Şura suresi 49-50. ayetlerinde geçen, Allah'ın dilediğine evlat vermesi veya vermemesi konusunu nasıl anlamalıyız; bu ayetleri izah eder misiniz?

Tarih: 31.01.2007 - 12:30 | Güncelleme:

Soru Detayı
"Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah'ındır. O dilediğini yaratır. Dilediğine kız evlat, dilediğine erkek evlat verir, yahut kızlı oğlanlı olarak her iki cinsten karma yapar. Dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi mükemmel bilir, dilediği her şeye kadirdir." (Şura, 42/49-50) ayetlerini nasıl anlamalıyız?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

"Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır. O dilediğini yaratır. Dilediğine kız evlat, dilediğine erkek evlat verir, yahut kızlı oğlanlı olarak her iki cinsten karma yapar. Dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi mükemmel bilir, dilediği her şeye kadirdir." (Şura, 42/49-50)

Cenâb-ı Hakk'ın öncesiz ve sonsuz olan ilmi ve kudreti, dünyaya ge­lecek insanların ve diğer hayvanların sayısını belirleyip belli bir sınırda tu­tarken, onların erkek ve dişi nisbetini de belirlemiş; rızık ve ecellerini prog­ramlamıştır. Ancak O'nun bu belirleme ve tesbitinin bir kısmı, insanların dünyada bulunacakları ortam ve şartlara göre, kendi cüz'i iradeleriyle ha­yatlarını değerlendirmeleri dikkate alınarak yazılıp programlanmıştır.

Şüphesiz yer yer belirttiğimiz gibi, bu genel anlamda bir kıstas değil­dir. Bazı hususlarda ortam ve şartların ve cüz'i irâdenin hiçbir tesiri yoktur ve düşünülemez de; onlar bütünüyle ilâhî takdîre bağlı olarak düzen­lenip programlanmıştır. İnsanın dünyaya getirilmesi ve bunun tarihi; var­lığın işleyişi, gelişmesi ve canlıların düzenli yayılması; belli orana göre türlere ayrılması ve türden türe geçişin olmaması hep ezelî takdîre bağlı olaylardır. İnsan irâdesinin bu ve benzeri konular üzerinde rolü yoktur.

Konuyu biraz daha anlaşılır düzeye getirmemiz için bir iki misâl daha vermemizde yarar vardır. Şöyle ki:

Kadının erkek veya kız çocuğu doğur­ması, irâdesinin dışında bütünüyle biyolojik bir olaydır ki ezelî programa bağlıdır. Savaşlarda kadın-erkek dengesinin sayısal olarak bozulması, bu iki cins arasındaki dengeyi bozmaktadır. Meselâ Birinci Cihan Harbi'nde birçok ülkelerde bu dengesizlik çok açık şekilde ortaya çıkmış oldu. O ka­dar ki, bazı yerlerde bir erkeğe karşılık yirmi kadın bulunuyordu. Ne var ki, ilâhî denge kanunu hükmünü yürütmeye başladı ve çeyrek asır geçmeden denge kendiliğinden sağlanmış oldu. İşte bu olayda da, yani bozulan den­genin sağlanmasında insan irâdesinin pek rolü yoktur.

Gerek denizde, gerekse karada yaşayan canlıların çoğunun birbirleri­ni yiyerek hayatlarını devam ettirmeleri de sözünü ettiğimiz ilâhî denge ka­nununun ayrı bir tezahürüdür. İnsanların bilgisizce el uzatması yer yer ve zaman zaman bu dengeyi bozmaktadır.

49. âyette, «Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır...» cümlesi ile her şeyde, plânlı ve programlı şekilde yegâne tasarrufun Allah'a ait bulunduğu açık­lanmakta ve insan irâdesinin dar bir alanda rolü bulunduğuna işarette bu­lunulmaktadır.

Cenâb-ı Hak, ilgili âyetle, denge ve düzenleme kanunu hakkında ana fikir, temel bilgi verdikten sonra, konuyu iki sıfatına bağlamak suretiyle düşünce ufkumuzu genişletiyor: Alîm ve Kadîr. Birinci sıfatla, bütün bu dü­zenleme ve dengelemenin; plânlama ve programlamanın ilâhî ilimle be­lirlendiği; ikinci sıfatla, her şeyin O'nun sınırsız kudretiyle vücut bulup var­lık alanına getirildiği vurgulanıyor...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun