Kendi irademizle verdiğimiz kararları önceden hiçbir güç bilemez mi?..
Değerli kardeşimiz,
Allah, içimizdekinin gizlisini de açığını da bilir. O, sinelerin özünü bilendir. İnsana şah damarından daha yakın olan da O'dur.
Zaten insandan farklı olan ve onu yaratan İlah'ın kusursuz olması ve her şeyin hakimi olması gerekir. Aksi takdirde bizden farkı kalmaz ve ilah olamaz.
Zaman mutlak değildir, görelidir. Evrenin değişik yerlerinde hız ve çekimin etkisiyle mekân dediğimiz üç boyutla birlikte dördüncü boyut olan zaman da eğilip bükülmekte, hatta durma noktasına gelebilmektedir. Bu da zamanın mekân gibi mutlak olmadığını; sonradan var edildiğini gösteren bilimsel bir gerçektir.
Zamanı yaratan Zat, tabi ki o zamanın başını ve sonunu bilerek yaratır. Çünkü zaman bize göre zamandır. Allah'a göre ise mekân gibi kayıtlı bir mahluktur. Bu sebeple Allah’ın zamanın her yerini bilmesi mekânın her yerini bilmesi gibidir.
Biz mekânın kısıtlı bir yerini görebildiğimiz gibi, zamanın da çok kısıtlı bir yerini görebiliyoruz. Fakat Allah, yarattığı zamanın ve mekânın her yerini görmekte ve bilmektedir.
Bizim gelecek dediğimiz alan zamanın bir tarafı, geçmiş de diğer bir tarafıdır. Allah insanlara zamanın geçmiş dediğimiz bir tarafını nispeten göstermiş fakat diğer tarafı olan geleceği göstermemiştir. Ancak gelecek tarafının da geçmiş tarafı gibi kayıtlı olduğunu hissettirmek için bazı işaretler vermektedir.
Örneğin;
- Birçok insanın rüyalarında geleceğe ait bir şey görmesi ve sonunda rüyanın aynen çıkması,
- Peygamberlerin ve bazı velilerin gelecekle ilgili bildirdikleri haberlerin aynen meydana gelmesi...
gibi işaretler geleceğin her anının bilindiğinin göstergesidir.
Allah, ezeli ilmiyle her şeyi bilir:
“De ki: Sînelerinizde olanı gizleseniz de onu açıklasanız da, Allah onu bilir. Göklerde olanı da yerde bulunanı da bilir. Ve Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir." (Âl-i İmran, 3/29)
“Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik neyi ziyade edeceğini bilir. O’nun katında her şey ölçü iledir.” (Ra’d, 13/8)
“(O,) görünmeyeni de görüneni de hakkıyla bilendir; Kebîr (pek büyük)tür, Müteâl (her şeyden yüce)dir. Sizden sözü gizleyenle, onu açığa vuran kimse ve geceleyin gizlenenle, gündüz vakti yürüyen kimse (O’nun ilminde) birdir.” (Ra'd, 13/9-10)
“Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları ancak Allah bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki bir tane, yaş ve kuru her şey levh-i mahfuzdadır.” (En’am, 6/59)
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, onu daha yaratmadan önce bir kitapta yazmış olmasın. Şüphesiz ki bu Allah’a çok kolaydır.” (Hadid, 57/22)
“Biz her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır.” (Yasin, 36/12)
“Bilmez misin ki Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir. Bu, bir kitapta mevcuttur. Ve bu biliş Allah için çok kolaydır.” (Hac, 22/76)
Bu ayetler ve bunlar gibi birçok ayetler, eşyanın daha yaratılmadan önce, Allah’ın ilminde var olduğunu bildirmektedir. Allah, olmuş ve olacak, gizli ve açık her şeyi, hatta kalplerimizin en derinindeki manaları dahi bilir. Çünkü Allah'ın ilmi, yüksekten bakan bir ayna gibidir. Geçmiş gelecek, olmuş ya da olacak O’nun için an hükmündedir ki, bu ezeli olmasının bir gereğidir. Bir ayna ne kadar yüksekten tutulursa o kadar çok şeyi içine aldığı gibi, Allah'ın, ilmi de bir mahlûk olan zamanın dışından kâinata bakıp her şeyi bir anda kuşatır ve bilir. Yani yaratılan varlıklar için var olan zaman kavramı, yaratıcı için geçerli değildir.
Küçük büyük her şeyi yaratıp programlayan zatın, elbette her şeyi kuşatan geniş bir ilmi olmalıdır. Nasıl güneşin varlığı gibi ışığının da olmaması düşünülemezse, Allah'ın da her şeyi kuşatan bir ilminin olmaması mümkün değildir.
Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. Yani bütün mevcudat; geçmiş, hâl ve gelecek, evvel, ahir, zahir, batın, gizli ve açık her şey, her an O’nun şuhûd dairesindedir. O’ndan gizlenemez ve ilminden saklanamaz.
İnsan, zaman ve mekân içerisinde yaşadığı için, her hadiseyi ve hakikati zaman ölçüsüne göre değerlendirmekte ve Allah’ın ezeli olmasını, zamanın başlangıcı zannetmekle hataya düşmektedir.
Zaman, kâinatın yaratılmasıyla başlayan ve içerisinde hadiselerin cereyan ettiği soyut bir kavramdır. Geçmiş, hâl ve gelecek olarak üçe taksim edilir. Bu taksim mahlukata göredir. Yani asır, sene, ay, gün, dün, bugün, yarın gibi bütün kavramlar ancak yaratılmışlar için söz konusudur.
Ezel ise, zamanın başlangıcının evveli demek değildir. Ezelde geçmiş, hâl ve gelecek yoktur. Ezel, bütün bu zamanların aynı anda görüldüğü ve bilindiği bir makamdır. Bunu bazı örneklerle anlamaya çalışalım:
1. Örnek:
Düz bir çizgi düşünün, bu çizgi zaman çizgisi olsun. Bu çizginin ortası ise şimdiki zaman, yani şu anda içinde bulunduğumuz an olsun. Bu çizginin solundaki nokta ise geçmiş zaman olsun. İşte bu noktada kâinat yaratıldı ve daha sonra ilk insan Hz. Âdem (a.s.). Ve o zamandan bugüne kadar yaratılan her şey, hâl ile geçmiş zamanın ifade edildiği bu iki nokta arasında var oldu.
Zaman çizgimizin sağındaki nokta ise gelecek zamandır. Bu nokta, kıyametinde ötesinde cennet ve cehennem hayatını içine alan sonsuzluk hayatıdır. Şu anda içinde bulunduğumuz hâl noktası ile gelecek zaman noktası arasında ise torunlarımız, onların torunları ve kıyamete kadar yaratılacak her şey, hatta bunun da ötesinde öldükten sonra dirilme, hesaba çekilme, amellerin tartılması ve sırattan geçme gibi hadiseler var.
Ezel ise, bu zaman çizgimizin, geçmiş noktasının sol tarafı değildir. İşte Allah’ın olmuş, şu anda olan ve bundan sonra olacak her şeyi bildiğini anlayamamamızın sebebi, ezelin burası olduğunu zannetmemiz ve ezeli, zaman çizgisi üzerinde bir yere oturtmamızdır. Zira ezeli, burası zannettiğimizde, Allah’ın yarını bilmesi için yarının gelmesi gerekecektir.
İşte ezel bu çizginin üst kısmındaki noktadır. Geçmiş zamanın sol tarafı değil, bir zamansızlıktır. Ezel hâl, geçmiş ve geleceği aynı anda tutan ve gören bir makamdır. Dolayısıyla Allah bugünü gördüğü ve bildiği gibi, yarını da öbür günü de ve cennet ile cehennem hayatının yaşanacağı sonsuzluk hayatına kadar her şeyi de bugün ile birlikte görmektedir.
Allah için hâl, geçmiş ve gelecek gibi kavramlar yoktur. Bu kavramlar, zaman ile kayıtlı olan bizler içindir.
2. Örnek:
Bir tablo bizim zaman çizgimiz olsun. Ortası hâl yani şimdiki zaman, sol tarafı geçmiş zaman, sağ tarafı ise gelecek zaman. Şimdi şu zaman tablomuzun üzerine bir ayna tuttuk. Ayna, zemine yakın olduğu için sadece “hâl” aynada aksetti. Geçmiş ve gelecekten içine hiçbir şey girmedi. Şimdi aynayı biraz kaldıralım. Ve şu pozisyonda aynamızda hâl ile birlikte geçmiş ve geleceğin de bir bölümü aksetti. Aynayı biraz daha kaldırdığımızda, bir önceki pozisyonda aynada gözükmeyen geçmiş ve geleceğin bir bölümü daha onda aksetti. Demek aynayı kaldırdıkça, aynada gözüken zaman dilimi genişlemektedir. Şimdi aynayı en tepeye kaldıralım.
İşte bu noktada ayna hâl, geçmiş ve geleceğin tamamını içine aldı. İşte bu noktaya ezeliyet noktası denilir ki, üç zamanın tamamını aynı anda görmektir. İşte “Allah ezelidir.” dediğimizde, Allah’ın bütün zaman ve mekânları aynı anda gördüğü, bildiği ve zaman kaydından münezzeh olduğu anlaşılır.
3. Örnek:
Erzurum’dan İstanbul’a doğru üç vasıtanın yola çıktığını farz ediyoruz. Bu vasıtalardan bir tanesi İstanbul’a girmek üzere İzmit’te, diğeri İzmit’tekine kıyasla biraz daha geride Eskişehir’de ve üçüncü vasıtamızda ikisinin gerisinde Ankara’da olsun.
Şimdi bu üç vasıtaya dikkat ettiğimizde şunları görürüz: İzmit’te olan vasıtamız, Eskişehir ve Ankara’da olan araçlara kıyasla önde yani gelecektedir. Zira onların geçeceği yollardan çoktan geçmiştir.
Eskişehir’de olan vasıtamız ise, İzmit’te olana göre geçmiştedir. Zira öndeki araç Eskişehir’den çoktan geçmiştir. Ancak Ankara’da olana kıyasla istikbaldedir. Çünkü bu araç daha onun mevkiine ulaşmamıştır.
Ankara’da olan vasıtamız ise diğer iki araca kıyasla da geçmiştedir. Zira bu iki araç da Ankara’yı çoktan geçmiştir.
Araçlar arasında geçmiş, gelecek gibi tabirler kullanılırken, yukarıda olan ve üç vasıtayı aynı anda aydınlatan Güneş için zaman ifade eden bu tabirler kullanılmaz. Yani Güneş şuna göre geçmiştedir, buna göre gelecektedir, denilemez. Çünkü Güneş bu üç vasıtayı aynı anda aydınlatmakta, ışığı ile üçünü aynı anda kuşatmaktadır. İşte Güneş’in bu hâli, yani yerdeki vasıtalar için geçerli olan zaman kaydıyla kayıtlı olmaması ve üç zamanı aynı anda kuşatması ezeliyete misaldir.
Aynen bunun gibi, bizler de kâinatın yaratılmasıyla başlayan zaman yolunun bir noktasındayız. Bizden önce geçen her şey bize göre mazide, yani geçmişte kalmıştır. Bugünden hatta bu andan sonraki zamanlar ve o zamanlarda yaratılacak olanlar ise bize kıyasla istikbaldedir. Evet, şu anda bizim dedelerimiz geçmişte kaldılar. Hâlbuki bir zaman, onların dedeleri de istikbalden torun bekliyorlardı. İşte dedelerimiz, kendi dedelerine göre istikbal olan zaman diliminde bu dünyaya uğrayıp teneffüs ederek maziye döküldükleri gibi, dedelerimize göre istikbalde olan bizler de bir gün maziye döküleceğiz. Ve bize göre istikbalde olan torunlarımız, hâle yani şimdiki zamana çıkacaklar.
Görüldüğü gibi, geçmiş, gelecek ve hâl gibi tabirler bizler için kullanılmaktadır. Hâlbuki her şeyi ve zamanı yaratan Allah için mazi, hâl ve istikbal gibi kavramlar yoktur. O, misalimizdeki Güneş gibi bütün bu zamanları ayna anda ilminin ışığı ile kuşatmıştır.
4. Örnek:
Bir şiirin tamamını bildiğiniz takdirde, sizin ilminizin, şiirin bütün mısralarına olan münasebeti aynıdır. Yani önceki misalde Güneş’in üç vasıtayı aynı anda seyretmesi gibi, sizin ilminiz de bütün mısralara aynı anda vâkıftır. Fakat şiirin mısraları için, kendi aralarında öncelik ve sonralık söz konusu olmaktadır. Mesela, altıncı mısra; dördüncü mısradan sonra, onuncu mısradan ise öncedir. Siz şiirin ilk beş mısrasını yazıp altıncıyı yazmaya başladığınızda, artık beşinci mısra mazide kalmış, yazılmıştır. Altıncı mısra ise hâlde yani şimdiki zamandadır. Onuncu mısra ise henüz istikbaldedir. Yani daha vücuda gelmemiş ve yazılmamıştır. Hâlbuki vücuda gelmeyen bu onuncu mısra sizin ilminizde mevcuttur. O hâlde öncelik ve sonralık sizin ilminiz için söz konusu değildir.
Aynen bunun gibi, XIX. asır ve o asırda yaşayanlar; XVIII. asra ve bu asırda yaşayanlara göre istikbalde, XX. asra göre ise mazidedir. Ancak zamandan münezzeh olan Allah için bütün bu asırlar; geçmiş, hal ve istikbal aynı anda ilim ve şuhud dairesindedir.
Demek “Allah’ın ezelî ilmi”, geçmiş zamanda yapılmış bir plan olmayıp zaman dışı bir plandır. Bütün geçmiş ve gelecek zamanları aynı anda tutan zaman üstü bir ilimdir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- 2. Kaderi inkâr eden veya yanlış anlayanlara “Ezeliyet Dersi”
- Rabbimiz, yarın meydana gelecek bir olayı oldu olarak mı yoksa olacak olarak mı bilmekte?
- Allah insanın yapacağı fiilleri bilmez iftirası...
- Allah'ın Ezeliyeti, Kaderi neden anlamıyoruz? [Kadere İman]
- Muhammed Suresi 31. ayette geçen "Biz bilene kadar" ifadesi, Allah'ın geleceği bilmediği anlamına mı gelir?
- Hiçbir şey yaratılmadan önce, Allah’ın durumu hakkında ayet ya da hadis var mı?
- Allah'ın insanın ne yapacağını önceden bilmiş olması, insanı sorumluluktan kurtarır mı?
- Allah'ın ezeliyeti nasıl oluyor; akla tefhim ve takrib edecek bir misali var mıdır?
- Allah'ın ezeli ve ebedi oluşunu nasıl anlamak gerekir?
- Allah'ın her şeyi bilir olması, her şeye gücü yeter olması ile çelişir mi?