Meryem 22-26, Matta incilinden mi kopyalanmış?

Tarih: 27.04.2016 - 00:55 | Güncelleme:

Soru Detayı

1. Bir sitede, Kuran'ın Meryem 22-26 ayetlerinin sahte Matta İncilinden kopyalandığı iddia edilmiş. Buna cevap verirseniz beni çok sevindirirsiniz teşekkür ederim.
2. soru ise aynı kişi Hamile bir kadının tek başına üstelik tam doğum anında hurma ağacını sallaması zaten mümkün değildir. Her şeye gücü yeten Allah, Meryem için güya yerden su fışkırttığı halde neden meyveleri onun kucağına indiremedi?
- Sahte Matta İncilinde bu mucizeler bebek İsa'ya atfedilmiş. Kur'an yazarı olayların sıralamasını değiştirince bu olayı İsa'nın doğumundan önce olmuş gibi göstermiş ve mucizeyi İsa'ya atfedemeyip sonuçta bir hata yapmış.
-  Bu 2 soruya da cevap verirseniz sevinirim teşekkürler
(bu arada rica ediyorum 2. soruda Allah neden meyveleri onun kucağına indirme ve Hamile ve sancılı bir kadın ağaç dalını nasıl sallar sorularına da cevap verin lütfen teşekkürler)

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

İlgili ayetlerin meali şöyledir:

“Sonra çocuğuna hamile kaldı ve bu haliyle uzakça bir yere çekildi. Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya/dayanmaya) mecbur etti. 'Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).' dedi. Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: ‘Sakın üzülme, Rabbin senin alt yanında bir su arkı meydana getirdi. (Bu ayeti “Rabbin senin içinde/rahminde bulunanı şerefli kılmıştır.” şeklinde anlayanlar da vardır: bk.Taberi, Razi, Kurtıbi, Meraği, ilgili yer) Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün. Artık ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer herhangi bir insana rastlarsan: ‘Ben Rahman'a oruç adamıştım, de, o sebeple bugün hiç kimseyle konuşmayacağım.’ ” (Meryem, 19/22-26)

- Bu ayetlerin “Matta İncilinden kopyalandığı” iddiası, çok çirkin ve gülünçtür.

a) Önce Matta’daki ifadelerle Kur’an’ın ifadeleri arasında büyük farklar vardır.

Bir iddiayı ortaya atan kişi, iddiasını ispat etmek zorundadır. Burada hiçbir ilmi kriter gösterilmediği gibi, hiçbir kaynak da verilmemiştir. Böyle bir şey zaten imkânsızıdır. İddiasını ispat etmeyen yalancı duruma düşmeye mahkumdur.

b) Bu gibi adamların ilimleri olmadığı gibi, akılları da yerinde değildir. Çünkü bu iddia “Kur’an’daki bazı ifadelerin Matta’da da olması” temeline dayanmaktadır. Bu mantık işleyişine göre, “herhangi iki eserde aynı olaya yer verilmişse, mutlaka sonraki eser önceki eserden kopyalanmıştır.” Bu anlayışa göre, İncil de Tevrat’tan kopyadır. Çükü bu iki kitapta da aynı konulara rastlamak mümkündür. Bu mantık zinciriyle Hz. Âdem’in sayfalarına kadar -semavi kitap ve suhufların özeti- bir kopyalar halkası olarak değerlendirilebilir. Bu husus yalnız semavi kitaplar için değil, diğer beşeri eserler için de geçerlidir. Bu ise, bir safsatadadır.

c) Halbuki, gerçek semavi kitaplar arasında görülen benzerlikler, bir kopyalamanın değil, onların hepsinin aynı kaynaktan geldiğinin göstergesidir.

Bir yazar farklı eserlerinde aynı konuyu işlediği gibi, Allah da hikmetinin ön gördüğü bazı konuları değişik vahiy kitaplarında gösterebilir ve göstermiştir. Buna kopya denmez.. Bilakis, aklı başında bir insan, bu benzerliğin söz konusu kitapların aynı müellifin kaleminden çıktığına delil olduğunu anlar.

d) Bir kitabın gerçekten Allah tarafından gönderilip gönderilmediği hususu, bir önceki kitaba benzeyip benzemediği ile ispatlanamaz. Bunun başka ispat yolları vardır.

Örneğin, bu kitap:

- Üslubu bakımından harika mıdır?
- Muhtevası bakımından insanüstü bilgilere sahip mi?
- Geçmiş ve gelecekten doğru olarak haber veren gaybi haberleri var mı?  
- İnsanlara “onun benzeri bir eseri ortaya koyamayacaklarına” dair bir meydan okuması var mı?
- Verdiği ontolojik, biyolojik, astronomik, anatomik bilgiler, son zamanlarda keşfedilen doğruluğu kesin olduğu ispat edilen bilimsel verilerle örtüşüyor mu?

Bu soruları daha da uzatmak mümkündür..

Kitab-ı mukaddesin aslı vahiy olduğuna iman ederiz. Ancak insanlar tarafından ekleme-çıkarma yapılarak tahrif edildikleri için oradaki bilgilerin çoğu doğru da olsa, bir kısmının yanlış olduğuna bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmıştır.

Onun için Tevrat ve İncil’i -mahiyetleri itibariyle- birer semavi kitap olduğunu biliyoruz. Bu bilgiyi de Kur'an’dan öğreniyoruz.

Bu iki semavi kitabın üslubu, ifade tarzı bir mucize değildir. Ve alimleri tarafından da böyle bir şey dava edilmemiştir. İnsan elinin karışıp karıştırmasıyla -bugün kesin olduğu bilinen- bilimsel keşiflerin ortaya koyduğu bazı verilerle çeliştiği bilinmektedir.

Bunun için “vahyin bazı kriterleri olarak” saydığımız kanıtları Tevrat ve İncil’e tatbik etmemiz imkânsızıdır.

Geriye kalan yalnız Kur’an-ı Hakim'dir. Kur’an’ın bir vasfı da “Müheymin”dir. Bunun anlamı: Önceki semavi kitaplardaki doğruları tasdik eden, -insanların sokuşturduğu- yanlışları da düzelten kitap demektir.

İşte bir semavi kitabın sahip olması gereken ve bazılarını saydığımız kriterleri yalnız Kur’an’da görüyor ve ispatına da hazır olduğumuzu belirtiyoruz.

Cevap 2:

Bu sorunun mahiyeti örümcek ağından daha kolay bozulabilen bir mahiyettedir. Çünkü, her şeyden önce hamile bir kadının değil, kuvvetli bir erkeğin bile bir hurma ağacının gövdesini silkelemekle hurmaların yere düşmesini sağlayamaz.

Demek olayın bu şekilde tahakkuk ettirilmesi ve takdim edilmesinde ilahi hikmetler vardır. Kur’an’ın semavi kimliğini de ortaya koyan bu ilahi hikmetlerin bir kısmını şöyle sırlayabiliriz:

a) Hz. Meryem’in hamile kalması bir mucize olduğu gibi, yavrusunu doğurmasının da harika olması bir bütünlük arzetmektedir. Evvel olan Allah her şeyin başında yegâne yaratıcı olduğu gibi, Ahir olan Allah her şeyin son aşamasında da yegâne yaratıcıdır.

Hz. Meryem’in hamilelik başlangıcı (bir erkekle temas etmediği için) harika olduğu gibi, bu hamileliğin son aşaması olan doğum yapma olayı da harika bir şekilde cereyan etmesi, işin başında da sonunda da Allah’ın sonsuz kudretinin olduğuna işarettir.

Bu harikalar Hz. İsa için “irhas” nevinden bir mucize olduğu gibi, Hz. Meryem için de bir keramettir.

b) Hz. Meryem hamile olduğu halde, üstelik doğum sancılarını çekerken bir hurma ağacının gövdesini silkelemesinin emredilmesi, Allah tarafından kendisine yapılan ihsanların devam ettiğini göstermeye yöneliktir.

Nitekim, daha önce mabette iken kendisine harika bir tarzda nimetler ikram edilmişti.

“Zekeriya ne zaman mihraba girecek olsa, onun yanında yiyecek bulurdu. 'Meryem, bunlar nereden geldi?' diye sorar, Meryem de 'Allah katından' diye cevap verirdi. Gerçekten de Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır.” (Al-i İmran, 3/37)

mealindeki ayette bu hakikate işaret edilmiştir.

Babasız bir çocuğa anne adayı olan Hz. Meryem’in bu harika olayda onun insani yönden gelen tedirginliğini ve endişelerini rahmetiyle  bertaraf etmek için Allah, küçüklüğünden beri ona değişik harikalar göstermiştir. Bu kadar sıkıntılar bir yana, şimdi doğuracağı bu çocuğun varlığını nasıl açıklayacağını düşünmesi bile büyük bir sıkıntı verir.

İşte bu harika hamileliğin başlangıcında olduğu gibi, son safhalarında da bu harikaların gösterilmesi, onun her zaman Allah’ın himayesinde olduğunu göstermek suretiyle tedirginliğini gidermeye yöneliktir.

c) Kur’an’da “fe ecâehâ el-mehâdu ilâ ciz’i’n-nahleti” (Doğum sancıları onu hürma ağacına sığınmaya/dayanmaya zorladı) ifadesinde yer alan “Ecâe” kelimesi “Câe”den ifal babıdır. Bunun yerine “fe etâ bihi’l-mahâdu” kullanılabilirdi. Ecâe’nin tercih edilmesi, onun zorluk anlamını da ihtiva etmesindendir. Bununla “sancıların onu bir ağaca sığınmaya zorladığı” ifade edilmiştir.

Bu cümlede “ilâ” edatının kullanılması, doğumların bir yere dayanarak gerçekleştirilmesinin önemine işarettir. Hiç doğum yapmamış bir kadın, ağacın kütüğüne dayanmanın iyi olduğunu nereden bilecek? Ve bulunduğu yerde o ağacın tesadüf eseri orada peyda olması mümkün mü?

d) Hz. Meryem hamilelik olayını daha önce öğrenmiş olmasına rağmen, tam doğum sancıları başladığında üzüntüsü ve tedirginliği bir kat daha arttı. Çünkü artık “babasız bir çocuğun annesi” olmak zorundaydı, bunu nasıl izah edecekti. “Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).” mealindeki ayette bu müthiş üzüntülü hali seslendirilmiştir.

İşte bu perişan halet-i ruhiyede iken Allah onun imdadına koştu.

e) Bu imdad, onun o anda muhtaç olduğu yiyecek ve içeceklerin kendisine verilmesi ve babasız çocuk hakkındaki tedirginliğini hafifleten bir taktiğin öğretilmesiyle tahakkuk etmiştir.

- Kur’an’ın ilgili ayetlerindeki tasvirler çok harika düşmüştür:

Önce, Hz. Meryem’in o tenha yerde tek başına olmadığını, Allah’ın her zaman ve her yerde onu himaye edeceğini gösteren bir çağrıya yer verilmiştir. Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi” mealindeki ifadeyle bu gerçeğe işaret edilmiştir.

Tefsir kaynaklarında yaygın olarak bu sesin Hz. Cebrail’e ait olduğu bildirilmekle beraber, bunun (o anda doğan) Hz. İsa’ya ait olduğunu söyleyenler de vardır. Hatta Taberi ve Razi gibi bazı büyük müfessirler, sesin Hz. İsa’ya ait olduğunu tercih etmişlerdir. (bk. Taberi, Razi, ilgili ayetin tefsiri)

Kime ait olursa olsun, dışa yansıması bir insan sesi olarak görüldüğü için Hz. Meryem’in yalnızlıktan duyduğu rahatsızlığını gidermiştir.

Sonra bu ses, (biraz önce de geçtiği gibi, bir yoruma göre) Allah’ın kendisine harika bir şekilde verdiği “babasız çocuğun” şerefli bir insan olduğunu söylüyordu. Bu gerçek “Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır” mealindeki ifadeyle seslendirilmiştir.

Burada “Rabbin içinde bulunanı (yani rahminde bulunan bebeği) şerefli kılmıştır.” ifadesiyle Hz. İsa’nın açıkça şerefli olduğu vurgulandığı gibi, onun bir taşıyıcısı olarak annesinin de şerefli olduğuna da işaret edilmiştir. Şerefli bir bebeği taşıyan bir annenin, çok şerefsiz bir iş olan gayr-ı meşru ilişkiye girmesinin mümkün olmadığı gibi, bu şerefli annenin ve şerefli çocuğun -hâşa- gayr-ı meşru ilişkilerle irtibatlandırılması ve insanlar tarafından hep öyle algılanmasına Allah’ın izin vermeyeceğine de işaret edilmiş ve Hz. Meryem’in kaygılarının hepsi veya önemli bir kısmı giderilmiştir.

Bu ses, Hz. Meryem’in manevi tarafını teşkil eden şerefinin korunacağına dair teselli verdikten sonra, onun o anda  çok muhtaç olduğu maddi ihtiyaçlarını gidermeye çalışmış ve onu yönlendirmiştir: “Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün. Artık ye, iç, gözün aydın olsun” mealindeki ifadeyle bu gerçeğe işaret edilmiştir.

İlginçtir, doğum yapan kadınlar kan kaybediyor ve bu sebeple o anda en muhtaç oldukları şey tatlı yiyeceklerdir. Orada hurmanın ikram edilmesi, hem gıda hem de tatlı ihtiyacını karşılamıştır.

Önce “ye!” sonra “iç!” denilmesi, o durumda bir kadının önce su içmesinin isabetli olmayacağına da bir işarettir.

Ayrıca, hurmaları silkele ki “üstüne taze hurma dökülsün” mealindeki ifadesi, o mevsim hurmaların olduğu bir mevsim olmadığına, ağacın da kuru bir hurma ağacının kütüğü olduğuna, böyle olduğu halde ondan taze hurmanın ikram edilmesi harika bir olay olduğuna bir işaret sayılmalıdır.

Bu ağacın kuru olduğuna, mevsim ise kış olduğuna dair rivayetler de vardır. (bk.Taberi, Razi, Beydavi, İbn Kesir, Kurtubi, İbn Aşur, Meraği, ilgili yer)

-Ayette hurmanın düşeceğini bildiren “teskutu” fiili değil de “tusakıt” fiilinin kullanılması, hurmaların bir defaya mahsus olarak/bir tane değil, peş peşe döküldüklerine işarettir. “Tusakıt” fiilinin kullanılması bu ince nükteye işarettir.

Daha sonra  bu ses, Hz. Meryem’in mutlaka karşılaşacağı bir manzara olan “babasız çocuk” hakkındaki savunma taktiği öğretmiştir:

Eğer herhangi bir insana rastlarsan: ‘Ben Rahman'a oruç adamıştım, de, o sebeple bugün hiç kimseyle konuşmayacağım’.” mealindeki ifadede bu taktiği görüyoruz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun