Bakara suresi 239. ayete göre, yaya olarak namaz kılınabilir mi?

Tarih: 31.12.2015 - 02:57 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bakara suresi 239. ayette yaya olarak namaz kılınması gerektiği söyleniyor. Bu ne demek oluyor?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Sözlükte “korku namazı” anlamına gelen salâtü’l-havf tabiri fıkıhta düşman, eşkıya, hayvan saldırısı yahut yangın, sel tehlikesi gibi tehditler karşısında, farz namazların tek imama uyarak nöbetleşe kılınmasını ifade eder.

Deprem, yıldırım, kasırga gibi doğa olayları ya da düşman istilâsı, salgın hastalık gibi felâketler karşısında Allah’a sığınmak amacıyla kılınması fakihlerin çoğunluğunca mendup sayılan salâtü’l-feza‘ ise bir nâfile namaz çeşididir.

İslâm’ın beş şartından biri olan namazın belirlenmiş vakitleri içinde eda edilmesi özel bir öneme sahip olduğundan(Nisâ, 4/103), bu ibadetin vakti geçirilmeden yerine getirilmesi için bazı durumlarda özel kolaylıklar tanınmıştır.

Ayrıca savaş, tabii âfetler gibi fevkalâde durumlarda bile namazın cemaatle kılınmasının önemine vurgu anlamı taşıyan tek imama uyarak nöbetleşe namaz kılma biçimine Kur’an ve Sünnet’te yer verilmiştir.:

“Eğer -bir şeyden- korkarsanız namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılabilirsiniz. Güvenliğe kavuştuğunuz zaman Allah’ı daha önce bilmediğinizi size öğrettiği gibi anın.” (Bakara 2/239)

mealindeki ayet başta olmak üzere ilgili delillerden hareketle fakihler düşmandan kaçmak zorunda kalan Müslümanın farz namazları rükû, secde ve kıbleye dönme gibi şartları yerine getirmeksizin ayakta veya binek üzerinde oturarak tek başına kılabileceği hususunda fikir birliği etmişlerdir. Hanefîler dışındaki üç mezhebe ve Hanefîler’den Muhammed b. Hasan’a göre bu şekildeki namaz cemaatle de kılınabilir.

Hayvan, hırsız, eşkıya saldırısından endişe eden veya yangın, sel gibi bir tehlikeden kaçan kimse bakımından da kıyas yoluyla aynı sonuca ulaşılmıştır.

Ayrıca fakihlerin çoğunluğunca, fiilen düşmanla çatışma içinde olma veya düşman baskısının ağırlaşması gibi durumlarda namaz vecîbesinin ima yoluyla yerine getirilebileceği belirtilmiştir.

Hanefîlere göre ise savaş devam ettiği için vakit içerisinde namaz kılmaya fırsat bulamayan kişinin namazını tehir etmesinde bir sakınca yoktur. Zira Hz. Peygamber (asm), Hendek Gazvesi’nde çatışma gün boyunca devam ettiği için bazı namazları tehir etmiş ve geceleyin savaş durunca kıldırmıştı. Bazı Hanefîler’in bu görüşü amel-i kesîr ve kanın namazı bozmasıyla temellendirmesine dayanmaktadır. (bk. Tahâvî, Ahkâmü’l-Kurân I, 229-230; İbnü’l-Hümâm, Fethu'l-Kadir, II, 101)

Yine Hanefîlere göre binekten inmenin tehlikeli ve imkânsız olduğu durumlarda namazın binek üzerinde ima ile kılınması câiz ise de yerde hareket halindeyken (yürüyerek) ima ile kılınması câiz değildir.

Belirtilen durumlarda kılınan namaz da korku gerekçesiyle bağlantılı olduğu için fıkıh eserlerinde “salâtü’l-havf” başlığı altında incelenmekle birlikte dar anlamıyla salâtü’l-havf terimi savaş esnasında farz namazların tek bir imama uyarak nöbetleşe kılınış biçimini ifade eder. Namazın bu şekilde kılınmasının delillerini Nisâ sûresinin 102. âyetiyle Hz. Peygamber (asm)’in bu âyete açıklık getiren uygulamaları teşkil eder:

Fakihlerin çoğunluğuna göre salâtü’l-havf Hz. Peygamber’e mahsus bir uygulama olmayıp bütün Müslümanlar için geçerli bir ruhsat hükmüdür. (Mâlikî mezhebindeki sünnet mi ruhsat mı olduğu tartışması için bk. Hattâb, II, 561; Ali b. Ahmed el-Adevî, I, 338-339)

Ebû Yûsuf, Hasan b. Ziyâd ve İsmâil b. Uleyye, Nisâ sûresinin 102. âyetinde Resûl-i Ekrem’in namaz kıldırmasından söz edildiğinden hareketle bu hükmün gerekçesinin Resûlullah’ın imâmetine uyma arzusu olduğunu ve onun vefatıyla bu gerekçenin, dolayısıyla salâtü’l-havf hükmünün sona erdiğini, artık duruma göre ayrışacak her bir grubun ayrı imamlarla namazlarını kılabileceklerini ileri sürmüştür.

Cumhurun en güçlü delili, salâtü’l-havf uygulamasının Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra da devam etmesi ve bu konuda sahâbe icmâının oluşmasıdır. Nitekim Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin İsfahan’ın fethi, Hz. Ali’nin Sıffîn Savaşı ve Huzeyfe b. Yemân’ın Taberistan’ın fethi sırasında bu şekilde namaz kıldırdıkları bilinmekte, başka sahâbîler tarafından bu uygulamanın sürdürüldüğüne dair rivayetler bulunmaktadır. Cumhurun yaklaşımına göre bu ruhsat hükmünün konuluş amacı, zor şartlarda namazın cemaatle kılınması sayesinde müslüman askerlerin birbirine kenetlenmesini sağlamak ve birlik beraberlik ruhunu pekiştirmektir. (İbn Kayyim el-Cevziyye, İ’lâmü’l-muvakkıîn, III, 145; Bedreddin ez-Zerkeşî, III, 170)

Özetle, Bakara 239. ayette savaşı da içine alan daha geniş çerçeveli tehlike hallerinde fertlerin kendi başları­na namazı nasıl kılacakları anlatılmıştır.

Çıkan sonuç namazın önemi, terk edilemez oluşu, her hal ve şartta kılınması gerektiği ve şartlar namazın bir kısım farz­larını ve vaciplerini yerine getirmeye müsait değilse mümkün olan şekilde (bazı farz ve vacipler eksik de olsa) kılınacağıdır.

Namazın farz, vacip ve sünnetlerinin önemli bir kısmı vücut hareketleriyle yapılır ve bunlardan maksat namazın ruhu olan duygu, şuur ve Allah-kul ilişkisine yardımcı olmalarıdır. Vücut hareketlerini yapmaya bir mani çıktığında bunlar terk edilebiiir ancak namaz terk edilemez. Çün­kü onun ruhu olan ibadet şuuru (zikir) her durumda mümkündür.

İlave bilgi için tıklayınız:

KORKU NAMAZI

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun