Hadis ve sünnet karşıtlarının iddialarına cevap verebilir misiniz?

Tarih: 10.11.2014 - 07:20 | Güncelleme:

Soru Detayı

1. Oysa Buhari gibi birçok ünlü hadis bilgini mana ile rivayeti meşru görmüşlerdi. Bu ise, hadisin gerçek anlamını anlamayan ravilerin ve yorumların peygamberin anlayışına ciddi tahribat yapabilmesine kapıları açmak demekti. Ayrıca hadis metodolojisindeki tartışmalarda cerh-tadil gibi konularda otoritelerin uzlaşamaması; bir alimin “en güvenilir” gördüğü kişinin, diğer bir alimce “insanların en güvenilmezi” kabul edilmesi de bir çok mevzu hadisin ayıklanamadığının en çarpıcı göstergelerinden biridir.
2. Söz konusu hadisler nakledildiğinde, Peygamberimiz’den sonraki halkadan sonrakinden sonraki bile vefat etmişti. Yani hadisçilerin hadis nakil eden şahısların doğru sözlü olup olmadıklarını tetkik edecekleri şahıslar ölüydü. Bu yüzden mantıksız bir şekilde, tüm sahabeyi doğru sözlü bile kabul etseniz, sahabeden sonraki nesillerin önemli bir kısmının da doğru sözlü olup olmadığı anlaşılamaz. Yaşayan kimselerin dahi doğru sözlü olup olmadıklarını kısa görüşmelerle anlamanın ne kadar zor olduğunu hepimiz biliriz.
3. Hadis kitaplarının yazıldığı yıllarda Müslümanlar çok geniş bir coğrafyaya dağılmış bulunuyorlardı. Hadis nakil zincirlerinin yaşayan halkalarının tamamına deve üstünde ulaşmak mümkün olmadığı gibi ulaşılanların doğru sözlü olduğunun anlaşılması da mümkün değildir. Kısa bir ziyaretle bir insanın doğru sözlü olup olmadığı nasıl anlaşılacaktır? Görüldüğü gibi mezhepçi yaklaşımın hadis imamı adeta bir süpermendir. Öyle bir süpermendir ki; yüzbinlerce hadisi hem de nakledenleriyle ezbere bilir. Bunlar arasından en doğruyu bizim için bulur. Hadis zincirinde hiç görmediği, kendileri daha doğduğunda ölmüş olanlar vardır, ama olsun, hadis imamı onlardan da kimin yalancı kimin doğru sözlü olduğunu belirleyebilir. Emrinde helikopteri olan bir kişinin bile ziyaret etmekle bitiremeyeceği kişileri, aynı hadis imamı, deve üstünde ziyaret eder. Üstelik bir ziyaretle doğru sözlüyü yalancıdan ayırt eder.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

-  Bil-mana hadis rivayetine cevaz verilmesi, iddia edildiği gibi bir tahribata sebebiyet vermemiştir. Zaten hadis bil-mananın caiz olduğunu söyleyenler dahil hiçbir hadis alimi, bu ruhsatı çalışmalarında esas almamış, bunun sadece caiz olduğunu söylemiş, asıl olan hadisin lafızlarını olduğu gibi aktarmak olduğunu bildirmişlerdir.

- İddia edildiği gibi, sahih kabul edilen hadis kaynaklarındaki ravilerin hiçbiri ne dediğini bilmez adamlar değil, devrinin büyük alimleriydi. Kaldı ki, muhaddislerin önemli bir kısmı, hadislerin metnini nakletmekle uğraşmış ve bunu bir vazife olarak telakki etmiştir. Onların yorumlarını daha çok fakihler, müfessirler, usuluddin alimleri yapmıştır.

Bununla beraber en büyük muhaddisler (İmam Malik, İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Buhari gibi şahıslar) aynı zamanda büyük fakihlerdir. Keza, sünnetin en büyük savunucusu olan İmam Şafii aynı zamanda en büyük fıkıh imamlarından biridir. Yine büyük müfessirlerin önemli bir kısmı aynı zamanda birer muhaddistir. Taberi, Zemahşeri, Beğavi, Razi, Beyzavi, İbn Kesir bunlardan birkaçıdır.

- İddia sahipleri, hadis bil-manadan dolayı İslam’a zarar vermiş bir tek rivayeti örnek verebilirler mi?

- Bir hadisin sahih olup olmadığının kriterleri arasında yer alan ravilerin sağlamlığı konusu, çok sağlam bir elemeye tabi tutulmuştur. Bazen bilerek yalan söylemediğine, hatta bir evliya olduğuna inandıkları halde, zabt/güçlü hafıza şartını taşımadığı için zayıf kabul ettikleri raviler vardır.

Hatta ilk zamanlarında rivayet konusunda çok sağlam bir kimse kabul edildiği halde, yaşının ilerlemesine paralel olarak hafızasının zayıflaması sebebiyle, ilk zamanlarda rivayetleri kabul edildiği halde, son zamanlarında yaptığı rivayetleri kabul edilmeyen raviler de vardır. İslam’da teklif-i ma layutak yoktur. Bu titiz çalışmadan daha titiz bir çalışma düşünüle bilir mi?

- Ravilerin çok önceden öldüğü, dolayısıyla onların hayat hikayelerinin hayali olduğunu ima eden iddialar tamamen mesnetsiz, gayriciddi ve gayriilmidir. Çünkü, insanların gücü dahilinde olan bu bilgiler o kadar titiz yapılmıştır ki, kimin hangi asırda değil, hangi yılda hatta -bazen- hangi ayın hangi gününde öldüğüne dair bilgilere bile yer verilmiştir.

Bu tespitler yapılırken, tamamen konuyu bizzat müşahede eden kimselerin şahitliğine başvurulmuştur. İlk eserlerde bu kural vardır.

Daha sonraki eserlerde senetler kısaldığı veya kullanılmadığı için bir kopukluk zannedilebilir. Halbuki, bir kimsenin hayatının bir noktasını bile değerlendirirken netice itibariyle bizzat onun bu halini gören birinin olması gerekir. Aksi takdirde buna ilim denilmez. İslam literatüründe en büyük bir makama sahip olan hadis literatürü böyle bir çirkinlikten elbette uzaktır.

- Soruda yer alan “bazı kimseler, bazıları tarafından sağlam bazıları tarafından zayıf kabul edildiği” bilgisi doğrudur. Bu çok fazla olmamakla beraber, insanlığın farklılık arzeden yapısı dahilinde olan bir husustur. Birisi, bir kusurunu görmüş veya duymuş ona öyle bakmış, diğer onun güzel tarafını görmüş veya duymuş ona böle bakmıştır. Fakat burada da bir keyfilik yoktur.

Nitekim, İmam Subkî’ye göre, bir kimsenin büyük bir imam, âdil  bir kimse olduğu, onu tezkiye edip övenlerin sayısı çok olduğu takdirde, bu gibi kimseler hakkında çok ender olarak bazı kimselerin olumsuz konuşanların (cerh edenlerin) sözlerine itibar edilmez. Özellikle söz konusu kişi hakkında yapılan tenkitlerin sebebi, mezhep taassubu ve benzeri garazların olduğunu gösteren emareler varsa, bunların bu eleştirmelerine itibar edilmez. (bk. Subki, Kaide fi’l-Cerhi ve’t-Tadil, 1/19)

- Hadislerin tedvini ikinci asrın başında olmuştur. Fakat şifahi olarak hadis ilmi dört halife devrinden beri var olmuş ve o dönemden itibaren gittikçe gelişerek devam etmiştir. (bk. Suyutî, Tedribu’r-Ravi,1/ 3-4)

Hz. Peygamber (asm)'in hadisleri yazmak isteyen herkese izin vermediği bilinmekle birlikte, onun hadisleri yazmayı kesinlikle yasakladığını söylemek de mümkün değildir. Nitekim Abdullah b. Amr b. Âs gibi okuma yazma bilen genç ve dikkatli sahâbîlerle (Müsned, II, 403; İbn Kuteybe, s. 365-366) hafızasının zayıflığından şikâyet edenlere (Tirmizî, "ilim", 12) hadisleri yazma konusunda izin vermiş, bir konuşmasının yazılıp kendisine verilmesini isteyen Yemenli Ebû Şah gibi kimselerin isteklerini de reddetmemiştir (Buhârî, "Lukata", 7, "Diyar, 8).

Daha sonraki yıllarda ise âyetlerin çoğunun nazil olması, bunların yazımında gerekli titizliğin gösterilmesi, Kur'an hafızlarının çoğalması, Müslümanların ekseriyeti tarafından Kur'an üslûbunun kavranması ve artık kendi sözlerinin Kur'an'la karışması ihtimalinin veya hadisle meşgul olup Kur'an'ı ihmal etme endişesinin kalmaması üzerine hadisleri yazmak isteyenlere izin vermiştir. (Tirmizî, iİlim, 12; Dârimî, Mukaddime, 43)

Resûl-i Ekrem'den bu konuda izin alan sahâbîler duyup öğrendikleri hadisleri hem ezberlediler hem de yazdılar (Müsned, II, 403). "Sahîfe" adıyla anılan bu belgeleri kaleme alan sahâbîler arasında, 1.000 civarında hadis ihtiva eden es-Sahîfetü's-sâdıka'nın sahibi Abdullah b. Amr b. Âs başta olmak üzere Sa'd b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Ali b. Ebû Tâlib, Amr b. Hazm el-Ensârî, Semüre b. Cündeb, Abdullah b. Abbas, Câbir b. Abdullah. Abdullah b. Ebû Evfâ ve Enes b. Mâlik bulunmaktadır.

Bu ilk yazılı kaynaklardan biri olup Ebû Hüreyre tarafından talebesi Hemmâm b. Münebbih'e yazdırılan ve içinde 138 hadis bulunan Sahîfetü Hemmâm b. Münebbih (es-Sahifetü's-sahîha) ilk defa Muhammed Hamîdullah tarafından yayımlanmıştır.

Ebû Mûsâ el-Eş'ari'den oğlunun, ondan da torununun rivayet ettiği, "Müsnedü Büreyd" adıyla tanınan kırk hadislik cüz de burada zikredilmelidir. (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 541, vr. 136a- i 74b)

Kur'an'ın ihmal edileceği düşüncesiyle başlangıçta hadislerin yazılmasına karşı olan sahâbîler arasında Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Mûsâ el-Eş'ari, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Abbas, Ebû Saîd el-Hudrî ve Abdullah b. Ömer de bulunmaktadır. Fakat onların hemen hepsi sonradan dikkatsiz ve samimiyetsiz râvileri görünce, bu kanaatlerinden vazgeçerek hadislerin yazılmasını tavsiye etmiş, talebelerine hadis yazdırmış, hatta kendileri de hadislerin yazılı olduğu metinler edinmişlerdir.

Böylece hadisler, onları rivayet etmeyi ibadet sayan gayretli kişilerin himmetleri sayesinde kaybolmaktan kurtulmuştur. Bir tesbite göre hicretin I. asrında tabiînden olan talebelerine hadis yazdıran sahâbîlerin sayısı elliyi bulmuştur. (M. Mustafa el-A'zamî, İlk Devir Hadis Edebiyatı, s. 34-58)

- Ravileri eleştirme geleneği sahabeden beri vardır. Abdullah b. Abbas, Ubade b. Samit, Enes b. Malik, Hz. Aişe bunlardandır. Tabiinlerden Şa’bi, İbnu’l-Müseyyeb, İbn Sirin ve benzerleri de bu konuda söz söyleyenlerdendir(bk. Subki, a.y.).

- Ravilerin bazılarını eleştiren sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin alimlerinden hiçbiri -bu eleştirilerine rağmen- hadis ilmini ke en lemyekun saymamış/toptan inkâr etmemiştir. Bunların hepsi hadis ilmini, sünnetin bir tezahürü olarak kabul etmiş ve sünneti de teşriin ikinci kaynağı olduğunda ittifak etmişlerdir.

- Hadis alimlerinin binlerce hadisleri ezberlediklerine dair alaylı bir dil kullananlar, dolaylı olarak onları yalancılıkla suçluyorlar. Bu ise İslam alimlerinin aklıyla, takvasıyla alay etmek manasına gelir ki, bu iddia sahipleri -en hafif bir ifadeyle- bu açıdan ciddi bir vebal altındır.

- Bu kendini bilmez cahillerin dediği doğruysa, başta dört mezhep imamını, Buhari ve Müslim başta olmak üzere büyük hadis alimlerinin hepsini yalancı kabul etmek gerekir ki, bu iman şuuruyla bağdaşmayan bir hezeyan-ı humkidir.

Bütün hayatlarını bu konuya vakfeden ve takvalarıyla insanlığın yıldızları olduğu kabul edilen bu zatların ilim, feraset, anlayış ve ezber kabiliyetlerini inkâr edenler onları kendileriyle kıyaslıyorlar.

- Şunu da belirtelim ki, hadisleri inkâr etmek için olumsuz iddiaları sıralamak çok kolaydır. Bir söz var: “Bir deli göle bir taş atar, bin akıllı onu oradan çıkaramaz.” Bu sebeple yüzlerce kaynakta yer alan bilgileri burada seslendirmek imkânımız yoktur. Onun için konuyu şu hadis-i şerifi hatırlatarak noktalayacağız:

“Sakın herhangi birinizi,  koltuğuna kurulmuş bir halde, kendisine emir veya nehiy ettiğim işlerden bir şey geldiğinde ‘Biz, onu (bunu) bilmeyiz; Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız.’ derken görmüş olmayayım.” (bk. Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizi, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2)

- Diğer bir rivayette az bir farkla -meal olarak- şu ifadelere yer verilmiştir:

“Dikkat edini ki, yakında adamın biri koltuğuna kurulmuş bir halde, kendisine emir veya nehiy ettiğim işlerden bir şey geldiğinde ‘Bizimle sizin aranızda (yalnız) Allah’ın kitabı vardır, onda bulduğumuz helal şeyleri helal; haram şeyleri de haram kabul ederiz.’ diyecektir. Oysa şu bir gerçektir ki, Allah haram hükmünü koyduğu gibi, Resulullah da haram hükmünü koyar.” (Tirmizi, a.g.y)

- Tirmizi, bu iki hadis rivayeti için de “hasen” demiştir. (Tirmizi, a.g.y)

- İslam alimleri bu hadis rivayetini, hadisi inkâr eden kimseler için ciddi bir uyarı olduğu gibi, Hz. Peygamber (asm)'in “ihbar-ı gaybi neviden” zamanla doğruluğu tasdik edilmiş bir mucize olarak değerlendirmişlerdir.

Bunun canlı bir misali de şudur: Hint kıtasının Fincap (Pakistan/Sincap)  bölgesinde bir adam ortaya çıkmış ve sahih-zayıf demeden bütün hadisleri inkâr etmiş, Allah’ın kitabı olan Kur’an’ın yeterli olduğunu savunmuştur. “Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridir.” mealindeki ayeti, hadisleri inkâr davasına delil olarak göstermiştir. Bu adamı birçok cahil kimseler kabullenmiş ve kendilerine önder almıştır. Ancak netice itibariyle bu adam çağdaşları olan o günkü alimler tarafından tekfir edilmiştir. (bk. Tuhfetu’l-Ahvezi,7/354-355; Avnu’l-Mabud, 12/233)

- İbn Teymiye’nin şu sözlerini de bu iddia sahiplerine ithaf etmekte fayda mülahaza ediyoruz:

“Bazı alimlere göre, -Ömer b. Abdulaziz, Hasan-ı Besri, Süfya Sevri, Ebu Hanife, Malik, Şafii, Ahmed (b. Hanbel), Fudayl b. Iyad, Ebu Süleyman ed-Darani, Maruf-u Kerhi ve Abdullah b. Mübarek gibi- iman ve takvasıyla insanlar arasında meşhur olmuş ve ittifakla bütün Müslümanların övgüsüne mazhar olmuş kimselerin cennetlik olduğunu söyleyebiliriz.” (bk. İbn Teymiye, Mecmuu’l-Fetavî, 11/518)

Ömer b. Abdulaziz ilk defa hadislerin tedvin edilmesini emreden halifedir. Diğerlerinin hepsinin az-çok hadis ilmiyle yakın ilgileri vardır. Eğer iddiacıların, hadisi inkâr edenlerin bu iddiaları doğru olsaydı, bu konuda en sert mizaca sahip olan İbn Teymiye’nin bile bu şahitliğini görebilir miydik?

İlave bilgi için tıklayınız:

Hadislerin birçok raviden geçtiğini dikkate alırsak, hadislere neden güvenelim?..

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun