Ticari sigorta, kıdem tazminatı, akredite gibi davalar helal mi?

Tarih: 24.05.2023 - 20:02 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Aldığım bu davalar helal mi? ​Avukat olarak helal işler yapmak istiyorum o yüzden birkaç sorum var.
1. Ticari sigortalar caiz değil ama sigortadan alınan tazminat (örneğin araba kazası sonucu sigortanın kusursuz tarafa ödediği tazminat) caizdir deniyor. Nasıl caiz oluyor eğer sigorta caiz değilse?
2. Kıdem tazminatının haksız kazanç olduğunu ve caiz olmadığını söyleyen alimler var. Kıdem tazminatı haksız yere işten çıkarılan işçiye verilir. Kuran veya sünnette düzenleme olmayan konularda İslam’a uygun düzenlemeler yapılabilir. Kıdem tazminatı da işçiyi korumak için getirilmiştir, belirli şartları vardır. Neden haksız kazanç olarak değerlendirilsin?
3. Akreditif caiz midir? Müvekkil için akreditif mektubu hazırlamak caiz midir?
4. Sözleşmenin feshi ve sözleşmeden dönme ayrımı var. Hangisi olduğuna göre sözleşme ya ileriye etkili ya da geriye etkili olarak sona erer ve sonuç olarak hukuken talep edilebilecek şeyler (geriye etkili olunca herkes elindekini geri verir, ileriye etkiliyse mahrum kalınan kar gibi şeyler istenebiliyor). İslam hukukunda da benzer hükümler var ama detayını çok bilmiyorum. İslam hukukçuları bir şeye fesih sebebi derken bizim şu anki hukukumuzda sözleşmeden dönme deniyorsa avukatların yaptığı hukuki işlemler caiz olur mu? Konuyla ilgili bilginiz nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Soru 1:
Ticari sigortalar caiz değil ama sigortadan alınan tazminat (örneğin araba kazası sonucu sigortanın kusursuz tarafa ödediği tazminat) caizdir deniyor. Nasıl caiz oluyor eğer sigorta caiz değilse?

Cevap 1:

“Zarar izale edilir.”, “Haksız yere zarar veren zararı tazmin eder.” Bu kurallar İslamidir. Şerî olmayan mahkeme veya sigorta kurumu bu hükümleri yerine getirirse, bu hükümler meşru olmaktan çıkmaz.

Soru 2:
Kıdem tazminatının haksız kazanç olduğunu ve caiz olmadığını söyleyen alimler var. Kıdem tazminatı haksız yere işten çıkarılan işçiye verilir. Kuran veya sünnette düzenleme olmayan konularda İslam’a uygun düzenlemeler yapılabilir. Kıdem tazminatı da işçiyi korumak için getirilmiştir, belirli şartları vardır. Neden haksız kazanç olarak değerlendirilsin?

Cevap 2:

“Müslümanlar akit ve şartlarına bağlıdır.” cümlesi, İslami bir kuraldır, hükümdür. Sözleşme ve koşulan şartlar, naslara aykırı değilse, naslar (kanun maddeleri gibi) geçerli olur. Haksız yere veya kanunda zikredilen durumlarda işinden çıkarılan işçiye tazminat vereceğini işveren taahhüt edince bu “hibe, bağlayıcı vaad, birikmiş ve şarta bağlı alacak olan ücret…” gibi (bunlardan birine dahil edilerek) kabul edilir ve helal olur.

Soru 3:
Akreditif caiz midir? Müvekkil için akreditif mektubu hazırlamak caiz midir?

Cevap 3:

Akreditif bir çeşit kurumsal kefalettir ve caizdir.

Soru 4:
Sözleşmenin feshi ve sözleşmeden dönme ayrımı var. Hangisi olduğuna göre sözleşme ya ileriye etkili ya da geriye etkili olarak sona erer ve sonuç olarak hukuken talep edilebilecek şeyler (geriye etkili olunca herkes elindekini geri verir, ileriye etkiliyse mahrum kalınan kar gibi şeyler istenebiliyor). İslam hukukunda da benzer hükümler var ama detayını çok bilmiyorum. İslam hukukçuları bir şeye fesih sebebi derken bizim şu anki hukukumuzda sözleşmeden dönme deniyorsa avukatların yaptığı hukuki işlemler caiz olur mu? Konuyla ilgili bilginiz nedir?

Cevap 4:

İslam hukukunda muhayyerlikler vardır. Akit bu muhayyerliklerden birini ihtiva ediyorsa, kullanan taraf “sözleşmeden dönme hakkını” kullanmış olur. Bu takdirde akit yapılmamış gibi işlem görür. Bu arada mal, hizmet ve bedel alınıp verilmiş ise bunların tasfiyesi yapılır.

Cevabın diğer detayları için şu açıklamaları okumanızı tavsiye ederiz:

Fesih

Bazı akitler özellikleri gereği bağlayıcı olmadıkları için, bazıları ise muhayyerlikleri ihtiva ettiği için feshedilebilir vasıftadır. Fesih nazariyesi bakımından önemli olan ve burada bizi ilgilendiren husus ise, borcun ifa edilmemiş olmasından doğan fesih hakkıdır.

İslam hukuku fesih hakkını, birinci gruba giren durumlarda tanımak suretiyle fesih sahasını daraltmıştır. Bunun aksine, borcun ifa edilmemiş olmasına bağlı olarak defi hakkı ile bunun daha geniş ve umumi şekli olan hapis hakkının sahasını geniş tutmuştur. Bu tutumun gerekçesini şöyle ifade etmek mümkündür:

Sağlam olarak doğmuş bir akdin feshedilerek ortadan kaldırılma hakkı, hukuk düzeni açısından önemli ve kritik bir meseledir, dönüşü de yoktur. Buna karşı defi hakkı, akdin ifa edilmemesi sebebiyle karşı ifanın durdurulmasından ibaret olduğu için, çerçevesi geniş tutulmaya daha müsaittir.

Burada fesih nazariyesi bakımından ele alacağımız akitler satım, kira, rehin ve sulh akitleridir. Önce bu akitlerde feshin caiz olduğu durumlar ile caiz olmadığı durumları birbirinden ayıracak, sonra umumi kaidelere varmaya çalışacağız.

1. Feshin Caiz Olmadığı Durumlar

İslam hukukunda, karşılıklı borçlar arasındaki bağlantı anlayışı diğer bazı hukuklarda olandan farklıdır. Bu hukuklarda karşılıklı borç ve taahhüde girmiş taraflardan biri borcunu ifa etmezse, karşı taraf için ifayı durdurma (defi), tazminat talebi ve fesih hakları söz konusudur.

İslam hukukunda ise karşılıklı iki borç arasında böyle bir bağlantı yoktur; borçlar birbirine bağlı değil, müstakildir. Mesela, bir satım akdinde satın alan bedeli, satan malın teslimini borçlanmıştır. Taraflardan biri borcunu ifa etmezse karşı taraf akdi feshedemez, yapacağı şey alacağını istemek, tahsili için hukuki yollara başvurmak ve alıncaya kadar kendi ifasını durdurmaktır. Örneğimizde satıcı, bedeli alıncaya kadar sattığı malı teslim etmeyebilir. Rehin, sulh gibi akitlerde de durum böyledir.

2. Feshin Caiz Olduğu Durumlar

Umumi kaide yukarıdaki gibi olmakla beraber aşağıdaki hâllerde borcun ifa edilmemesi, karşı tarafa fesih hakkı vermektedir:

a) Akdin mevzusunu teşkil eden mal (satılan mal, kiraya verilen dükkan vb.) tamamen veya kısmen yok olduğunda, istifade edilemeyecek derecede bozulduğunda, istifadeyi engelleyen bir durum ortaya çıktığında alıcı ve kiracı için akdi fesih hakkı doğmaktadır.

b) Kira akdinde, satım akdinin aksine kira bedelinin ödenmemesi de akdin feshi için sebep olarak kabul edilmiştir; çünkü kirada bedel karşılığı temlik edilen menfaattir, menfaat akit esnasında yoktur, sonradan istifade ettikçe hasıl olacaktır, bedeli verilmeyince akdi feshetmek, ileride hasıl olacak menfaati teslim etmemek gibi kabul edilmiş, bu bakımdan kira akdi, satım akdinden farklı hükme tâbi olmuştur; zira satım akdinde satılan mal, akit esnasında mevcuttur ve satın alan ona malik olmuştur, bedelin ödenmemesi fesih hakkı doğurmaz.

3. Defi Hakkı

Karşılıklı borçlarda birinin ifa edilmemesi hâlinde diğerinin ifasının da durdurulması manasındaki defi hakkının şartları, neticesi ve mesnedi vardır.

a) Şartları

1. Defi hakkının birinci şartı borçların karşılıklı olması, hukuki tasarrufun karşılıklı birer borç doğurmuş bulunmasıdır. Hapis hakkı ise daha geniş olup, bunda borcun karşılıklı olması şartı aranmaz.

2. Ödenmesi durdurulan ve geciktirilen borç, işin çeşidine ve akdin özelliğine göre karşı borçtan sonra ödenecek bir borç olacaktır. Mesela, peşin satım akdinde borç ödeme önceliği satın alana aittir; önce o bedeli ödeyecek, sonra satan malı teslim edecektir. Buna göre satın alan, malı teslim almadım diye (böyle bir defi hakkı kullanarak) bedeli ödemeyi geciktiremez.

b) Neticesi

Karşı borcun ödenmemesine dayanan defi hakkı ne akdi fesheder ne de borcu ortadan kaldırır; yalnızca karşı borç ödeninceye kadar ödemeyi durdurur, geciktirir. Karşı tarafın borcunu ödemesi yahut defi hakkı kullananın bundan vazgeçmesi hâlinde defi hakkı ortadan kalkar ve bu sebeple geciktirilen borcun derhal ödenmesi gerekli hâle gelir.

c) Mesnedi

İslam hukuku borcun ifa edilmemesini fesih sebebi saymayıp defi sebebi sayarken iki noktaya dayanmıştır:

1. Feshin daha önemli olduğu ve borçları, akdin getirdiği bağları tamamen ortadan kaldırıcı olması; buna karşı defi hakkının yalnızca bir geciktirme sonucu doğurması.

2. Karşılıklı borçlarda taraflardan biri borcunu ödememekte ısrar ederken diğerini ödemeye zorlamanın, adalet ve eşitlik prensiplerine ters düşmesi.

İKALE

1. Kavram ve Şekil

İkale, sağlam olarak doğmuş bulunan bir akdin, tarafların karşılıklı anlaşmaları sonucu bozulması, ortadan kaldırılmasıdır (bk. Mecelle, md. 163).

Fesih ya akdin özelliği ve taşıdığı bazı vasıflardan yahut tarafların elde ettikleri haklardan kaynaklandığı hâlde ikale doğrudan doğruya tarafların akitten sonra anlaşmalarına dayanmaktadır.

İkale de akit gibi icap ve kabul ile doğar. İcap ve kabulde kullanılan ifadelerin ikale iradesine delalet etmesi gereklidir.

2. Şartları

İkalenin muteber olabilmesi için bazı şartları taşıması gerekir:

a) Tarafların serbest iradelerini açıklayarak ikaleye razı olmaları gerekir.

b) İcap ve kabulün meclisi aynı olmalıdır.

c) Sarf (bir cins paranın diğeri ile değişilmesi) akdinden rücu ediliyorsa, bedellerin aynı mecliste iadesi gerekir.

d) İkale yapıldığı sırada akit konusu belli mal ise aynen mevcut olmalıdır. Mesela, satım akdinde satılan malın tüketilmiş veya zayi olmuş bulunması ikaleye mânidir; bedelin tüketilmiş olması ikaleyi engellemez; çünkü bedel (semen) muayyen değildir, misli ile karşılanır.

3. İkalenin Hukuki Sonucu

İkalenin fesih mi, yoksa yeni bir akit ve anlaşma mı olduğu konusuna bağlı olarak doğurduğu hukuki neticeler de farklıdır.

Ebu Hanife’ye göre ikale, taraflar bakımından fesih, üçüncü şahıslar bakımından yeni bir akit sayılır. Taraflar ve üçüncü şahıslar bakımından ikaleyi fesih yahut yeni bir akit sayan ictihadlar da vardır.

İkale fesih gibi neticeler doğurması ile yeni bir akit gibi neticeler getirmesi arasında teslim, şüf’a hakkı, akit mevzusu üzerinde tasarruf gibi hususlarda önemli farklar vardır. Mesela, bir taşınmaz malın satımından rücu ediliyorsa, bunu fesih saydığımız zaman, vaktiyle kullanılmamış bulunan şüf’a hakkı ikale sebebiyle kullanılır hâle gelmez; ikaleyi yeni bir akit sayarsak şüf’a hakkı da avdet eder. (md. 190 -196)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 53
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun