduğu erkeğe birisini göndererek, aradığı özellikler neyse onu öğrenebilir.

Evlenecek tarafların birbirini araştırmasının sünnetteki diğer bir şekli de doğrudan birbirlerini görmeleridir. Bunda erkek evleneceği kızın yüz ve beden güzelliğini öğrenir. Burada ancak yüzüne, ellerine ve boyuna bakabilir. Yüz güzelliğe, eller zerafete ve hayra delalet eder. Boy da uzunluk ve kısalığı hakkında kanaat verir. Bu meselede Peygamberimizin (asm) bizzat verdiği ruhsat vardır.

Ebû Humeyd'in rivayetine göre Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

"Sizden biriniz bir kadınla evlenmek istediğinde ona bakmasında bir sakınca yoktur. Ancak evlenme niyetiyle bakması caizdir. Bunu baktığı kadın bilmese de hüküm değişmez."2

Hattâ bu hususu Sevgili Peygamberimizin (a.s.m.) teşvik ettiğini de görüyoruz. Şöyle ki:

Muğîre bin Şûbe bir kadınla evlenmek istiyordu. Peygamberimiz (a.s.m.), ona, "Git, onu gör. Zira görmek, aranızda âhenk olması bakımından daha iyidir."3 buyurdu.

Bir başka hadis-i şerifte de Peygamberimizin (a.s.m.) nasıl yol gösterdiğini öğreniyoruz:

"Sizden biriniz bir kadınla evlenmek istediği zaman, onunla evlenmesini teşvik edici özelliklerine bakabilirse baksın."4

Bu hadis-i şerifler bakmanın lüzumunu, faydasını ve hikmetlerini anlatıyor. Bakma ve görüşme esnasında bazı sınırlamalar da vardır. Birincisi görüşme yeri ile alakalıdır. Bu meseleye şu hadis-i şerif ışık tutuyor:

"Sizden kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa, yanında mahremi olmayan bir kadınla başbaşa kalmasın. Zira bunu yaparsa üçüncüleri şeytan olacaktır."5

Bunun için evlenmek düşüncesiyle görüşecek olan tarafların yanında mutlaka üçüncü bir şahıs hazır olmalıdır. Aksi halde "halvet" olarak tabir edilen "başbaşa yalnız kalma" söz konusu olur ki, bu caiz değildir. Bu görüşmenin içine konuşma, sohbet etme, tarafların birbirlerinden talep ve isteklerini dile getirmeleri de mümkündür. Çünkü gerek konuşmadaki tutukluk veya kekemelik, gerekse ses tonu; tarafların düşünce ve kültür seviyeleri daha çok konuşunca açığa çıkar.

Bu görüşme ve konuşmalardan bir müddet sonra tarafların birbirleri hakkındaki kanaat ve intibaları belli olur. Çok geçmeden kararlarını bildirirler. Dinî müsaade bir defalık görüşme için vardır. Üç-beş defa görüşme hem ciddiyetten uzaktır, hem de kurulacak ailenin sağlığı açısından bir faydası yoktur.

Bu meseleye Şâfiî mezhebinin bakışı aile müessesesinin vakar ve ciddiyetini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Evlenmek isteyen kişinin, talip olmadan önce kıza bakması gerekir. Bundan kızın ve ailesinin haberinin olmaması lâzımdır. Bu şekilde davranmak kızın ve ailesinin şerefi açısından daha münasiptir. Eğer kızı beğenirse talip olur, böylece kız da, ailesi de incinmemiş olur. Makul ve tecrübeye şayan olan görüş de budur. Kızın izni olsun olmasın, bakmanın caiz olduğunu gösteren hadis-i şerifler de bu görüşü teyid etmektedir.6

Nikâha kadar bundan sonraki görüşmelerde, herhangi yabancı bir kadına bakmada olduğu gibi, şehevî bir duygu taşımamak kaydıyla bakmakta bir mahzurun olmadığı açıktır.

Kaynaklar:

1 Hâkim, el-Müstedrek, 2: 166.
2 Neylü'l-Evtâr, 6: 110.
3 Neseî, Nikâh: 17.
4 Hâkim, el-Müstedrek, 2: 165.
5 Buharî, Nikâh: 111.
6 İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, 9: 24.

İlave bilgi için tıklayınız:

Evlenmeyi Düşünenlere...

83 Eş cinsel (homoseksüel) olan bir insan evlenebilir mi?

Fukahanın çoğuna göre, h u n s â: Erkeklik ve dişilik âleti birlikte bulunan kimsedir. Hangi aletinden idrar yapıyorsa, daha çok ona yakın bir hüküm taşır. Yani erkeklik aletinden idrar yapıyorsa, erkek; dişilik aletinden idrar yapıyorsa, dişi sayılır.(1)

Her iki aletinden eşit biçimde idrar geliyorsa, o takdirde hem erkek, hem dişidir, yani ona hunsâ denilir. Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir.(2)

İmam Ebû Hanîfe'ye göre, taşıdığı her iki aletten de idrar gelirse, o, «Hunsâ müşkil» kabul edilir. Bir aletten az, birinden çok gelmesi buna tesir etmez.

Fukahanın çoğuna göre, bu durum, onun ergen olmasına kadar geçerlidir. Ergen olunca, erkeklik aleti harekete geçip evlenecek güçte bulunuyorsa, o takdirde erkek kabul edilir. Sakal ve bıyıklarının da çıkması böyledir. Bunun gibi ergenlik çağına girince göğüsleri büyür, ayhali olursa / âdet görürse, o takdirde dişi kabul edilir.

Ergenlik çağına girdiği hâlde ne erkek olduğuna ne de dişi olduğuna dair belirtilen alâmetler ortaya çıkmazsa, o takdirde «Hunsâ Müşkil = Eşelcins» sayılır.

Sadece meni, belsuyunun çıkması yeterli değildir. Çünkü bu her iki cinsten de çıkabilir.(3)

Eğer iki hünsâ-i müşkil biri erkek, biri kız diye evlendirilirse, ikisinin de durumu belli oluncaya kadar beklenir. Durumları belli olur da ikisi de kadın veya ikisi de erkek olursa nikâhları batıl olur. Biri erkek, biri kadın olursa nikâhları geçerli olur.(4) Durumları belli olmazsa yani müşkil olarak kalırlarsa yine nikâhları geçersiz olur.

Maliki ve Şafilerin bir görüşüne göre; hünsâ hakkında iki yönden de nikâh yasaktır. Yani hünsâ, bir kadın gibi bir erkekle nikâhlanamayacağı gibi, bir erkek gibi bir kadını da nikâhlayamaz.(5)

Hanbeliler, nikâh konusunda ihtilaf etmişlerdir. Hirâki’ye göre; hünsânın kendi sözüne başvurulur. Eğer o, erkek olduğunu ve kadınlara meylettiğini söylerse, kadınlarla evlenebilir. Kadın olduğunu ve erkeklere meylettiğini söylerse, erkeklerle evlenebilir. Ebu Bekir’e göre; hünsânın durumu ortaya çıkıncaya kadar evlenmesi caiz değildir.(6)

Günümüzde hünsâ birisi evlenmek istediğinde, evlenmeden önce mümkünse tıp, karine ve ikrar kriterlerine ve o ana kadar yetiştirildiği cinsiyete göre durumu tespit yapılıp, evlenebileceğine kanaat getirildikten sonra evlenebilmelidir.

Dipnotlar:

1. El-Hidâye - Merğinânî.
2. El-Kâfî - El-Mervezî.
3. El-Hidâye - Merğinânî - Fetâvâryi Hindiyye.
4. El-Kâfî - El-Mervezî.
5. Derdir, II, 373.
6. İbn Kudâme, VII, 620, 621, 158; Mevsua, XX, 27.

84 Nikahın geçerli olması için gerekli (evliliğin sıhhat) şartları nelerdir?

Bir nikâhın geçerli olması için gerekli olan şartlar şunlardır:

1. Evlenecek kişilerin veya vekâletlerini verdikleri şahısların hazır bulunması.

2. Tarafların irade beyanı. Evlilik akdini kabul ettiklerine dair eşlerin “kabul ettim” şeklinde ifade etmeleri.

3. Nikâhın duyurulması; gizli bırakılmaması.

4. Kızın velisinin izninin olması. (Bu hüküm Hanefi mezhebi hariç diğer mezheplere göredir.)

5. Şahitlerin hazır olması. Bu şahitler, ergenlik çağına ermiş, aklı başında iki erkek veya bir erkekle iki kadın olmalıdır. Yani şahitlikte mutlaka bir erkeğin bulunması icap eder.

İlave bilgi için tıklayınız:

Dini nikâhın şartları hakkında bilgi veirir misiniz; dini nikâh nasıl kıyılır?

85 İmam nikahına, imamın uzaktan telefonla katılması caiz midir? Yani bu şekilde kılınan nikah geçerli midir?

Nikâh bir akit, sözleşme ve anlaşmadır. Bunun için bazı şartları vardır. Bu şartlardan birisi yerine getirilmezse nikâh sahih olmaz.

1. Evlenecek kişilerin veya vekâletlerini verdikleri şahısların hazır bulunması.

2. Tarafların irade beyanı. Evlilik akdini kabul ettiklerine dair eşlerin “kabul ettim” şeklinde ifade etmeleri.

3. Kızın velisinin izninin olması. (Bu hüküm Hanefi mezhebi hariç diğer mezheplere göredir.)

4. Şahitlerin hazır olması. Bu şahitler, ergenlik çağına ermiş, aklı başında iki erkek veya bir erkekle iki kadın olmalıdır. Yani şahitlikte mutlaka bir erkeğin bulunması icap eder.

Buna göre dayınızın telefonla nikah akdine katılması, nikah akdini yönetmesi ve dua etmesi caizdir. Nikahın sahih olması için illa da bir imamın bulunması şart değildir. Şahitler huzurunda icab kabul gerçekleşirse nikah sahihtir.

Ancak resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından dini nikahın yanında resmi nikahın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikahların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikah üzerinde ısrarla durulmuştur.

Evlenecek gençler yalnız kalınca günah işlemiş olmamak için dini nikahı tercih ediyorlar. Halbuki daha sonra telafisi çok zor durumlarda kalabiliyorlar.

Bir kadın ve erkek aileden habersiz şahitler huzurunda nikahlansalar karı koca sayılacaklarından erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Bu açıdan çok tehlikelidir. Nitekim bize bu konuda onlarca soru geliyor.

"Ben bir erkekle dini nikah kıydırmıştım. O beni boşamıyor ne yapayım?"

"Ben dini nikahtan boşanmadan başkasıyla evlendim; zina sayılır mı?"

gibi tüyler ürperten pek çok problemle karşılaşıyoruz. Bu açıdan her ne kadar gizli olarak şahitler huzurunda nikahlanmak caiz ise de, sonunda telafisi imkansız olaylar olabiliyor. Bu nedenle resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını asla doğru bulmuyoruz.

İlave bilgi için tıklayınız:

NİKÂH...

86 Messenger ile nikahlanmak ve evlilik caiz midir? Karşı cinsle chat yapmak, internet ile konuşmak / yazışmak caiz mi?

İnternet Üzerinden Nikahlanma:

İnternet üzerinden nikah yapmak isteyen bir kimsenin ifadelerinin, nikah meclisinde şahitler huzurunda okunmasıyla nikah yapılabilir. Şahitler olmadan iki kişinin msn üzerinden nikahalanması geçersizidir. Herhangi bir vekil olmadan msn veya mektupla nikah geçerli olmaz.

Nikah kıyılırken uzakta olan kimse mektupla, telefonla veya internet gibi başka bir haberleşme vasıtasıyla istediği, güvendiği birine vekalet vererek nikah yapılabilir.

Nikah yapılırken icap ve kabul taraflarca işitilmeli ve anlaşılmalıdır. Ancak sağır ve dilsizler özel işaretleriyle irade beyanında bulunabilecekleri gibi, İslâm hukukunda mektupla evlilik akdi yapma kolaylığı da getirilmiştir. Mektup, diğer taraf ve şahitler huzurunda okunur, bu tarafın da kabulü ile nikâh akdi tamamlanır. Burada nikâh meclisi hükmen bir sayılır (el-Kâsânî, II/231; el-Cezîrî, IV/16).

Nikah anında iki şahidin ve eşlerin ya da vekillerinin bulunması ve "evet" demeleri şarttır. Bu nedenle kadının kendi gelemiyorsa iki şahidin yanında birisine vekaletini vermelidir. Vekilin de nikah anında bulunması ve vekil olduğu kişi adına "evet" demelidir.

İnternette karşı cinsle çet (chat) yapmak caiz mi?

Bir Müslümanın başka Müslüman kardeşleriyle, ister karşılıklı isterse sanal ortamda olsun konuşup dertleşmesi güzel bir şeydir. Ancak bu aynı cins olanlar içindir. Bir erkeğin bir kadınla konuşması ise bazı yönlerden dikkat etmeyi gerektirir.

Örneğin aşk, sevgi, gıybet, yalan ve şehevi hisleri uyandıran şeylerden olursa, bu kesinlikle doğru değildir. Bu konuda kişinin evli veya bekar olması fark etmez. Evli birinin günahı ise daha fazla olur.

Fakat dini konularda Allah’ı, ölümü, ahireti ve dini duygu ve düşünceleri hatırlatan konuşmalar olursa, elbette bunlar yasak olmadığı gibi sevabı da vardır. Ölçünüz bu olmalıdır. Bu ölçülerle hareket ettiğiniz zaman günaha girmeyeceğinizi ve kendinizi koruyacağınızı söyleyebiliriz. Ayrıca yaptığınız işi bir de vicdanınıza sormanızı tavsiye ederiz. Vicdanınız rahat değilse o işten vazgeçiniz.

Evlenmeyi düşünenlerin, yanlarında akrabalarından birer kişi bulunmak şartıyla bir yerde oturup yalnız konuşmaları caizdir, hatta sünnettir. Fakat flört tarzı ilişkilerde kadın ve erkeğin yanlarında akrabaları bulunsa bile konuşmaları caiz değildir. Dinimiz zinayı yasakladığı ve haram saydığı gibi, zinaya götüren yolları da tıkamış ve haram saymıştır.

Aynı şekilde de internetten tanışılan birisi ile istediğiniz gibi havadan sudan konuşmak ve chatleşmek caiz değildir. Şayet ona İslamiyeti anlatıp sevdirmeye çalışsanız o başka meseledir. Yoksa başka tarzda konuşup sohbet etmek insanı yanlış neticelere götüreceğinden caiz görülmemektedir.

Ayrıca sağlam ailelerin ve aile bağlarının kurulabilmesi ve tesis edilebilmesi için, evliliğin sağlam temellere dayandırılması gerekir. Bu nedenle, İslamiyet görücü usulü teşvik etmekle beraber, adayların birbirleriyle görüşmesini de esas kabul etmiştir.

Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, birbirlerini hiç tanımayan ve ailece de tanışmayan iki kişinin, internette birbirlerine verdikleri ifadelere güvenip de evlilik gibi ciddi bir işe yeltenmemeleri gerekir. Çünkü, bu şekildeki bir tanışma hüsran ile sonuçlanabilir. Bizim kanaatimiz, sizin veya herhangi bir insanın böyle bir yöntemle evliliği seçmemesidir.

İnternette tanışılan bir kimseyle evlenmek doğru mu?

Evlilik her ne kadar iki kişinin anlaşarak ve bir araya gelerek kurdukları bir beraberlik gibi görülse de, asıl itibariyle bir aile gibi toplumun ana direğini sağlam bir temel üzerine kurmaktır. Bir milleti millet yapan en önemli bir kurum varsa, o da aile kurumudur. Kişiler burada şekillenir, nesiller bu çatı altında yetişir. Yoksa evlilikler geçici hevesler, anlık zevkler gibi gelir/geçer hayaller üzerine kurulursa, kısa ömürlü bir anlaşmaya imza atılmış olunur ki, bunun içinde ne bir mutluluk, ne de kalıcı bir sevgi ve fedakarlık duygusu vardır.

Meselenin mahzurlu tarafı da şu: İnternet aracılığıyla tanışan gençler kararlarını verdikten sonra konuyu ailelerine açıyorlar, anne-babanın gönlünü kazanmıyorlar. Bir de sanal ortamda tanışan ve bir süre anlaşan kişiler, eksik yönlerini gizleyebiliyor ve saklayabiliyorlar. İleride söz verilen şeylerden birer birer vazgeçiliyorsa, evlilikten beklenen güven ve sadakat sarsılıyor. Bu açıdan tanışmalar hangi yolla yapılmış olursa olsun, evliliğin ayın zamanda dini ve ahlaki bir ve kurum olduğu da ihmal edilmemelidir.

Sadece dini nikah yaptırmak doğru mu?

Resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından, dini nikahın yanında resmi nikahın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim "Osmanlı Aile Hukuku Kararnamesi"nde de, mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikahların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikah üzerinde ısrarla durulmuştur.

Yalnız kalınca günah işlemiş olmamak için dini nikahı tercih ediyorlar. Halbuki daha sonra telafisi çok zor durumlarda kalabiliyorlar. Özellikle kadın tarafı ciddi mağduriyetler yaşayabiliryor.

Bir kadın ve erkek, şahitler huzurunda nikahlansalar karı koca sayılacaklarından, bundan sonra bir anlaşmazlık durumunda erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Bu açıdan çok tehlikelidir. Nitekim bize bu konuda onlarca soru geliyor.

"Ben bir erkekle dini nikah kıydırmıştım. O beni boşamıyor ne yapayım?"

"Ben dini nikahtan boşanmadan başkasıyla evlendim. Zina sayılır mı?"

gibi, tüyler ürperten pek çok problemle karşılaşıyoruz. Bu açıdan her ne kadar gizli olarak şahitler huzurunda nikahlanmak caiz ise de, sonunda telafisi imkansız olaylar olabiliyor. Bu nedenle resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını asla doğru bulmuyoruz.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Medya ve magazin dünyası cinselliği neden özendiriyor? Chat arkadaşlığı ne kadar doğrudur? İnternette "chat"layan yuvalar nasıl kurtulur?..

- Evlenmeden önce, nişanlılık döneminde görüşmenin (telefonlaşma, bilgisayarla görüşme) ölçüsü nedir?..

87 Boşanan bir kadın, ikinci evliliğinde gerdeğe girmeden ikinci kocası ölürse, kadın birinci kocasına dönebilir mi?

Hulle'nin dayanağı âyet ve hadistir.

Kur'ân-ı Kerîm'de; boşamanın iki defa olduğu, bundan sonra, ya iyilikle tutmak veya güzellikle salıvermek gerektiği belirtildikten sonra (Bakara, 2/229) bir sonraki âyette şöyle buyurulur:

"Yine erkek, karısını (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helâl olmaz. Bununla beraber, eğer bu yeni koca da onu boşarsa onlar (birinci koca ile aynı kadın) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını zannederlerse, (iddet bittikten sonra tekrar) birbirine dönmelerinde her ikisi hakkında bir sakınca yoktur." (Bakara, 2/230).

Bu âyette ve İslâm'ın diğer hükümlerine göre, meşrû bir hullenin şartları şunlardır:

1) Bir defada veya ayrı zamanlarda üç kere boşanan kadın iddetini tamamlayacak.

2) Bundan sonra, başka bir erkekle, sahih nikâhla evlenecek.

3) Evlendiği ikinci kocasıyla zifaf meydana gelecek.

4) Ölüm veya boşama suretiyle bu ikinci evlilik sona ermiş bulunacak.

5) Kadın, ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış olacak.

Ancak bu şartlar yerine geldikten sonra bir erkeğin üç defa boşadığı karısıyla yeniden evlenmesi mümkündür (el-Cassâs Ahkâmü'l-Kur'ân, Âsitâne, thk. Muhammed es-Sâdik, Dâru'l Mushaf, Kahire, ts., ll, 88, 89; Mehmed Zihni, Münâkehât ve Mufârekât, İstanbul 1324/1906, s. 43-45).

Hz. Peygamber (asm), anlaşmalı nikâh yapana (muhallil) ve yaptırana (muhallelün leh) lânet etmiş ve birincisine "kiralık teke" tabirini kullanmıştır. (İbn Mâce, Nikâh, 33; Tirmizi, Nikâh, 28; Nesaî, Talâk, 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 83, 87, 93).

Abdullah bin Abbas (Ö. 68/687), Hz. Peygamber (asm)e, anlaşmalı nikâh yapanın (muhallil) durumunu sormuş O, söyle cevap vermiştir:

"Hayır, ancak isteyerek yapılacak nikâh helâl kılar, hileli nikâh değil, Allah'ın kitabı ile alay da değil. Sonra, ikinci erkeğin kadınla cinsel ilişkide bulunması da gerekir." (et-Tâc, II/313).

Rıfaael Kurazî'nin karısı Hz. Peygamber (asm)'e gelmiş ve,

"Rifâa beni kesin olarak üç talakla boşadı. Ben de Abdurrahman b. Zubeyr (Ö. 72/691) ile evlendim. Ancak ondaki de (cinsel uzuv) çaput çıktı."

demiştir. Hz. Peygamber (asm) tebessüm ederek;

"Yani yeniden Rifaa'ya mı varmak istiyorsun? Ama sen, bunun (Abdurrahman'ın) balcağızından (cinsel organı), o da senin balcağızından tatmadıkça olmaz." buyurmuştur (Buharı, Libâs, 23, Talâk, 7,37; Ebû Dâvûd, Talâk, 49; Nesâf, Talâk, 9; İbn Mâce, 32; Mâlik, el-Muvatta, Nikâh, 7, 18).

Burada, bir sahâbe kadının kocası ile ilgili en mahrem konuyu açıkça sorduğu ve Nebi (asm)'in de bu soruyu normal karşılayarak hükmü ne ise onu bildirdiği görülmektedir.

İlave bilgi için tıklayınız:

HULLE-HULLECİ

88 Peygamber Efendimiz (sav), evlenme maksadıyla görüştüğünüz kişilerin ellerine bakabilirsiniz, demiş midir?

Hz. Cabir anlatıyor. Resulüllah (a.s.m) şöyle buyurdu: “Biriniz bir kadınla evlenmek istediği zaman, fırsat bulabildiği takdirde -kendisiyle evlenme şevkini oluşturacak şekilde- onu görmeye çalışsın.” Hz. Cabir diyor ki (bunu öğrendikten sonra) “Ben bir kadına talip oldum, fırsat bulduğumda ona gizlice bakmaya çalışıyordum ve sonunda onu beğendim ve onunla evlendim.” Bu hadisi Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud ve Hakim rivayet etmiştir. (bk. Sübülü’s-selam, 3/112-113; Neylu’l-Evtar, 6/520)

Bu ve benzeri hadisleri göz önünde bulunduran fakihlerin büyük çoğunluğuna göre, evlenmek kastıyla bir kadının eline-yüzüne bakılabilir. Malikî mezhebinde bu tolerans biraz daha fazladır. Bu tolerans kadınlar için de geçerlidir. Çünkü, bu bakış, ileride karşılaşılacak olumsuz manzaranın önüne geçmiş olacaktır. Ancak, nişanlısı dahi olsa, bir kadınla yalnız (halvette) kalmak asla caiz değildir. (bk. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 7/22-25). Bu hususta hadis-i şerifler de vardır.(bk. Neylu’l-Evtar, 6/521)

- Soruda yer alan “ta ki vücudunun bazı bölgelerinin (kalça ve göğüs gibi) büyüklüğünü ellerinin büyüklüğünden çıkartabilesiniz” Yani ellerine bakarak, kişinin seçeceği eşinin cinsel tercihine yakın olup olmamasını..” şeklindeki ifadeye hadis kaynaklarında rastlayamadık. Bu, daha çok adı geçen hadis ve benzerlerinin bir açıklaması, bir yorumu olabilir. (bk. el-Fıkhu’l-islamî,  a.g.y)

İlave bilgi için tıklayınız:

Evlenmeden önce görüşmenin ölçüsü nedir?

Bir kadına, nasıl evlenme teklifinde bulunabiliriz? Bakmanın ölçüsü nedir?

89 Aileden habersiz imam nikahı yapmak uygun mudur?

Resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını uygun görmüyoruz. Özellikle kadının dini ve dünyevi hukukunun korunması açısından, dini nikahın yanında resmi nikahın da yapılmasını gerekli buluyoruz.

Nitekim Osmanlı Aile Hukuku Kararnamesinde de mahalle kadısına kayıt yaptırılmayan nikahların geçersiz sayılacağı ifade edilmiş ve resmi nikah üzerinde ısrarla durulmuştur.

Evlenecek kişiler, yalnız kalınca günah işlemiş olmamak için dini nikahı tercih ediyorlar. Halbuki daha sonra telafisi çok zor durumlarda kalabiliyorlar.

Bir kadın ve erkek, aileden habersiz ya da ailenin izniyle şahitler huzurunda nikahlansalar karı koca sayılacaklarından erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Bu açıdan çok tehlikelidir. Nitekim bize bu konuda onlarca soru geliyor:

"Ben bir erkekle dini nikah kıydırmıştım. O beni boşamıyor ne yapayım?" "Ben dini nikahtan boşanmadan başkasıyla evlendim. Zina sayılır mı?"

gibi tüyler ürperten pek çok problemle karşılaşıyoruz. Bu durumda sonunda telafisi imkansız olaylar olabiliyor. Bu nedenle resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını asla doğru bulmuyoruz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Aileden gizli olarak kıyılan nikah geçerli midir? Reşit olan kızla erkek, kendi aralarında kendilerini karı koca kabul edebilirler mi?..

Nikahlı olarak nişanlı kalmak hakkında bilgi verir misiniz? Sakıncaları nelerdir?..

90 Bir erkek, ölen kardeşinin eşi ile evlenebilir mi? İslamiyet bu töreye nasıl bakar?

Bir erkeğin, ölen kardeşinin veya abisinin hanımı ile evlenmesi caizdir. Bu konuda kadın ve erkek rıza gösteriyorsa, evlenmelerinde dinen bir mahzur yoktur.

Kız veya erkek ölüm, şiddetli dayak veya uzun müddet hapis tehdidiyle nikâh akdine zorlanırlarsa, yapılan evlenme akdi fasit olur.

Resulullah (a.s.m.) bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Cenab-ı Hak, hatâ, unutma ve zorlanma ile yapılan amellerden dolayı ümmetimi benim için affetti.” (İbni Mâce, Talâk, 16)

İmam Neseî’nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif bu meseleye çok güzel bir ışık tutmaktadır:

Ensar’dan Hidame’nin kızı Hansa, Hz. Âişe’nin huzuruna girer ve şu şikâyette bulunur:

“Babam itibarını arttırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Ben ise istemiyorum.”

Hazret-i Âişe, “Resulullah (a.s.m.) gelinceye kadar bekle.” diye oturtur.

Resulullah (a.s.m.) teşrif edince, Hz. Âişe durumu ona anlatır. Resulullah (a.s.m.) hemen kızın babasını çağırtır ve evlenme yetkisini kıza verir.

Bunun üzerine Hansâ Resulullaha (a.s.m.) şöyle der:

“Yâ Resulallah! Ben babamın yaptığı bu nikâhı kabul ediyorum, ancak babaların, kızlarına evlilikte böyle yetkisinin olmadığını bildirmek istedim.” (Neseî, Nikâh, 36)

Burada babaların yetkisinin alınmasından maksadın, kızlarını zorla evlediremeyeceklerini anlıyoruz. Yukarıdaki her iki hadis de, kızın rızasının evliliğin sahih olmasının şartlarından birisi olduğunu göstermektedir. Zorlama, rızayı ortadan kaldırdığından evlilik sahih olmamaktadır.

Bu hüküm cumhur olarak bildiğimiz müçtehid imamların ekserisinin görüşüdür. Yalnız Hanefi mezhebi bu hususta farklı bir görüş bildirir. Onlara göre, esas itibariyle rıza, nikâhın sıhhatinin şartlarından değildir. Bu meseleye delil olarak nikâh akdinde ciddiyetin de, şakanın da aynı hükümde olduğuna dair hadis-i şerifi getirirler.

Ancak, cumhurun bu husustaki görüşü kurulacak yuvanın sıhhati ve tarafların mağduriyetini önleme açısından daha isabetlidir.

91 Evleneceğimiz kişiyi nasıl belirlemeliyiz; mantık mı duygu mu hakim olmalıdır?

Bu gibi meselelerde kişinin kendisi bir neticeye varamadığı takdirde en sıhhatli yol, o meseleyi münasip olan ehliyetli birisine danışmak, onun fikrini almak, gerekirse meseleyi enine boyuna bütün teferruatıyla konuşmak; kısaca istişare yapmaktır. İstişare yapılacak insanın da tecrübeli, bilgili ve sözüne itimat edilir olması gerekir.

Bir meseleyi kendi aralarında istişare etmeyi, oturup konuşmayı mü’minlerin vasıflarından sayan Kur’ân-ı Kerim,

“... Onların işleri aralarında müşavere iledir...”(Şura, 42/38)

buyururken, istişare ederken ehil kimselerin seçilmesini, fikren ve inanç bakımından yabancı olanlarla istişare yapılmaması hususunda da ikazda bulunmaktadır:

“Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri içli dışlı dost edinip sırlarınıza ortak etmeyin. Onlar sizi zarara sokmakta kusur etmezler. Size sıkıntı verecek şeylerden hoşlanırlar. Size düşmanlıkları sözlerinden belli olmuştur; açığa vurmayıp da kalblerinden gizledikleri düşmanlık ise daha büyüktür. Biz size dostunuzu ve düşmanınızı böylece gösterip âyetlerimizi açıkladık—eğer akıl ederseniz.”(Al-i İmran, 3/118)

Görüldüğü gibi basiret sahibi mü’min, kendi hususi meselesini, her önüne gelene açmamalı, rastgelenin fikrini almamalı. Çünkü kendisine yardımcı olacak birisini ararken, çok kere onunla konuşması neticesinde yanlış karara varmasından dolayı hatâya düşeceğini hesap etmelidir. Çünkü insanın aldığı bazı kararlar hayatı boyunca kendisini bağlayabilir, tesiri altına alabilir. Tahsil, iş ve evlilik gibi.

Tam ölçüp tartmadan bir iş kuran kimse, öyle ki birgün gelir, işinin ters gittiğini görür, iflâsa gittiğin anlar, neticede sermayesini de kaybedebilir. Bu hal maddî hayatına, hem de mânevî hayatına çok büyük tesir icra eder.

Yine inceleyip araştırmadan bir evlilik hayatı kuran insan, bu aceleciliğin ve tedbirsizliğin cezasını hayatı boyunca çekebilir, dünyasını zehir edebilir. Bunun için istişareyi kendimize alışkanlık hâline getirmeli, en basit meselemizi dahi tecrübeli ve ehliyetli birisine sormadan yapmamalıyız.

Bütün hayat safhalarıyla ümmetine mükemmel bir örnek olan Sevgili Peygamberimiz (asm) her meselesini yakınları ve sahabeleriyle istişare eder, onların da fikrini alır, öyle karar verir, işe başlardı. Halbuki kendisi bir peygamber olması hasebiyle vahye mazhardı; herkesten zeki, akıllı, derin fikirli, sâlim düşünceli bir insandı. Vahiyle sâbit olmayan hemen hemen bütün meselelerde ashabiyle istişarede bulunurdu.

Evlenilecek kişide aranan şartların başında güzel ahlaklı ve dindar olması gelir. Ayrıca ideal birliği de önemlidir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Evlenmeyi Düşünenlere...

92 Müslüman bir kadın gayri müslim bir erkekle evlenebilir mi?

Hristiyanlığa geçmiş bir erkek sizin inançlarınıza saygı duysa da dini nikah yapmayı da kabul etse, sizin bu kimseyle evlenmeniz haramdır.

Bir Müslüman bayan ancak Müslüman bir erkekle evlenebilir, Hristiyan veya başka bir dinden bir erkekle evlenmesi haramdır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Müslüman bir kadının, Ehl-i kitap olan bir erkekle evlenmesini yasaklayan hangi ayettir?

93 Muta ayeti nazil oldu biz de Resulullah ile birlikte amel ettik, sonra birisi (Ömer) çıkıp bu hususta kendi görüşüne göre istediğini söyledi, hadisine göre muta nikahı helal midir?

İmran b. Husayn anlatıyor: “Biz Resulullah (a.s.m) devrinde temettu yaptık. Bu konuda Kur’an'da (bunun caiz olduğunu belirten ayet de) indi. Sonra adamın biri (Ömer) kendi görüşüne göre istediğini söyledi.(Buharî, Hac, 36; İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi)

Buharî ve Müslim’deki “mut’a” ifadesi aslında “temattu’” haccı için kullanılan bir sözcüktür. Şianın mut’asıyla bir ilgisi yoktur. Nitekim, Buharî bu konuyu “TEMETTU’” başlığıyla vermiştir.

Bununla beraber, Müslim’in rivayetinde bilinen mut’adan da söz edilmiştir. Bu rivayete göre, Ebu Katade şöyle demiştir: Ben Ebû Nadra’dan şunları duydum: İbni Abbâs, müt'ayı emir; İbni'z-Zübeyir ise onu nehyederdi. Ben, bunu Câbir b. Abdillâh'a anlattım da Câbir:

“Bu konuşma, benim yanımda cereyan etti. Biz, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte müt'a yaptık. Ömer hilâfete geçince:

'Şüphesiz ki Allah, Resulüne dilediğini helâl kılardı. Ve şüphesiz ki Kur'ân yerli yerince nazil olmuştur. Siz, Allah için hac ve umreyi Allah'ın emrettiği vecihle tamamlayın! Bu kadınlarla müt'a yapmayı kesin. Şayet bana bir müddet için bir kadını nikâh eden bir adam getirirlerse, onu mutlaka taşlarla recmederim!' dedi.” (Müslim, Hac, 145).

“Mut’a ayeti” dedikleri ayetin meali şöyledir:

“Haccı da umreyi de Allah rızası için tamamlayın. Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin. Aranızda hasta yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak; oruç tutmak, sadaka vermek yahut kurban kesmek gerekir. Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise, her kim hacca kadar umre (temettu) yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar. Bu (temettu’ ve kurban), Harem bölgesinde (Mekke’de) ikamet etmeyenler içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu iyi bilin.” (Bakara, 2/196)

Bilindiği gibi hac farizası üç şekilde yerine getirilebilir, kıran, temettu’ ve ifrad şeklinde.

Nevevî'ye göre;  Hz. Ömer (ra) ile Hz. Osman (ra)'in ve sâir ashâbın müt'ayı (yani temettu haccını) yasaklamaları öncelik ve fazilet noktasındandır. Onlar hacc-ı ifrâdı daha faziletli gördükleri için ona teşvik olmak üzere müt'ayı yasak etmişlerdir. Bununla beraber, daha sonra hacc-ı ifrâd, temettü' ve kıranın kerahetsiz olarak cevazına icmâ hasıl olmuştur. Bu zevat ancak hangisinin daha faziletli olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir.

İbni Abdilberr de hac âyetindeki "temettü"dan önce umre, sonra hac kastedildiği hususunda ulemâ arasında ihtilâf olmadığını söylemiştir.(bk. Nevevî, ilgili hadisin şerhi).

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, bu hadislerdeki asıl maksat temettu’ haccı ile ifrad ve kıran haccını eda etme şeklidir. Mut’a nikahı değildir. Temettu’ haccında umreden sonra -başka yasakların serbest kalmaları yanında- karı koca ilişkilerine cevaz verildiği için buna temettu denilmiştir. Ve mut’a da bu manada kullanılmıştır.

Fakat Muslim’in rivayetinde bu haccın şeklinden bahsedilirken, -bize göre hiç yeri olmadığı halde- ayrıca bilinen mut’a da -anti parantez- söz konusu edilmiştir.

Bununla beraber, o konuya da dikkat çeken Nevevî şu ifadelere yer vermiştir:

“Mut’a nikahı önce bir süreliğine mubah idi, sonra  Hayber’de yasaklandı. Daha sonra Mekke fethi esnasında –kısa bir süreliğine- mubah kılındı, ardından kıyamete kadar süresiz olarak yasaklandı. Ancak, bu konu ilk asırda medar-ı ihtilaf olmuş ve -haram olup olmadığı hususunda- farklı görüşler söz konusu idi. Daha sonra bu ihtilaflar ortadan kalktı ve bunun haram olduğu husus ümmetin icmaıyla kabul edildi.(Nevevî, a.g.e). 

İlave bilgi için tıklayınız:

Muta Nikahı kıyamete kadar haram mıdır? ...

94 Çok evlilik konusunda bilgi verir misiniz?

İslam, meşru bir şekilde eşlerin biririni sevmesini tavsiye eder. Ama bu sevginin kısa dünya hayatına münhasır kalmayıp ebedileşmesini ister. Bunun için de bazı kriterler belirler. Bunlardan biri de sevdiğini Allah için sevmek. Çünkü her şey her şeyiyle Allah'a bağlıdır ve onundur. Mülkün sahibi odur. Onun hesabına sevdiklerini seven insan sevgisini ebedileştirip garanti altına alır. Ölüm ve ayrılıklar bu sevgi veya aşkın yok olmasına sebeb olamaz.

Birden fazla evlenmeyi düşünen erkek, eşler arasında davranış, geceleme, adalet, giyim, ihtiyaçları giderme ve diğer konularda aralarında hiçbir fark gözetmeyeceği konusunda kesin kararlı ise ve ikinci bir evliliğe ihtiyaç hissediyorsa evlenmesi caizdir. Yoksa caiz değildir. Eğer bu şartlara riâyet etmezse haram işlemiş ve kul hakkına tecavüz etmiş olur.

Allah Kur'an-ı Kerim'de birden fazla evliliğe müsaade etmiştir. Ancak adaletli olunamayacak durumlarda tek evliliğin yapılmasını istemiştir. Bu nedenle zorunlu olmadıkça birden fazla evliliğin doğru olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü birden fazla evlilik durumunda eşit davranmanın nerdeyse imkansız olduğunu, en azından çok zor olduğunu ve her erkeğin işi olmadığını görmekteyiz.

Bununla beraber, ikinci bir evliliğin zorunlu olduğunu düşünen birisinin de şahitler yanında nikah kıyabileceğini ve akrabalarına haber vermesinin farz olmadığını ifade edelim.

ÇOK EVLİLİK

Eski Mısır Hukuku: Koca bazı şartlar altında birden fazla kadınla evlenebilirdi.

Babil Hukuku: Hamurabi kanunlarına göre, zevce çocuk doğurmazsa veya ağır bir hastalığa tutulursa, koca odalık alabilirdi.

Çin Hukuku: Kocanın serveti müsait olursa, ikinci derecede zevceler alabilirdi. Şu kadarki, bu kadından doğacak çocuklar, birinci ve asıl zevcenin çocukları sayılırdı.

Eski Brehmenler: Vichnou kitabına göre, erkekler bulundukları sınıflara göre bir, iki, üç veya daha fazla kadınla evlenebilirdi. Apastamba kitabında ise, bu konuda tahdit vardı, kadın vazifelerini hakkıyla yerine getirebiliyor ve erkek çocuğuda oluyorsa, koca ikinci bir kadınla evlenemezdi. Manu düsturlarında, bir adam, ilk zevcesini kendi toplumsal seviyesinde seçmesi lazımdı, ikinci zevcesini, daha alt tabakalardan alabilirdi.

Eski İran: Çok evlilik kabul edilmişti.

Roma Hukuku: Odalık almak, kanuni nikah olmaksızın yaşamak vardı.

Kitab-ı Mukaddes: Eski Ahid'de Davud (a.s)'ın birçok kadınla evlendiği zikredilir. Eski Ahid'de çok evlilikten bahseden başka yerler de vardır. Müsevilikte de çok evlilik vardı. Yeni Ahid'de (İncil), birden fazla kadınla evlenmeyi yasak eden bir madde yoktur. Ancak tek zevce ile yetinmenin iyi olacağına dair tavsiyeler vardır. Birden fazla evlenme, Hristiyanlık aleminde XVI. asra kadar normaldi.

İslam'dan Önceki Arabistan: Çok evlilik konusunda hiçbir tahdit ve sınır yoktu. Erkek istediği kadar kadınla evlenebildiği gibi, aralarında zevce değişimi bile olurdu.

İSLAM'DA ÇOK EVLİLİK

Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız, beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." (Nisa, 4/3)

Âyette açıkça görülmektedir ki, birden fazla kadınla evlenme; mutlaka yapılması gerekli farz ve vacib kabilinden bir emir değil, bir müsaadedir. Ancak bu izin, kadınlar arasında tam bir adalet yapmaya bağlanmış, bir tek zevce ile yetinmenin, adalete en yakın ve en doğru yol olduğu belirtilmiş; adaleti yerine getiremeyeceğinden korkanın, tek kadınla yetinmesi emredilmiştir.

ÇOK EVLILILIK KONUSUNDA ISLAM PRENSIPLERI

1) Adetin sınırlandırılması: Cahiliye devrindeki erkeğin hudutsuz evliliğine sınır getirilmiş. Bu âyetin nuzulünden sonra Resulullah (asm)'ın emriyle dörtten fazla hanımı olanlar, fazlalarını boşadılar.

2) Eşler arasında adaletin gözetilmesi: Zevceler arasında adalet, yedirme, içirme, giydirme, barındırma, kocalık muamelesi, sevgide gösterilecektir. Yalnız şu varki, insanın sevgi hususunda tam bir eşitlik gösterebilmesi, imkansız denecek kadar zordur. Kadının çeşitli fiziksel ve ruhsal özellikleri sevginin derecesindeki farklılıkları meydana getirecektir. Erkek ne kadar eşitlik konusunda çaba harcasa da bunu başarması imkansız derecesindedir.

Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Nisa, 4/129)

Bu âyet-i kerimeyle Cenab-ı Hak erkekleri kadınlarına sevgi ve muhabbet hususunda mutlak bir eşitlik göstermekten afvetmiş. Sadece erkeğin bir tarafa bütün bütün meyledip ötekinden yüz çevirmesini yasaklamış, elinden geldiği kadar eşit davranmaya çalışmasını emretmiştir. Bir hadis-i şerifte bu hususla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"İki zevcesi olup da birine tamamen meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir." (Hadis-i Şerif; İbn-i Mace, Nikah, 47; Mişkâtü’l-mesabih, 2/196)

Kadın yaratılışı itibariyle erkeğini normal şartlar altında ikinci bir kadınla paylaşmaya razı olmadığı gibi, hiçbir kadın da mecbur kalmadan evli bir erkekle hayatını birleştirmek istenmez.

Çok evliliğin hak olduğuna inanmak imanın gereğidir. Ancak, buna inanmak kadının, kocasının kendi üzerine evlenmesini onaylayarak rıza göstermesi, tasvip etmesi zorunluluğunu getirmez.

Hiçbir mümin babadan da kızı üzerine damadının ikincisi, üçüncüsü veya dördüncü kadını almasını olgunlukla beklenemez. Kadının kıskançlık fıtratı ve babalık şefkati buna engeldir. Nitekim:

Peygamberimiz (asm)'in kızı Hz.Fatıma, kocası Hz.Ali'nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesine karşı çıkmıştır. Peygamberimizin terbiyesinde büyüyen Hz.Fatıma'nın, kocasının ikinci evliliğine karşı çıkması caiz olmasaydı Allah Resulü (asm) onu ikaz eder, kocasının arzusuna boyun eğmesini emrederdi. Halbuki durum öyle olmamış, bilakis kızının üzüldüğünü gören Allah Resulü, damadı Hz.Ali'nin bu arzusundan vazgeçmesini istemiş, eğer vazgeçmezse ancak Fatıma'yı boşadıktan sonra evlenebileceğini bildirmiştir. Hz.Ali'nin Fatıma'nın üzerine evlenip onu üzmesine razı olmamıştır.

Allah Resulü'nün bu davranışında, Müslüman kız ve babalarının damadın ikinci evliliğine karşı çıkabilecekleri hususunda ruhsat vardır denilebilir.

Sözün özü: İslam çok evliliği ne emir ne de tavsiye etmiştir. Sadece bazı zaruri hallerde müsaade etmiştir. Zaten yukarıdaki olayı naklettikten sonra diyecek bir şey olmasa gerek.

Kaynaklar:

1) Bu yazının hazırlanmasında büyük ölçüde, Sayın Mehmet Dikmen tarafından kaleme alınan "İslamda Kadın Hakları" eserden yararlanılmıştır.
2) bk. Elmalılı Tefsiri

İlave bilgi için tıklayınız: 

Allah'dan başkasını sevmek caiz midir? Leyla ile Mecnun'un yaşadıkları aşkı gören Allah, ...

95 Kocası izin vermediği için, babasını ziyaret etmeyen kadınla ilgili hadis sahih midir?

Bu hadisi Taberani el-Evsat’ında (7/302)  -Hz. Enes’ten zayıf bir senetle- rivayet etmiştir. Sonra İmam Gazali de buna İhya’da (2/57) yer vermiştir.

Zeynu’l-Iraki bu hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir. (bk. Irakî, tahricu ahadis’l-İhya/birliktedir, 2/57).

Hafız heysemi de bu hadisin senedinde zayıf bir ravinin olduğunu söyleyerek rivayetin zayıf olduğuna işaret etmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 4/313)

Kur'ân, anne-babaya itaati Allah'a kulluktan sonra sayar. Pey­gamberimiz de hadislerinde Allah'ın rızasının anne-babasının rıza­sına bağlı olduğunu bildirerek, onların haklarına riayet etmeyi tav­siye eder.

Anne-baba hakları, kişiler bekârken devam ettiği gibi, erkek veya kız ev­lendikten sonra da kopmadan sürüp gider.

Erkek, ev bark sahibi olduğu için anne-babasını ihmal edemediği gibi, kadın da koca­sının izin vermediğini ileri sürerek anne-babasını ziyaretten uzak kalamaz.

"Sılâ-i rahim" adı verilen akraba hakları farz bir ibadettir. Yani na­maz kılmak, oruç tutmak, haram işlememek nasıl farzsa, akraba haklarını gözetmek de öyle bir farzdır. Erkek ol­sun, kadın olsun, bu farzı ihmal ettikleri zaman önemli bir hu­kuku çiğnemiş, kulluk vazifesini hakkıyla yapmamış olur. Böyle bir konuda erkek hanımının engellemelerine sığınamayacağı gibi, kadın da beyinin izin vermemesini bahane olarak gösteremez.

Fıkıh kitaplarında kocanın, hanımının anne-baba ve akrabala­rını ziyaretini yasaklayamayacağı kaydedilir. Çünkü sıla-i rahim farz olduğundan, erkek, hanımının bu farzı iş­lemesine engel olamaz.

Bu nedenle İslam'ın genel hükmüne göre, kadının anne babasını hastalığında ve özellikle ölüm hastalığında, kocası izin vermese bile, evinden ayrılabilir ve onları ziyaret edip bakımlarını yapabilir. Hatta anne babası gayri müslim de olsa, böyle bir durumda ziyaret edebilir. (bk. Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslamiye, 2/174)

Anne babası bakıma muhtaç olan bir kadının, eşinin rızasını alarak bu hizmeti yapması en güzelidir. Anne babası hasta olup, bakacak kimse bulunamazsa, kocası izin vermese de gidip hizmetleri yapar. (Bezzâziyye; Feteva-ı Hindiyye-Beyrut: 1400 1/341)

Ayrıca bir erkek, eşinin anne-babasını haftadan haftaya gelmelerine ve gelemedikleri taktirde eşini her hafta anne-babasını veya varsa eğer önceki kocasından olan çocuklarını gidip ziyaret etmeye engel olamaz. Çünkü ziyaret etmemek, akrabalık bağlarının kopmasına neden olacağından caiz değildir. (bk. Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslamiye, 2/165)

Bu haftalık ziyaret, anne-babanın oturdukları yerin yakın bir mesafede olduğu sürecedir. Aynı köy, kasaba ve şehir gibi...

Böyle bir ziyaret anne-babanın bakıma muhtaç olmayacak bir du­rumda olmaları halindedir. Anne-baba bakıma muhtaçsalar, hasta veya düşkün bir durumda ise­ler, bakacak başka birisi de yoksa, kadın, kocası izin versin vermesin gidebilir. Ve ihtiyaç olduğu kadar kalabilir.

Bu durumda zor kullanarak engel olan erkek büyük bir günah iş­lemiş olacağından, ağır bir sorumluluk altına girmiş olur.

Kocası izin vermese de bir kadın, kardeşi, amcası, teyzesi, halası gibi yakın akrabalarını yılda bir, başka bir görüşe göre ayda bir gidip ziyaret edebilir. Çünkü âyetlerde haklarını gözetme sırası, anne-babadan sonra ya­kın akrabaya gelir. Onlara gidip gelmek, bağları devam ettirmek farz bir ibadettir. İhmal edildiği takdirde büyük bir vebal altına girilmiş olur.

Eğer soruda geçen hadisin sahih bir yönü varsa, bu durum Peygamber Efendimiz (asm)'in o kadına özel bir emri şeklinde anlaşılabilir.

96 Bir kadının bize helal olması için namuslu olması mı gerekir?

Ayette bir yanlış anlaşılma vardır. Soruda parantez içinde vurgulanan “namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere” kayıtları kadınlar için değil, erkekler içindir. Onun için ayetin asıl metninde kadınlara ait -dişilik kalıpları- olan “Muhsinat, musafihat, muttehizat” kelimeleri kullanılmamıştır. Bilakis, erkeklere ait -erlik kalıpları- olan “Muhsınin, musafihin, muttehizin” kelimeleri kullanılmıştır. Buna göre ayetin tam meali ve doğru anlamı şöyledir:

“Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâl olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mümin kadınlardan hür ve iffetli olanlarla, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar -ne metres tutarak açıktan; ne de dost tutmak suretiyle gizlice- onlarla zina etmeksizin namuslu bir şekilde mehirlerini ödediğiniz takdirde size helâldir. Kim imanı inkâr ederse, şüphesiz onun âmeli boşa gitmiş olur ve âhirette hüsrana uğrayanlardandır.” (Maide, 5/5).

Nisa suresinin 25. ayetinde ise, bu vasıflar kadınlar için kullanılmıştır.

Her iki ayette de iffetli kadınların tercih edilmesi tavsiye edilmektedir. Ancak, daha önce kötü yola düşmüş kadınlarla evlenmenin yasaklanması diye bir şey söz konusu değildir.

Hatta evli iken bile, eşlerden biri kötü bir şey yaparsa -mizaç olarak hazmedildiği takdirde- ekonomik, çocuk veya başka sebeplerden dolayı ayrılmayı göze alamayanların evliliklerini devam ettirmeleri ve zamanla tövbe edip nefislerini ıslah etmeleri için çalışarak evliklerine devam etmeleri haram değildir.

“Eşim yabancının elini engellemiyor.” diyen bir adama, Hz. Peygamber (a.s.m),
“Öyleyse boşa.” demiştir. Adam,
“Onu çok seviyorum, ayrılığına dayanamam.” deyince de
“O hâlde yanında tut.” buyurmuştur. (Nesaî, Nikah, 12).

97 Öyle bir zaman gelecek ki evlenmemek helal sayılacaktır, anlamında bir hadis var mıdır?

Dinimize göre evlenmek sünnettir. Ancak her insanın durumu ve şartları bir değildir. Bu açıdan evlenmenin hükmü kişiye ve şartlara göre değişebilir. Bu konuda farklı rivayetlerin olması da bundan kaynaklanıyor.

Bir rivayete göre Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“380 yıl geçtikten sonra ümmetim için evlenmemek helal olur.” (Kenzu’l-Ummal, 11/145).

Beyhakî, Salebî, Deylemî’nin İbn Mesud’dan naklettikleri bu hadisi İbnu’l-Cevzî, mevzu / uydurma rivayetler arasında saymıştır.(bk. a.g.e).

Başka bir rivayette -özetle- şu ifadelere yer verilmiştir:

“İnsanların başına öyle bir zaman gelecek ki, kişi geçimini helal yoldan temin edemez olur. Ailesi, konu komşusu kendisini -fakirliğinden ötürü- kınamaya başlarlar. Bu durumun olduğu zaman ahir zamandır. Kişinin ana-babası, eşi-evladı kedisini harama girmeye zorlamakla helakinde sebep olurlar. Öyle bir zaman geldiğinde evlenmemek helal olur.” (Kenzu’l-Ummal, 11/154; Gazalî, İhya, 2/232).

Diğer bir rivayette şu ifadelere yer verilmiştir:

“İki yüz yılından sonra insanların en hayırlısı, yükü hafif, çoluk-çocuğu olmayan kimselerdir.” (Gazalî, İhya, 2/24) 

Zeynu’l-Irakî, Gazalî’nin bu konuda rivayet ettiği hadislerin zayıf olduğunu söylemiştir. (bk. Tahricu Ahadisi’l-İhya, ilgili hadislerin şerhi).

Şunu unutmayalım ki, evlenmek bazen farz, bazen mübah, bazen mekruh, bazen de haram olur. Kişinin evlenme ihtiyacı, ekonomik durumu, psikolojik yapısı, biyolojik konumu, bu hususta belirleyici rol oynar…

İlave bilgi için tıklayınız:

Evlilik gerekli midir, şartları nelerdir?

Bazı İslam alimlerinin evlenmemelerinin islami açıdan sebebi nedir?

Bekarlık mı, yoksa evlilik mi daha hayırlıdır?

98 İnternette evlilik amaçlı siteler hakkında bilgi verir misiniz?

Bu tür sitelerde çok fazla suistimaller olduğu için, kesinlikle bu sitelere girmeyi ve karşı cinsle tanışmayı tavsiye etmiyoruz. Bu tür siteleri yaparak para kazanmaya çalışan kardeşlerimize de daha temiz bir kazanç kapısı aramalarını, nefislerin serbestçe koşturulduğu bu sitelerden kazanç sağlamaya çalışmamalarını tavsiye ediyoruz. İnsan vicdanına sorsa, isabetli bir cevap alacaktır.

Bir Müslümanın başka Müslüman kardeşleriyle ister karşılıklı isterse sanal ortamda olsun konuşup dertleşmesi, bilgi alışverişinde bulunması güzel bir şeydir. Ancak bu aynı cins olanlar içindir. Bir erkeğin bir kadınla konuşması ise bazı yönlerden dikkat etmeyi gerektirir.

Örneğin aşk, sevgi, gıybet, yalan ve şehevi hisleri uyandıran şeylerden olursa, bu kesinlikle doğru değildir. Bu konuda kişinin evli veya bekar olması fark etmez. Evli birinin günahı ise daha fazla olur.

İnternete giren çoğu insan isimleri, yaşları, cinsiyetleri, sosyal statüleri, meslekleri, adresleri ve kişisel özellikleri hakkında yalan söylemektedir. Geçenlerde bir okuyucumdan çok ilginç bir elektronik mektup aldım:

İnternet üzerinden tanıştığı bir kızla nişanlanmış. Birbirlerini çok seviyorlarmış. Bir vesileyle, kızın elektronik posta adresinin şifresini öğrenmiş ve -doğru olmayan bir şey yapıp- onun elektronik posta kutusuna girip, kıza gelen bütün mektupları okumuş. Nişanlısının sanal âlemde bir başkasıyla dört senedir evli olduğunu ve sanal kocanın soyadını taşıdığını öğrenmiş. Kendisine “Sen benim ilk aşkımsın.” diyerek yalan söylediği için nişanlısından ayrılmak istiyormuş, ancak karar vermeden önce bir de bana danışmak istemiş!..

İnternetin pek çok marifetlerini duymuştum, ama "Sanal âlemde evlilik" yapıldığını ilk defa duyuyordum. Bana mektup yazan okuyucum sıradan biri değildi, makine mühendisliği son sınıfta okuyan bir gençti. Nişanlandığı kız da üniversite öğrencisi idi. Eğer bu iki genci dinleme ve analiz etme fırsatı bulabilseydim, büyük bir ihtimalle, karşıma çocuklarına yeterli zaman ayırmayan, onların sıkıntılarına ve sevinçlerine ortak olmayan, sevgi ve güven veremeyen, yüksek tahsil yaptırarak görevlerini yerine getirdiklerini zanneden iki aile modeli çıkacaktı.

Açıkçası, çocuklarımızı internetin zararlı etkilerinden korumanın yolu da en sonunda ailede denge ve mutluluğun sağlanmasına gelip dayanıyor. (Ali Çankırılı)

İlave bilgi için tıklayınız:

Eyvah!.. Çocuğum İnternette...

99 Muta nikahı yapmak caiz midir?

Mut'a nikâhı, ücret mukabilinde belli bir süre için kadınla evlenmektir. Câhiliyette mubah olduğu gibi, İslâm'ın ilk günlerinde de mubahtı. Sonra nesh edilip yürürlükten kaldırıldı.

Tirmizî şöyle diyor: "Mut'a nikâhı İslâm'ın ilk günlerinde idi. Adam bir şehre gittiğinde kimse ile tanışmadığından orada kalacağı süre kadar bir kadınla evlenebilir. O da eşyasına bakar, muhafaza eder, işini düzene kordu."

Mut'a nikâhının haram olduğuna dair ittifak vardır. Rafiziler ile Şiîler hariç, bütün ulema haram olduğunu kabul ediyor.

İbnü Abbas, mut'a nikâhının uzun zaman nesh edilmediğini söylüyordu. Bilahare mensuh olduğunu kabul ederek ilân etti. Bir gün İbn al-Zubeyr ile İbn Abbas arasında mut'a nikâhı hususunda ihtilaf oldu. İbnü Zübeyr, İbn Abbas'a ta'rizen: "Ne oldu, bazı kimselerin gözü kör olduğu gibi basireti de kapandı. Resûlullah'ın mut'a nikâhına cevaz verdiğini söylüyorlar." dedi.

Bundan anlaşılıyor ki İbn Abbas neshden yani muta nikahının haram kılındığından habersizdi, nesh durumunu öğrenince görüşünden döndü. Nitekim Said bin Cübeyr'den şöyle rivayet edilmiştir: "İbn Abbas bir gün bir hutbe okudu, dedi ki: Mut'a nikâhı leş, kan ve domuz eti gibidir." (al-Fıkh ala'l-Mezâhib al-arba'a VI/90-93).

(bk. Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II/122)

İlave bilgi için tıklayınız: 

MUT'A (Nikâhı)