Takva, Allah korkusu mu?

Tarih: 26.10.2025 - 08:49 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Takva, vikaye mastarından türetilmiş ve lügatte korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, korkmak, çekinmek anlamlarına gelen bir kelimedir (Uludağ, 2025).

Hakikat ehli takvayı, Allah’a itaat ile O’nun azabından sakınmak olarak tarif ederler. Bu anlamda, ilahî emirlere riayet ve yasaklarından kaçınmakla nefsi azaba müstahak duruma getirmekten korunmaktır. Nefsin hazlarını terk etmesi, yasaklardan kaçınması ve Allah’ın haricinde hiçbir kimseden bir hayır ummaması da takva olarak nitelendirilir (Cürcânî, 2003).

Cahiliye şiirinde ittika, bugünkü dinî karşılığından uzak ve maddî tehlikelerden korunmak anlamında kullanılmıştır. Yani kişiyle korktuğu şey arasında, onu korktuğu şeyden koruyacak bir koruyucu yerleştirmesidir. Mesela, deve ayağını taşlı zeminin incitmesinden (maddi tehlike) toynağı vasıtasıyla korunur (ittika).

Ancak Vahiyle birlikte ittika kavramındaki korunma, fiziksel bir tehlikeden değil, eskatolojik (uhrevî) bir tehlikeden korunmak anlamında kullanılmaya başlamıştır. İttikâ fiili, ikâb’dan (ilahî cezadan) korkan kişinin onunla kendi arasında koruyucu olarak ibadetlerini koymasını ihsas eder. “O ateşten ‘sakının’ ki yakıtı insanlar ve taşlardır...” (Bakara, 2/24) gibi ayetlerde bu manaya işaret vardır. Daha sonra kavram, “saf ve basit dindarlık” anlamında kullanılagelmiştir (Izutsu, 2019).

Izutsu, Cahiliye şiiri ile Kuran’daki vikaye kökünden gelen kelimelerin kullanım alanlarını inceleyerek bu çıkarımlarını yapmıştır. Kısaca, Cahiliyede ittika, fiziksel bir tehlikeden korunmayı ifade ediyorken Kuran, kavrama uhrevî bir boyut katmış ve manevî tehlikelerden korunmak manasını yüklemiştir. Mesela gazab-ı ilahîden korunmak isteyen kişinin kendisiyle ateş arasına ibadetlerini koyması takvadır.

Bediüzzaman, Kuran’ın takvayı üç mertebesiyle zikrettiğini; bunların ilkinin şirki terk, ikincisinin maasiyi (günahları) terk ve üçüncüsünün mâsivaullahı (Allah’ın dışındaki her şeyi) terk etmek olduğunu kaydeder (Nursî, 1990). “Umulur ki korunmuş olursunuz.” (Bakara, 2/21) ayetinin tefsiri bağlamında takvanın, “şirkten takva, kebairden takva, mâsivaullahtan kalbini korumada takva, ikâbdan çekinmekle takva ve gazaptan korunmakla takva” şeklinde beş mertebeyi tazammun ettiğini ifade eder (Nursî, 1990).

Hz. Ömer, Ubey b. Kab’a takvanın ne olduğunu sormuş. O da Hz. Ömer’e, hiç dikenli bir yolda yürüyüp yürümediğini sormuş. Hz. Ömer, “evet” deyince, nasıl yürüdüğünü anlatmasını istemiş. O da elbisesinin eteklerini toplayıp dikkatle yürüdüğünü söylemiş. Bunun üzerine Ubey b. Kab “İşte takvâ budur!” demiş (İbn Kesir, 1998).

Burada metaforik olarak takvanın, insanın davranışlarında her an uyanık ve bilinçli hareket etmesi gerektiği anlatılmaktadır. Yani insanın tüm davranışında, bütün hal ve hareketlerinde günahlara karşı tam bir teyakkuz halinde olması gerektiği vurgulanmıştır.

Muhammed Esed, klasik tefsirlerde olduğu gibi takva yerine “Allah korkusu” kavramının kullanılmasını olumlu bulmaz; anlamın daraldığını düşünür. Çünkü ona göre takva, kişinin yaptığı veya yapmaktan kaçındığı her amelinde O’nu aklında tutması, en kapsamlı şekliyle Allah bilincini (God-consciousness) ifade etmektedir (Asad, 2014).

Esed’e göre takva, Allah’ın her an hazır ve nazır olduğunun farkında olma, bilinçli bir şekilde O’na yönelme ve O’nun huzurunda yaşama halidir. Bu bir zihinsel farkındalık ve ahlakî duyarlılıktır. (Urdang, 1997).

Takva, menhiyattan ve günahlardan çekinmektir. Korunma hususunda aşırı hassas davranmak ve hayatının her safhasında Habîr, Rakîb ve Basîr bir zatın huzurunda olduğunun bilincinde yaşamaktır.

Cibril hadisinde, “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir…” (Buhârî, İman 1) şeklinde tarif edilen tam bir teyakkuz, farkındalık ve huşu halidir.

Müttaki, şirkten kaçınmak ve günahlara düşmemek hususunda daima uyanık (hûşyâr) olurken aynı zamanda nefis ve şeytanın hilelerine karşı daima teyakkuzdadır. Korkusu, O’ndan değil, O’nun sevgisini kaybetmektendir. Kalbini mâsivadan temizleyerek kalbine yalnız O’nun muhabbetini yerleştirmek muttakinin öz misyonudur.

Dolayısıyla takva ehli, her an O’nun huzurunda (ihsan makamı) olduğunun idrakiyle yaşar ve “hakkıyla muttaki olun!” (Âl-i İmran, 3/102) emrinin gereğini yerine getirme gayretini devamlı canlı tutar.

KAYNAKÇA
Asad, M., The Message of the Qur’an, s. 3, İşaret Yayınları, 2014, İstanbul.
Cürcânî, S. Ş., et-Ta’rifât, Daru’l-Kütübü’l-İlmiye, s. 69, 2003, Beyrut.
Izutsu, T., Kur’an’da Tanrı ve İnsan (Çev. M. K. Atalar), s. 344-352, Pınar Yayınları, 2019, İstanbul.
İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, c. I, s. 85, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1998, Beyrut.
Nursî, S., İşârat’ül-İ’caz, s. 43, 111, Sözler Yayınevi, 1990, İstanbul.
Uludağ, S., Takva, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 39, s. 484-486, 2010, İstanbul.
Urdang, L., The Oxford Thesaurus, s. 70, Oxford University Press, 1997, Oxford.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun