Müslüman olan kişi, ailesinin zoruyla haç takıp kiliseye giderse imanına zarar gelir mi?

Tarih: 15.07.2006 - 16:18 | Güncelleme:

Soru Detayı
Benim bir arkadaşım var, yeni Müslüman olmuştu, ama ailesi bilmiyordu. Geçtiğimiz günlerde ailesi öğrenmiş bunu ve gerçekten çok kızmışlar, artık bundan sonra kiliseye falan gideceksin demişler, haç takacaksın demişler, artık mecburi olarak haç takacak ve kiliseye gidecek, ama "Kalben ben Müslümanım." diyor kendisi. Benimle de görüşmesini yasaklamışlar, bundan sonra benim ve onun nasıl bir yol izlememiz lazım?..
Cevap

Değerli kardeşimiz,

İman kalbe ait bir haslettir. Bu bakımdan kişi kalben İslamiyeti tasdik ettiği hâlde, çevresinin baskısından dolayı bunu gizlemesi veya kiliseye gitmesi, inşallah onun imanına zarar vermez.

Ancak günümüzde hayat şartları değişmiş ve insanlar daha özgür hareket edebilmektedirler. Anne ve babasına kırıcı olmadan İslamiyeti kabul ettiğini ve bundan dönmek istemediğini ifade edebilir. Ayrıca İslam'ın ulvi hakikatlarını hayatında yaşarsa ve ailesine tebliğde bulunursa, onların da İslama girmesine vesile olabilir. Siz de arkadaşı olarak ona her hususta yardımcı olmaya çalışın.

Müslüman olup da ilk etapta çevresinden baskı gören insanlar çoktur. Buna rağmen Müslümanlıklarını gizlememişlerdir. Bu sıkıntılar içerisinde insanların kurtuluşu için tebliğ vazifesini ifa etmişlerdir. Çünkü kendileri hak yolu bulmuşken, insanların batıl yolda kalmalarına gönülleri razı olmamış ve her türlü sıkıntılara rağmen tebliğ vazifelerini yapmışlardır.

Bir Müslümanın görevi İslam'ı yaşayıp tebliğ etmektir. Yani Resûlullah (asm)'ın ve ashâbının yolunda yürümektir. Günümüzün icapları, imkânları içinde onların yaşadıkları çağda yaptıkları vazifelere eş vazifeler îfâ etmektir. Allah yüce kitabında;

"İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun." (Âl-i Imrân, 3/104)

buyurarak, bu vazifenin îfâsı için, devamlı bir cemaatin bulunmasını emretmektedir.

Sahabelerin İşkencelere Katlanmaları

İslâm'ın tevhîd inancına düşman olan Mekkeli kâfir ve müşrikler, Allah Resûlu (asm)'nü bu yoldan döndüremeyince şiddet ve baskıya başladılar. İslam'a giren, Peygamber Efendimiz (asm)'e tâbi olan herkes takip edilmeye başlandı.

Herkes, kendi kabilesindeki Müslümanları takip edip, ihbâr edecek, ihbar edilen bu Müslümanlar hapsedilecek veya dövülerek aç, susuz bırakılarak işkenceye tabi tutulacaklardır. Bu yetmezse, çıplak vücutla, güneş altında çölün kumlarına yatırılacaklardır.

Mekkelilerin Müslümanlara uyguladıkları işkenceler, Müslümanların sosyal durumlarına göre değişiyordu. Bu yüzden, kabilesi güçlü olanlara fazla işkence yapamıyorlardı. Ancak, fırsat bulduklarında, ailesinin durumu ne olursa olsun, hakâret ediyor, en azından psikolojik baskı yapıyorlardı.

Mekke devletinin Müslümanlara karşı uyguladığı bu işkence ve zulüm altında en çok ezilenler, mustad'aflar (zayıflar) oluyordu. Bunlar kimsesiz Müslümanlardı... Ya akrabaları, aileleri yoktu veya aileleri fakir ve zayıftı. Bu Müslümanların çoğunluğu, Müslüman olan köleler, kimsesizler, zayıflar ve Kureyş'ten olmayanlardı.

Ammâr'ın, Bilâl'in, Suheyb'in ve cariyelerin uğradıkları işkenceler akla gelmedik türdendi. Bu işkenceler o raddeye varıyordu ki, bazıları dayanamayıp şuurlarını kaybediyorlardı.

Hz. Bilâl-i Habeşî (ra), Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. Ümeyye onun boynuna ip bağlatır, sokaklarda gezdirir, ücretle tuttuğu çocukları peşine takar, onlara Bilâl'i sürüklettirir ve taşlattırırdı. Ümeyye bazen Bilâl'i tam bir gün aç bırakır, bir yudum su vermez, sonra da kızgın kumların üzerine çırıl çıplak yatırır, ağzına güneşte kurumuş bir parça et verir ve üzerine de büyük bir taş koyardı. Bu işkenceler karşısında bayılan Bilâl, imanını gizlemeye ihtiyaç duymadan, "Ehad, ehad" der, başka bir şey demez, putlara inanmayacağını, sadece ve sadece tek bir Rabb'in önünde boyun eğeceğini yüzlerine haykırırdı.

Hz. Mus'ab b. Umeyr (ra), Mekke'nin en zengin ailesinin biricik çocuğuydu; İslâm'a girdiğinde on yedi yaşlarındaydı. O, sokaklardan geçerken genç kızlar pencerelere üşüşür ve ona mendil sallarlardı. O, yemesine giymesine itina gösteren biriydi. Ancak İslâm'a girdikten sonra, ailesinden hiç yakınlık görmedi (İbn Hacer, III/421). Medine'ye giderken üzerinde sadece bir elbisesi vardı ve başkaca da eşyası yoktu. Ondan sonra da hep böyle yaşadı. Hatta Uhud'da şehid düştüğü zaman bütün uzuvlarını Allah için vermiş. Evet, o gün kütükte doğranır gibi doğranmış, sonra da üzerine örtmek için bir kefen bezi dahi bulunamamıştı (Buhari, "Cenâiz", 28).

Habbâb b. Eret (ra), iman dolu siyahî bir demirciydi. Ümmü Enmâr'ın kölesi iken âzâd edilmişti, ama Allah'a iman edince Ümmü Enmâr onu bağlatır, ateşte kızarttığı demirle başını dağlardı. Kendisine işkence edenlerden Abd-i Yeğuş oğlu Esved'se sırtını, yüzünü ve göğsünü kızgın kumlara sürter ve diğer müşrik ileri gelenleriyle birlikte yaktığı ateşe baş aşağı tutarlar, ateş sönünce de, yer soğuyuncaya ve Habbab'ın vücudunun yağı ve teri kuruyuncaya kadar kızgın küller üzerine yatırıp, kalkmaması için göğsünden ayaklarıyla basarlardı.

Yasir âilesi (ra), Ammâr'ın anne ve babası ilk mü'minlerdendi. Yasir âilesi denilen bu ailenin kimsesi yoktu. Mahzumoğulları onları dinlerinden döndürmek için güneşin en kızgın zamanında taş ve kumlar üzerinde olmadık işkencelere uğratırlardı. O kadar işkencelere maruz kaldılar ki, sonunda Yâsir şehid oldu, zevcesi yaşlı Sümeyye de Ebu Cehil'in sapladığı mızrağıyla can verdi. Peygamberimiz (asm) bu ailenin yanından bir gün yine işkence görürlerken geçmiş ve, "Sabredin ey Yâsir ailesi, sabredin; sizin mükâfâtınız Cennet'tir." diye tesellide bulunmuştu.

Ammâr b. Yâsir (ra), Müşrikler, Yâsir'in oğlu Abdullah'ı yerden yere çalarlar, Ammâr'a ise demir gömlek giydirirler ve onu işkenceden işkenceye uğratırlar, o kadar ki, Ammâr ne dediğini ve ne yaptığını bilmez hâle gelirdi. Vücudunu ateşle dağlarlardı. Yapılan işkenceler o noktaya varmıştı ki, Ammâr diliyle, Hz. Muhammed (asm)'in getirdiği dini inkâr etmek zorunda kalmış, ağlayarak durumu Peygamberimize bildirmiş, Resûlullah'ın: "Kalbin nasıl?" sorusuna: "İmanla dopdolu", cevabını verince: "Seni işkenceye uğrattıklarında dilinle istediklerini söyleyebilirsin." karşılığını almıştı.

Erkek müminlerin yanısıra kadın müminler de en ağır işkencelere maruz kalırlardı. Hz. Sümeyye (r), Tevhîd şehitleri içinde ikinin ikincisi olma şerefine eren Ammar'ın annesi Sümeyye oldu, kocası Yasir'le birlikte Allah'a imandan dönmedikleri için öldürülüp şehid edildi.

Hz. Fatıma (ra), Allah Resûlü (asm)'nün küçük kızı, babasının en büyük destekçilerindendi. Babası onu gittiği yerlere çoğunlukla götürür ve yanından eksik etmezdi. Öyle ki, kendisine "babasının anası" lakabı verilmiştir (İbn Hacer, IV/377). Rivâyetler, Mescid-i Haram'da namaz kılarken babasının üzerine atılan pislikleri onun koşup temizlediğini naklederler. (İbn Ishâk ,1981, 192)

Hz. Zınnîre ve Lübeyne (ra), Hz. Ömer'in (ra) ailesinde iki câriye idiler. İkisi de daha ilk yıllarda bir Allah'a iman ettiklerinden öylesi işkencelere uğratıldılar ki, istisnasız her gün dövülürlerdi.

Fükeyhe'yi (ra) Abdü'd-Dâr oğulları öğlenin en şiddetli sıcağında kumlar üzerine yatırırlar, bağlarlar, üzerine demir giysiler giydirirler, kumlar üzerine kâh sırtına, kâh göğsüne ağır taşlar koyar ve öldü diye bırakır giderlerdi. Ebu Cehil, ayağına ip bağlatır ve kızgın kumlar ve taşlıklar üzerinde sürükletirdi.

İslâm'ı tebliğ ve uğrunda mücahede ve mücadele etmede erkekler gibi kadınlara da elbette düşen vazifeler vardır. İslâm, mümin erkeklerle, mümin kadınların omuzlarında yükselmiştir.

Müslüman oldukları için bu işkenceleri çekenler sadece köleler ve zayıflar değildi. Peygamber Efendimiz (asm)'den Bilâl'e kadar bütün Müslümanlar işkence altındaydılar. Ve bu işkence, İslâm'a girişin ilk gününde başlıyordu. Hz. Ebu Bekir ve Talha gibi eşraftan olan Müslümanlar da bu işkencelerden nasbini alıyorlardı.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun