Açılıp saçılmayı moderncilik, dindarlığı gericilik olarak görenlere nasıl cevap vermeliyiz?

Tarih: 17.05.2013 - 09:22 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Dinden uzaklaşmayı, açılmayı modernlik dindarlığı ve kapalılığı gericilik olarak görenlere nasıl cevap vermeliyiz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Asıl mesele, bir şeyin mahiyeti ve hakikati itibariyle ortaya koyduğu değerdir. Bu sebeple, eğer gericilik iyi, moderncilik kötü bir şey ise o zaman gerici olmak aklın gereğidir. Yok eğer gerçek bunun tersi ise, değer yargısı da bunun tersi olmak durumundadır. Çünkü, bir konunun iyi ve kötü olması, insanlar tarafından ona verilen / veya yakıştırılan isimle ilgili değildir.

O halde bu iki kavrama bakmak gerekir. Moderncilik şayet, bu çağda içki içmek, zina etmek, kadını her türlü aşağılık nesnelere reklam malzemesi yapmak ise, böyle bir anlayışa taraftar olmak her vicdan sahibinin kalbini zedeler.

Buna mukabil, şayet gericilik Asr-ı saadete geri gitmek, İslam’ın asli safvetiyle / ilk duruş haliyle algılayıp yaşamak ise, bu gericilik cennete kadar götürecek bir ilericiliktir.

Eğer modernlik, akılcı, bilimsel, teknolojik ve idarî etkinliğin ürünlerinin yaygınlaştırılması anlamında kullanılıyorsa, bir kadının başının açık olması veya olmaması buna herhangi bir katkı sağlamaz.

Şunu da unutmayalım ki, her eski kötü olmadığı gibi, her yeni de güzel değildir. Kadını bir anne olarak gören ve cenneti onun ayakları altına koyan, saygın konumuna bir halel gelmemesi için onu kemgözlerden sakındıran bir zihniyet gerçek anlamda hiç bir zaman eskimez.

Buna mukabil, kadını bisiklet ve ciklet reklamı olarak kullanan yeni çıkma, bir algı her zaman eskimeye mahkumdur.

Aslında bu konuda, çağdaş insanın aldığı ölçü, Avrupa medeniyetidir. Avrupanın nefse, heva ve hevese hitap eden zihniyeti modernlik olarak kabul eden ve bu ölçüyü de artık bir insanlık kodu olarak ön gören bir yargı vardır.

Buna karşılık, İslam medeniyetini kendi heva ve hevesine hitap etmediğini düşünerek onu GERİCİLİK damgasıyla mahkum etmek isteyen oldukça gafil bir Müslüman kitlesi de var. Bunlar, sadece Avrupa uygarlığından geldiğini hayal ettikleri ve insanlığın yararına olan teknik ve teknoloji ile ilgilenmezler. Çünkü bunlar çaba gerektiren işlerdir. Ve üstelik bunlar da nefsani arzularına fazla hitap etmez. Buna karşılık, ne kadar pespayelik, aşağılık, insanlık için manevi bozulma olan bayağı işler varsa, hepsine modernlik damgasını vurarak reklamını yaparlar.

Özetlersek; Allah’ın hayvanları tabii bir post ile yaratması, insanları ise, elbise giymeye muhtaç bir şekilde yaratması, insanların soğuktan ve sıcaktan korunması gibi, yeryüzü halifesi olmanın bir gereği olarak da elbise giymesinin gereğine ve bunun bir  hilafet payesi olduğuna açık bir referanstır. Ayrıca insanların medeni bir varlık olarak yerini almaları için, hayvanlardan farklı olarak örtünmelerinin gereğine bir işarettir.

İlginçtir erkekler, uygar dünyanın her yerinde belli elbiselere bürünmekte ve bunu bir şeref şiarı olarak değerlendirmektedir. Sıra kadınlara gelince onları açılıp saçılmaya teşvik etmekte ve kadının ağırbaşlılığını zedeleyen ve alçak bazı erkeklerin göz banyosu hatırına o büyük annelik hatıralarını buharlaştıran bir yaklaşımla, MODERNLİK-ÇAĞDAŞLIK-UYGARLIK gibi sahte unvanlar altında kadınları fıtrata aykırı olan bir yanlış yola sürüklemektedir.

Bugün dünyanın birçok ülkesinde kadına reva görülen açık-saçıklık pozisyonu, bir erkek için söz konusu olsa, erkeler asla bunu kabul etmez ve böyle bir şeyi insanlık dışı bir konum olarak kabul ederler.

Sonuç olarak, açık saçıklık, İslam öncesi cahiliye devrine geri gitmek olduğu için gerçek bir gericiliktir. Tesettür ise, İslam medeniyetinin zirvesi ve gerçek istikbali kabul edilen Asr-ı saadete uzandığı için hakiki ilericiliktir.

Kanaatimizce, bu konuda tesettürün ne kadar fıtri ve güzel olduğu, açık-saçıklığın ne kadar fıtrata aykırı ve kötü olduğunu görmek için Bediüzzaman Hazretlerinin TESETTÜR Risalesini dikkatle okumak yeterlidir.

Cevap 2:

Her dinin kendisine has bir medeniyeti ve onu diğerlerinden ayıran farklı nitelikleri vardır. Ancak bu vasıflarla başka dinler arasında varlığını muhafaza eder. Bir toplumun -özellikle- diğer milletlerle ilişkilerinde kendi kimliğinin unsurları, âidiyeti açıkça belli olur. İslâm da Müslüman olan kimseye en mükemmel şekliyle kimlik ve âidiyet vermektedir. Dolayısıyla Müslüman kimliğinden ve aidiyetinden İslâm unsurunu çıkarmak ve onu, dini devreye sokmadan tanımlamak mümkün değildir. Çünkü bu hem eşyanın tabiatına, hem de dinin talimatına aykırıdır. Eşyanın tabiatına aykırıdır; çünkü Müslüman, bu vasfını, bu nitelikle varoluşunu İslâm’dan almaktadır. Fert hem Müslüman olsun, hem İslâmsız tanıtılsın, cemiyet hem Müslüman olsun, hem de İslâm’ı devreden çıkararak kimlik ve âidiyet arasın, bu mümkün değildir ve varoluş şartlarına aykırıdır.

Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem), yeni Müslüman olan bir kimseye yapması gerekenleri öğretmesi (Abdurrezzak, Musannef X, 317, 318; Ebû Dâvûd, Tahâret 129) ve bunların içinde şekle ait tarafların da olması, İslâm’ın her bakımdan farklı olmayı gerektirdiğini göstermektedir.

İslâm, kimlik kazandırmaya önem verdiği gibi kimliği korumaya da önem vermiştir.

“Hangi kavme benzerseniz ondansınız.” (Ahmed b. Hanbel II, 50; Ebû Dâvûd, Libas 4)

“Bizden başkasına benzeyen bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin.” (Tirmizî, Isti’zân 7)

hadisleri kimliğin korunması gerektiğini belirtir.

Taklit, bir özümsemedir. Dolayısıyla başka dinden olanlara benzemek dine zarar verir. Taklit krizine giren bir toplumun kendi benliğini yitirerek taklit ettiği kitlenin bir parçası durumuna düşmüş olur. Başka âdetleri ve hayat tarzım taklit etmek, git gide onların eşyaya bakış noktasını da almaya mecbur bırakır. Dış görünüşü taklit etmek, yavaş yavaş ona uygun olan fikrî meyli de kabullenmeye götürür.

Hz. Peygamber (asm)’in Ehl-i kitaba benzemenin karış karış başlayıp sonra artacağını haber vermesi, taklidin bir yerde kalmayıp azdan çoğa doğru giderek arttığını ve bir sınırı olmadığım göstermektedir.

“And olsun ki siz, kendinizden önceki milletlerin sünnetlerine (yoluna) kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak uyacaksınız. Hatta onlar (daracık) bir keler deliğine girseler, siz de o deliğe gireceksiniz.”(Ahmed b. Hanbel II, 325; Buhârî, İ’tisâm 14)

Yabancı kültürlere karşı gösterilen bu hassasiyetin haklılığını ve önemini, kültür emparyalizminin, modanın mahvedici etkileri altında olan günümüz Müslümanları daha çok hissetmektedirler. Bazı kesimlerce İslam'dan uzaklaşmanın, açık giyinmenin modern olma ile özdeş kabul edilmesi Müslümanları kendi kimliğinden uzaklaştırmayı hedefleyen sinsi bir planın sloganı haline gelmiştir. Bazı Müslümanlar da bilmeden bu sinsi planın söylemcisi olmuştur. Bu taklit maalesef Kur'an ve sünnetten uzak bir hayatın insana ve topluma verdiği yıkımın boyutlarını bizlere göstermektedir.

Bir zamanlar modernizme uyarak hızla açılan Amerika gibi ülkeler, şimdi tesettürün çarelerini arıyorlar. Amerikalılar bir zaman çıplaklıkta sınır tanımayarak çıplaklar kampı bile kurdu. Sonra baktılar ki soyunmak felaket getiriyor, hiç faydası yok, babasız çocukların sayısı her geçen gün artıyor; şimdi de müstehcenlikle mücadeleye başladılar. Müslümanların uyanışı için daha ne kadar dini, ahlaki ve kültürel yıkım olmalıdır. (bk. Dr. Aynur Uraler, Sünnete Uymanın Önündeki Engeller)

İlave bilgi için tıklayınız:

Peygamberimizin doğduğu sosyal çevre ile kendi yaşadığımız sosyal çevre ile kendi yaşadığımız sosyal çevre arasında ne gibi fark ve benzerlikler vardır?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun