Teberrük, eşyadan bereket ummak caiz midir?

TEBERRÜK NEDİR?

Teberrük: Bereket istemek demektir. Bir şey vasıtasıyla berekete ve feyze nail olmayı ifade eder. 

Tanımı biraz daha açacak olursak şöyle diyebiliriz: Bir kimseye olan muhabbetten dolayı, ona ait olan eşyalara ve onun yaşadığı yerlere hürmet göstermek "teberrük" kelimesiyle ifade edilmiştir. 

Bizler teberrük bahsini işlerken Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın sakal-ı şerifi merkezli işleyeceğiz. Çünkü ülkemizde teberrük niyetiyle en çok ziyaret edilen sakal-ı şeriftir. 

Maalesef her ramazanda, sakal-ı şerifi ziyaret edenler, bir kısım insanlar tarafından şirke düşmekle itham edilmektedirler. Teberrüke şirk nazarıyla bakan bu Vehhâbî zihniyet, mukaddes eşyaya yapılan hürmeti reddetmekte, onlara hürmet gösterenlere de müşrik damgasını vurmaktadır. 

Bizler bu eserde -Allah'ın izni ve inayetiyle- Vehhâbî zihniyetin ne kadar yanıldığını kati bir surette ispat edeceğiz. Sözü daha fazla uzatmayalım ve şimdi, teberrükün caiz olduğuna dair Kur’an’dan birinci delilimize geçelim.

İSRAİLOĞULLARI'NIN SANDIK İLE TEBERRÜKÜ

Birinci delilimiz, Bakara suresinin 248. ayet-i kerimesinde bahsi geçen sandıktır. Önce 39. sayfada anlatılan kıssanın özetini beyan edelim: 

İsrailoğulları kendi peygamberlerine gelerek bir hükümdar göndermesini isterler ve bu hükümdarla Allah yolunda savaşacaklarına dair söz verirler. Allahu Teâlâ onlara Tâlutismindeki zatı hükümdar olarak gönderir. Ancak Tâlut fakirdir. Bu yüzden İsrailoğulları onu hükümdar olarak kabul etmek istemez ve kendilerinin hükümdarlığa daha layık olduklarını iddia ederler. 

Bunun üzerine peygamberleri onlara şöyle der:

 إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ أَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِن رَبِّكُمْ

Şüphesiz onun hükümdarlığının delili size sandığın gelmesidir. O sandıkta Rabbinizden bir sekîne vardır. (Bakara 248)

— O sandıkta ne varmış? 

Rabbimizden bir sekine...  

Sekîne: Maddi ve manevi bereketler ve feyizler demektir. 

İşte o sandıkta böyle bir sekîne vardı. İsrailoğulları bu sandıkla Allah'ın rahmet ve bereketine mazhar olurlardı. 

Fahru'r-Râzî, Ebu's-Suud, Hazin, Kurtubî ve Âlûsî tefsirlerinin beyanlarına göre, İsrailoğullarıHazreti Musa'nın vefatından sonra bozulup isyan edince Cenab-ı Hak onlara Amalikakavmini musallat etti. Bu kavim sandığı onlardan aldı. Daha sonra Allahu Teâlâ, Tâlut'unhükümdarlığına bir alamet olması için melekleri vasıtasıyla o sandığı tekrar İsrailoğulları'nagönderdi. Ayette geçen,  تَحْمِلُهُ الْمَلآئِكَةُ  "O sandığı melekler taşır." ifadesi, sandığın melekler tarafından taşınarak onlara getirildiğini bildirmektedir. 

Kıssanın detayını tefsir kitaplarına havale edelim. Burada bilmemiz gereken şey şudur: 

1. İsrailoğulları'nın kendisiyle bereketlendiği bir sandık vardı. 

2. Kur'an'ın ifadesiyle, o sandıkta Rabbimizden bir sekîne vardı. Onlar bu sandığa hürmetlesekîneye yani feyze ve berekete mazhar olurlardı. 

3. Bu sandık günahları sebebiyle onlardan alındı ve uzun süre Amelika kavminin içinde kaldı. Daha sonra da Tâlut'un hükümdarlığına bir alamet olması için melekler tarafından taşınarak tekrar İsrailoğulları'na iade edildi. 

Şimdi, berekete medar bu sandık üzerinde biraz daha derinlemesine tahlil yapalım:

Bir sandık... Bir tahta parçası... İzn-i İlahî ile maddi ve manevi bereketlere ve feyizlere sebep olabiliyor. Ona hürmet gösterenler, onun bereket ve feyzinden istifade ediyor. Ona hürmet gösterilmesini de Allah istiyor. Hürmet gösterilmediği anda da o sandığı onlardan alıyor. 

Şu noktayı iyi anlamamız lazım: Bereket ve feyiz sandığın zatî malı değildir; ona Allah tarafından konulmuştur. Her bereket, her nimet ve her ihsan ancak Allah'ın hazinesinden çıkar. Allahu Teâlâ'dan başka ihsana sahip olabilecek hiç kimse yoktur. Ancak Allahu Teâlâşu hikmet dünyasında sebeplerle iş görür. Meyveyi ağacın dalına takar. Sütü ineğin memesiyle içirir. Suyu bulutla akıtır. Sebzeleri toprağın eliyle bize sunar. Ve hakeza... Her nimet bizlere bir sebeple gelir. 

Hakiki iman sebebi inkâr etmek değil, o sebebin üzerinde Allah'ın rahmet elini görmektir. Sebebi inkâr eden, rahmetten mahrum kalır.

Tefsirini yaptığımız ayet-i kerimede bahsi geçen sandık sadece bir vasıtadır. Ondaki sekîneonun zatî malı değildir. Mal sahibi ancak ve ancak Allahu Teâlâ'dır. Allahu Teâlâ o sandığı,bereketine bir sebep ve feyzine bir vasıta yapmıştır. 

O hâlde burada yapılması gereken şey, tevhid namına sandığı yakmak değil, o sandığa Allah hesabına saygı göstermek ve ondan gelen sekîneyi Allah'tan bilmektir. Bu hem tevhid hem de akıldır.

Şimdi, teberrükü inkâr edenlere bazı sorular soralım:

Allahu Teâlâ bir sandığa, bir odun parçasına feyiz ve bereket koyabiliyor ve onu rahmetine vesile yapabiliyor. Ona hürmet gösterenler Allah'ın rahmetine ulaşıyor. Siz bunu Kur'an'da okuyorsunuz.

— Acaba Peygamberimiz (a.s.m.)'ın mübarek vücudundan kopan sakal-ı şerifin Allah katında bir odun parçası kadar değeri yok mudur? 

— Bir sandığa Allah hesabına hürmet gösterenler sekîneye mazhar oluyor daPeygamberimizin sakal-i şerifine Allah hesabına hürmet gösterenler niçin sekîneye mazhar olmasınlar?

— Sandığa hürmet şirk olmuyor da Peygamberimizin sakal-i şerifine hürmet mi şirk oluyor?

Zannımız şu ki: Eğer siz o zamanda yaşasaydınız, sandığa hürmet gösterenlere "müşrik" derve ilk fırsatta sandığı ateşte yakardınız. Eee, sizin aklınız bu kadar çalışıyor. Bu kadar çalıştığı için de Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın sakal-ı şerifini ziyaret edenlere "müşrik" diyorsunuz. 

Size soruyorum: 

— Bir sandığa feyiz ve bereket koyan Rabbimiz, en sevgili kulunun vücudundan kopmuş sakalına niçin bir feyiz ve bereket koymasın?

— Niçin onu rahmetine bir vesile yapmasın?

Bizler Peygamber Efendimizin sakalını ayetteki sandık gibi kabul ediyoruz. Feyzin ve bereketin hakiki sahibi değildir. Her feyiz ve bereket ancak Allah'ın hazinesinden çıkar. Lakin Allahu Teâlâ bazen bir sandıkla bunu kullarına ulaştırır, bazen bir sakalla, bazen de şu maddi âlemde olduğu gibi ağaçla, koyunla, bulutla ve başka bir sebeple... 

Tevhid sebepleri inkâr etmek değildir. Tevhid, sebepler üzerinde Müsebbibu'l-Esbab'ı yani sebepleri yaratan Allah'ı görmektir. Hakiki tevhid budur. Siz hakiki tevhidden ne kadar uzaksınız ki tevhid namına sebepleri inkâr edip akıldan istifa ediyorsunuz!

Ey sakal-ı şerif ziyaretine şirk diyenler! Şimdi bizim şu sorularımıza cevap verin: 

1. Eğer teberrük niyetiyle eşyaya hürmet göstermek haram olsaydı Allahu Teâlâ o sandığa sekîne koyar mıydı? 

2. Onların sandığa hürmet göstermelerini emreder miydi? 

3. Hürmetsizliklerine bir ceza olarak sandığı onlardan alır mıydı? 

4. Sandığı kaybetmelerinden sonra, Tâlut'un hükümdarlığına alamet olsun diye bu sandığı onlara iade eder miydi?  

Bakın, bereketi Allah'tan bilmek şartıyla bir sandığa dahi hürmet gösterilebiliyor. 

O hâlde Allah katında, sandıktan bin derece daha fazla kıymeti olan Peygamberimizin sakal-ı şerifine -bereketi Allah'tan bilmek şartıyla- hayli hayli hürmet gösterilebilir ve ziyaret edilebilir. Sandığa hürmet göstermek şirk olmuyorsa, Peygamberimizin mübarek sakalına hürmet göstermek asla şirk olmaz.

HAZRETİ YAKUP (A.S.)'IN GÖMLEK İLE TEBERRÜKÜ

Teberrükün caiz olduğuna dair göstereceğimiz ikinci delil Yusuf suresinde anlatılan kıssadır. Kıssanın özeti şu şekildedir: 

Yakup (a.s.) Hazreti Yusuf'tan ayrı kalmanın üzüntüsüyle görme yetisini kaybeder. Mısır'a aziz olan Hazreti Yusuf yıllar sonra kardeşlerini bulur ve babasının durumunu onlardan öğrenir. Bunun üzerine Yusuf (a.s.) kardeşlerine şöyle der: 

اِذْهَبُوا بِقَمِيصِي هذَا فَأَلْقُوهُ عَلَى وَجْهِ أَبِي يَأْتِ بَصِيرًا   

Bu gömleğimi götürün. Onu babamın yüzü üzerine koyun. Görmesi gelir. (Yusuf 93)

Hazreti Yusuf'un kardeşleri gömleği alarak babalarına dönerler. Kur'an bu sahneyi şöyle anlatır:

فَلَمَّا أَن جَاء الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَى وَجْهِهِ فَارْتَدَّ بَصِيرًا     

Ne zaman ki müjdeci geldi ve gömleği babasının yüzü üzerine koydu, görmesi birden geri geldi. (Yunus 96)  

Ayet-i kerimenin apaçık beyanına göre, Yakup (a.s.) Hazreti Yusuf'un gömleğini teberrük niyetiyle yüzüne sürmüş ve bunun neticesinde şifa bulmuştur. 

Şimdi, bu hadise üzerine biraz daha derinlemesine tahlil yapalım ve teberrükü inkâr edenlerin kör gözlerine bazı noktaları sokalım:

Yusuf (a.s.) babasının âmâ olduğunu öğrenince ona gömleğini göndermiş ve gömleği yüzüne sürmesini istemiş. 

Başka bir ifadeyle: Hazreti Yusuf, babası Yakup (a.s.)'dan -şifa niyetiyle- gömleğine tevessül etmesini istemiş. Gömleğini göndermesinin manası budur. 

Yakup (a.s.) da bunu kabul etmiş ve şifasına vesile olması niyetiyle Hazreti Yusuf'un gömleğine tevessül ederek yüzüne sürmüştür. 

Şimdi, teberrükü inkâr edenlere şu soruları soruyoruz: 

— Gömlek ile gözlerin açılması arasında fiziki bir bağ var mıdır?

Hayır, hiçbir fiziki bağ yoktur! Yani gömlek göze görme yetisini verebilecek bir kabiliyeti zatında taşımamaktadır. 

— O hâlde Hazreti Yusuf bu gömleği niçin göndermiştir?

Gömleği göndereceğine ellerini açıp babası için dua etseydi ya! Niçin gömleği vesile yapıyor ve teberrük niyetiyle gönderiyor? Niçin babasından gömleğine tevessül etmesini istiyor?

— Teberrük şirk ise Hazreti Yusuf (a.s.) babasını -haşa- şirke mi davet ediyor?

Peki, ya Yakup (a.s.)... O da gömleği alıp yüzüne sürüyor. Yani şifa niyetiyle gömleğe tevessül ediyor. Teberrük niyetiyle eşyaya müracaat caiz olmasaydı Yakup (a.s.) şöyle demez miydi: 

— Ben şifa için hiçbir şeye teberrükte bulunmam. Bu şirktir. Ben sadece dua ederim...

Yakup (a.s.)'ın böyle sözler söylemesi lazım gelmez miydi? Ama söylememiş ve teberrük niyetiyle gömleğe tevessül etmiş. Demek, teberrük caizdir!

Zaten teberrük, neticeyi Cenab-ı Hak'tan bilerek bir eşyaya tevessül etmektir. Bu şuna benzer: Nasıl ki insan bir doktora gider; onun doktora gitmesi Allah'ın şifa vermesi için fiilî bir duadır. Yine doktorun verdiği ilacı şifa niyetiyle içer; bu içiş yine fiilî bir duadır. Yani kişi ilacı içerken şöyle düşünür: 

— Ya Rabbi! Şifa ancak senden gelir ve Şâfi ancak sensin. Doktora gitmem ve bu ilacı içmem, senin bana sebeplere yapışmamı emretmenden dolayıdır. Ben doktora gitmekle ve bu ilacı içmekle ancak senin emrine uydum. Yoksa ne tabip ne de ilaç bana şifa vermekten âcizdir. Şifa ancak senin hazinenden çıkar.

İşte nasıl ki doktora giden ve ilacı içen kişi böyle itikad ederse ve böyle itikad etmeliyse, Yakup (a.s.) da böyle itikad ederek teberrükte bulunmuş ve şöyle düşünmüştür: 

— Ya Rabbi! Gözümü kapatan sensin, onu açacak olan da ancak sensin. Dünyanın bütün tabipleri toplansa -senin iznin ve inayetin olmadan- gözümü açamaz. Ben katında makbul olan Hazreti Yusuf'un gömleğine tevessül ediyor ve bu tevessülümle senden gözüme şifa vermeni istiyorum.

İşte Yakup (a.s.)'ın niyeti budur. Zira teberrük eden, bereketi teberrük ettiği eşyadan bilmez. O eşyayı ancak Allah'ın rahmetine bir perde ve bir vesile bilir. Zaten teberrükü inkâr edenlerin anlayamadığı şey de budur.

Bu izahlardan sonra, şimdi, teberrükü inkâr edenlere bazı sorular soralım:

Bir gömlek... Bir bez parçası... Hazreti Yusuf'un bedenine değmekle bir şeref kazanıyor ve gözün açılması gibi bir berekete vesile oluyor.

— Acaba Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın mübarek vücudundan kopan kılların HazretiYusuf'un gömleği kadar bir kıymeti yok mudur?

— Bir bez parçasını -Hazreti Yusuf'un ihlası hürmetine- şifaya vesile yapan Rabbimiz, Peygamberimizin sakal-ı şerifini -onun nübüvveti hürmetine- niçin rahmet ve bereketine vesile yapmasın?

Bunu akıldan uzak görüp sakal-ı şerif ziyaretine şirk demenizin sebebi nedir?

Hem şunu da sormak istiyoruz: 

— Bereketlenmek maksadıyla eşyaya hürmet göstermek şirk ise Yusuf (a.s.) gömleğini babasına ne diye gönderdi ve yüzüne sürmesini niçin istedi? -Haşa- Hazreti Yusuf şirk olan bir ameli mi işledi?

— Yine Yakup (a.s.) gömleği yüzüne niçin sürdü ve niçin şifasına gömleği vesile yaptı?Eşyaya teberrük niyetiyle iltica etmek şirk olsaydı Yakup (a.s.) gömleği yüzüne sürer miydi? 

Yoksa siz imanı ve tevhidi Hazreti Yusuf'tan ve Hazreti Yakup'tan daha mı iyi biliyorsunuz?

Hadi gücünüz yetiyorsa şu sorumuza net bir cevap verin:

— Yakup (a.s.)'ın gömleği yüzüne sürmesi ile bizlerin sakal-ı şerifi öpmemiz arasında ne fark vardır?

Arada hiçbir fark yoktur! Gömleğe tevessül caiz ise sakal-ı şerife tevessül de caiz olmalıdır.Gömleğe tevessül caizdir, çünkü bu ameli Hazreti Yusuf ve Hazreti Yakup işlemiştir. Bu iki peygamberin şirk olan bir ameli işlemesi düşünülemez.

Madem gömleğe tevessül caizdir, o hâlde sakal-ı şerif ziyareti de caiz olmalıdır.

Yok, sakal-ı şerif ziyaretine "Caiz değildir ve şirktir." derseniz, bu durumda, "Gömleği yüze sürmek de caiz değildir ve şirktir." demek zorundasınız. Bunu dediğinizde de Allah'ın iki peygamberine şirki isnat etmek zorunda kalırsınız.

İşte sizler için bir çıkmaz! Ne yapacaksınız? Ya sakal-ı şerif ziyaretini caiz kabul edeceksinizya da Hazreti Yakup ve Hazreti Yusuf'u şirke düşmekle itham edeceksiniz. Başka yolunuz yok!

HAZRETİ MUSA (A.S.)'IN TUVA'DA AYAKKABILARINI ÇIKARMASI

Teberrükün caiz olduğuna dair göstereceğimiz üçüncü delil Taha suresinin 12. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz, Hazreti Musa'ya şöyle buyurmaktadır:

 فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى  

Ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vadi olan Tuva'dasın. (Taha 12)

Teberrükü inkâr edenler diyor ki: 

— Eşya mukaddes olamaz; eşyaya saygı ve hürmet göstermek şirktir.

Onlar böyle diyor.

— Peki, Kur'an Tuva hakkında ne diyor? 

Diyor ki: Tuva mukaddes bir vadidir.

— O vadiye karşı Hazreti Musa (a.s.)'dan ne isteniyor?

Ayakkabılarını çıkarması yani oraya yalın ayak basması, ona hürmet ve saygı göstermesiisteniyor. 

Şimdi, teberrüke şirk diyenlere soruyoruz:

— Hani eşya mukaddes olmazdı ve eşyaya hürmet göstermek şirkti?

— Eşyaya karşı hürmet şirk olsaydı Allahu Teâlâ Tuva'ya karşı hürmet gösterilmesini emreder miydi?

— Yoksa size göre, -haşa- Allahu Teâlâ Hazreti Musa'ya şirk olan bir işi mi emretti? 

Ey Selefîler! Kur'an'ı hiç anlamadığınızı ve Kur'an'dan ne kadar uzak olduğunuzu gördünüz mü?

Kardeşlerim inanın, teberrükü inkâr edenlerin Kur'an'la yakından uzaktan hiçbir alakası yoktur. Delil olarak gösterdiğimiz, "Ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vadi olan Tuva'dasın." ayeti, ayet değil de hadis olsaydı bunlar hemen inkâr eder ve "Bu hadis uydurmadır." derlerdi. 

İyi ki Tuva'nın mukaddes bir vadi olduğunu ve oraya ayakkabıyla basılamayacağını ayet-i kerime beyan etmiş.

Gerçi etmiş de ne olmuş, bu Vehhabî zihniyet ayete bakar mı? Bakmaz! Eğer baksaydı, Arafat'a gittiğimizde o içler acısı hâleti görmezdik.

Şimdi meselemizi sakal-ı şerif ziyaretine bağlayalım:

Teberrükü inkâr edenlere diyoruz ki: 

Bir toprak parçası mukaddes olabiliyor, bunu ayetten işitiyorsunuz... Yine ona ayakkabıyla basmak yasaklanıyor yani ona karşı hürmet ve saygı isteniyor, bunu da ayetten işitiyorsunuz...Şimdi diyebilir misiniz ki:

— Tuva da bir vadi, şu benim köydeki de bir vadi. İkisi de toprak, aralarında hiçbir fark yok. 

Eğer imanınız varsa böyle diyemezsiniz. Diyorsanız bilin ki imanınız yoktur!

Evet, ikisi de vadidir ve ikisi de topraktır. Ancak Allahu Teâlâ birine "mukaddes" demiş ve ayakkabıyla ona basmayı yasaklamış; diğerine ise bu makamı vermemiş. Bu durumda Tuva'ya saygı göstereceksiniz; değil kirletmek, ayakkabınızla dahi basmayacaksınız!

Ey Selefîler! Şimdi şu sorularımıza cevap verin:

— Bir toprak parçası -izn-i İlahî ile- mukaddes olabiliyor ve bu sayede diğer topraklardan ayrılabiliyorsa; Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın sakal-i şerifi niçin mukaddes olmasın vediğer sakallardan ayrılmasın?

— Peygamberimiz (a.s.m.)'ın mübarek sakalının, Allah katında bir toprak parçası kadar değeri yok mu?

— Tuva'ya "mukaddes" deyip hürmet isteyen Rabbimizin, Peygamberimizin sakalını mukaddes kılması ve ona karşı hürmet istemesi akıldan çok mu uzaktır ki bunu kabulde zorlanıyorsunuz?

Ne diyelim, Allah size akıl fikir versin ve ümmet-i Muhammed'i sizlerin şerrinden muhafaza etsin. Âmin.

SAFA VE MERVE ALLAH'IN ŞİARLARINDANDIR.

Teberrükün caiz olduğuna dair göstereceğimiz dördüncü delil Bakara suresinin 158. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ   

Şüphesiz Safa ve Merve Allah'ın şiarlarındandır. (Bakara 158)

— Safa ve Merve neydenmiş?

Allah'ın şiarlarından.

Safa ve Merve birkaç metre boyunda iki küçücük tepedir. Hac veya umre yapılırken arasında say yapılır. Zaten bir çoğunuz bu iki tepeyi bilmektesiniz. 

Cenab-ı Hak bu iki tepe hakkında "Allah'ın şiarlarındandır." buyurmuş. 

— Peki, şiar olunca ne oluyor? 

Sorumuza cevabı Hac suresi 32. ayet-i kerime versin:

وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ   

Kim Allah'ın şiarlarına saygı gösterirse şüphesiz bu, kalbin takvasındandır. (Hac 32)

— Şiara saygı neydenmiş? 

Kalbin takvasından.

— Peki, Safa ve Merve neydi?

Allah'ın şiarı. 

O hâlde Safa ve Merve'ye saygı göstermek kalbin takvasındandır. Yani her kimin kalbindetakva varsa, o kişi Safa ve Merve'ye saygı gösterir. Kim de saygı göstermezse, onun kalbinde takva yoktur. Ayet-i kerimeler bu manaya gelmektedir.

Teberrükü inkâr edenler diyor ki: 

— Eşya mukaddes olamaz; eşyaya saygı ve hürmet göstermek şirktir.

Şimdi onlara diyoruz ki: Madem eşyaya hürmet göstermek şirk, o hâlde hadi Safa ve Merve tepesine gidin, üstünü kirletin ve saygısızlık yapın.

— Yapabilir misiniz? 

Yapamazsınız! Ha, siz yaparsınız, ama bu Kur'anî olur mu?

Hem diyebilir misiniz ki: 

— Bunlar da tepe, bizim köydeki de tepe; ikisi de aynı... 

Böyle diyemezsiniz. Çünkü Allah Safa ve Merve tepesini İslam'ın şiarı olarak vasfetmiş ve onlara bu makamı vermiş; sizin köyünüzdeki tepe ise şiar değildir. 

Bu sebeple, köyünüzdeki tepeye yaptığınız muameleyi Safa ve Merve'ye yapamazsınız. Ve yapmamak kalbin takvasındandır.

Bakın, Allah Safa ve Merve'ye saygı göstermemizi emrediyor. 

— Eşyaya hürmet şirk olsaydı Allahu Teâlâ bunu emreder miydi?

Ey Selefîler! Kur'an, Safa ve Merve'ye saygı gösterenlere "kalbi takva sahibi" derken, sizler "müşrik" diyorsunuz. Biraz aklınız varsa Kur'an'dan ne kadar uzak olduğunuzu anlarsınız?

Şimdi meselemizi sakal-ı şerif ziyaretine bağlayalım:

Teberrükü inkâr edenlere diyoruz ki: 

Bir tepe İslam'ın şiarı olabiliyor... Ona hürmet ve saygı göstermek kalbin takvasından,hürmetsizlik ise takvasızlığından olduğunu Kur'an beyan ediyor. Siz de bunu işitiyorsunuz.Bütün bunlardan sonra nasıl olur da "Eşyaya hürmet şirktir; sakal-ı şerif ziyareti şirktir." diyorsunuz?

— Bir tepeyi şiar yapan ve ona karşı hürmet isteyen Rabbimiz, Peygamberimizin sakalına karşı hürmet istemez mi? 

— Peygamberimizin sakalının Allah katında bir tepecik kadar değeri yok mu? 

Hâlbuki şu âlemi Peygamberimiz hürmetine yaratmış. 

— Hürmetine âlemlerin yaratıldığı zatın sakal-ı şerifi veya diğer eşyaları, bir tepeden daha fazla hürmete layık değil midir?

— Kalbinde biraz takvası olan, sakal-ı şerife karşı nasıl hürmetsizlik eder ve saygısızlık gösterir?

Ehl-i insafın vicdanına soruyorum.

ETRAFINI MÜBAREK KILDIĞIMIZ MESCİD-İ AKSA

Teberrükün caiz olduğuna dair göstereceğimiz beşinci delil İsra suresinin 1. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede Mescid-i Aksa hakkında şöyle buyrulur:

الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ     

O Mescid-i Aksa ki biz onun etrafını mübarek kıldık (bereketlendirdik). (İsra 1)

— Cenab-ı Hak Mescid-i Aksa'yı nasıl vasfetti?

Etrafını mübarek kıldığımız, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa...

Teberrükü inkâr edenler, "Eşya mübarek olamaz." diyorlar.

Onlara diyoruz ki: 

— Ey "Eşya mübarek olamaz." diyenler! Siz hiç Kur'an okumuyor musunuz? Bakın, Allahu Teâlâ ne diyor: "Etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa" diyor. Allah: "Ben dilediğim eşyayı mübarek kılarım." diyor; siz: "Kılamazsın, eşya mübarek olamaz." diyorsunuz. Nasıl bir söz söylediğinizin ve nasıl bir cinayet işlediğinizin farkında mısınız?

Şunu bilin ki: Allahu Teâlâ nasıl ki bir meyveye, bir gıdaya, bir ilaca fayda koyuyor ve onu bereketlendiriyorsa; aynen bunun gibi, bir mekâna ve bir eşyaya da fayda koyabilir ve o mekân ve eşyayı bereketine mazhar yapabilir. Bu bereketli eşya ve mekânlardan beş taneyiönceki derslerde zikrettik. Daha da çok zikredeceğiz.

Bazı eşya ve mekânların bereketini inkâr etmek Kur'an'ın ayetlerini inkâr etmektir. Çünkü Kur'an bazı eşya ve mekânlara bereket konulduğunu açıkça beyan etmektedir.

Mescid-i Aksa'dan başka kendisini bereket konulan bir mekân da Kâbe-i Muazzama'dır. Şimdi, Kur'an Kâbe hakkında ne demiş, ona kulak verelim. 

Âl-i İmran suresinin 96. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulur:

 إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمِينَ  

Şüphesiz insanlar için kurulan ilk ev, Mekke'deki mübarek ve âlemlere hidayet kaynağı olan evdir. (Yani Kâbe'dir.) (Âl-i İmran 96)

— Allahu Teâlâ Kâbe'yi nasıl vasfetti?

Mübarek olmakla vasfetti; aynı Mescid-i Aksa'yı vasfettiği gibi.

O hâlde teberrükü inkâr edenlere yine soralım: 

— Allah Kâbe'ye mübarek diyor. Hani eşya mübarek olmazdı?

Siz şimdi bu beyandan sora diyebilir misiniz ki:

— Kâbe de taş parçası, benim evim de taş parçası; ikisi de aynı. İkisine de aynı muameleyi yaparım, saygı ve hürmet göstermem.

Böyle diyemezsiniz! Ha, siz dersiniz, ama bu Kur'anî olur mu? Asla olmaz!

Şimdi meselemizi sakal-ı şerif ziyaretine bağlayalım:

Teberrükü inkâr edenlere diyoruz ki: 

Mescid-i Aksa ve Kâbe-i Muazzam'a Kur'an'ın beyanıyla mübarek yani kendisine bereket konulmuş yerlerdir. 

— Madde itibarıyla taş olan bir yapıya Allahu Teâlâ bereket koyabiliyorsa, Peygamberimiz(a.s.m.)'ın sakal-ı şerifine niçin bereket koymasın? 

— O sakala hürmet gösterip öpenleri niçin bereketlendirmesin?

— Peygamber Efendimizin sakal-i şerifinin Allah katında taş kadar kıymeti yok mu?

O taş ki berekete mazhar olduğunda Kâbe-i Muazzama oluyor, Mescid-i Aksa oluyor ve diğer taş kardeşlerinden ayrılıyor. İşte o sakal da Peygamberimizin mübarek bedeninde bitincediğer sakallardan ayrılıp berekete mazhar oluyor. İsmi aynı kalsa da bereketi yerle gök arası kadar farklı oluyor.

MÜBAREK VE MUKADDES YERLER

Teberrükün caiz olduğu konusuna devam ediyoruz. Bu dersimize kadar meselemizi beş ayet-i kerime ile ispat ettik. Daha gösterebileceğimiz çok ayet var. Her bir ayeti bir başlıkta incelemek meseleyi gereksiz olarak uzatacağından bu bölümde birçok ayeti delil getirip, eşyanın mübarek ve mukaddes olabileceğini tekrar ispat edeceğiz.

Önceki derslerde konuyu derinlemesine tahlil edip, ayetler üzerinde derinlemesine tefekkür ettiğimizden meselenin anlaşıldığını umuyoruz. Bu sebeple, bu derste delil getireceğimiz ayetler üzerinde derinlemesine bir tahlil yapmayacağız.

Meselemizin özü şudur: Teberrükü inkâr edenler, "Eşya mübarek ve mukaddes olamaz. Eşyaya hürmet göstermek şirktir." diyorlar.

Biz ise onların bu sözlerine karşı -Kur'an'ın mukaddes ve mübarek olarak vasfettiği eşyaları gösterip- diyoruz ki:

— Hani eşya mukaddes olamazdı? Bakın, Kur'an bu eşyaları mübarek ve mukaddes olarak bildirmiş.

Böyle diyerek onların sözlerini Kur'an'ın ayetleriyle çürütüyoruz. Şimdi, Kur'an'ın mukaddes olarak bildirdiği bazı varlıklara bakalım:

A'raf suresi 137. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا

Zayıf ve hakir görülen o kavmi (İsrailoğulları'nı) mübarek kıldığımız yerin doğularına ve batılarına varis kıldık. (A'raf 137)

Ayet-i kerimede bahsi geçen "mübarek kılınan yer" Hasan-ı Basrî ve İmam Katâde'ye göre Şam'dır. Bu ayet-i kerimede Şam'ın mübarek kılındığı açıkça bildirilmektedir. Demek, bazı yerler diğer yerlere kıyasla üstün olabiliyor. Bereketlenmek maksadıyla o mekânlarda bulunmak ne şirktir, ne küfürdür, ne de günahtır. Sadece Allah'ın bereketinden faydalanmaktır.

Enbiya suresi 71. ayette şöyle buyrulmuş:

وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ

Onu ve Lût'u kurtarıp öyle bir yere ulaştırdık ki ki o yerde âlemler için bereketler vardır. (Enbiya 71)

 Ayet-i kerimede bahsi geçen "içinde bereketler bulunan yer" İbni Abbas Hazretlerine göre Mekke'dir. Demek, bir belde Allah'ın mübarek ve mukaddes kılmasıyla başka beldelere üstün olabiliyor. Herhâlde insanın vazifesi, Allah'ın mübarek ve mukaddes kıldığı bu mekânlara daha fazla hürmet göstermek ve o bereketten faydalanabilmek için o mekânları ziyaret etmektir.

Enbiya suresi 81. ayette şöyle buyrulmuş:

وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ عَاصِفَةً تَجْرِي بِأَمْرِهِ إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا

Süleyman'a da şiddetli esen rüzgârı boyun eğdirdik. Rüzgâr onun emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. (Enbiya 81)

Ayet-i kerimede bahsi geçen, "içinde bereketler kılınan yer" İmam Suddi'ye göre Şam havalisidir. Bu ayet-i kerime de bazı mekânların mübarek ve mukaddes olabileceğini açıkça ispat etmektedir.

Neml suresi 8. ayette şöyle buyrulmuş:

فَلَمَّا جَاءَهَا نُودِيَ أَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا وَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Nihayet (Hz. Musa) oraya geldiğinde kendisine şöyle nida edilmişti: Ateşin yanında ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir. (Neml 8)

Yine Kasas suresi 30. ayette, bu yer hakkında  اَلْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ  "mübarek vadi" denilmiştir.

Ayette geçen vadi Tûr Dağı civarıdır. İbni Abbas Hazretleri, buradaki mübarek kılınmanın "kutsallaştırılma" olduğunu söyler.

Buna göre, bu ifade şöyle anlaşılabilir: Ateşin bulunduğu yer ki burası mübarek bir bölgedir ve bu bölgenin etrafında bulunanlara bereket ihsan edilmiştir. Çünkü peygamberler oralardan gönderilmiştir. Onların dirileri de ölüleri de o bölgededir... Cenab-ı Hak Hz. Musa ile konuştuğu o bölgeyi özellikle bereketlendirmiştir.

Sebe suresi 18. ayette şöyle buyrulmuş:

وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا قُرًى ظَاهِرَةً

Onlar ile mübarek kıldığımız memleketler arasında sırt sırta şehirler meydana getirmiştik. (Sebe 18)

Ayette bahsi geçen "mübarek kılınan memleketler" İbni Abbas Hazretlerinin beyanına göre Filistin köyleridir. Gördüğünüz gibi, bu ayet-i kerime de bazı beldelerin mübarek kılındığını açıkça bildirmektedir.

Yine Maide suresi 21. ayette şöyle buyrulmuş:

يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الأَرْضَ المُقَدَّسَةَ الَّتِي كَتَبَ اللَّهُ لَكُمْ

Ey kavmim! Allah’ın sizin için yazdığı mukaddes toprağa girin. (Maide 21)

Ayette bahsi geçen "mukaddes toprak" bazı müfessirlere göre, Eriha, Filistin ve Ürdün'ün bir kısmıdır.

Teberrükü inkâr edenler, "Eşya mukaddes olamaz" diyorlar. Hâlbuki ayet-i kerimede الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ  denilerek bu yerlerin mukaddes olduğu açıkça bildirilmektedir. Teberrükü inkâr edenler hâlâ bu ayetlere gözlerini mi kapayacaklar?

Cenab- Hak sadece eşyayı ve mekânları değil, bazı geceleri de bereketlendirmiş ve o gecelerin bereketinden istifade edebilmemiz için bizleri ikaz etmiştir.

Mesela Duhan suresi 3. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ  

Şüphesiz biz onu mübarek bir gecede indirdik. (Duhan 2)

Ayette geçen "mübarek gece" bir görüşe göre "Kadir gecesi", diğer bir görüşe göre ise "Berat gecesi"dir. Bu ayet-i kerime, Kadir ve Berat gecelerinin mübarek olduğunu haber vermektedir.

Yine Kadir suresi 3. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

لَيْلَةُ الْقَدْرِخَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ

Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. (Kadir 3)

— Siz şimdi, bu ayet-i kerimeleri işittikten sonra, "Bütün geceler aynıdır, birinin diğerine üstünlüğü yoktur." diyebilir misiniz?

Diyemezsiniz! Eğer derseniz Kur'an'ın mezkûr ayetlerine karşı gelmiş olursunuz.

Bu konuda gösterebileceğimiz daha çok ayet-i kerime var. Ancak işin bundan sonrası malumu ilam etmek sadedinde olur ki herhâlde buna gerek yoktur. Bu sebeple meseleyi daha fazla uzatmıyor ve şimdi meselemizi sakal-ı şerif ziyaretine bağlıyoruz:

Teberrükü inkâr edenlere diyoruz ki:

Bir gece mübarek olabiliyor... Bir belde mübarek olabiliyor... Bir toprak, bir vadi mukaddes olabiliyor... Bunları Kur'an'dan okuyoruz.

— Peki, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın sakal-ı şerifi niçin mübarek olmasın ve olamasın?

— Bunda aklınızın almadığı yer neresi?

— Bundan daha tabii bir şey var mıdır?

Kaldı ki bundan sonraki derste, sahabelerin Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın sakalına ve eşyalarına karşı gösterdiği hürmeti işiteceksiniz. Bütün bunlardan sonra hâlâ sakal-ı şerif ziyaretine şirk mi diyeceksiniz? Eğer böyle derseniz biz size daha ne diyelim? Sadece deriz ki:

Hidayet ve tevfik Allah'tandır. Allah size hidayet versin, kalbinizdeki kilidi açsın!

TEBERRÜK HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER VE SAHABE UYGULAMALARI

Dersimizin bu bölümüne kadar teberrükü ayet-i kerimelerle ispat ettik. Bu derste ise teberrükü hadis-i şeriflerle ispat edeceğiz. Allahu Teâlâ okuyacağımız hadis-i şeriflerden istifadeyi nasip etsin. Bu hadisleri teberrükü inkâr edenlere bir deva yapsın.

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN MÜBAREK SAÇIYLA TEBERRÜK

Cafer İbni Abdillah (r.a.)'ın babasından rivayetine göre, Yermük günü Halid b. Velid Hazretleri takkesini kaybedince, "Onu arayın." buyurdu. İnsanlar onu ne kadar aradılarsa da bulamadılar. Sonra Halid b. Velid Hazretleri "Tekrar arayın." buyurdu. Takke sonra bulunduğunda onun eski bir takke olduğu görülünce Halid b. Velid şöyle dedi:

— Bir kere Resulullah (a.s.m.) umre yaptığında başını tıraş edince insanlar onun saçlarını almaya yarıştılar. Ben hepsini geçerek alın saçını aldım ve bu takkenin içine yerleştirdim. Bu takke ile hangi muharebeye katıldıysam mutlaka (o mübarek saçın bereketiyle) yardım olunmakla rızıklandırıldım. (Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir, No: 3804, 4/104; Hakîm, Müstedrek, No: 52299, 3/338; İbni Hacer, El-Metâlibu'l-Âliye, No: 4044, 4/90; Ebû Ya'lâ, Müsned, No: 7183, 13/139)

İmam Aynî'nin beyanına göre, Halid b. Velid'in takkesini çok aratmasına karşı sahabe-i kiramdan vaki olan itiraz üzerine Halid b. Velid şöyle dedi:

— Ben bu takkenin değerinden sebep yapmadım. Lakin ben onun müşriklerin eline düşmesini istemedim. Çünkü onda Resulullah'ın kıllarından bir miktar vardı. (Aynî, Umtedü'l-Kârî, 3/37)

      PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN VEFATINDAN SONRA MÜBAREK TÜYLERİYLE TEBERRÜK     

Osman İbni Abdillah İbni Mevheb (r.a.) şöyle anlatıyor:

— Ehlim beni Resulullah'ın ailesi Ümmü Seleme'ye bir gümüş bardak içindeki su sebebiyle yolladı. O bardak içinde Resulullah'ın saçları vardı. İnsanlardan birine nazar veya herhangi bir hastalık isabet ettiği zaman Ümmü Seleme validemize kabını gönderirdi. Ben de gidişimde Ümmü Seleme'nin yanında küçük bir kaba rastladım ki içinde Resulullah'a ait bir takım kırmızı saçlar gördüm. (Buhârî, Libas: 64, No: 5557, 5/2210)

İmam Aynî bu hadiseyi şöyle açıklar:

— Ümmü Seleme'nin yanında deve çanına benzeyen küçük bir kap içinde Resulullah'ın saçlarından bir miktar kırmızı saç vardı. (Peygamberimizin saçlarının rengi kırmızı değildi. Bu saçlar kına ile boyanmış bir zamanda kesilen saçları olabilir.) İnsanlar hastalandıkları zaman bunlarla teberrük eder yani bereketiyle şifa ister ve o saçları alıp bir su kabına koyarak içinde saç bulunan suyu içer, böylece şifa bulurlardı. Ravi Osman'ın ailesi de o saçlardan bir miktar almış ve onu gümüş bir kap içine koyarak içinde bulunan suyu şifa niyetine içip şifa bulmuşlardır. Sonra Osman'ı bu kap ile Ümmü Seleme validemize göndermişler. Ümmü Seleme validemiz de kabı almış onu cülcül (deve çanına benzeyen bir kap) içine koymuş; ravi Osman da onun içinde kırmızı saçları görmüştür. (Aynî, Umtedü'l-Kârî, 22/49; Kastalânî, İrşâdü's-Sâri, 8/465)

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN SAÇLARINI İNSANLARA DAĞITMASI

Enes b. Malik Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, Resulullah (a.s.m.) Mina'ya vardığında cemreye (büyük şeytana) gelip taşladıktan sonra Mina'daki menziline geldi ve kurban kestikten sonra berbere, "Al." diyerek önce sağ tarafına sonra sol tarafına işaret buyurdu. Sonra saçlarını insanlara vermeğe başladı. (Müslim, Hac: 56, No: 1305, 2/947; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No: 12093, 4/223; Beyhakî, Sünen-i Kübra, No: 9400, 5/168)

Enes b. Malik Hazretlerinden şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (a.s.m.) cemreyi taşladığında kurbanı kesip tıraş olduğu vakit başının sağ tarafını berbere uzattı. O da onu tıraş etti. Sonra ensardan Ebû Talha'yı çağırarak bu saçları ona verdi. Sonra başının sol tarafını da berbere uzatarak "Tıraş et." dedi. Berber o tarafı da tıraş edince Resulullah (a.s.m.) bu saçları da Ebû Talha'ya vererek, "Bunları insanlar arasında taksim et." buyurdu. (Müslim, Hac: 56, No: 1305/326, 2/948; Tırmizî, Hac: 73, No: 912, 3/255; Ebû Dâvûd, Menâsik: 78, No: 1981, 1/606; Humeydî, Müsned, No: 1220, 2/512)

Hafs İbni Gıyas Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, berber, Resulullah (a.s.m.)'ın mübarek başının sağ tarafından başlayarak saçları birer ikişer kıl olmak üzere halk arasında dağıttı. (Müslim, Hac: 56, No: 1305/324, 2/947)

İNSANLARIN PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN SAÇLARINI ALMAK İÇİN YARIŞMALARI

Hazreti Enes (r.a.) şöyle buyurmuştur: Resulullah (a.s.m.) Mina'da başını tıraş edince başının sağ tarafındaki saçları eline aldı. Tıraş bitince onları bana uzatarak, "Ey Enes, bunları al, Ümmü Süleym'e (annene) götür." buyurdu. İnsanlar Resulullah (a.s.m.)'ın anneme verdiği bu özelliği görünce, Resulullah (a.s.m.)'ın saçının kalan kısmını almak için yarışa girerek herkes bir parçayı almaya çalıştı.

Bu hadis-i şerifi Hazreti Enes'ten rivayet eden Muhammed İbni Sîrîn (r.a.) şöyle anlatıyor: Ben bu hadis-i şerifi Abîdetü's-Selmânî'ye anlattığımda o şöyle buyurdu: Benim yanımda o kıllardan bir tanenin bulunması, elbette bana yerin üstünde ve içinde bulunan her sarı ve beyazdan (bütün kıymetli eşya ve madenlere sahip olmamdan) daha sevgilidir. (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No: 13686, 4/509; Beyhakî, Sünen-i Kübra, Salat: 523, No: 4223, 2/599)

İbni Sîrîn Hazretlerinin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir kere ben Abîde (r.a.)'a: "Yanımızda Resulullah'ın saçından bir miktar bulunmaktadır ki biz onu Enes (r.a.) tarafından elde etmiştik." dedim. Bunun üzerine Abîde (r.a.) şöyle dedi: Benim yanımda Resulullah'tan bir tek saç telinin bulunması muhakkak bana dünyadan ve dünyadaki şeylerden daha sevimlidir. (Buhârî, Vudu: 32, No: 168, 1/75)

Hadiste bahsi geçen Abîde Hazretleri tâbiînin büyüklerinden olup, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın vefatından iki sene önce İslam ile şereflenmiş fakat onu görmemiştir.

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN, ABDEST SUYUNUN ARTIĞININ KORUNMASINI İSTEMESİ

Talk b. Ali (r.a.) şöyle anlatıyor: Bir cemaat hâlinde Resulullah'a gelip biat ettik ve onunla beraber namaz kıldık. Sonra kendisine, memleketimizde kendimize ait bir kilisemiz olduğunu haber verdik ve bize abdest suyunun artığını vermesini istedik. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.) bir su isteyerek abdest aldı ve ağzını çalkalayıp abdest suyunu bir su kabına döktü. Sonra da bize emrederek: "Yola çıkın. Memleketinize geldiğinizde kilisenizi yıkın, yerine bu suyu serpin ve orayı mescid edinin." buyurdu.

Bunun üzerine biz: "Şüphesiz ki şehir uzaktır, sıcak da şiddetlidir, bu su kuruyabilir." deyince, Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu: Suya ilave edin. Çünkü benim abdest suyum, eklenen suyun ancak temizliğini artırır.

Biz yola çıkarak şehrimize geldik. Kilisemizi bozarak yerine o mübarek suyu serptik ve o mekânı mescid yaparak ezan okuduk. Rahip, Tay kabilesinden bir adamdı. Ezanı duyar duymaz, "Hak bir davettir." dedi. Sonra bizim vadilerimizden birine yönelip gitti. Biz sonra onu göremedik. (Nesâî, Mesâcid: 11, No: 700, 2/369; Hatîb-i Tebrizî, Mişkâtü'l-Mesâbih, Salat: 7, No: 716, 1/228; İbni Hibban, No: 1120, 2/224; Taberânî, Mucemu'l-Kebir, No: 8241, 8/332; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No: 16293, 5/494; İbni Sa'd, Tabakat, 5/552; Ebû Nuaym el-İsfahânî, No: 47, 1/90; İbni Ebî Şeybe, Musannaf, Salat: 304, No: 10, 1/528)

Şüphesiz bu hadis-i şerif, sahabelerin kalbinde yerleşmiş olan kuvvetli bir sırrı beyan etmektedir. Şöyle ki:

Hadiste bahsi geçen sahabeler, Medine-i Münevvere sularla dolu iken, hatta kendi memleketlerinde su bol iken, özellikle Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın abdest suyunu istemişlerdir. Bu, o suyun bereketinden dolayıdır.

— Yoksa az bir suyu, uzak bir yola, o sıcakta taşımanın ve şehirden şehre taşıma sıkıntısına katlanmalarının ne manası olabilir?

Ayrıca onların "Bu su yolda kurur." sözlerine karşı, Resulullah (a.s.m.)'ın "Ona su ilave edin." buyurması, onların bu yaptıklarından razı olduğunu, bu hareketlerini tasvip ettiğini ve suya sirayet eden bereketin daim kalacağını ortaya koymaktadır.

İbni Hacer Hazretlerinin beyanına göre, bu hadis-i şerif, Resulullah (a.s.m.)'ın eserleriyle teberrükte bulunmanın ve o eserleri şehirlere taşımanın cevazına delildir. Ayrıca Resulullah'ın bedenine değen şeyin ebediyen değişmeyeceğine; Resulullah'ın kıymetli uzuvlarına değmesi sebebiyle elde ettiği kemal üzere kalacağına ve ona değen her şeyin bereket kazanacağına işaret etmektedir.

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN TERİ İLE TEBERRÜK

Hazreti Enes (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, annesi Ümmü Süleym, Resulullah (a.s.m.) için deri bir yaygı yayar; Resulullah (a.s.m.) da onun yanında o yaygı üzerinde kaylûle yapardı. Resulullah (a.s.m.) uyuduğunda çok terlerdi. Ümmü Süleym, Resulullah (a.s.m.)'ın terinden ve tüyünden alarak bir kavanozda toplar, sonra onu bir kokunun içinde cemederdi. Enes b. Malik Hazretleri vefat edeceği zaman, cenazesine sürülecek olan kokunun içerisine ondan katılmasını vasiyet etti ve böylece yapıldı. (Buhârî, İsti'zan: 41, No: 5925, 5/2316; Müslim, Fezail: 22, No: 2332, 4/1816; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No: 27187, 10/319)

Ümmü Süleym, hadis-i şerifin ravisi olan Hazreti Enes'in annesidir. Aynı zamanda Resulullah (a.s.m.)'ın mahrem akrabasından süt teyzesidir. Böyle olduğu için, Resulullah (a.s.m.) onun evine girerek yanında istirahat ederdi.

İşte bu hadis-i şerif, Resulullah (a.s.m.)'ın eserleriyle teberrükte bulunmanın caiz olduğuna delalet etmektedir.

Diğer bir rivayette, Ümmü Süleym'in Resulullah (a.s.m.)'ın teri ile teberrükte bulunduğunu bizzat Resulullah'ın görüp tasvip ettiği zikredilmektedir. Nitekim Enes b. Malik Hazretleri şöyle buyurmuştur: Resulullah (a.s.m.) Ümmü Süleym'in evine girer ve o yokken yatağında uyurdu. Bir gün gelerek onun yatağında uyudu. Ümmü Süleym'e: "Peygamber senin evinde; yatağının üzerinde uyudu." denildiğinde, Ümmü Süleym hemen geldi. Resulullah terlemiş ve teri yatağın üzerindeki deri parçasında toplanmıştı. Ümmü Süleym derhal çantasını açarak bu teri kurulamaya ve onu kavanoza sıkmaya başladı. O sırada Resulullah (a.s.m.) uyanıp: "Ey Ümmü Süleym, ne yapıyorsun?" diye sordu. O: "Ya Resulullah, çocuklarımız için bunun bereketini umuyoruz." dedi. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.): "İsabet ettin." buyurdu. (Müslim, Fezâil: 22, No: 2331/84, 4/1815)

Diğer bir rivayette de Ümmü Süleym bu soruya: "Bu senin terindir, onu kokumuza katıyoruz. O, kokuların en güzellerindendir." diye cevap verdi. (Müslim, Fezâil: 22, No: 2331/84, 4/1815)

Bütün bu sahih rivayetlerden anlaşıldığına göre, Resulullah (a.s.m.) Ümmü Süleym'in ne yaptığını görmüş ve bunu uygun bulmuştur.

Ümmü Süleym'in Resulullah (a.s.m.)'ın terini, bir rivayette kokusu için, diğer rivayette ise bereket için toplaması arasında bir çelişki yoktur. Zira bu sözler Ümmü Süleym'in bu işi iki maksatla da yaptığını göstermektedir. (İbni Hacer, Fethu'l-Bari, 11/74)

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN MÜBAREK CİLDİNE DEĞMEKLE TEBERRÜK

Ensâr-ı kiramdan biri olan Üseyd İbni Huzayr (r.a.) bir keresinde bir cemaatle konuşup onları güldürürken Peygamberimiz (a.s.m.) onun böğrüne bir ağaç parçasıyla vurdu. Bunun üzerine o: "Bana kendini kısas ettir." dedi. Peygamberimiz de: "Kısas hakkını al." buyurdu. Bunun üzerine Hazreti Üseyd: "Senin üzerinde gömlek var, benim üzerimde ise gömlek yoktu." dedi. O zaman Resulullah (a.s.m.) gömleğini kaldırınca Hazreti Üseyd hemen Resulullah'ı kucaklayıp böğrünü öpmeye başladı ve "Ben ancak bunu istiyordum ya Resulullah." dedi. (Ebû Dâvûd, Edep: 160, No: 5224, 2/778; Hakîm, Müstedrek, No: 5262, 3/327; Beyhakî, Sünen-i Kübra, Cirah: 25, No: 16021, 8/87; Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir, No: 556, 1/205)

Başka bir hadis-i şerifte, Vâsi İbni Habban'ın, kavminin şeyhlerinden rivayet ettiğine göre, Resulullah (a.s.m.) Bedir günü ashabının saflarını düzeltirken elinde bulunan bir okla cemaati düzeltiyordu. O sırada saftan öne çıkmış olan Benî Adiyy İbni Neccar'ın yeminlisi Sevvad İbni Gâziye'nin karnına okla vurdu ve "Ey Sevvad, düzgün dur." buyurdu. Bunun üzerine o: "Ya Resulullah, beni acıttın, muhakkak ki Allah seni hak ve adaletle göndermiştir, o hâlde bana kısas izni ver." dedi. Resulullah (a.s.m.) karnını açarak "Kısas yap." buyurdu. Hazreti Sevvad hemen Resulullah'ı kucaklayıp karnını öptü. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.): "Ey Sevvad, bunu neden yaptın?" diye sordu. O: "Ya Resulullah, gördüğün hadise vuku buldu. Ben de seninle olan en son buluşmam, cildimin senin cildine değmesi olsun istedim." dedi. Bunu duyan Resulullah (a.s.m.) ona dua etti. (İbni Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 2/202; İbni Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/307)

Başka bir hadis-i şerifte, Enes bin Malik Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, çöl ehlinden Zahir isimli bir adam Resulullah (a.s.m.)'a çölden bir takım hediyeler (otlardan, kokulu bitkilerden, devalardan) getirirdi. Yola çıkmak istediğinde de Resulullah (a.s.m.) ona şehirde bulunan eşyadan yol hazırlığı verirdi. Bu hususta Resulullah (a.s.m.): "Şüphesiz ki Zahir bizim badiyemiz, biz ise onun hazırlarıyız." (Yani o bizim çöldeki ihtiyaçlarımızı, biz ise onun şehirdeki ihtiyaçlarını görmekteyiz.) derdi ve onu çok severdi. O, yüzü çirkin olan bir zattı. Bir gün eşyasını satarken Resulullah (a.s.m.) o görmediği hâlde onu kucaklayınca, o: "Sal beni, bu kim?" dedi. Sonra dönüp baktığında Resulullah'ı görünce, sırtının Resulullah'ın göğsüne yapışan kısmını (bereket umuduyla) Resulullah'a dokundurmak istediğinden geri çekmedi. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.): "Bu köleyi kim satın alacak?" deyince, o: "Ya Resulallah, o zaman beni ucuz bulursun." dedi. Resulullah (a.s.m.) da "Lakin Allah indinde sen ucuz değilsin." buyurdu. (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No: 12648, 4/323; Tirmizî, Şemâil, No: 231; Ebû Ya'la, Müsned, No: 3456, 6/174; Beyhakî, Sünen-i Kübra, Şehadet: 82, No: 21172, 10/419)

Günümüzde Resulullah (a.s.m.)'ın sakal-ı şerifini, hırka-i şerifini ve kabr-i şerifini ziyaret edenleri müşrik sayanlar, bu sahih rivayetlerde geçen sahabelerin yaptıklarını görseler acep ne derlerdi?

— Acaba haklarında "yol gösteren yıldızlar" buyrulan bu zatlara uyanlar mı hidayet üzeredir yoksa onlara müşrik diyen bir kısım zavallılar mı hidayet üzeredir?

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN NAMAZ KILDIĞI YERLE TEBERRÜK

Şerefü'r-Ravha, Medine-i Münevvere'ye iki konak mesafede bir yerdir. Buranın fazileti hakkında Ebû Hureyre Hazretleri tarafından rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: Burası cennet vadilerinden bir vadidir. Bu vadide benden evvel yetmiş peygamber namaz kılmıştır. İmran oğlu Musa da İsrailoğulları'ndan yetmiş bin kişi ile hac veya umreye niyet etmiş olarak buraya uğramıştır. (Aynî, Umdetu'l-Kârî, 4/269; İbni Şebbe, Tarihi'l-Medineti'l-Münevvere, 1/80; Vefâü'l-Vefa, 2/167-168)

Diğer bir rivayette, sahabenin büyük fakihi olan Abdullah İbni Ömer Hazretlerinin yolda giderken öğle namazını kılmayıp o mekâna varınca kıldığı, sabah namazının vakti girmeden veya seherin sonunda oraya uğradığında bekleyip sabah namazını orada kıldığı nakledilmektedir.

Musa İbni Ukbe şöyle anlatmaktadır: Abdullah İbni Ömer'in oğlu Salim'in bir takım mekânları araştırıp oralarda namaz kıldığını gördüm. O da babası Abdullah İbni Ömer'in bu mekânlarda namaz kılmayı âdet hâline getirdiğini ve Resulullah (a.s.m.)'ı o mekânlarda namaz kılarken gördüğünü naklederdi. (Buhârî, Mesâcid: 55, No: 469, 1/183)

Sahabe-i kiramın dört büyük fakihinden biri olan Abdullah İbni Ömer'in ve oğlu Salim'in, Resulullah (a.s.m.)'ın namaz kıldığı mekânları bu derece arayıp oralarda namaz kılmaya özen göstermesi teberrükün caiz olduğundan başka neyle izah edilebilir?

Mahmud İbni'r-Rebî el-Ensari şöyle anlatıyor: Resulullah (a.s.m.)'ın ashabından ve aynı zamanda Bedir'de bulunan ensardan olan Itban İbni Malik (r.a.) bir kere Resulullah (a.s.m.)'a gelerek şöyle dedi: Ya Resulallah, gözümü beğenmiyorum (yani gözüm zayıfladı). Ben kavmime namaz kıldırmaktayım. Yağmurlar yağınca benimle onlar arasındaki vadide seller akıyor. O zaman ben onların mescidine gidip kendilerine namaz kıldırmaya imkân bulamıyorum. Ya Resulallah, istedim ki sen bana gelesin, evimde namaz kılasın da ben o yeri namazgâh edineyim.

Onun bu sözü üzerine Resulullah (a.s.m.) ona: "İnşallah yaparım." dedi.

Itban İbni Malik şöyle devam ediyor: Ertesi gün Resulullah (a.s.m.) Hazreti Ebû Bekir ile beraber gün yükseldiği vakit bana geldiler. Resulullah (a.s.m.) eve girmek için izin istedi. Ben de izin verdim. Eve girdiğinde oturmadı. Sonra: "Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?" buyurdu. Ben evin bir tarafını ona gösterdim. Resulullah (a.s.m.) namaza durmak için tekbir aldı. Biz de durup saf olduk. İki rekât kıldıktan sonra selam verdi. (Buhârî, Mesâcid: 14, No: 415, 1/164; Müslim, İman: 10, No: 33, 1/61; İbni Mâce, Mesâcid: 8, No: 754, 1/249; Nesâî, İkâmet: 46, No: 843, 2/440; Ebû Dâvûd, et-Tıyalesi, No: 1241)

İmam-ı Aynî, İmam Nevevî ve İmam Kastalani Hazretleri bu hadisten şu hükümleri çıkarmışlardır:

1. Salihlerin eserleriyle teberrük caizdir.

2. Onların namaz kıldığı yerlerde namaz kılmak güzeldir.

3. Onlardan bir şeyi bereketli kılmalarını istemek caizdir.

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN MÜBAREK AĞZININ DEĞDİĞİ YERLE TEBERRÜK

Abdurrahman İbni Ebî Amre (r.a.) (Kebşetü’l-Ensariyye denen) ninesinden rivayet etmiştir ki: Bir defa Resulullah (a.s.m.) onun evine girip, yanında asılı bulunan su tulumundan ayakta su içti. Kebşe (r.a.) da Resulullah (a.s.m.)'ın mübarek ağzının dokunduğu tulumun ağzını bereketini umarak kesti (sakladı). (İbni Mâce, Eşribe: 21, No: 3423, 2/1132, Tirmizî, Eşribe: 18, No: 1892, 4/306, Humeydî, Müsned, No: 354, 1/172, Taberânî, Mu’cemu'l-Kebir, No: 8, 25/15)

Yine Enes b. Malik (r.a.)'dan, Ümmü Süleym (r.a.)'nın Resulullah (a.s.m.)'ın içtiği kırbanın ağzını evinde bereket için sakladığı rivayet edilmiştir. (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No: 12189, 4/238)

Bu hadis-i şerifler sahih senetlerle sabittir ve en sağlam kaynaklarda kaydedilmiştir. Burada sorulması gereken soru şudur:

— Sahabe-i kiramın, Resulullah (a.s.m.)'ın eserlerini korumalarının gayesi neydi?

— Sadece bir hatıra mıydı?

— Yoksa müzeye koymak için mi sakladılar?

— Eğer öyleyse, kendilerine bir bela ve hastalık geldiğinde Allahu Teâlâ’ya yalvarırken niçin onlarla Allah'a yöneliyorlardı?

Sahabe-i kiramın bu eşyaları saklamada tek bir gayesi vardı, o da bu eşyayla teberrüktü.

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'A DOKUNAN ELİ ÖPMEKLE TEBERRÜK

Yahya b. Hâris ez-Zimari (r.a.) şöyle rivayet etti: Bir kere Vâsile İbni Eska ile karşılaştığımda ona: “Sen bu elinle Resulullah (a.s.m.)'a biat ettin değil mi?" diye sordum. O “Evet.” deyince, ben: “Ver elini öpeyim.” dedim. O elini verdi, ben de öptüm. (Taberânî, Mu’cemu'l-Kebir, No: 226, 22/94, Heysemî, Mecmeu’z-Zevaid, No: 12798, 8/84)

Yine Abdurrahman İbni Rezin (r.a.) şöyle anlatıyor: Bir kere Rebeze (denen yere) uğradığımızda bize: “Burada Seleme İbni Ekva var.” denildi. Hemen varıp ona selam verdik. O ellerini çıkartıp (göstererek): “Ben bu ellerle Allah'ın Resulüne biat ettim.” dedi ve deve eli gibi olan iri ve büyük ellerini çıkarttı (uzattı). Biz de kalkıp onları öptük. (Buhârî, Edeb-i Müfred, Bab: 445, No: 1002, Sh. 264)

Yine İbni Cüd’ân (r.a.) şöyle anlatıyor: Bir kere Sabit (r.a.) Hazreti Enes'e: “Elinle Resulullah (a.s.m.)'a dokundun değil mi?" dedi. Onun “Evet.” demesi üzerine onun elini öptü. (Buhârî, Edeb-i Müfred, Bab: 445, No: 1003, Sh. 264)

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN CÜBBESİYLE TEBERRÜK

Hazreti Ebû Bekir (r.a.)'ın kızı Esma (r.a.) Kisra’ya mensup (Acem hükümdarlarının giydiği), ipekten yaması bulunan, kenarları diba (kalın kıymetli ipek) ile geçilmiş taylasanlar (iki parmak genişliğinde ipekten uzun şeritleri) olan cübbesini çıkarıp (göstererek) şöyle dedi: İşte bu, Resulullah (a.s.m.)'ın cübbesidir. Bu cübbe vefatına kadar Hazreti Aişe'nin yanında idi. O vefat edince ben aldım. Resulullah (a.s.m.) onu giyerdi. Biz de onu hastalar için yıkıyoruz (suyunu onlara içiriyoruz). Onunla şifa talep ediliyor. (Müslim, Libas ve Ziynet: 2, No: 2069, 3/1641)

İmam Nevevî Hazretlerinin beyanına göre, bu hadis-i şerif, salihlerin eserleriyle teberrükte bulunmanın müstehab olduğuna delalet etmektedir. (Sahih-i Müslim, Şerhü’n-Nevevî, 14/44)

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN ELİNİN DEĞDİĞİ YERLE TEBERRÜK

Safiyye binti Meczee (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Ebû Mahzûre'nin başının ön tarafında perçemi vardı ki oturduğu zaman onu saldığında yere değerdi. Bir kere ona: “Bu saçı kesmeyecek misin?” denildiğinde, o: “Resulullah (a.s.m.) eliyle bu saçıma değdiği için ölünceye kadar onu kesecek değilim.” dedi ve ölünceye kadar onu kesmedi. (Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir, No: 6746, 7/176, 177; Ebû Dâvûd, Salat: 28, No: 501, 1/191; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No: 15376, 5/242)

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN BARDAĞI VE NAMAZ KILDIĞI YERLE TEBERRÜK

Ebû Bürde (r.a.) şöyle anlatıyor: Bir kere Medine-i Münevvere’ye geldiğimde Abdullah İbni Selam beni karşılayarak bana: “Haydi benimle beraber evime yürü de sana Resulullah (a.s.m.)'ın içtiği bardaktan içireyim, hem de Resulullah'ın namaz kıldığı yerde kılarsın.” dedi. Ben onunla beraber gittiğimde bana sevik (arpa ve buğday unundan yapılan çorba) içirdi ve hurma yedirdi. Resulullah (a.s.m.)'ın namaz kıldığı yerde de namaz kıldım. (Buhârî, El-İ'tisam bi'l-Kitabi ves-Sünne: 16, No: 6910, 6/2673)

Burada şu soruyu soralım:

— Abdullah İbni Selam Hazretleri niçin Ebû Bürde'yi evine çağırıyor?

Peygamberimizin su içtiği kaptan su içirmek ve namaz kıldığı yerde namaz kıldırmak için!

— Eğer teberrük caiz olmasaydı Abdullah İbni Selam Hazretleri bu davette bulunur muydu?

— Yine teberrük caiz olmasaydı Ebû Bürde Hazretleri bu davete icabet eder miydi?

Elbette etmez ve şöyle derdi: Teberrük caiz değildir ve şirktir. Ben seninle gelmem...

Lakin böyle dememiş ve davete icabet etmiştir. İşte bu davet ve icabet teberrükün caiz olduğuna açık bir delildir.

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN MİNBERİYLE TEBERRÜK

İbrahim İbni Abdirrahman İbni Abdilkârî (r.a.)'ın beyanına göre, Abdullah İbni Ömer Hazretleri Resulullah (a.s.m.)'ın minberinde oturduğu yere elini koyar ve sonra yüzüne sürerdi.

İbni Kuseyd ve Utbî'den rivayet edildiğine göre, Mescid-i Nebevi tenhalaştığında Resulullah (a.s.m.)'ın ashabı, minberin kabr-i şerif tarafındaki Rummane’ye (Resulullah'ın sağ eliyle tuttuğu topuza) sağ elleriyle dokunup teberrükte bulunurlar, sonra kıbleye yönelip bu vesile ile Allahu Teala’ya yalvarırlardı. (Kâdî İyâz, Eş-Şifa bi ta'rif-i Hukuki'l-Mustafa, 2/86, İbni Sa'd, Tabakat, 1/254)

Bu gibi teberrüklere şirk diye karşı çıkan Vehhabi fırkasının en büyük imamı olan İbni Teymiye bile bu hususta doğru bir nakil yaparak, İmam Ahmed İbni Hanbel'in, Resulullah (a.s.m.)'ın minberine el sürmeye ruhsat verdiğini; İbni Ömer, Saîd İbni Müseyyeb ve Yahya İbni Saîd gibi Medine'nin en büyük fakihlerinin bunu yaptığını zikretmiştir. (İbni Teymiye, İktizâu's Sıratı'l-Müstakim, 367)

Bütün bu hadis-i şeriflerden anlaşılan şudur ki: Resulullah (a.s.m.)'ın kendisiyle, eserleriyle ve ona ait herhangi bir şeyle teberrükte bulunmak beğenilen ve uygun görülen bir yoldur.

PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.)'IN KABR-İ ŞERİFİ İLE TEBERRÜK

Amr İbni Meymun el-Evdi (r.a.) şöyle anlatıyor: Ben (mihrapta yaralandıktan sonra ölüm döşeğinde olan) Hazreti Ömer'i gördüm. (Oğluna hitaben) şöyle diyordu: Ya Abdellah İbni Ömer! Müminlerin annesi Aişe'ye git. "Ömer İbni Hattab sana selam söylüyor." de. Sonra ondan benim iki arkadaşımla (Resulullah (a.s.m.) ve Hazreti Ebû Bekir ile) gömülmemi iste.

Abdullah İbni Ömer babasının bu teklifini Hazreti Aişe'ye ulaştırınca o şöyle dedi: Ben o mekânı kendim için istiyordum ama bugün onu kendime tercih edeceğim.

İbni Ömer dönünce Hazreti Ömer ona: “Yanındaki (haber) nedir?” diye sordu. O: “Ya Emire'l-Mü'minîn! Aişe sana izin verdi.” deyince Hazreti Ömer şöyle buyurdu: “Hiçbir şey bana o yatacak yerden daha önemli değildi." (Buhârî, Cenâiz: 94, No: 1328, 1/469)

İbni Hacer'in beyanına göre, bu rivayet, salihlerin üzerine yağacak rahmeti ve onları ziyaret eden hayır ehlinin duasını umut ederek onlarla kabir komşusu olmaya düşkünlüğün faziletine delalet etmektedir.

Muhammed İbni Ahmed Ez-Zehebi Hazretleri şöyle buyurmuştur: İbni Ömer'in Resulullah (a.s.m.)'ın kabrine el sürmeyi mekruh saydığı rivayet edilmekteyse de İbni Ömer bunu saygısızlık olarak kabul ettiğinden kerih görmüştür. Yoksa Ahmed İbni Hanbel'e, kabr-i nebeviye dokunmak ve öpmek hakkında sorulduğunda bunda bir beis görmemiştir. Nitekim oğlu Abdullah İbni Ahmed onun bu görüşünü rivayet etmiştir. Eğer burada, “Sahabe neden böyle yapmamıştır?” denilecek olursa buna şöyle cevap verilir:

Çünkü sahabeler Resulullah (a.s.m.)'ı diri olarak görmüşler, elini öpmüşler, abdest suyunu kapışmak için az kalsın birbirlerini ezmişler ve hacc-ı ekber günü tertemiz saçlarını bölüşmüşlerdir. Biz ise böyle bir nimete nail olamadığımızdan dolayı hürmet ve saygı ile onun kabrinin üzerine atılmaktayız. Sabit-i Bennan Hazretlerinin nasıl yaptığını görmez misiniz? O: "Bu el Resulullah (a.s.m.)'ın eline değmiştir.” diyerek Enes b. Malik'in elini öper ve yüzüne sürerdi. İşte bütün bunlar bir Müslüman'ın Resulullah (a.s.m.)'a karşı aşırı muhabbetinden kaynaklanmaktadır. Zira mümin kişi Allah'ı ve Resulünü; canını, malını, oğlunu, kızını, bütün insanları hatta cenneti ve hurileri sevmesinden daha fazla sevmekle memurdur.

Yine Hafız Zehebî, Ahmed İbni Hanbel'in oğlu Abdullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Ben babamın, Resulullah'ın saçlarından bir saçı alıp ağzına koyarak öptüğünü gördüm. Onun o saçı gözünün üzerine koyup suya daldırdığını ve o suyu içerek şifa umduğunu gördüm. Yine onun, Resulullah'ın çanağını alarak büyük su kabı içinde yıkayıp sonra içindekini içtiğini gördüm. Ayrıca onu şifa niyetiyle zemzem suyundan içip, ellerine ve yüzüne sürerken gördüm. (Zehebî, Siyer-u A'lâmi'n-Nübelâ, 11/212)

SALİHLERİN VE GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN ESERLERİYLE TEBERRÜK

Abullah İbni Ömer (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, insanlar Resulullah (a.s.m.) ile birlikte Semud kavminin toprağı olan Hicr’de konakladıklarında oranın kuyularından su çekip onunla hamur yoğurdular. Bunu gören Resulullah (a.s.m.) çektikleri suyu dökmelerini, hamuru da develerine yem yapmalarını emir buyurdu. Ayrıca onlara (Hazreti Salih'in mucizesi olmak üzere kayadan çıkan) dişi devenin içtiği kuyudan su çekmelerini emretti. (Müslim, Zühd: 1, No: 2981, 4/2286)

İmam Nevevî Hazretlerinin beyanına göre, bu hadis-i şerif, zalimlerin su kuyularından kaçınıp, salihlerin kuyularından su alarak teberrükte bulunmaya teşvik etmektedir. (Nevevî, Şerh-u Müslim, 18/112)

MESCİD-İ AŞŞAR İLE TEBERRÜK

İbrahim İbni Salih İbni Dirhem (r.a.) şöyle anlatıyor: Babamın şöyle dediğini işittim: Bir kere hacca giderken içimizden biri (Hazreti Ebû Hüreyre) bize: “Yakınınızda Übülle isimli bir kasaba var mıdır?” diye sordu. Biz “Evet.” deyince o şöyle dedi: İçinizde kim benim için Medcid-i Aşşar’da iki veya dört rekât kılıp da "Bu namaz Ebû Hüreyre’nin niyetine olsun." diyeceğine söz verir? Çünkü ben dostum Ebu'l-Kasım (a.s.m.)'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Şüphesiz ki Allah kıyamet gününde Mescid-i Aşşar’dan öyle şehitler diriltecektir ki Bedir şehitleriyle beraber onlardan başkası kalkamayacaktır." (Ebû Dâvûd, Melâhim: 10, No: 4308, 2/516, Buhârî, Tarih-i Kebir, No: 942, 1/293)

Büyük muhaddis Allame Şeyh Halil Ahmed es-Sehârenfuri'nin beyanına göre, bu hadis-i şerif, bedenle yapılan ibadetlerin sevaplarının başkalarına hediye edilebileceğine ve veliler ile mukarreb kulların bulunduğu yerlerin ziyaret edilip oralarla teberrükte bulunabileceğine delalet etmektedir. (Ahmed es-Sehârenfuri, Bezlu'l-Mechûd, 17/225)

İşte işittiğiniz bütün bu hadis-i şerifler ve sahabe uygulamaları teberrükün caiz olduğunu ispat etmektedir. Bu hadis-i şeriflere gözlerini kapayanlara deriz ki:

Bu hadisleri Enes bin Malik gibi, Abdullah İbni Ömer gibi, Hazreti Aişe gibi, sahabenin en ileri gelenleri nakletmiştir. Yine bu rivayetler Buhârî gibi, Müslim gibi, İbni Mâce gibi, en sahih kaynaklarda kaydedilmiştir. Hadis hafızları bu hadisler üzerinde derinlemesine tahliller yapmış ve bu hadislerin sıhhatinde ittifak etmiştir.

Bütün bunlardan sonra teberrükü hâlâ inkar eden varsa, onun hâli, gündüzün ortasında gözünü güneşe kapayan kişinin hâli gibidir. Işığı yok edemez, sadece kendine gece yapar.

Rabbimize hamdüsena olsun, bir imani eseri daha bizlere tamamlattı. Rabbim bu derslerimizi günahlarımıza kefaret yapsın. Kur'an ve iman hizmetinden bizleri ayırmasın. Bizleri kendine kul, Habibine ümmet eylesin. Âmin.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun