Araf suresi 173. ayet İslam’dan haberi olmayanın sorumlu olacağını mı gösterir?
- Bu ayetle ilgili bir sorum var:
“Yahut, önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin, demeye kalkışmayasınız." (Araf, 172-173)
- Bu ayet ehli necat olayına ters değil mi?
- Yani haberi olmayanların sorumlu tutulmayacağını biliyordum, ama bu ayette sorumlu tutulacaklar gibi yazıyor cevaplar mısınız?
Değerli kardeşimiz,
İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:
“Rabbin Âdemoğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: 'Ben sizin rabbiniz değil miyim?' 'Elbette öyle!' dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, 'Bizim bundan haberimiz yoktu.' demeyesiniz yahut, 'Önce atalarımız Allah'a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi yanlışı türetenlerin yaptıkları yüzünden bizi helak mi edeceksin?!.' demeye kalkışmayasınız.” (Araf, 7/172, 173)
İslam akidesine göre insanoğlunun bütün sorumluluklarının başında Allah'ın varlık ve birliğini kabul etme ve yalnız O'nu Tanrı olarak tanıyıp kulluk etme görevi gelmektedir.
Fakat insanlar, sorumlulukları hakkında gerektiği biçimde bilgi sahibi kılınmazlar yahut böyle bir bilgiye ulaşma yeteneği ile donanmış olmazlarsa, bu durumu bir mazeret veya bahane olarak ileri sürmekte haklı olurlar. Bu sebeple söz konusu büyük sorumluluğun adil bir temele dayanması için insanların bu hususta yeterli donanıma sahip kılınmaları gerekmiştir.
Bu iki ayette insanların Allah tarafından böyle bir bilgi veya yetenekle donatıldığı haber verilmekte ve bunun gerekçesi açıklanmaktadır.
Tefsirlerde bu ayetlere başlıca iki farklı anlam verilmiştir:
a) Eski tefsirlerde geniş yer tutan rivayetlere göre Allah Teâlâ dünyayı yaratmadan önce dünyaya gelecek olan bütün insanların ruhlarını -sonraları ayetin lafzından hareketle "rûz-i elest, bezm-i elest" şeklinde terimleşen- ruhlar âleminde bir araya getirerek onları kendi varlığına tanık kılmış; kendisinin onların rabbi olduğunu yine onlara onaylatmış; bu gerçeği tasdik ettikleri yönünde onlardan söz almış ve böylece kendisi ile dünyaya gelecek bütün kulları arasında bir tür sözleşme akdetmiştir.
Ayrıca bu sözleşme yahut taahhüde onların bizzat kendilerini şahit tutmuş veya bir kısmını diğerleri hakkında tanık göstermiş ya da -bir başka yoruma göre- bizzat kendisinin ve meleklerin bu sözleşmeye şahit olduklarını onlara bildirmiştir.
Böylece insanların, "Bizim böyle bir sorumluluğumuz olduğunu bilmiyorduk." diyerek yahut inkarcılık veya putperestliği kendilerinin icat etmediğini, bunu atalarından miras aldıklarını, başka türlü bir bilgiye sahip olmadıkları için kendilerinin de bu inancı sürdürdüklerini, dolayısıyla bu hususta kendilerinin bir günahı ve sorumluluğu olmaması gerektiğini belirterek sorumluluktan kurtulmaları da önlenmiştir.
İlk dönem selef alimleriyle sufî alimler ve kelam bilginlerinin çoğunluğu âyeti böyle yorumlamışlardır,
b) Burada belirtilen sözleşme mecazi anlamda olup bu olay, dünya yaratılmadan önce değil, her insanın kendi bedeninin yaratılması sırasında gerçekleşmektedir. Bir görüşe göre zürriyetlerin baba sulbünde yaratılışı esnasında, başka bir görüşe göre anne rahmine yerleşip organik oluşumunu tamamlaması sürecinde Allah Teala insanoğlunun doğasına ya da fıtratına kendisinin varlık ve birliğini tanıma, kavrama ve dolayısıyla kendisine inanma yeteneğini yerleştirmektedir.
Şu halde Allah, her insanı, iman etmesi için yeterli zihnî ve psikolojik donanıma sahip kılmakta; iç ve dış alemde kendi varlığına ve birliğine kılavuzluk edecek birçok kanıtlar yaratmaktadır; böylece O, sanki insanlara, "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" diye sormakta, onlar da "evet" diyerek bunu tasdik etmektedirler. İnsanın doğasındaki iman kabiliyeti bu ayetlerde temsilî bir dille anlatılmış bulunmaktadır. (bk. Zemahşerî, 2/103)
Nitekim başka ayetlerde de buna benzer anlatımlar mevcuttur. Mesela Fussılet suresinin 11. ayetinde göğün ve yerin Allah'ın yasalarına göre işleyişi. "Dahası O, duman halinde olan semaya iradesini yöneltti; ardından ona ve arza, 'İsteyerek veya istemeyerek (varlık sahnesine) gelin!' buyurdu. 'Boyun eğerek geldik.' dediler." şeklinde anlatılmıştır.
Matürîdî alimleriyle bazı Eşari alimlerinin de bu görüşte oldukları bildirilmekte, Fahreddin er-Razi'nin de bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır (bk. Mefatih, 15/47)
Konu insanın bilgi alanını aştığı ve gayb alanına girdiği için, ayetlerde bildirileni tasdik ederek insanlardan bir şekilde iman sözü alındığına inandıktan sonra, bunun mahiyetinin ne olduğu hususunda kesin bir görüşü kabul etmek gerekli değildir.
İşin hakikatini Allah bilir. Bir sonraki “İşte böyle ayetleri açık açık bildiriyoruz. Umulur ki dönüş yaparlar.” mealindeki 174. ayette işaret buyurulduğu üzere insana düşen görev, Allah'ın rab olduğu gerçeğini kavrayabilecek güçte yaratıldığına ve bu hususta kendisinden söz alındığına iman edip verdiği söze sadık kalmaktır. (bk. Kur’an Yolu, Heyet, ilgili ayetlerin tefsiri)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Mekke'de doğan bir çocukla, dünyanın herhangi bir yerinde doğan ...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Elest bezmi ne demektir?
- Gizli tebliğ döneminde imanı açıklamanın hikmeti ne?
- CUM'A SÛRESİ
- Alkollü içki servisli tesisleri olan sendikaya üye olmak caiz midir?
- MİSAK
- Abdestin Mekruhları Nelerdir?
- Antlaşmaları biten müşriklerle antlaşma yapılabilir mi?
- PEYGAMBERİMİZİN SÜTANNEYE VERİLMESİ VE HARİKALAR
- Peygamberimiz (s.a.v.) sütanneye niçin verilmiş ve sütanne yanında kalırken ortaya çıkan harika hadiseler nelerdir?
- Allah Resûlü'nü Tanıyalım.