Kuran’a benzer kitap yazılabilir mi?

Tarih: 20.12.2020 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kuran'ı insan yazmış olabilir mi?
- Tanrının duyguları mı var?​
- Neden tanrı gibi büyük ve güçlü bir varlığın sevgi, lanet, vb. gibi insansı duyguları var?
- Neden peygamberin özel hayatına bunları sana helal kıldık gibi ayetler var, bu peygamberin kendi çıkarı için yazmış olduğu bir kitap olabilir mi?
- Kendi yazmasa bile baskılanan kısım tarafından ahlakı korumak için yazılmış diğer dinlerin biraz daha düşünülerek kopyası oluşturulmuş olabilir mi sonuçta 23 yıl sürdü?
- Varaka bin Nevfel’in ölümünden sonra vahyin durması, bu işe Varaka bin Nevfel’in başladığı anlamına gelir mi?
- Sonuçta kendisi diğer dinlerin kitaplarını çevirmişti ve zaten Kuran’da diğer dinlerde de olmayan çok bilgi yok mesela Sümerlilerde yerin gökten ayrılması var ve bu Kuran'a aynı şekilde geçmiştir
- Neden direkt olarak semaları noktadan meydana getirdik gibi bilgi yoktur?
- Kuran o zamanın bilmediği çok şey söylememiştir?
- Diğer dinlerin kutsal kitabının olması Kuran'ın benzerini yapamazsınız tezini çürütmez mi?
- Sorunun içinde soru oldu tek tek cevaplarsanız çok sevinirim imanım çok ciddi sarsıldı.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Nasıl ki, bir naylon çiçekle gerçek çiçeğin veya çamurdan yapılan bir insan heykeli ile canlı bir insan arasında şeklen benzerlik olması, ikisinin de aynı olduğu anlamına gelmez.

Allah kelamı ile insanların sözleri de aynen bunun gibidir.

Bir insan yapıp benzerini getirmek nasıl mümkün değilse, Kur'an’ın da bir benzerini yapmak öyle mümkün değildir.

Demek ki, Kur'an Arapça olmakla birlikte Allah’ın kelamıdır; aynı topraktan insanlar çanak ve çömlek yaparlarken, Allah ise insan ve hayvan yaratır...

Bu kısa bilgiden sonra soruda geçen konulara gelince:

Allah’ın, insanı kendi isim ve sıfatlarından bazı tecellilerine mazhar kılması, örneğin insana görme, işitme, sevme, nefret etme gibi duyu ve duyguları vermesi, bu sıfatlarını onlara tanıtma ve anlama noktasında çok hikmetli bir husustur.

Şu halde, insanın bu gibi ilahi vasıfların tecellilerini içinde barındırması, -haşa- Allah’ın insan yahut insanın Allah olduğunu ya da Kur'an’ın insan sözü olduğunu göstermez. Bilakis, bu husus insanın kendi sınırlı sıfatlarıyla Allah’ın sınırsız isim ve sıfatlarını tanıması içindir.

- Kaldı ki, Kur'an ilk günden itibaren Allah’ın sözü olduğunu ispat etmek için herkese meydan okumuştur.  “...Bir tek surenin bir benzerini ortaya koymakla, Kur’an’ın insan sözü olduğunu ispat edebilirsiniz. Fakat bunu asla yapamazsınız...” (bk. Bakara, 2/23)  şeklindeki meydan okuma kıyamete kadar geçerlidir ve şu anda da geçerlidir. Yaklaşık on beş asırdan beri bu meydan okumaya karşı İslam’ın en büyük düşmanlarının böyle bir şey yapmamaları, bunu yapamadıklarının göstergesidir.

- Hz. Peygamberin (asm) mütevazı ve maddi imkanlara önem vermediğini gösteren fakirane hayatı, onun “kendi çıkarı için” böyle bir şey yaptığına dair her türlü vehim ve vesveseyi ortadan kaldıracak niteliktedir.

Daha işin başında iken, kendisine teklif edilen “Mekke’nin reisi ve onların en zengini olacağına, istediği en güzel soylu kadınlarla evlenebileceğine” dair önerileri düşünmeden elinin tersiyle iten ve “bir elime güneşi öbür elime ayı verseniz bu davadan vazgeçmem. Ya onu başarıyla sonuçlandırırım yahut da bu uğurda ölürüm” manasına gelen tarihi sözleri tefsir, hadis, siyer ve tarih kaynaklarında çok açık olarak vurgulanmıştır.

- Önce şu gerçeği bilmekte fayda vardır: “Delilsiz bir ihtimalin mantık açısından hiçbir değeri yoktur.” 

“Kur'an’ın eski kitapların kopyası” olma ihtimali de bu tür bir vehimdir. Burada imkan-ı zatî ile imkân-ı akli birbirine karıştırılıyor. 

Yani, gerçekte imkansız olan birçok şey “imkân-ı zati” cihetiyle vaki olmuş gibi tasavvur edilebilir ve bu tasavvur sadece bir vehimden ibarettir. Mesela; Kara Denizin -imkanı zati cihetiyle- şu anda bir şeker havzası olma ihtimali vardır. Fakat bu ihtimal herhangi bir emareden, bir delilden kaynaklanmadığı için bir hayalden öteye geçemez. Aynen bunun gibi, Kur'an’ın eski kitaplardan kopya olma ihtimalinin hiçbir delili yoktur. Yalnız vesvese kaynaklı bir hayal mahsulüdür. Samimi olarak imanını kuvvetlendirmek ve muhafaza etmek isteyen kimsenin -konuyla ilgili- sitemize ve Risale-i Nur külliyatına bakmasını içtenlikle tavsiye ederiz. Burada yazdıklarımız bildiklerimizin binde bir bile değildir. 

- Vahyin 23 yıl sürmesi kopyalama için de uzun bir süreçtir. Eğer gerçekten kopyalama olsaydı, “kopyala -yapıştır” çalışması, en fazla bir ay sürerdi. 

“Bir de o kafirler dediler ki: 'Bu Kur'an ona toptan, bir defada indirilmeli değil miydi?' Halbuki biz vahiyle senin kalbini pekiştirmek için böyle ara ara indirdik ve onu parça parça okuduk.” (Furkan, 25/32)

mealindeki ayette Kur'an’ın 23 yıllık bir süreçte parça parça indirilmesi, Hz. Peygamber (asm)'in kalbinin pekiştirilmesine yönelik olduğu vurgulanmıştır. Bu hikmeti şöyle açıklamak mümkündür:

a) Herhangi bir konuyu açıklamak üzere inen yeni vahyin karşısında Hz. Muhammed (asm)’in kalbi sevinçle doluyordu. Rabbi olan Allah’ın kendisine inayet etmekte, yardım etmekte, en sıkıntılı hallerinde imdadına koşmakta olduğunu bir kere daha derinden hissediyordu.

b.  Kur'an’ın ara ara inmesi, Kur'an’ın metninin ezberlenmesi yanında ahkamlarının tatbikini de kolaylaştırıyordu. Bununla Resulullah (asm)’ın gönlü de yatışıyordu.

c.  Gelen her vahyin içerisinde genellikle Kur'an’ın icazını gösteren hususlar da yer alıyordu. Bunlardan bazıları açık meydan okuma şeklinde, bazıları da Hz. Muhammed (asm)'in kolaylıkla anlayacağı düzeydeydi. Kur'an’ın ilahî kimliğini vurgulayan her vahyin gelmesi, onun kalbine ayrı bir kuvvet, ayrı bir şevk, ayrı bir enerji veriyordu.

d.  Diğer yandan farklı zamanlarda gelen her vahyin, değişik inkarcıların farklı yanlışlarını ortaya koyması, dayandıkları delillerini çürütmesi, hak ile batılı birbirinden ayıracak açıklamalar getirmesi de Hz. Muhammed (asm)’in gönlüne su serpiyordu.

e.  Keza, Hz. Muhammed (asm), farklı zamanlarda farklı sıkıntılarla karşılaşıyordu. Her defasında bu sıkıntılarını giderecek taze bir vahyin gelmesi kalbine teselli veriyordu. Peygamberlerin kurtuluşları, inkârcıların kötü akıbetlerini haber veren vahyin parçaları bu manada anlamak gerekir. (bk. Zerkanî Menahilu’l-İrfan, 1/54-61)

f.  Keza, vahyin parçalar halinde tedricen inmesinin bir hikmeti de ümmetin ilk safını teşkil eden sahabilerin gelen vahyin metnini kolayca ezberlemeleri, onun manasına vukufiyet peyda etmeleri, eski yanlış akidelerinden vazgeçip yeni öğretilen sağlam akideyi özümsemeleri, cahiliye ahlakından sıyrılıp, İslamî ahlakla süslenmeleridir. Çünkü, bunların hepsi de belli bir zamana ihtiyaç duymaktadır. 

g. Yine, değişik suallere cevap vermek, meydana gelen sorunlara çareler getirmek gibi insanların farklı zamanlarda ihtiyaç duydukları meselelerine çözüm getirmek gibi hususlar da vahyin farklı zamanlarda ara ara inmesini gerekli kılan hikmetlerden bazılarıdır.

Ayrıca, Kur’an-ı Hakîm yirmi üç yılda nazil olmasına rağmen, bir defada nazil olmuş gibi bir insicam, bir cezalet, bir belagat, bir ahenk göstermesi de mucizeliğin bir yansıması olarak ortaya çıkmış bir başka hikmettir. (bk. Zerkani, a.y)

Bu husus tek başına Kur'an’ın eski kitapların bir kopyası olmadığının göstergesidir.

- Varak b. Nevfel’in ölümünden sonra vahyin kesildiğine dair hiçbir sağlam bilginin kırıntısı bile yoktur. Bilakis, kaynakların verdiği bilgi şudur:

Nevfel demiş ki, “Sen yeğenim ahir zamanda gelen Son Peygambersin. Sana vahiy getiren melek Hz. Musa’ya vahiy getiren meleğin ta kendisidir. Keşke kavmin seni Mekke’den çıkaracakları zaman ben de hayatta olsaydım, sana yardım etseydim…”

Bu ifadeleri bütün hadis, tefsir, siyer ve tarih kaynaklarında özenle vurgulandığı halde, bunu nazara almayıp, aslı astarı olmayan bir iftiraya kanmanın aklen izah edilecek hiçbir tarafı yoktur.

Bununla beraber, Hz. Muhammed (asm)'in Kur'an’ın emirleri doğrultusunda gerçekleştirdiği inkılaplar için 23 yıl gerçekten çok az bir zamandır.

Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi:

"Haydi, yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar! O zatın o zamana nispeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?" (bk. Sözler, On Dokuzuncu Söz)

İşte, hodri meydan!

- “semaları noktadan meydana getirmek...” ne demektir? Bu sorunun anlaşılmaması bir yana, yine de yaklaşık bir şey söylemek için deriz ki: Kur'an’da evrenin yaratılışı ile ilgili birçok hakikate işaret edilmiştir. Bir-iki ayetin meali şöyledir:

“Sonra iradesi bir duman (gaz) halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle buyurdu: 'İsteyerek de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin!' onlar da: 'Gönüllü olarak geldik.' dediler.” (Fussilet, 41/11)

mealindeki ayette, göğün ilk kozmik çorba halindeki gazların, nebülözlerin durumuna işaret edilmiştir.

“O inkarcılar görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık? Hâlâ inanmıyorlar mı?" (Enbiya, 21/30)

mealindeki ayette bugünkü bilimsel verilerde yerini almış iki gerçeğe dikkat çekilmiştir: Bigbang teorisi ve canlıların sudan yaratıldığı gerçeği..

- “Kur'an o zamanın bilmediği çok şey söylememiştir...” denilerek, Kur'an’a şüphe kondurulmak isteniyor. Oysa bu metot tam bir mucizedir. Bu hususu asrın söz sahibi Bediüzzamandan dinleyelim. Lütfen anlamaya çalışalım:

“Sual: Ulvî ve süflî ecramın mahiyetleri, şekilleri, hareketleri hakkında fennin verdiği beyanat gibi beyan lâzım iken, mübhem bırakılmıştır?"

"Cevap: Bu gibi meselelerde ibham daha mühimdir. Ve icmal daha cemil ve güzeldir. Çünkü Kur'an, istitradî ve tebaî olarak Cenab-ı Hakk'ın zâtına, sıfâtına istidlal için kâinattan bahsediyor. İstidlalin birinci şartı, delilin neticeden daha zahir ve malûm olması lâzımdır. Eğer fencilerin iştihası gibi 'Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah'ın azametini anlayınız.' demiş olsaydı, delil müddeadan daha hafî (gizli, kapalı) olurdu. Ve insanların ekserisi, ekser zamanlarda (bu konuları) fehmedemediklerinden (anlayamadıklarından) inkara zehab ederlerdi. Halbuki, irşad ve hidayet zamanlarında cumhurun derece-i fehimleri nazara alınarak ona göre söz söylemek îcabeder. Maahaza ekseriyete yapılan müraattan, ekalliyette kalanın mahrumiyeti neş'et etmez. Çünkü onlar da istifade ediyorlar. Amma mes'ele makuse olursa, ekseriyet mahrum kalır, istifade edemez. Çünkü fehimleri kasırdır.” (Mesnevi-i Nuriye, On Dördüncü Reşha, s.232-233)

Tevhid amaçtır, tevhide getirilen deliller ise araçtır. Amaç hiçbir zaman değişmez, ama araçlar bazı dönemlerin gereklerine uygun bir şekilde değişebilir. Buna "halin gereğine uygun hareket etmek" anlamında "belagat" denir. Yani muhatabın haline uygun konuşmak ve onun idrak edebileceği şeyleri vermek gerekiyor.

İnsanların çoğu avam olduğu için, gayeyi ispat adına getirilen delillerin avamın anlayacağı basitlik ve sadelik içinde olması gerekir. Yoksa gaye zahir iken, gayeyi ispat etmek için getirilen deliller hafi ve karmaşık olursa, faydadan çok zarar vermiş oluruz. Kur'an’ın metodu; delillerin herkesin anlayacağı kadar zahir ve basit olması yolunu takip ediyor. Yani tevhide getirilen deliller zahir ve açık olmalıdır, bilimsel olması gerekmez.

Mesela, kainatta intizamın ispat edilmesi için ille de nötron ve protondan bahsetmek gerekmiyor. Güneş'in her gün aynı şekilde doğması, yıldızların yerli yerinde olmaları ve çiçeklerin o güzel yüzleri intizama işaret ediyor.

Demek ki, tevhidi ispat etmek için getirilen delil, tevhidden ziyade izaha muhtaç olmamalıdır. Delil açık, basit ve sade olursa, herkes istifade eder. Delil kapalı ve bilimsel olursa, sadece bilim insanları o delilden faydalanır, ekser avam insanlar ondan faydalanamaz. Burada önemli olan delilin kendisi değil, delilin ispat ettiği netice ve insanların bunu anlamasıdır. Her şeyi sadece bilimselliğe dökmek bundan başka delil olmaz demek de cehaletin başka bir yüzüdür.

Kur'an’ın üslubuna bakıldığı zaman, herkesin anlayacağı sade ve zahir delilleri gösterir. İnce ve anlaşılması zor delillere ise karine, yani ip uçları ile işaret eder. Yani çoğunluğu oluşturan muhatap kitlesinin zihni seviyesine, yani avama göre hitap ediyor. Çoğunluğun dışında, azınlık olan ehli ilme ise, karine ile hitap ediyor. Biz de bu metodu takip etmeliyiz. Bütün eğitim sistemlerinde eğitim ve öğretim teknikleri çoğunluğun durumuna göre ayarlanır, azınlıklar ise ek tedbir ile idare edilir.

- Diğer dinleri kitaplarının varlığı hiçbir zaman Kur'an’a benzer bir rakip olarak algılanamaz. Çünkü onlar ne ifade tarzında ne belagat ve fesahatte ne gaybi haberlerde, ne ilmin tasdik ettiği konularda ne kozmolojik beyanda ne sosyolojik ahkamda ne bedi ve maani alanında Kur'an’la kıyas edilmez. Bu kitapları ve Kur’an-ı Kerimi yakından tanıyan ve okuyan kimseler olarak, bu ilmi kanaatimizi bildirmiş oluyoruz. Allah cümlemize hidayet versin, amin...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+

Yorumlar

peaceforworld

Değerli cevaplarınız için çok teşekkür ederim. Birkaç ay süren sorgulama aşamamda doğru yolu bulmamda çok katkınız oldu, Allah sizden razı olsun. (semaları noktadan meydana getirmek derken kastettiğim direkt olarak big bange vurgu yapmasıydı)

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun