"... De ki: Siz evlerinizde dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı..."(Âl-i İmran, 3/154) âyeti açıklar mısınız?
Ölen birisi için "Şöyle yapmasaydı ölmezdi."demenin Mutezili fikir, "Yapsa da yapmasa da ölecekti." demenin Cebri fikir olduğunu okumuştum. Âl-i İmran sûresinde "Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar,.." ifadesi geçiyor. Buna göre Cebriye'nin görüşü paralellik arz etmiyor mu; nereyi yanlış anlıyorum?
Değerli kardeşimiz,
Allah her şeyi son hali ile bilir ve ona göre konuşur. Fakat İnsan her şeyi son hali ile bilemez, o zaman insana bilmediği konuda susmak düşer. Bu sebeple ilmi sınırlı olan insanın "Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul." demesi en tutarlı en makul en isabetli bir hükümdür.
Ama bu cümle Allah için caiz değildir, çünkü Allah için meçhul diye bir şey söz konusu olamaz. Zira Onun ilmi olmuş ve olacak her şeyi birden bilir ve ona göre konuşur. Yani tüfek atılmasa idi ondan sonra neyin olacağını neyin olmayacağını Allah çok iyi biliyor olacaktır. Bu sebeple ayetlerin kesin bir dil kullanması gayet normal ve doğal bir durumdur.
Bu gibi kadere ait konularda ayetler kesin konuşuyor, öyle ise biz de kesin konuşabiliriz diye bir sonuca varmak yanlış ve fasit bir kıyaslamadır. Çünkü Allah için kesin olan bizim için meçhuldür.
İlgili ayetin meali şöyledir:
Sonra o kederin peşinden üzerinize bir güven duygusu indirdi. Sizden bir kısmını bürüyen tatlı bir uyku hali verdi. Bir kısmınız ise can derdine düşmüş, Allah hakkında Cahiliye devrindekine benzer, gerçek dışı şeyler düşünüyorlar: “Bu işin kararlaştırılmasında bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!” diye söyleniyorlardı. De ki: “Bütün yetki ve karar Allah’ındır.” Onlar aslında içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları bir şeyler saklıyor ve kendi aralarında: “Bu emir ve komuta işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz, öldürülmezdik.” diyorlardı. De ki: Siz evlerinizde dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı. Allah, sizin içinizde olanı sınamak ve kalplerinizi her türlü vesveseden ve kirden arındırıp pırıl pırıl yapmak içindir ki bunu başınıza getirdi. Allah sinelerin özünü dahi bilir. (Âl-i İmran, 3/154)
Ecel birdir değişmez. İnsanın ölüm vakti geldiği zaman nerede olursa olsun ölecektir. İşte bu hakikati ifade etmek için münafıkların, "eğer savaşa katılmasaydık ölmeyecektik" sözüne karşı bir ikaz suretinde, insan ölüm vakti geldiği zaman nerede olursa olsun ölecektir, hakikatini ifade etmektedir.
İnsan kaderi bilmediği için kader konusunda yorum yapamaz. Ancak Allah her şeyin kaderini bildiği için elbetteki gelecekleri hakkında konuşması haktır.
Bazı münâfıklar, müminlerle birlikte savaşa katıldıklarına pişman olmuşlardı. Aralarında konuşurken: “Yönetimde rolümüz olsaydı, fikrimizle hareket edilseydi, böyle perişan olmaz, bu kadar ölü vermezdik.” diyorlardı. Böylece Peygamberimizi (asm) itham ediyor, müminlerin de maneviyatlarını bozuyorlardı.
Ey Muhammed! De ki: Bütün iş Allah'ındır. Şu halde neticede bütün galibiyet (üstünlük) O'nun ve O'nun dostlarınındır.
"Şüphesiz ki Allah'tan yana olanlar üstündürler." (Maide, 5/56).
Yahut bütün Bedir onundur. Ezelde ilâhî takdirinde ne hükmetmiş ise o olacaktır. Ey Muhammed! O münafıklar nefislerinde (yani gönüllerinde veya kendi aralarında) bir şey, bir bozuk fikir, bir küfür gizliyorlar ki, onu sana açmazlar.
Denilmiş ki, Müslümanlarla beraber bu savaşa geldiklerine pişman oluyorlardı. Aralarında "Bizim için o vadolunan işten bir şey olsaydı (yani Muhammed'in vaadi doğru olsaydı), yahut bizim fikir ve tedbirden hissemiz olsaydı, fikrimizle hareket edilseydi, burada böyle öldürülmeye maruz olmaz, içimizden bu kadar ölü vermezdik." diyorlar. Ecelin iki olduğunu söylüyorlar, normal sebeplerin, ilâhî iradenin tersine etki edebileceğini sanıyorlar.
"Emr" kelimesi ya "umûr" kelimesinin veya "evamir" kelimesinin müfred (tekil)i olduğuna göre, bu söz birkaç mânâya gelebilir. Bir yandan Hz. Peygamber (asm)'in belli şartlarla Allah tarafından vaad etmiş olduğu zafer işini yalanlamak maksadıyla peygamberliğe bir itiraz; diğer yönden yukarıda açıklandığı üzere Abdullah b. Übeyy'in Medine'den çıkılmaması hakkındaki reyi kabul edilmemiş olduğundan dolayı, Peygamber'in emir ve isteğini hatalı bulma ve bunun altında istişareden daha kuvvetli bir şekilde hükümet işine iştirak etmek ve işe karışmak, bu niyetle Peygamber'in idare şeklini istibdatkâr (keyfi idareye yakışır şekilde) görmek isteyen bir ihtilal fikri vardır. Bu münafıklar derken bu niyetleri besliyorlar ve tabiatıyla açıklıyamıyorlardı. Halbuki önce Resulullah, münafıkların başı olan Abdullah b. Übeyy'i istişareye davet etmişti.
İkinci olarak, kendisi de rüyasını anlatmış ve aynı görüşte bulunmuş ve fakat şûrâ (danışma kurulu)nın çoğunluğu, çıkmak görüşünde ısrar ettiklerinden dolayı, o görüş hakim olmuştu. Buna göre bu durum karşısında Resul-i Ekrem (asm)'e münafıkların bir çeşit istibdad isnat edercesine "eğer bu işten bize bir şey olsaydı..." demeleri, iftira edercesine bir gerçeğin tahrifi (bozulması) idi.
Üçüncü olarak, bu olay ile tecrübe göstermişti ki, münafıkların istişare içine alınması bile hikmete uygun değildir. Çünkü Abdullah b. Übey, kibir ve gururundan fikrinin kabul edilmemesine tahammül edemeyerek kırgınlığını artırmış, savaşla ilgili tedbirlerin akışını yakından öğrenerek ona göre orduda ihtilal çıkarmaya çalışmıştır. Bu sebepleydi ki yukarıda açıklandığı üzere
"Ey inananlar, kendinizden başkasını kendinize dost edinmeyin." (Âli İmran, 3/118)
âyeti inmiş ve "De ki: Bütün işler Allah'a aittir." ilâhî emri ile bu bakış açısından da gerçek gösterilmiştir. Ve bunlara rağmen İslâm ile ilgili işlerde istibdad (zorbalık) olmadığını ayrıca açıklamak için de "İşte onlarla istişare et." (âyet: 159) emri gelecektir.
Şimdi böyle ölü vermezdik iddialarına da "Eğer siz evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine öldürülüp yatacakları yere çıkıp gideceklerdi." diye cevap, emir buyurulmuştur. Yani, "Ey Muhammed de ki, Uhud'a çıkmayıp da evlerinizde (yani Medine'de) bulunsaydınız, öldürülmeleri yazılmış olanlar, herhalde, devrildikleri yerlere çıkacaklar, yine öldürüleceklerdi." Zira Allah'ın takdirini geri çevirmek ve değiştirmek mümkün değildir. Ve bundan dolayı Allah'a su-i zan (kötü zan) da bulunmamalıdır.
Allah bunları inananlara yardımı olmadığından değil, nice nice hikmet ve iyi şeyler için ve özellikle içinizdeki ihlas (samimiyet) ve nifak (bozgunculuk)ı tecrübe âleminde imtihana çekmek ve kalblerinizdeki gizli şeyleri, vesveseleri, şüpheleri günahları tasfiye ve temizlemek için böyle yapmıştır. Şunu da bilmeli ki Allah sinelere arkadaş olan ve onlardan ayrılmayan sırları ve gizlilikleri tamamen bilir. Şu halde öyle imtihanlara çekmesi de bilmediğinden değildir. Bunda, Rabb olmanın gerektirdiği bir seçme sırrı vardır ki, bununla müminler alışkanlık kazanır, münafıkların da durumları ortaya çıkar.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Kuran'da 29 (yirmi dokuz) harfin de geçtiği ayet hangisidir?
- Mekke emin belde ise, Kabe'deki vinç kazasında hacıların ölmesi nasıl açıklanabilir?
- ÖLÜM
- Kocam beni harama zorlarsa onu boşayabilir miyim?
- İrtica nedir?
- Kur'an’ın, Nisa suresi 82.de meydan okuduğu, daha sonra da Al-i İmran suresi 7. ayet ile geri adım attığı iddiası doğru mudur?
- Allah insanın yapacağı fiilleri bilmez iftirası...
- 23. Bölüm: Kabir hayatını inkar edenlerin sözlerine cevap: 12
- Kadere imanın Kur'an'da olmadığı, hadislere sonradan karıştırıldığı, iddiasında olanlar var. Kadere imanın kaynağı nedir?
- İmanı nasıl kuvvetlendirebiliriz?