İman ve inkârdaki bakış açılarını karşılaştırır mısınız?

İnsan, bütün mahlukatla alakadardır. Her şeyle bir çeşit alış verişi vardır. Kendisini kuşatan şeylerle maddeten ve manen görüşmeye, konuşmaya ve komşuluk etmeye yaratılış gereği mecburdur. Bu durumdaki insanın; sağ, sol, ön, arka, alt, üst olmak üzere altı ciheti vardır. İnsan, îmân ve inkâr gözlüklerini gözüne takmakla, bu altı cihetlerde bulunan mahlûkatı ve onların hallerini görebilir.

Sağ cihet: Bu cihetten maksat, geçmiş zamandır. Küfür gözlüğü ile geçmişe bakıldığında, büyük bir mezarlık şeklinde görünecektir. Bu görünüş, insana büyük bir dehşet ve ümitsizlik verecektir.

Fakat îmân gözlüğüyle o cihete bakıldığında, geçmişteki insanların, daha güzel ve nurani bir âleme nakledilmiş olduklarını görür. O kabirleri ve çukurları, nurani bir âleme girmek için açılmış yer altı tünelleri şeklinde değerlendirir. Böylece îmân, insanlara büyük bir sevinç, farahlık ve huzur verir ve binlerce "Elhamdülillâh" dedirtir.

Sol cihet: Yani, gelecek zamana, küfür gözlüğü ile bakıldığı zaman, bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek, zulümatlı, korkunç, büyük bir kabir şeklinde görünecektir.

Fakat îmân gözlüğüyle bakılırsa, Cenâb-ı Hakk’ın, acıyan, merhamet eden, insanı yoktan yaratan ve insanlara hazırladığı çeşit çeşit lezzetli ve hoş, yiyecek ve içeceklerle dolu, hazırlanmış bir sofrası olarak görecektir. Ve binlerce "Elhamdülillâh" okutturarak tekrar ettirecektir.

Üst cihet: Yani, semâvât cihetine küfür ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin, at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi,  pek sür'atli ve muhtelif hareket yaptıklarını görür, onların dizgininin  ve kumandasının birinin elinde olduğunu bilmediği için, büyük bir dehşete ve vahşete kapılır.

Fakat îmânlı bir adam baktığı vakit o garip, acip manevranın bir kumandanın emri ve kontrolü altında yapıldığını anlar. Semâvât âlemini süsleyen o yıldızların, insanları aydınlatan kandiller olduklarını görür. Onların hareketinde, dizginlerinin birisinin elinde olduğunu bildiği için, korku, dehşet yerine, onların, bu atlar koşusu şeklindeki hareketine muhabbetle bakar. Gökyüzünün bu tip hareketini tasvir eden îmân nimetine, elbette binlerce "Elhamdülillâh" söylemek azdır.

Alt cihet: Bundan maksat yeryüzüdür. Yeryüzüne küfür gözüyle bakan insan, dünyayı başıboş, yularsız, şemsin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telâşa düşer.

Fakat îmân ile bakarsa, Allah'ın kumandası altında, bütün yiyecek, içecek ve giyeceklerle beraber, insanları güneşin etrafında gezdiren bir gemi şeklinde görür. Ve îmândan kaynaklanan şu büyük nimete büyük büyük elhamdülillâh'ları söylemeye başlar.

Ön cihet: Bir Kâfir bu cihete bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat-insan olsun, hayvan olsun- kafile kafile, büyük bir sür'atle o cihete gidip kaybolurlar. Yani, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldıracak bir hale gelir.

Fakat îmân nazarıyla bakan bir mü'min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri yokluk âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmektir. Bu gidişin, yokluk âlemi olmadığını bildiği için, memnuniyetle karşılar.

Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha'nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.

Aynı şekilde, ana rahminden dünyaya gelen çocuk, o tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.

Arka cihet: Yani geride gelenlere küfür nazarıyla bakılsa, "Yâhu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?" diye edilen suale bir cevap alınamadığından, hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır.

Fakat îmân nuruyla bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin Mu’cizelerini görmek ve mütalâa etmek için, Allah tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar. Bu insanların, Allah’ın kâinat ile bilinmesini istediği manaları, anladıkları oranda derece alıp, tekrar Allah’ın huzuruna döneceklerini idrak eder. Bu anlayış nimetini kendisine kazandıran îmân nimetine "Elhamdülillâh" diyecektir.

İşte îmân sayesinde insanın bu altı ciheti aydınlanmakta, bütün zamanlar ve mekanlar, onun için, geniş ve rahat bir âleme dönüşmektedir.  Âdeta bütün âlem, bildiği, alışkanlık edindiği ve kendini emniyette hissetiği evi şekline girer. Böylece insan, îmân sayesinde kâinatın bir sultanı gibi olur.

 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+