Ebu Hanife, namaz kılmayanın imanını muhafaza etmesi zordur demiş mi?

Tarih: 05.08.2021 - 06:40 | Güncelleme:

Soru Detayı

1. Bu söz İmam Azam Ebu Hanife hazretlerinin mi? Değilse, söz doğru mu?
"Yağmurlu ve fırtınalı bir gecede, sokakta, yanan bir mumu bir yerden bir yere söndürmeden taşımak ne kadar zorsa, namaz kılmayan bir insanın imanını muhafaza etmesi o kadar zordur." İmam-ı Azam Ebu Hanife Hz. (rah)
2. İmam Azam Ebu Hanife’ye göre iman amel ilişkisi nedir? İman edip de amle etmeyen mümin midir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

İmam Azam Ebu Hanife Hazretlerine ait böyle bir söz bulamadık.

Bununla beraber, bu söz doğrudur. Namazını kılmayan bir mümin elbette dinden çıkmaz, kafir olmaz, ancak hem büyük günah nişlemiş olur hem de imanı koruyan ve muhafaza eden şeyleri ihmal etmiş ve imanı riske atmış demektir.

Esasen bu tür benzetmeler, ibadet ve takvanın imanı beslediğini, koruduğunu ve kuvvetlendirdiğini anlatmak için verilmektedir.

Örneğin İmam Gazali Hazretlerine göre, tıpkı bir ağacı besleyen güneş, su unsurları gibi, bizim imanımızı amellerle ve ibadetlerle besleyip büyütmemiz istenmiştir. Nasıl ki bir bitkiye verilmesi gereken gıda unsurları verilmediği zaman o bitki kısa sürede kuruyup ölmektedir. İşte tıpkı bunun gibi iman da amellerle sürekli bir şekilde beslenmezse imanın kaybedilme riski vardır.(1)

Yine, nasıl ki bedenimizin su, hava ve gıda gibi şeylere ihtiyacı var. Onları almadığımız zaman bedensel özelliklerimiz zarar görür ve huzurumuz kaçar. Ayrıca bedenimizi zehir, ateş, hastalık gibi zararlı şeylerden de korumamız gerekir. Yoksa perişan oluruz.

Aynen bunun gibi ruhumuzun da havası, suyu ve gıdası gibi olan başta namaz olmak üzere ibadetleri yapmadığımız zaman, ruhumuz havasız, susuz ve gıdasız kalmış gibi olur ve bütün sıkıntıların kaynağı haline gelir.

Diğer taraftan, her bir haram ruhumuza giren bir hastalık, bir ateş ya da zehir gibidir. Bedeni zehirlenen bir kimse rahat edemeyeceği gibi, işlediği günahlarla ruhu zehirlenen bir kimse de asla rahat edemez ve huzur bulamaz. Haramı işlemek büyük günah olduğu gibi, namaz gibi ibadetleri terk etmek de yine büyük günahtır, haramdır.

Öyleyse her ruh, gıdası olan ibadetleri almalı, zararlı olan günahlardan sakınmalı ki huzur ve mutluluğa erişsin, kendini boşluktan kurtarsın, imanını muhafaza edebilsin.

İşte bu önemli konu, zaman zaman fanus örneği ile de açıklanmaktadır. İman ışık ve alev, ameller ise onu koruyan bir fanusa benzetilir. Yerine getirilen her iyi amel, fanusun içindeki alevi sönmekten koruyup, devam etmesine imkan sağladığı gibi imanı kuvvetlendirmekte, kötü ameller ise onu rüzgârın esintisi karşısında korumasız bırakmaktadır. O zaman iman yolunda her amelin, imanın güçlenmesin de bir etkisi olduğu gibi, terk edilen her ibadet, işlenen her günah da imanın zayıflamasına, Allah korusun sönmesine neden olabilir. (2)

Cevap 2:

İmam Azam Ebu Hanife’ye Göre İman-Amel Münasebeti

Ebu Hanife’ye göre iman ayrı bir şey, amel ayrı bir şeydir. Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed’in (asm) Allah’tan getirdiği her şeye gönülden iman ederiz; bunları kalbimizle tasdik dilimizle ikrar ederiz. Elbette yaptığımız eylemler imanımızla tutarlı olmalıdır. Fakat kalbimizdeki imanla, organlarımızla yaptığımız eylemler birbirinden farklıdır. İnsan bazen değişik sebeplerle inancına aykırı davranışlarda bulunabilmektedir. Dolayısıyla insanların hata etmesi ve günah işlemesi iman etmediğini göstermez.

İmam-ı Azam bu görüşünü desteklemek için, müminin bazı zamanlarda bazı amellerden sorumlu olmadığı halde iman etmekten sürekli olarak sorumlu tutulmasını örnek gösterir. Mesela âdet gören bir kadın, namaz kılmaktan sorumlu değildir; fakat iman etmekten sorumludur. Dinin sahibi bu kimseye: “Orucu şimdilik tutma, sonra kaza et” demiştir. Fakat ona “imanı bırak, sonra kaza et” dememiştir. Başka bir örneği de zekât üzerinden vermektir. Fakirin zekât vermesi gerekmez; fakat iman etmesi gerekir. (3) Öyle ise iman ile amel birbirinden farklı şeylerdir.

Ebu Hanife’ye göre Allah’ın emrettiği her şeyi yapmak ve yasakladığı her şeyden uzak durmak dine girmek veya dinden çıkmak için ölçüt olsaydı; Allah’ın emirlerinden birini yapmayan veya yasakladıklarından birini çiğneyen kişinin, imandan hatta Allah’ın dininden çıkması ve kâfir olması gerekirdi. İmam-ı Azam böyle bir anlayışın çok büyük toplumsal kargaşaya sebep olacağını belirtir. Çünkü kâfir sayılması halinde onunla diğer Müslümanlar arasında cereyan eden evlilik, miras alışveriş, cenaze işlemleri, kestiklerinin yenilmesi ve benzeri hususlar ortadan kalkmış olacaktır. Oysaki Allah’ın bu hususları farz kılmasının sebebi kişilerin iman etmiş olmalarıdır. Allah, iman ettikten ve dini kabul ettikten sonra onlardan bu emirleri yapmalarını istemiştir. Öyle ise önce iman edilir, sonra farzlar yerine getirilir. Bu da iman ile amelin birbirinden farklı olduğunu gösterir.(4)

Ebu Hanife iman ile amelin iki farklı şey olduğuna Kur'an’dan bazı deliller getirir. Nitekim,

 “İman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar...” (İbrahim, 14/31),
“Ey iman edenler, Allah’ı çokça anın.” (Ahzab, 33/41)

ayetlerinde önce iman zikredilmiş, sonra ameller farz kılınmıştır.

Ebu Hanife’ye göre Allah, bu ayetlerde bahsedilen amelleri işlemeyen kullarını mümin olarak isimlendirmiştir. Şayet amel imandan bir cüz olsaydı, ibadetleri yapmadıkları için ayette bahsedilen kişilere mümin denilmemesi gerekirdi.

Yine Ebu Hanife’ye göre “İman eden ve salih amel işleyenler” (Asr, 103/2) ayeti iman ile ameli ayrı ayrı belirtmiştir; bu onların farklı olduğunu gösterir.

O halde müminler iman etmelerinin bir sonucu olarak, namaz, oruç, zekât ve hac ibadetlerini yapar ve Allah’ı zikrederler. Değilse namaz kıldıkları, zekât verdikleri, oruç tuttukları ve hacca gittikleri için iman etmiş değillerdir. Çünkü önce iman etmişler daha sonra amel işlemişlerdir. Bir başka ifadeyle müminler, farz olan şeyleri yaptıklarından dolayı iman etmiş değillerdir; iman ettiklerinden dolayı farzları yerine getirmişlerdir.

Bu tıpkı borçlunun durumuna benzer. Borçlu bir kişi, borcunu kabul ettikten sonra ödemede bulunur. Ödedikten sonra, borcu kabullenmesi söz konusu değildir. Borçlu borcunu ödemese bile, borçlu olduğunu kabul eder.(5) Tıpkı bunun gibi, kişi ibadetlerini yapamasa da onların yapılması gerektiğine iman eder. Bu da iman ile amelin farklı olduğunu kanıtlar.

Ebu Hanife, “iman eden fakat namaz kılmayan, oruç tutmayan ve bu amellerin hiçbirini yerine getirmeyen kimseyi iman kurtarır mı?” diye sorulduğunda: “Onun işi Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse azap eder, dilerse rahmet eder. Allah’ın kitabından herhangi bir şeyi inkâr etmeyen kimse mümindir.” der.(6)

İlave bilgi için tıklayınız:

Namaz kılmayan Müslüman imansız ölebilir mi?

Kaynaklar:

1) Gazalî, el-İktisat fi’l-İtikad, s. 273-274.
2) Hülya Alper, İmanın Psikolojik Yapısı, s. 148.
3) Ebu Hanife, Ebu Hanife’nin Vasiyyeti, s. 60.
4) Ebu Hanife, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 12.
5) Ebu Hanife, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 14.
6) Ebu Hanife, el-Fıkhu’l-Ebsat, s. 43.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun