Sean Carroll’un Hassas Ayar Argümanı üzerinden Teizm’e olan eleştirilerine nasıl yanıt verilebilir?

Tarih: 22.08.2021 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- “Hassas ayar” sorununun var olduğuna hiç de ikna olmuş değilim. Çünkü herhangi bir kanıt yok. Şu bir gerçek ki doğanın parametrelerini değiştirirseniz yerelde gözlemlediğimiz şartlar büyük oranda değişir. Bunu elbette kabul ederim. Ama “parametreler değiştiğinde hayatın var olamayacağı” argümanını kabul edemem. Biri bana yaşam için gerekli olan koşulları söylerse, elbette kabul etmeye başlarım. Ama maalesef evrenin koşulları çok farklı olsaydı yaşamın var olup olmayacağını bilemiyoruz. Çünkü sadece gözümüzün önündeki evreni görüyoruz.
- Tanrı herhangi bir şeye hassas ayar verme ihtiyacı duymayacaktır. Elektronun kütlesi, yerçekimi kuvveti gibi fiziğin ve kozmolojinin parametreleri hakkında konuşuyoruz. Ve sonra diyoruz ki “Bunlar belli değerler olmasaydı, o zaman yaşam var olmazdı”. Bu, tanrıyı gerçekten küçümsüyor ki bence teistlerden gelebilecek şaşırtıcı bir düşünce. Teizmde hayat bütünüyle fiziksel değildir. Natüralizmin tersine, sadece atom yığınlarının bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir şey değildir. Bence, atomlar ne yapıyor olursa olsun, tanrı yine de yaşamı yaratabilmelidir. Tanrı elektronun kütlesini umursamaz, canı ne isterse onu yapar.
- Gerçekten de içinde yaşamın var olması için evrenin fiziksel parametrelerinin belli değerler alması gerektiğini söyleyebileceğiniz tek çerçeve natüralizmdir.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Sean Caroll, şimdiki hesaplamalarda 13 milyar ışık yılı süresince meydana gelen sayısız fiziksel nicelik ve nitelik değişimlerinin bizim bilinçli hayatımızı netice verecek bir yolu takip etmesini küçümsememelidir.

Bu hususlarda mevcut verilere göre Big Bang’in yayılım hızı olduğundan minimum değerde fazla ya da az olsaydı, karbon temelli bilinçli yaşam gerçekleşmezdi. Zira gözlemlenebilir evrenin isotopi oranı % 0.1 inceliğindedir. Bu oranda 13 milyar yıl boyunca küçücük bir değişiklik olması sıcaklığın fazla olmasına bu durumda yıldızların yanmasına neden olacaktı.

Yine mevcut kütlesel homojenliğin herhangi bir dönemde küçük bir fazlalığa sahip olması geri dönüşü başlatarak, galaksilerin oluşmasına engel olacak ve hepsini karadelik içine sıkıştıracaktı.

Öte yandan parçacık ve karşı parçalar 13 milyar ışık yılı boyunca birbirlerini tamamen yok edecek bir dengede kalmayarak, hassas bir dengede evren için gerekli madde artışını sağlamışlardır.

Evren ilk dakikalarda tam eşit sayıda parçacık ve karşı parçacıktan oluşsaydı; sıcaklık bir milyar kelvin derecenin altına düştüğünde bunların hepsi yok olacaktı.

“Çekimsel Güçler” evrenin yayılımını ne çok hızlı ne de çok yavaş bir hale getirecek oranlarda güçlü veya zayıf değildir. Tersi olsaydı evren erken dönemde çökerdi. Düşük olsaydı da tüm hidrojeni tahrip ederdi. Bu ise su ve sabit yıldızların olmaması anlamına gelecektir.

Atom altı dünyadaki “Zayıf Etkileşim” gücünde “Güçlü Etkileşim” gücüne nispetle hafif bir azlık olmalıdır ki çekirdek uzaya fırlatılabilsin. Tersine “Güçlü Etkileşim”de meydana gelecek bir fazlalık, tüm hidrojen dönüşümünü bozacak ve çekirdek sınırsız şekilde büyüyerek, tüm hidrojeni helyuma dönüştürecektir... Bu ise ne su ne de uzun ömürlü yıldızların olamayacağı anlamına gelir.

Yine eğer 13 milyar yıl boyunca proton ve elektronun birleşik kütlesi nötronun kütlesinden biraz daha fazla olsaydı, Güneş şimdiye kadar çökmüş olacaktı. Nötronların çok az bir şekilde değişseydi bile, nötronların evrende fazlaca bulunmalarından ötürü ilave gravitasyonal kütle zıt bir yönelim meydana getirecekti.

Bu ve benzeri bilimsel sonuçlar fazlasıyla mevcuttur.

Bunları denemeden böyle olduğunu anlayamayız düşüncesini burada uyguluyorsak her yerde uygulamamız gerekir, bu da örneğin evrim süreçlerini gözümüzle görmedikçe kabul edemeyeceğimiz ya da Big Bang’i görmedikçe olgusallığının gerçekleştiğini kabul edemeyeceğimiz veya ışık hızı gibi fiziksel sabiteleri diğer galaksilerde ölçemediğimiz için, sabitliklerini kabul edemeyeceğimiz anlamına gelir.

O halde Sean gibi düşünenlerin bir gün evrenin yaratılışının tanıklığına ulaşmalarını umarız.

Bu bilimsel düşüncelerin ilahi kudreti sınırladığını düşünmek, akıl yürütmeye gülünç bir sınır koymaktır. Zira kudret sıfatının yanında ilim sıfatı, ilim sıfatının yanında hikmet sıfatı vardır ve eylem sahibinin yaptığı işin ancak gereğince kudretini kullanması ilahi bir sıfattır.

Anlaşılması gereken basit unsur kendi varlığımızın bizim tüm bilimsel veri ve değerlendirmelerimize zorunlu olarak el koymuş olmasıdır.

Biyolojik temelli hayat için ölçümleri hassas ayar olarak niteleyen bilim insanları, bunu teizmi doğrulamak için yapmamışlardır; onlar sadece verileri değerlendirerek bu tanımlamayı yaptılar. Dolayısıyla imana davet etmiyorlar.

Teistler de gayet tabi olarak bundan yararlanıyorlar. Evrenin yaratılmasında hassas ayarı bile kabul etmeyip tepeden inme bir yaratılmışlığı makul bir seçenek gibi değerlendirmeleri Sean gibilerin uluhiyet konusunda oldukça sığ bir düşünce zeminine sahip olduklarını göstermektedir.

Sonuçta Allah Teala'nın Halık isminin tecellisi ile sayısız biyolojik olmayan hayattar âlemler mevcuttur ve hayatın biyolojik çeşit ile sınırlı olamayacağı da bedihidir. Ancak hangi varlık alemi ölçmeye kalkarsa sonuçta kendi varlığı için hassas bir ayarda bulacaktır.

İşte bu iç içe hayattar dünyalar da apaçık bir kanıt olarak iman etmek isteyen akılların önündedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun