Hz. İsa konusunda en çok merak edilenler

1 Kur'an-ı Kerim, Hz. İsa'nın ahir zamanda geleceğini neden açıkça ifade etmemiştir?

Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa (as)'ın kıyametten önce tekrar yer yüzüne indirileceği birçok ayette açıkça ifade edilmiştir.

Kur'an'dan Deliller

I. Delil

"... sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..."

Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne geleceğine dair işaretler taşıyan ayetlerden ilki Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetidir:

"Hani Allah, İsa'ya demişti ki: 'Ey İsa, doğrusu seni ben vefat ettireceğim ve seni kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda ben hükmedeceğim.'" (Al-i İmran, 3/55)

Allah kıyamete kadar inkar edenlere üstün gelen ve Hz. İsa (as)'ya gerçekten tabi olan bir grubun varlığından söz etmektedir. Hz. İsa (as) hayatta iken ona uyanların sayısı çok azdı. Ve onun Allah Katına yükselişinin ardından da hızla dinde dejenerasyon başladı. Sonraki iki yüzyıl boyunca da, Hz. İsa (as)'ya iman edenler (İseviler) şiddetli baskılara maruz kaldılar. Üstelik İsevilerin hiçbir siyasi gücü de bulunmamaktaydı. Bu durumda geçmişte yaşayan Hristiyanların, inkar edenlere üstün geldiklerini ve bu ayetin onlara baktığını söyleyemeyiz.

Günümüzde ise Hristiyanlığın özünden uzaklaştığını, Hz. İsa (as)'nın anlattığı hak dinden farklı bir dine dönüştüğünü görürüz. Hıristiyanların çoğu arasında Hz. İsa (as)'nın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki (Allah'ı tenzih ederiz) sapkın inanç benimsenmiş ve teslis inancı (üçleme; Baba, oğul, kutsal Ruh) asırlar önce kabul edilmiştir. Bu durumda, dinin aslından iyice uzaklaşmış olan günümüz Hristiyanlarını da Hz. İsa (as)'ya uyanlar olarak kabul edemeyiz, çünkü Allah, Kur'an'ın birçok ayetinde "üçleme"ye inananların inkar içerisinde olduklarını bildirmiştir:

"Andolsun, 'Allah üçün üçüncüsüdür.' diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir İlah'tan başka İlah yoktur..." (Maide, 5/73)

Bu durumda "sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim" ifadesi, açık bir işaret taşımaktadır. Hz. İsa (as)'ya uyan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir topluluk olması gerekmektedir. Böyle bir topluluk, kuşkusuz Hz. İsa (as)'nın yeryüzüne tekrar gelişiyle ortaya çıkacaktır. Ve tekrar dünyaya gelişi sırasında bu kutlu insana tabi olanlar, kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır.

Ayrıca ayetin sonunda geçen "...Sonra dönüşünüz banadır..." ifadesi de dikkat çekicidir. Allah Hz. İsa (as)'ya uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğini haber verdikten sonra, Hz. İsa (as) da dahil olmak üzere tümünün kendisine döneceğini bildirmektedir. "Allah'a dönmeleri" ölmeleri olarak anlaşılmaktadır. Bu da, Hz. İsa (as)'nın da kıyamete yakın dönemde yeryüzüne tekrar geldikten sonra ölümünün gerçekleşeceğine bir işaret olabilir.

II. Delil

"... ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur..."

Nisa Suresi'nin 156-158. ayetlerinin arkasından Allah, 159. ayette şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır." (Nisa, 4/159)

Yukarıdaki ayette yer alan "ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur" ifadesi oldukça dikkat çekicidir. Bu cümlenin Arapça karşılığı şu şekildedir: "... ve in min ehlil kitâbi illa leyü'minenne bihi kable mevtihi"

Burada bazı tefsirciler "o" zamirinin Hz. İsa (as) yerine Kur'an'a baktığını düşünmüşler ve ayete Kitap Ehlinin ölmeden Kur'an'a iman edeceği şeklinde bir yorumda bulunmuşlardır. Oysa bu ayet öncesindeki iki ayette de "o" zamiri tartışmasız bir biçimde Hz. İsa (as) için kullanılmıştır:

Nisa Suresi, 157. ayet:

"Ve: 'Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük.' demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler."

Nisa Suresi, 158. ayet:

"Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."

Bu ayetlerin hemen arkasından gelen ayette kullanılan "o" zamirinin Hz. İsa (as)'dan başka bir varlığı kastettiğinin hiçbir delili yoktur.

Nisa Suresi, 159. ayet:

"Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır."

Diğer taraftan ayetin ikinci cümlesinde yer alan "Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır" ifadesi de oldukça önemlidir. Kur'an'da kıyamet günü insanın dilinin, ellerinin ve ayaklarının (Nur Suresi, 24, Yasin Suresi, 65), işitme, görme duyularının ve derilerinin (Fussilet Suresi, 20-23) kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri bildirilmektedir. Kur'an'ın şahitliği ile ilgili ise hiçbir ayet yoktur. İlk cümlenin -cümle yapısı olarak veya ayetlerin ardarda gelişi açısından herhangi bir delil bulunmamasına rağmen- "Kuran"ı ifade ettiği kabul edilirse, ikinci cümlede yer alan "o" zamirinin de Kur'an'a işaret ettiği iddia edilmiş olur. Oysa Allah Kur'an'da bizlere bu konuyla ilgili herhangi bir bilgi vermemiştir. (En doğrusunu Allah bilir)

Kur'an ayetlerine baktığımızda aynı zamirin, Kur'an'a işaret ettiği durumlarda, (Tarık Suresi, 13; Tekvir Suresi, 19; Neml Suresi, 77 ve Şuara Suresi, 192-196'da olduğu gibi) ayetin öncesinde ya da sonrasında mutlaka Kur'an'dan bahsedildiğini görürüz. Ayetin öncesinde, sonrasında veya ayetin içinde Kur'an'dan bahsedilmiyorsa, bu ayetin Kur'an'ı tarif ettiğini söylemek yanlış olabilir. Ayet çok açık bir biçimde Hz. İsa'ya inanılmasından ve onun inananlara şahit olmasından bahsetmektedir.

Ayetin manası hakkında belirteceğimiz ikinci nokta ise "ölümünden önce" ifadesinin yorumu ile ilgilidir. Bazıları bu ifadenin "Kitap Ehlinin kendi ölümlerinden önce" inanması anlamında olduğunu düşünmektedirler. Bu yoruma göre Kitap Ehlinden olan her kişi kendisine ölüm gelmeden Hz. İsa (as)'ya mutlaka iman edecektir. Oysa Hz. İsa (as) döneminde Kitap Ehli tanımlamasına dahil olan Yahudiler ona iman etmemekle kalmamış, onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır. Daha sonra da onu öldü sanıp inkarlarını sürdürmüşlerdir. Aynı durum bugünkü Yahudiler için de geçerlidir, çünkü onlar Hz. İsa (as)'yı peygamber olarak kabul etmemektedirler. Bugüne kadar Hz. İsa (as)'ya iman etmemiş milyonlarca Ehli Kitap Yahudi yaşamış ve Hz. İsa (as)'ya iman etmeden ölmüştür. Dolayısıyla ayette söz konusu olan Kitap Ehlinin değil, Hz. İsa (as)'ın ölümüdür. Sonuç olarak, ayetlerin bizlere gösterdiği gerçek ise şudur: "Hz. İsa (as) ölmeden önce tüm Ehli Kitap ona iman edecektir."

Ayet gerçek manasıyla ele alındığında ise çok açık gerçeklerle karşılaşırız: Birincisi, ayette gelecekten bahsedildiği açıktır, çünkü Hz. İsa (as)'nın ölümü söz konusudur. Oysa o ölmemiş Allah Katına yükselmiştir. Hz. İsa (as) dünyaya yeniden gelecek ve her insan gibi yaşayıp ölecektir. İkincisi Hz. İsa (as)'ya tüm Ehli Kitabın iman etmesi söz konusudur. Bu da kesin olarak gerçekleşeceği bildirilen bir olaydır. Dolayısıyla buradaki "ölümünden önce" ifadesinin işaret ettiği kişi Hz. İsa (as)'dır. Kitap Ehli onu görüp bilecek, ona Müslüman olarak itaat edecek ve Hz. İsa (as) da onların durumlarıyla ilgili ahirette şahitlik edecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)

III. Delil

"Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir..."

Hz. İsa (as)'nın yeniden yeryüzüne döneceği ile ilgili bir başka ayet de Zuhruf Suresi'nin 61. ayetidir. Bu surenin 57. ayetinden itibaren Hz. İsa (as)'dan bahsedilir:

"Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: 'Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?' Onu yalnızca bir tartışma konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık. Eğer Biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı." (Zuhruf, 43/57-60)

Bu ayetlerin hemen arkasından gelen 61. ayette Hz. İsa (as)'nın kıyamet saati için bir ilim olduğu belirtilmektedir:

"Şüphesiz o, kıyamet saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur." (Zuhruf, 43/61)

Bu ayetin Hz. İsa (as)'nın ahir zamanda yeryüzüne dönüşüne açık bir işaret taşıdığını söyleyebiliriz. Çünkü Hz. İsa (as), Kur'an'ın indirilişinden yaklaşık altı asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla bu ilk hayatını "kıyamet saati için bir bilgi" yani bir kıyamet alameti olarak anlayamayız. Ayetin işaret ettiği anlam, Hz. İsa (as)'nın, ahir zamanda, yani kıyametten önceki son zaman diliminde yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da bir kıyamet alameti olacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)

Bu ayette geçen "O, kıyamet saati için bir ilimdir" ifadesinin Arapça karşılığı şu şekildedir: "İnnehu le ilmun lissâati."

Bu ifadede yer alan "hu" zamirinin "Kur'an"a işaret ettiğini söyleyenler vardır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi Kur'an için "hu" yani "o" zamiri kullanıldığında mutlaka ayetin öncesinde veya sonrasında veya ayetin içinde Kur'an'ı anlatan başka ifadeler de bulunmaktadır. Başka bir konu içinde "hu" zamiri ile Kur'an'dan bahsedilmez. Ayrıca bu ayetin öncesindeki ayete bakıldığında, orada da Hz. İsa (as) kastedilerek o zamiri kullanıldığı görülecektir:

"O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık." (Zuhruf, 43/59)

Bu zamirin Kur'an'a işaret ettiğini söyleyenler ise ayetin devamında geçen "Ondan kuşkulanmayın, bana uyun" ifadesini delil olarak gösterirler. Ancak bu ifadenin öncesindeki ayetler tamamen Hz. İsa (as)'dan bahsetmektedir. Bu nedenle "hu" zamirinin bir önceki ayetlerle ilgili olması ve Hz. İsa (as)'yı anlatması daha uygundur. Nitekim büyük İslam alimleri de bu zamiri gerek ayetlere gerekse sahih hadislere dayanarak Hz. İsa (as) olarak açıklamaktadırlar. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde bu konu şu şekilde açıklanmaktadır:

"Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de -saatin geleceğini ölülerin dirilip, kıyam edeceğini bildiren bir delil ve alamettir. Çünkü İsa gerek zuhuru ve gerek emvati ihya (ölüleri diriltme) mucizesi ve gerek emvatın kıyamını (ölülerin kalkışını) haber vermesi itibarıyla kıyametin vaki olacağına bir delil olduğu gibi hadiste varid olduğuna göre eşratı saattendir (kıyamet alametidir)."2

IV. Delil

"... Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek..."

Hz. İsa (as)'nın ikinci gelişine işaret eden başka ayetler de şöyledir:

"Hani Melekler, dediler ki: 'Meryem, doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. 'Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?' dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona 'Ol.' der, o da hemen oluverir. Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek." (Al-i İmran, 3/45-48)

Ayette, Allah'ın Hz. İsa (as)'ya, Tevrat'ı, İncil'i ve bir de "Kitab'ı" öğreteceği haber verilmektedir. Bu kitabın hangi kitap olduğu kuşkusuz önemlidir. Aynı ifade Maide Suresi'nin 110. ayetinde de yer almaktadır:

"Allah şöyle diyecek: 'Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide, 5/110)

Her iki ayette de geçen "Kitap" ifadesini incelediğimizde, bunun Kur'an'a işaret ettiğini görürüz. Ayetlerde Tevrat ve İncil dışında gönderilen son hak kitabın Kur'an olduğu bildirilmektedir. (Hz. Davud'a verilen Zebur da Eski Ahit'in içindedir) Bunun yanında, Kur'an'ın başka ayetlerinde, "Kitap" kelimesi, İncil ve Tevrat'ın yanında Kur'an'ı ifade etmek için kullanılmıştır:

"Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O, sana Kitab'ı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat ve İncil'i de indirmişti." (Al-i İmran, 3/2-3)

Kitap kelimesinin Kur'an'a işaret ettiği başka ayetler de şu şekildedir:

"Allah Katından yanlarında olan (Tevrat)ı doğrulayan bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkar edenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkar ettiler. Artık Allah'ın laneti kafirlerin üzerinedir." (Bakara, 2/89)

"Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik." (Bakara, 2/151)

Bu durumda, Hz. İsa (as)'ya öğretilecek olan üçüncü "Kitab"ın Kur'an olduğunu ve bunun da ancak Hz. İsa (as)'nın ahir zamanda dünyaya dönüşünde mümkün olabileceğini düşünebiliriz. Çünkü Hz. İsa (as) Kur'an'ın indirilmesinden yaklaşık 600 sene önce yaşamıştı. Biraz sonra detaylı olarak göreceğimiz gibi, Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde Hz. İsa (as)'nın dünyaya ikinci kez gelişinde İncil ile değil Kur'an'la hükmedeceği bildirilmektedir. Bu da ayetteki manaya tam olarak uygun düşmektedir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.)

V. Delil

"Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir..."

"Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir..." (Al-i İmran, 3/59)

ayeti de Hz. İsa (as)'nın dönüşüne işaret ediyor olabilir. Tefsir alimleri genellikle bu ayetin her iki peygamberin de babasız olma özelliğine, Hz. Adem (as)'in Allah'ın "Ol" emriyle topraktan yaratılması ile Hz. İsa (as)'nın yine "Ol" emriyle babasız doğmasına işaret ettiğine dikkat çekmişlerdir. Ancak ayetin ikinci bir işareti daha olabilir. Hz. Adem (as) cennetten nasıl yeryüzüne indirildiyse, Hz. İsa (as) da ahir zamanda Allah'ın Katından yeryüzüne indirilecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

VI. Delil

"...doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün..."

Kur'an'da Hz. İsa (as)'nın ölümünü ifade eden bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:

"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden kaldırılacağım gün de." (Meryem, 19/33)

Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa (as)'nın Allah Katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa (as)'nın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa (as)'nın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra vefat etmesiyle mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)

VII. Delil

"... beşikte iken de yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun..."

Hz. İsa (as)'nın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi'nin 110. ayetinde ve Al-i İmran Suresi'nin 46. ayetinde geçen "kehlen" kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde buyurulmaktadır:

"Allah şöyle diyecek: Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun." (Maide, 5/110)

"Beşikte de yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." (Al-i İmran, 3/46)

Bu kelime Kur'an'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa (as) için kullanılmaktadır. Hz. İsa (as)'nın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan "kehlen" kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse" şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla "35 yaş sonrası döneme işaret ediyor." şeklinde çevrilmektedir.

Hz. İsa (as)'nın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında Allah Katına yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbni Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa (as)'nın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa (as)'nın nüzulüne dair bir delil olduğunu söylemektedirler.3 (En doğrusunu Allah bilir)

İslam alimlerinin bu yorumunun isabetli olduğu, söz konusu ayetler dikkatle incelendiğinde kolaylıkla anlaşılmaktadır. Kur'an ayetlerine bakıldığında bu ifadenin, yalnızca Hz. İsa (as) için kullanıldığını görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin yaşlarında tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kur'an'da hiçbir peygamber için bu şekilde bir ifade kullanılmamaktadır. Bu ifade sadece Hz. İsa (as) için ve mucizevi bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Çünkü ayetlerde birbiri ardından gelen "beşikte" ve "yetişkin iken" kelimeleri iki büyük mucizevi zamana dikkat çekmektedirler.

Nitekim İmam Taberi, Tefsir'inde bu ayetlerde geçen ifadeleri şu şekilde açıklamaktadır:

"Bu ifadeler (Maide Suresi, 110), Hz. İsa'nın ömrünü tamamlayıp yaşlılık döneminde insanlarla konuşabilmesi için gökten ineceğine işaret etmektedir. Çünkü o, genç yaştayken göğe kaldırılmıştı?. Bu ayette (Al-i İmran Suresi, 46), Hz. İsa'nın hayatta olduğuna delil vardır ve ehl-i sünnet de bu görüştedir. Çünkü ayette, onun yaşlandığı zamanda da insanlarla konuşacağı ifade edilmektedir. Yaşlanması da ancak, semadan yeryüzüne ineceği zamanda olacaktır."7

"Kehlen" kelimesinin açıklamaları da, Kur'an'da yer alan diğer bilgiler gibi, Hz. İsa (as)'nın tekrar yeryüzüne gelişine işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir)

Tüm bu anlatılanlar Hz. İsa (as)'nın ahir zaman adı verilen dönemde yeryüzüne tekrar geleceğini ve insanları hak din olan İslam'a yönelteceğini ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu, Allah'ın iman edenlere büyük bir müjdesi, rahmeti ve nimetidir. İman edenlerin sorumluluğu ise, Hz. İsa (as)'yı en güzel şekilde savunup desteklemek ve onun insanları çağırdığı Kur'an ahlakını en doğru şekilde yaşamaktır.

Hadislerden Deliller

Hadis-i şeriflerde, Hz. İsa (as)'nın yeryüzüne dönüşü, dönmeden önce ve döndükten sonra gerçekleşecek çeşitli hadiseler hakkında Peygamber Efendimiz (sav) çok önemli bilgiler vermiştir. Peygamberimiz (sav)'in gelecek hakkında verdiği bilgiler "gayb" haberlerindendir. Allah ayetlerde dilediği elçilerine gayb bilgilerini vereceğini bildirmiştir:

"O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer." (Cin, 72/26-27)

Rabbimiz Fetih Suresi'nde de Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e rüyalar aracılığı ile bilgi verdiğini haber vermiştir:

"Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı." (Fetih, 48/27)

Ayette görüldüğü gibi, Rabbimiz, Peygamberimiz (sav)'e çeşitli gayb haberleri vermiştir. Bu haberler, Peygamberimiz (sav)'e ve onunla birlikte olan salih müminlere Allah'ın büyük bir desteğidir, yardımıdır.

Peygamberimiz (sav), Allah'ın bildirmesiyle, kıyamet alametleri ile ilgili de birçok haber vermiştir. Hz. İsa (as)'nın ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelişi Peygamber Efendimiz (sav)'in gelecekle ilgili verdiği haberler arasında önemli bir yere sahiptir. Ahir zamanla ilgili rivayetler sahih hadis kaynağı olan Kütüb-ü Sitte'nin tamamına ve ardından İmam Malik'in Muvattası, İbn Huzeyme ile İbn Hibban'ın Sahih'leri, İbn Hanbel ve Tayalisi'nin Müsnedleri gibi en muteber hadis kaynaklarına girmiştir. Bu kaynaklardan öğrendiğimize göre Peygamberimiz (sav), Hz. İsa (as) ile ilgili çok özel açıklamalarda bulunmuştur. Hz. İsa (as)'nın ikinci gelişi konusu, "tevatür" (kuvvetli haber) derecesinde bilinen bir konu olarak hadis ilmi içinde yerini almıştır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) hadislerinde, ahir zamanda din ahlakının tüm dünya üzerinde hakim olacağını, yeryüzüne barış, adalet ve refahın hakim olacağını bildirmektedir. Peygamberimiz (sav) bu hakimiyeti Hristiyan dünyası ile İslam dünyasını birleştirecek olan Hz. İsa (as)'nın gerçekleştireceğini bizlere müjdelemektedir. Günümüzde yeryüzünde mevcut bulunan din karşıtı felsefelerin uygulamaları sonucu toplumların içine sürüklendiği durum ortadadır. Ahlaksızlık, uyuşturucu, terör, kıtlık ve diğer birçok sorun Hristiyan ve İslam dünyasının bunlarla fikri olarak mücadele için birleşmesini gerektirmektedir. Dünyanın şu anki sosyal yapısı Hristiyan ve İslam ittifakını âdeta zorunlu hale getirmiştir. Hristiyanlığın dünya üzerindeki gelişmiş ülkelerde, liderler seviyesindeki etkisi de göz önünde bulundurulursa önümüzdeki yıllarda oluşabilecek bir İslam-Hristiyan ittifakının ne derece etkili olabileceği açıkça görülmektedir.

Hz. İsa (as) Hakkındaki Hadisler Tevatür Derecesindedir

Hz. İsa (as)'nın gelişi konusunda nakledilen hadisler tevatür derecesindedir. Birçok araştırmacı da alimlerimizin görüşlerinin bu yönde olduğunu aktarmaktadır. Tevatürün tanımı Büyük Lugat'ta şöyle yapılmaktadır:

Tevatür: Kuvvetli haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayanan kuvvetli haber.5

İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani, tevatür hadis kavramını şöyle açıklamaktadır:

Haber-i mütevatir, ravileri çoklukta o dereceye ulaşan bir haberdir ki, adete göre, o kadar çok rivayetçinin yalan üzerine birleşmeleri imkansız olur. Bu durumda rivayet edilen haber hakkında lafız ve mana tutuyorsa buna, "mütevatir-i lafzi" denir. Eğer hepsinin arasında müşterek manada ittifak olmakla beraber lafızlar (sözler) arasında ihtilaf bulunuyorsa buna, "mütevatir-i manevi" denir.6

Hz. İsa (as)'nın gelişinin tevatür derecesinde hadislerle bildirildiğine dair özel olarak bir eser kaleme alan büyük hadis alimi Şeyh Muhammed Enver el Keşmiri Et Tasrih bi-ma tevatera fi nuzuli'l Mesih isimli çalışmasında 75 tane Hadis'e ve 25 tane sahabeye ve sahabeleri görenlere ait esere yer vermiştir.
Hz. İsa (as)'nın tekrar geleceğini nakleden alimlerin başında İmam-ı Azam Ebu Hanife gelmektedir. Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber adlı eserinin son bölümünde şunları bildirmektedir:

"Deccal'in, Ye'cüc ve Me'cücün çıkması, Güneş'in batıdan doğması, İsa (as)'ın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametleri, sahih haberlerde varid olduğu vech ile, haktır, olacaktır."7

Hz. İsa (as)'nın yeryüzüne tekrar gelişi konusu kıyametin on büyük alametinden biridir ve birçok İslam alimi eserlerinde bu konuyu detaylı olarak ele almışlardır. Bu konudaki izahlar topluca değerlendirildiğinde Hz. İsa (as)'nın ikinci gelişi hakkında İslam alimleri arasında bir söz birliği olduğu açıkça görülür. Örneğin Es Seffarini, Levami adlı eserinde, İslam alimlerinin bu konuda ittifak halinde olduklarını şöyle ifade eder:

"Bütün ümmet, Meryem oğlu İsa'nın ineceği hususunda ittifak etmiştir. Şeriat ehlinden hiç kimse bu hususta muhalif olmamıştır."8

Büyük İslam alimi Seyyid Alusi de, Ruhu'l Meani tefsirinde, -diğer İslam alimlerinin görüşlerinden örnekler vererek- Hz. İsa (as)'nın inişi konusunda cemaatin söz birliği yaptığını, bu konuda haberlerin manevi tevatür derecesine ulaşacak kadar meşhur olduğunu, Hz. İsa (as)'nın gelişine imanın vacip olduğunu açıklamıştır.9

İmam Kevseri de Hz. İsa (as)'nın inişi ile ilgili görüşlerini şu şekilde bildirmiştir:

"Hz. İsa (as)'nın inişiyle ilgili hadis-i şerfilerdeki tevatür, 'tevatür-i manevidir.' Sahih (sağlam) ve hasen (güzel) hadis-i şerifin her biri, farklı manalara delalet etmekle birlikte hepsi de Hz. İsa (as)'nın ineceği hususunda söz birliği içindedirler ki, bu, hadis ilminin kokusunu koklayan bir kimse için inkarı mümkün olmayan bir gerçektir? Mehdi ile Deccal'in çıkacağı ve Hz. İsa (as)'nın ineceği hususundaki hadis-i şeriflerin tevatür derecelerine ulaşmış olmaları, hadis ilmi ehlince asla şüphe edilecek bir husus değildir. İlm-i kelam ehlinden (inanç ilmiyle uğraşanlardan) bazısının kıyamet alametleriyle ilgili hadislere inanmanın vacip olduğunu kabul etmeleriyle beraber, bu hadislerden bir kısmının mütevatir olup olmadığı hususundaki şüpheleri ise, hadis ilmiyle ilgili bilgilerinin azlığından kaynaklanmaktadır."10

Alim İbn-i Kesir ise, konuyla ilgili ayetlerin tefsirini yaptıktan ve ilgili hadisleri açıkladıktan sonra düşüncesini şöyle ifade etmektedir:

"İşte bunlar Resulullah (sav)'den mütevatir olarak rivayet edilmiştir ve bu hadis-i şeriflerde, Hz. İsa'nın nasıl ve nereye ineceği hususu açıklanmıştır.? Hz. İsa'nın cesed-i şerifiyle dünyaya ineceği hakkında zikredilen sahih ve mütevatir hadis-i şerifler, tevile (başka şekilde yorumlanmaya) elverişli değildir. Dolayısıyla, zerre kadar imanı ve insafı olan herkesin, Hz. İsa'nın yeryüzüne ineceğine inanması gerekmektedir ki, bunu ancak şeriata zıt, Allah'ın Kitabına, Resulü'nün sünnetine ve ehl-i sünnetin ittifakına muhalif olan kimseler inkar edebilir."11

Hadislerin tevatür olduğu konusunda yapılan bir diğer açıklama da şöyledir:

Şevkani de İsa (as)'ın ineceğine dair hadislerin sayısının 29'a ulaştığını söyleyerek, bunları bir bir nakletmiş ve sonunda:

"Bizim naklettiğimiz hadisler görüldüğü gibi tevatür sınırına ulaştı. Bu beyanımızla şu sonuca varılıyor ki, beklenen Mehdi hakkındaki hadisler, Deccal hakkında hadisler ve İsa (as)'ın inmesine dair hadisler mütevatirdir." demiştir.12

Tirmizi, Ebu Davud, Bezzaz, İbni Mace, Hakim, Tabarani ve Ebu Ya'la Musuli bu konu hakkında çeşitli sahabelerden rivayetler nakletmişler; Ali, İbni Abbas, İbni Ömer, Talha, İbni Mes'ut Ebu Hureyre, Enes, Ebu Sa'id Hudri, Ümmi Habibe, Ümmi Seleme, Sevban, Kurre bin İyas, Ali Hilali ve Abdullah bin Haris bin Cüz'e birtakım senetlerle isnad etmişlerdir.13 Bunların yanı sıra İbn-i Hacer-i Haysemi es-Sevaik-ul Muhrika kitabında, Şeblenci Nur-ul Ebsar kitabında, İbn-i Sabbağ el-Fusul-ul Muhimme, Muhammed es-Sabban İs'af-ür Rağibin, Genci-i Şafiî el-Beyan kitabında, Şeyh Mansur Ali Ğayet-ul Me'mul kitabında, Suveydi Sebaik-uz Zeheb adlı kitapta Hz. İsa (as)'nın gelişiyle ilgili hadislerin mütevatir olduğunu yazmışlardır.

Bu hadisleri ehl-i sünnet muhaddis ve alimleri kendi kitaplarında yazmışlardır. Örneğin: Ebu Davud, Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace, Hakim, Nesai, Taberani, Ravyani, Ebu Nuaym-i İsfahanî, Deylemi, Beyhaki, Sa'lebi, Hameveyni, Menavi, İbn-i Meğazili, İbn-i Cevzi, Muhammed-us Sabban, Maverdi, Genci-i Şafii, Sem'âni, Harezmi, Şa'rani, Darakutni, İbn-i Sebbağ-i Maliki, Şeblenci, Muhibbuddin Taberi, İbn-i Hacer-i Haysemi, Şeyh Mansur Ali Nasıf, Muhammed b. Talha, Celaleddin Suyuti, Şeyh Süleyman-i Hanefi, Kurtubi, Bağavi ve diğer alimler bu konuya eserlerinde yer vermişlerdir.

Şeyh Abdülfettah Ebu Gudde de, Hz. İsa'nın yeryüzüne inip Deccal'i öldüreceğine dair rivayetlerin tevatür derecesini bulduğunu belirtir.14 Hadis alimi Kettani'nin de Nazmü'l-Mütenasır isimli eserinde15 "Hz. İsa'nın inişinin kitap, sünnet ve icma-ı ümmet ile sabit olduğunu, bu husustaki hadislerin, ayrıca Deccal ve Mehdi hakkındaki hadislerin de mütevatir olduğunu." savunduğu görülür. Tefsir alimi İbn-ü Atiyye el Gırnadi el Endülüsi'nin El Bahru'l Muhit adlı tefsirinde, "Hz. İsa'nın diri olduğu, ahir zamanda ineceği hususunda ümmetin ortak görüşünün bulunduğu ve bu konudaki hadislerin mütevatir olduğu." ifade edilir.

Konu hakkında eserleri bulunan yazarların nakillerinden de anlaşılmaktadır ki hadis kaynakları çok zengindir. Dahası, Hz. İsa (as)'nın gelişinin ahir zamanda gerçekleşecek olan kıyamet alametlerinden olduğunu bildiren hadisler de Buhari, Müslim gibi ana hadis kaynaklarında yer almaktadır. Bu hadislerden bazıları şöyledir:

"Sizler on alameti görmedikçe hiçbir zaman kıyamet kopmaz... Biri de İsa (as)'ın inmesi..." (Müslim, Kitabü-l Fiten: 39)

"Vallahi Meryem oğlu [Hz. İsa (as)], Hacc yapmak veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için icabet edecektir." (Müslim, Hacc: 216, 1252)

"Kıyamet on alamet görülmedikçe kopmaz: Duman, Deccal, Dabbetu'l arz, Güneş'in batıdan doğması, İsa'nın yeryüzüne inmesi..." (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 362)

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi yakındır..." [Buhari, Kitabü'l-Büyu': 102, Mezalim: 31, Enbiya 49; Müslim, İman: 242 (155); Ebu Davud, Melahim: 14 (4324); Tirmizi, Fiten: 54 (2234)]

"İsa inecek; emirleri: 'Haydi gel, bize namaz kıldır!' diyecek. Buna karşılık: 'Kiminiz kiminizin emiridir. Bu, Allah'ın bu ümmete bir lütfu keremidir.' diyecek." (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 380)

"Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek..." (Sahih-i Müslim bi Şerhin-Nevevi, cilt 2, s.192; Kenzul Ummal, Kitabul-İman, Bab-ı Nüzul-i İsa İbn-i Meryem, 14/332)

"İmamınız kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman sizler nasıl olursunuz?" (Buhari, Enbiya 50, 3265, 3/1272; Müslim, İman: 71,155,1/136; Beyhaki, Esma ve Sıfat: 3265, 2/166)

İslam Alimleri Hz. İsa (as)'nın Gelişini, Akide (İnanılan ve İtikad Edilen Esas) Konusu Olarak değerlendirmektedirler.

Ehl-i sünnetin inanç konularını açıklayan hemen tüm eserlerde, Hz. İsa (as)'nın kıyametten önce yeryüzüne geleceği, Deccal ile mücadele edip onu öldüreceği, gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağı yer almaktadır. İslam alimleri, Kur'an-ı Kerim'de yer alan delilleri ve hadislerde bildirilen haberleri bir arada değerlendirerek, Hz. İsa (as)'nın dönüşüne inanmayı önemli bir inanç esası olarak kabul etmişlerdir. Ve konuyu şu şekilde açıklamaktadırlar:

1. Nisa Suresi'nin 157. ayetinde Allah, "... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi..." diye bildirmiştir. Bu ayetle birlikte Kur'an'ın diğer pek çok ayetinde Hz. İsa (as)'nın Allah Katında diri olduğu bildirilmekte ve yeryüzüne ikinci kez geleceğine işaret edilmektedir. İslam alimleri bu konuda ittifakla, bunun aksini savunmanın hiçbir şekilde mümkün olmadığını söylemektedirler. Örneğin İbn Hazm bu ayeti tefsir ederken; "Hz. İsa (as)'nın öldürüldüğünü söyleyen bir kimsenin mürted (İslam dininden dönen) veya kafir olacağını" vurgulamıştır.16

2. Hz. İsa (as)'nın gelişi ile ilgili hadislerin, tevatür derecesinde ve bu konuda hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık olmaları Müslümanlar için çok önemli bir delildir. Üstelik bu konudaki hadislere karşı öne sürülebilecek -yani Hz. İsa'nın yeniden gelmeyeceğini bildiren- tek bir farklı hadis dahi yoktur.

3. Cabir İbn-i Abdullah'dan rivayet edilen "Mehdi'nin çıkışını inkar eden, muhakkak Muhammed (sav)'e indirilene küfretmiştir. Meryem'in oğlu İsa'nın inişini inkar eden de muhakkak kafir olmuştur. Deccal'in çıkacağını kabul etmeyen de muhakkak kafirdir." hadisi de İslam alimleri tarafından kullanılan bir diğer delildir. Bu hadis, Şeyh Hace Muhammed Parisa'nın Faslul Hitap, Şeyh Ebu Bekir el Kelabazi'nin Meanil Ahbar, İmam Süheyli'nin er-Ravuzul Ünüf, İmam Suyuti'nin el-Arful Verdi fi Ahbaril Mehdi gibi ünlü İslami kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Şeyh Ebu Bekir, bu hadisin senetini de açıklamıştır: "Bize Muhammed İbni Hasen, ona Ebu Abdillah el-Huseyn İbni Muhammed, ona İsmail İbni Üveys, ona Malik İbni Ebes, ona Muhammed İbni Münkedir, ona da Cabir İbni Abdillah Hazretleri böylece bildirmişlerdir."

4. Hz. İsa (as)'nın gelişiyle ilgili hadisleri nakleden ravilerin çokluğu ve güvenilirlikleri de İslam alimlerinin dikkat çektikleri bir diğer husustur. Bu ravilerden bazıları şunlardır: Ebu'l Eşas es-Sanani, Ebu Rafi, Ebul Aliye, Ebu Ümametle Bahili, Ebud Derda, Ebu Hureyre, Ebu Malik el-Hudri, Cabir İbn Abdillah, Huzeyfe İbni Edis, Sefine, Katade, Osman İbnül As, Nafi İbni Keysani, Velid İbni Müslim, Ammar İbni Yasir, Abdullah İbni Abbas...

Tüm bu bilgiler sonucunda İslam alimleri Hz. İsa (as)'nın inişine ve gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağına imanı, önemli inanç esaslarından biri olarak değerlendirmişlerdir.

Kaynaklar:

1. Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Prof. Dr. Süleyman Ateş, 2. cilt, s. 49-50.
2. Elmalılı Hamdi Yazır, Tefsir.
3. Faslu'l-Makal fi Ref'i İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi'd-Deccal, Muhammed Halil Herras, Mektebetü's Sünne, Kahire, 1990, s. 20.
4. Taberi Tefsiri, İmam Taberi, 2. cilt, s. 528; cilt 1, s. 247.
5. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav, İstanbul, 2000, 3003.
6. Muhtasar-ı Seyyid-i Şerif, s. 46.
7. Fıkh-ı Ekber, Ebu Hanife, Numan b. Sabit (150/767), Çeviren: H. Basri Çantay, Ankara, 1982.
8. Levamiu'l Envaril Behiyye, es-Seffarini, 2/94-95; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.169.
9. Ruhu'l Meani, Seyyid Alusi, 7/60; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 168.
10. İmam-ı Kevseri, Nazratün Abira, s.44-49; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 167-168.
11. İbn-i Kesir, 1/578-582; Avnü'l Mabud, 11/457-464.
12. Sünen-i İbn-i Mace, 10/338.
13. Mukaddime, İbni Haldun, MEB Şark Islam Klasikleri, 2. cilt, s. 137-139.
14. Said Havva, 9:445.
15. Nazmü'l-mütenasir fi'l-hadisi'l-mütevatir, el-Kettani Ebu'l-Fayd Muhammed b. Ca'fer el-Hasani, Halep, s.147; İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, Dr. Zeki Sarıtoprak, Çağlayan Yayınları, İzmir, 1997, s.108.
16. İlmü'l-Kelam, İbn Hazm, s.56-57; İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, Dr. Zeki Sarıtoprak, Çağlayan Yayınları, İzmir, 1997, s.53.

2 Hz. İsa'nın hayatı hakkında bilgi verir misiniz?

Hz. İsa (as), Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen ve İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Hz. İsa (a.s), Batılı tarihçilere göre miladi yıldan dört veya beş sene kadar önce doğmuştur.

Yine Batılı tarihçilere göre Hz. İsa (a.s) Romalıların elinde bulunan Yahudiye'de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde otuz yaşlarına doğru peygamberliğini insanlara bildirdi. Önce Celile'de sonra Kudüs'te insanları hak dine davet etti. Yahudilerin dinini ikmal, onların dine kattıklarını düzeltmek için gönderilen Hz. İsa (a.s) kendisine indirilen İncil adlı kutsal kitapta bunu şöyle anlatır:

"Ben yok etmeğe değil, tamamlamaya geldim."

Hz. İsa (a.s), Yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid'i onların anlayışından kurtarmaya, Hz. Musa (a.s)'ın getirdiği akideyi yerleştirmeye ve Yahudilere daha önce bildirilen zahmetli bazı ilahi kanunları hafifletmeye çalıştı.

Memleketi Celile'de Genaseret gölü kıyısında ilk vaaz ve tebliğlerini bildiren Hz. İsa (as) daha sonra Kudüs'e gitti. Yahudiler Hz. İsa (as)'ı, dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus'a şikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi Hz. İsa (as)'a ihanet etti ve Hristiyanların inancına göre Hz. İsa (as) çarmıha gerilerek öldürüldü. Kur'an-ı Kerîm'de ise hadise şöyle anlatılmaktadır:

"Halbuki onlar İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı." (Nisa, 4/156).

Rivayete göre Hz. İsa (as)'a ihanet eden Yahuda, Romalılar tarafından İsa (a.s.) zannedilerek asılmıştır.

İsa (a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz benizli, dağınık, düz saçlı idi. Saçını uzatır, omuzları arasına salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli idi: Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandal giyer, çoğu zaman da yalınayak yürürdü.

Kendisinin geceleri varıp barınacağı bir evi, ev eşyası ve zevcesi yoktu. Hiçbir şeyi yarın için biriktirip saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir, ahireti özler, Allah'a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede güneş batarsa orada konaklar, iki ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile günlerini geçirirdi (M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335). İsa (a.s) göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bir çift mesti, bir de deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı.(Abdurrezzak, Musannef, XI, 309).

Kur'an-ı Kerîm'e göre Hz. İsa (a.s)'ın annesi Hz. Meryem'dir. Meryem, yine Kur'an'da ismi geçen dört seçkin aileden biri olan İmrân ailesinden idi. Hz. Meryem, Zekeriya (a.s)'ın koruması ve gözetim altındaydı. Meryem, Beytü'l-Makdis'te, doğu tarafta özel bir bölmeye yerleştirilmişti. Zekeriya (a.s), Meryem'in yanına geldikçe orada, rızkını ve yiyeceğini hazır görürdü. Hz. Meryem, Beytü'l Makdis'te zikirle, ibadetle hayatını geçiriyordu. İşte bu sırada Allah, ona bir beşer sûretiyle Cebrail (as)'i gönderdi. bu durum, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde anlatılır:

"Meryem dedi ki; ben senden Rahman'a sığınırım. Eğer O'ndan korkuyorsan bana dokunma! O da ben, temiz bir oğlan bağışlamak için Rabbinin sana gönderdiği elçiden başkası değilim, dedi. Meryem; bana bir insan temas etmemişken, ben kötü kadın olmadığım halde nasıl oğlum olabilir, dedi. Cebrail, bu böyledir; çünkü Rabbin, 'Bu bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız.' diyor, dedi. İş olup bitti. Böylece Meryem, İsa'ya gebe kalarak bir köşeye çekildi. Doğum sancıları başladı ve başına gelen bu hadiseden dolayı çok üzülerek, keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim, dedi." (Meryem, 19/1 8-23).

Cebrail, Meryem'e, babasız doğuracağı çocuğun özelliklerini ve mücadelesini haber vermiş, Meryem'i teselli etmiş ve ayrılıp gitmişti. Hz. Meryem'in kendisini Allah'a ibadete verdiğini ve onun tertemiz bir kadın olduğunu bilenler de bilmeyenler de bu duruma hayret etmiş ve doğumun bu şekilde nasıl olabileceği tartışmasına girmişlerdi. Hz. Meryem ise olayı, çocuğa sormalarını işaret etmişti:

"...Onlar, biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz, dediler. Çocuk, ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de öleceğim gün de dirileceğim gün de bana selam olsun, dedi." (Meryem, 19/29-33).

İsa (a.s)'ın babasız olarak mucizevî bir şekilde doğuşu, Allah'ın dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Adem (a.s) ile İsa (a.s) arasında fark yoktu. Nitekim ayet-i kerimede, durum şu şekilde izah edilir:

"Gerçekten İsa'nın babasız dünyaya geliş hâli de Allah katında Âdem'in hâli gibidir. Allah, Âdem'i topraktan yarattı, sonra da ona ol dedi; o da hemen (insan) oluverdi." (Âl-i İmrân, 3/59).

İsa (a.s) otuz yaşında iken peygamberlik görevi aldığında, hemen İsrailoğullarına durumu bildirdi. İsa (a.s)'nın çağrısına kulak tıkayan ve ellerindeki Tevrat'ı tahrif edip pek çok değişiklikler yapan İsrailoğulları, Hz. İsa (a.s)'a inanmadılar. Ayrıca Allah, Hz. İsa'nın risâletini destekleyen mucizelerde gösteriyordu. Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen mucizeleri şunlardır:

İsa (a.s)'nın, çamurdan kuş biçiminde bir heykel yapması ve onu üfleyince kuş olup uçması, ölüleri diriltmesi; anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulmuş olanları tedavi etmesi; gökten sofra indirmesi (Mâide, 5/110-115); Havarîlerin ve diğer arkadaşlarının evlerinde ne yediklerini ve neler sakladıklarını söyleyerek gaybdan haber vermesi (Âl-i İmrân, 3/49).

İsrailoğulları, İsa (a.s.)'ı ve ona tâbi olanları durdurmak için pek çok yol denediler; sonunda Hz. İsa'yı öldürmeğe karar verdiler. Ancak Allah, onların planlarını etkisiz hâle getirdi. Yahudiler, İsa (a.s.)'a benzeyen birini yakalayıp astılar ve "Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük." dediler (Nisâ, 4/157). Öte yandan Kur'an-ı Kerîm, asıl durumu şu şekilde açıklar:

"Halbuki onlar İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. Ayrılığa düştükleri şeyde, doğrusu şüphededirler. Onların bu öldürme olayına ait bir bilgileri yoktur. Ancak kuru bir zan peşindedirler. Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah, onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hâkimdir."(Nisâ, 4/157-158).

İsa (a.s) ayette de belirtildiği gibi, öldürülmeden göğe yükseltilmiştir. Mezarı dünyada değildir. Ayrıca Mi'rac'da, Peygamberimiz (asm) kendisini görmüştür. Hz. İsa (as), göğe yükselmeden önce, havârîlerine ve tüm insanlığa şu müjdeyi vermişti:

"Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan, Tevrat'ı doğrulayan ve benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim." (Saf, 61/6).

Hz. İsa (a.s) göğe çekildiği sıralarda kendisine inananların sayısı çok azdı. Daha sonra bir ara Hz. İsa (as)'ın getirdiği inancı kabul edenler çoğaldı ise de, sonunda Hristiyanlar da İsrailoğulları gibi yoldan çıktı ve pek çok yanlışlıklara saptılar. Bugün, Hristiyanların sahip oldukları teslis inancı, İsa (a.s)'nın göğe yükseltilmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır.

İsa (a.s)'ın annesi Hz. Meryem Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra altı sene kadar daha yaşamış ve ölmüştür. (Hakim, Müstedrek, II, 596).

Hz. İsa (a.s)'a dört büyük ilâhi kitaptan biri olan İncil verilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de İncil'in Hz. İsa'ya verilişi ile ilgili şu bilgiler vardı:

"Arkalarından da izlerince Meryem oğlu İsa'yı Tevrat'ın bir tasdikçisi olarak gönderdik; ona da bir hidâyet, bir nur bulunan İncil'i, ondan evvelki Tevrat'ın bir tasdikçisi ve sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere verdik."(Mâide, 5/11).

Ancak bu İncil de Tevrat gibi tahrifata uğramıştır. Bununla birlikte Allah Teâlâ tarafından son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'e indirilen Kur'an-ı Kerîm, Zebur, Tevrat ve İncil'in hükümlerini ve geçerliliklerini ortadan kaldırmıştır. Hz. İsâ (as) İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre cisim ve ruhuyla göğe yükseltilmiştir. Kıyamet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm şeriatıyla hükmedecektir (bk. Buhârî, Buyu', 102).

Hz. İsa (as) bedeniyle göğe yükseltildiğinden, Kur'an-ı Kerim'de bildirilen "ölümden evvel" (Nisa, 4/159) ve "öleceğim güne ve diri olarak ba's edileceğim güne" (Tevbe, 9/34) mealindeki ayetler Hz. İsa (as)'ın nüzûlünden sonraki ölümünü anlatır.

(bk. Mefail HIZLI, Şamil İslam Ansiklopedisi)

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. İsa`yı Beklerken...

3 Mesih kurtarıcı demek ise, Kur'an'da da Hz. İsa (as) "Mesih" diye anılıyor; o zaman hakikaten Hz. İsa (as) kurtarıcı mıdır?

a. Hz. İsa (as)'nın bir lakabı olan "mesih" kelimesi, "MSH" kökünden gelir. İbn Abbas'a göre Hz. İsa (as), değişik hastalara el sürüp, onları Allah'ın izniyle sağlıklarına kavuşturduğu için bu lakabı almıştır. (bk. el-Kurtubî, IV/89)

Al-i İmran Sûresinin 49. âyetinde yer alan,

"Allah'ın izini ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim..."

mealindeki ifadesi, İbn Abbas'ın bu tespitini desteklemektedir.

b. Bazı dilcilere göre, bu kelime İbrânicede "meşîha" olup, güzel bir yaratılışı ve mübarek bir sima ve bir kişiliği ifade etmektedir.( bk. el-Kurtubî, IV/89) Hz. İsa (as)'ın, Meryem Sûresinin 30-33. ayetlerinde yer alan,

"Ben Allah'ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve dirileceğim gün selam benim üzerimedir."

mealindeki ifadeleri, söz konusu mânâyı çağrıştırmaktadır.

c. Bazı alimler, "mesih" kelimesinin, tertemiz anlamında olup Hz. İsa (as)'ın günâhlardan arındırılmış bir insan olduğunu ifade ettiğini söylemişlerdir.(bk. et-Taberî, IV/35.) Meryem Sûresinin 19. âyetinde yer alan,

"Melek (Meryem'e hitaben): Ben, yalnız sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi."

şeklindeki ifadesi, bu mânâya işaret etmektedir.

d. Bu kelimenin müsamaha kökünden olup, hoşgörü ve toleransı ifade ettiğini söyleyenler de vardır. Hz. İsa Mesih'in (as) daha önce Tevrat'ta yer alan bir kısım ağır hükümleri hafiflettiği, yasak olan bazı şeyleri helâl kıldığı (bk. ez-Zemahşerî, I/365) göz önüne alınırsa, bu kelimenin bu mânası, daha bir anlam kazanacaktır.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursi, Deccal ile Hz. İsa (a.s)'nın müşterek olarak Mesih lakabı ile adlandırılmalarına dikkat çekmiş ve şu görüşlere yer vermiştir:

Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselama “Mesih” namı verildiği gibi her iki Deccala dahi “Mesih” namı verilmiş ve bütün rivayetlerde مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ.. مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ “Mesih Deccalın şerrinden ... Mesih Deccalın şerrinden.” (Buhârî, Ezan: 149; Cenâiz: 88; Tirmizî, Dua: 70, 76, 132; Müsned: 2:185, 186, 414, 416) denilmiş. Bunun hikmeti ve te’vili nedir?

Elcevap: Allahu a’lem, bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlâhî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Mûseviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı müştehiyâtı helâl etmiş; aynen öyle de, büyük Deccal, şeytanın iğvâsı ve hükmüyle şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan “Süfyan” dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak, hayat-ı beşeriyenin maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer, hevesat-ı müteaffine bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz. (Şualar, Beşinci Şu, İkinci Makam)

Demek ki, Rivayetlerde Hz. İsa (a.s)'ya "Mesih" ismi verildiği gibi her iki Deccale de "Mesih" ismi verilmiştir. Bunun hikmeti şudur: Hz. İsa Allah'ın emriyle, Tevrat'taki bir kısım ağır mükellefiyetleri kaldırıp, Büyük Deccal de şeytanın telkiniyle Hz. İsa (a.s)nın dininde yer alan hükümleri ortadan kaldırarak Hıristiyanların içtimâî hayatlarını düzenleyen mânevî bağlantıları koparıp bozarak, anarşiliğe ve "Ye'cüc ve Me'cüc"e zemin hazırlar. İslâm Deccalı olan Süfyan ise, Hz. Muhammed (a.s.m)'in getirdiği ebedî bir kısım İslâmî hükümleri nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmağa çalışarak, insanlığın toplum hayatına ait maddî ve manevî bağlarını koparmak suretiyle, serkeş, sarhoş ve sersem nefisleri başı boş bırakarak müthiş bir anarşiliğe yol açacaktır. Sosyal hayatın temel dinamikleri olan karşılıklı saygı ve sevgi bağlarını ortadan kaldırıp, yerine zorba bir özgürlük, aynı istibdat bir hürriyet vermekle öyle bir anarşiliğe meydan açar ki, huzur ve güveni sağlamak çok zorlaşacaktır.

Şunu da belirtmeliyiz ki, bütün peygamberler birer kurtarıcıdır, kendilerine inanmış ümmetlerini cehennemden kurtaracaklardır. Hristiyanların Hz. İsa (as) hakkında kullandıkları "kurtarıcı" vasfı, onların teslis akidelerine işaret eden bir anlam yüklemektedir. Şüphesiz bu yanlış bir varsayımdır.

4 Hz. Meryem hakkında bilgi verir misiniz?

Muhammed b. îshak ile diğerlerinin anlattıklarına göre Meryem'in anası hamile kalmazmış. Günün birinde bir kuşun, yavrusuna ağzın­dan yiyecek verdiğini görmüş, bunu görünce bir çocuk sahibi olma arzu­suna kapılmış. Eğer hamile kalırsa çocuğunu Mescid-i Aksa'ya ibadet için yerleştireceğini ve oraya vakfedeceğini adamıştı. Anlatıldığına gö­re bu adağından sonra Hz. Meryem'e hamile kalmıştı.

"Onu doğurunca -Allah onun ne doğurduğunu bilirken- yine şöyle dedi: 'Rabbim, onu kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir.'"

Yani Mescid-i Aksa'ya hizmet hususunda kadınlar, erkekler kadar becerikli olmazlar. O zamandaki insanlar erkek evlatlarını, Mescid-i. Aksa'ya hizmetçi olarak adarlardı. (Tefsir-i Taberî, III, 157.)

Hanne, Hz. Meryeme hamile kalınca kaç yaşında olduğu bilinmemektedir.

İslamî kaynaklara göre Hz. Meryem'in babası İmran'dır. İmran, şerefli bir silsile ile Hz. İbrahim (as)'e dayanan bir sülâledendir. Hz. Meryem'in annesi Fâzuka'nın kızı Hanne'dir. Hanne'nin kız kardeşi (bir rivayette Meryem'in kız kardeşi) İyşâ da Hz. Zekeriya'nın hanımı ve Hz. Yahya'nın annesi imiş. Hz. Muhammed (s.a.s.); "Yahya ile İsa, teyze oğullarıdır." demiştir.

Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:

"İmran'ın hanımı (Hanne): 'Rabbim, karnımdakini tam hür olarak (dünyadan azad edilmiş ve tamamen ihlaslı bir ibadet duygusu ile Mabet bekçisi olarak) sana adadım. Benden kabul buyur. Şüphesiz sen işiten, bilensin.' demişti. Onu doğurunca, -Allah onun ne doğurduğunu bildiği halde- (Hanne) şöyle dedi: 'Rabbim, onu kız doğurdum; erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu koğulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum.' Bunun üzerine Rabb'i onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriya'nın himayesine verdi. Zekeriya ne zaman kızın bulunduğu mihraba girse, onun yanında yeni bir yiyecek bulurdu. 'Meryem! Bu sana nereden geldi?' deyince, o da: 'Bu, Allah katındandır.' derdi. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir." (Âl-i İmran, 3/35-37)

Meryem kelimesi, Süryâni dilinde hizmetkâr manasınadır.

İlave bilgi için tıklayınız: 

HZ. MERYEM.

5 Hz. İsa zamanında şarap helal miydi?

Yahudilikte haram olan şarabı, Hz. İsa aleyhisselamın kaldırdığı ve şarabın Hristiyanlıkta helal olduğu bilinmektedir. Ancak bugünkü İncil metinlerinde şarabın hem helal kılındığına hem de haram olduğuna dair ifadeler vardır. Demek ki, İncil'in aslını değiştirenler, bununla ilgili hükümleri de değiştirmişlerdir.

Her şeyin sahibi Allah'tır; O dilerse helal eder, dilerse haram eder. Hz. İsa aleyhisselam şeriatında helal ettiyse o zaman helal olur, İslamiyet ile yasaklayınca da haram olur.

İçki, aklın sıhhatli düşünme ve muhakeme yeteneğini gideren, sarhoşluk denilen hale sebep olan içeceklerdir.

Kur'an-ı Kerîm içkiyi yasaklamış ve haram olduğunu bildirmiştir:

"Ey iman edenler! İçki (hamr), kumar, dikili taşlar ve fal okları şevtanın işlerinden bir pisliktir." (Mâide, 5/90).

Ayette geçen hamr kelimesini fakihlerin çoğu aklı gideren bütün içkileri kapsamına aldığını söylemişlerdir. Hanefiler hamrı şöyle izah etmişlerdir:

Köpüklenip kuvvetlenen yaş üzüm suyu, yalnızca bu tür içkilerin ismi hamr'dır. Bunun dışındaki sarhoşluk veren içkiler hamr kelimesinin şumûlüne girmez. Bu tür içkiler sarhoşluk verdiği için hamr'a kıyasla haramdır. Fakihlerin çoğunluğu, sarhoşluk veren bütün içeceklerin azının da çoğunun da haram olduğunu ve hamr kelimesinin kapsamına dahil olduğunu söylemişlerdir. (Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerh, A. Davudoğlu, IX, 247, vd.).

Içki içmek Islâm'da yasak olduğu gibi, önceki semavî dinlerde de bu konuda bazı yasaklar getirilmiştir. Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'ta şu cümleler dikkati çeker:

"Ve Rab Hârun söyleyip dedi: Sen ve seninle beraber oğulların, toplanma çadırına girdığınız zaman, ölmeyesiniz diye şarap ve içki içmeyin, nesillerinizce ebedî kanun olarak, tâ ki, kutsalla, bayağı şeyi ve murdarla temiz olanı birbirinden ayırdedesiniz." (Tevrat, Levililer, Bab, 10, A. 8, 9-11)

Incil'de bu konuda şöyle denir:

"Onlar yemek yerlerken, İsa ekmek aldı, şükran duası edip parçaladı ve tâbilerine verdi ve dedi ki: Alın, yiyin, bu benim bedenimdir. Ve bir kâse şarap alıp şükretti ve onlara vererek dedi ki, bundan içiniz. Çünkü bu benim kanım, günahların bağışlanması için birçokları uğrunda dökülen ahdin kanıdır. Fakat ben size derim: Babamın melekûtunda sizinle taze olarak onu içeceğim o güne kadar, ben asmanın bu ürününden artık içmeyeceğim." (Incil, Matta, bab, 26, A:26-29, Yuhanna, A:30:vd.).

İncil'in başka yerlerinde de Hz. İsa (as)'nın içki içmeyeceğine dair sözleri yer alır. (bk. Matta, 27/33-36; Markos, 14/24-25; Luka, 22/17-19; Yuhanna, 19/28-30.)

Konuyla ilgli başka ifadeler de vardır:

Ef 5:18 Şarapla sarhoş olmayın, sizi sefahate götürür. Bunun yerine Ruh'la dolu olun.

Rom 14:21 Et yememen, şarap içmemen ya da kardeşinin sürçmesine yol açacak bir şey yapmaman iyidir.

Süleyman'ın Meselleri 20:1 Şarap insanı alaycı, içki gürültücü yapar, onun etkisiyle yoldan sapan bilge değildir.

Rom 13:13 Çılgınca eğlencelere ve sarhoşluğa, cinsel ahlaksızlığa ve sefahate, çekişmeye ve kıskançlığa kapılmayalım. Gün ışığında olduğu gibi, saygın bir yaşam sürelim.

1Se 5:6-7 Öyleyse başkaları gibi uyumayalım, ayık ve uyanık olalım. Çünkü uyuyanlar gece uyurlar, sarhoş olanlar da gece sarhoş olurlar.

Yeşaya 5:11 Sabah erkenden kalkıp içki peşinden koşanların, gece geç vakte kadar şarap içip kızışanların vay haline!

Habakkuk 2:15 Çıplak bedenlerini seyretmek için komşularına içki içirip sarhoş eden, içkiye zehir bile katan sizlerin vay haline!

Gal 5:19-21 Benliğin işleri açıktır. Bunlar cinsel ahlaksızlık, pislik, sefahat, putperestlik, büyücülük, düşmanlık, çekişme, kıskançlık, öfke, bencil tutkular, ayrılıklar, bölünmeler, çekememezlik, sarhoşluk, çılgınca eğlenceler ve benzeri şeylerdir. Sizi daha önce uyardığım gibi yine uyarıyorum, böyle davrananlar Tanrı'nın egemenliğini miras alamayacaklar."

İlave bilgi için tıklayınız:

"Meryem oğlunun adaletli bir hakem olarak size inmesi pek yakındır. O gelince haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak; mal o derece çoğalacak ki kimse onu kabul etmeyecektir." hadisini açıklar mısınız?

6 Hz. İsa hakkında hadisler mütevatir midir?

Hz. İsa (as)'ın gelişi konusunda nakledilen hadisler tevatür derecesindedir. Birçok araştırmacı da alimlerimizin görüşlerinin bu yönde olduğunu aktarmaktadır. Tevatürün tanımı Büyük Lügat'ta şöyle yapılmaktadır:

Tevatür: Kuvvetli haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayanan kuvvetli haber.1

İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani, "tevatür" hadis kavramını şöyle açıklamaktadır:

Haber-i mütevatir, ravileri çoklukta o dereceye ulaşan bir haberdir ki, adete göre, o kadar çok rivayetçinin yalan üzerine birleşmeleri imkansız olur. Bu durumda rivayet edilen haber hakkında lafız ve mana tutuyorsa buna, "mütevatir-i lafzi" denir. Eğer hepsinin arasında müşterek manada ittifak olmakla beraber lafızlar (sözler) arasında ihtilaf bulunuyorsa buna, "mütevatir-i manevi" denir.2

Hz. İsa (as)'ın gelişinin tevatür derecesinde hadislerle bildirildiğine dair özel olarak bir eser kaleme alan, büyük hadis alimi Şeyh Muhammed Enver el Keşmiri, Et Tasrih bi-ma Tevatera fi Nuzuli'l Mesih isimli çalışmasında, yetmiş beş tane Hadis’e ve yirmi beş tane sahabeye ve sahabeleri görenlere ait esere yer vermiştir.

Hz. İsa (as)'ın tekrar geleceğini nakleden alimlerin başında İmam-ı Azam Ebu Hanife gelmektedir. Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber adlı eserinin son bölümünde şunları bildirmektedir:

"Deccal'in, Ye'cüc ve Me'cücün çıkması, Güneş'in batıdan doğması, İsa (as)'ın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametleri, sahih haberlerde varid olduğu vech ile haktır, olacaktır."3

Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne tekrar gelişi konusu, kıyametin on büyük alametinden biridir ve birçok İslam alimi eserlerinde bu konuyu detaylı olarak ele almışlardır. Bu konudaki izahlar topluca değerlendirildiğinde Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişi hakkında İslam alimleri arasında bir söz birliği olduğu açıkça görülür. Örneğin Es Seffarini, Levami adlı eserinde, İslam alimlerinin bu konuda ittifak halinde olduklarını şöyle ifade eder:

"Bütün ümmet, Meryem oğlu İsa'nın ineceği hususunda ittifak etmiştir."4

Büyük İslam alimi Seyyid Alusi de, Ruhu'l Meani tefsirinde, -diğer İslam alimlerinin görüşlerinden örnekler vererek- Hz. İsa (as)'ın inişi konusunda cemaatin söz birliği yaptığını, bu konuda haberlerin manevi tevatür derecesine ulaşacak kadar meşhur olduğunu açıklamıştır.5

İmam Kevseri de Hz. İsa (as)'ın inişi ile ilgili görüşlerini şu şekilde bildirmiştir:

Hz. İsa (as)'ın inişiyle ilgili hadis-i şerfilerdeki tevatür, "tevatür-i manevidir." Sahih (sağlam) ve hasen (güzel) hadis-i şerifin her biri, farklı manalara delalet etmekle birlikte hepsi de Hz. İsa (as)'ın ineceği hususunda söz birliği içindedirler ki, bu, hadis ilminin kokusunu koklayan bir kimse için inkarı mümkün olmayan bir gerçektir… Mehdi ile Deccal'in çıkacağı ve Hz. İsa (as)'ın ineceği hususundaki hadis-i şeriflerin tevatür derecelerine ulaşmış olmaları, hadis ilmi ehlince asla şüphe edilecek bir husus değildir. İlm-i kelam ehlinden (inanç ilmiyle uğraşanlardan) bazısının kıyamet alametleriyle ilgili hadislere inanmanın vacip olduğunu kabul etmeleriyle beraber, bu hadislerden bir kısmının mütevatir olup olmadığı hususundaki şüpheleri ise, hadis ilmiyle ilgili bilgilerinin azlığından kaynaklanmaktadır.6

Alim İbn-i Kesir ise, konuyla ilgili ayetlerin tefsirini yaptıktan ve ilgili hadisleri açıkladıktan sonra düşüncesini şöyle ifade etmektedir:

İşte bunlar Resulullah (sav)'den mütevatir olarak rivayet edilmiştir ve bu hadis-i şeriflerde, Hz. İsa (as)'ın nasıl ve nereye ineceği hususu açıklanmıştır… Hz. İsa (as)'ın cesed-i şerifiyle dünyaya ineceği hakkında zikredilen sahih ve mütevatir hadis-i şerifler, tevile (başka şekilde yorumlanmaya) elverişli değildir. Dolayısıyla, zerre kadar imanı ve insafı olan herkesin, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ineceğine inanması gerekmektedir ki, bunu ancak şeriata zıt, Allah'ın Kitabına, Resulü (asv)'ın sünnetine ve ehlisünnetin ittifakına muhalif olan kimseler inkar edebilir.7

Hadislerin tevatür olduğu konusunda yapılan bir diğer açıklama da şöyledir:

Şevkani de İsa (as)'ın ineceğine dair hadislerin sayısının yirmi dokuza ulaştığını söyleyerek, bunları bir bir nakletmiş ve sonunda:

"Bizim naklettiğimiz hadisler görüldüğü gibi tevatür sınırına ulaştı. Bu beyanımızla şu sonuca varılıyor ki, beklenen Mehdi hakkındaki hadisler, Deccal hakkında hadisler ve İsa (as)'ın inmesine dair hadisler mütevatirdir." demiştir.8

Tirmizi, Ebu Davud, Bezzaz, İbni Mace, Hakim, Tabarani ve Ebu Ya'la Musuli bu konu hakkında çeşitli sahabelerden rivayetler nakletmişler; Ali, İbni Abbas, İbni Ömer, Talha, İbni Mes'ut Ebu Hureyre, Enes, Ebu Sa'id Hudri, Ümmi Habibe, Ümmi Seleme, Sevban, Kurre bin İyas, Ali Hilali ve Abdullah bin Haris bin Cüz'e birtakım senetlerle isnad etmişlerdir.9 Bunların yanı sıra İbn-i Hacer-i Haysemi es-Sevaik-ul Muhrika kitabında, Şeblenci Nur-ul Ebsar kitabında, İbn-i Sabbağ el-Fusul-ul Muhimme, Muhammed es-Sabban İs'af-ür Rağibin, Genci-i Şafiî el-Beyan kitabında, Şeyh Mansur Ali Ğayet-ul Me'mul kitabında, Suveydi Sebaik-uz Zeheb adlı kitapta Hz. İsa (as)'ın gelişiyle ilgili hadislerin mütevatir olduğunu yazmışlardır.

Bu hadisleri ehlisünnet muhaddis ve alimleri kendi kitaplarında yazmışlardır. Örneğin: Ebu Davud, Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace, Hakim, Nesai, Taberani, Ravyani, Ebu Nuaym-i İsfahanî, Deylemi, Beyhaki, Sa'lebi, Hameveyni, Menavi, İbn-i Meğazili, İbn-i Cevzi, Muhammed-us Sabban, Maverdi, Genci-i Şafii, Sem'âni, Harezmi, Şa'rani, Darakutni, İbn-i Sebbağ-i Maliki, Şeblenci, Muhibbuddin Taberi, İbn-i Hacer-i Haysemi, Şeyh Mansur Ali Nasıf, Muhammed b. Talha, Celaleddin Suyuti, Şeyh Süleyman-i Hanefi, Kurtubi, Bağavi ve diğer alimler bu konuya eserlerinde yer vermişlerdir.

Şeyh Abdülfettah Ebu Gudde de, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne inip Deccal'i öldüreceğine dair rivayetlerin tevatür derecesini bulduğunu belirtir.10 Hadis alimi Kettani'nin de Nazmü'l-Mütenasır isimli eserinde 11 "Hz. İsa'nın inişinin kitap, sünnet ve icma-ı ümmet ile sabit olduğunu, bu husustaki hadislerin, ayrıca Deccal ve Mehdi hakkındaki hadislerin de mütevatir olduğunu" savunduğu görülür. Tefsir alimi İbn-ü Atiyye el Gırnadi el Endülüsi'nin El Bahru'l Muhit adlı tefsirinde, "Hz. İsa'nın diri olduğu, ahir zamanda ineceği hususunda ümmetin ortak görüşünün bulunduğu ve bu konudaki hadislerin mütevatir olduğu" ifade edilir.

Konu hakkında eserleri bulunan yazarların nakillerinden de anlaşılmaktadır ki hadis kaynakları çok zengindir. Dahası, Hz. İsa (as)'ın gelişinin ahir zamanda gerçekleşecek olan kıyamet alametlerinden olduğunu bildiren hadisler de Buhari, Müslim gibi ana hadis kaynaklarında yer almaktadır. Bu hadislerden bazıları şöyledir:

"Sizler on alameti görmedikçe hiçbir zaman Kıyamet kopmaz... Biri de İsa (as)'ın inmesi..." (Müslim, Kitabü-l Fiten: 39)

"Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa Aleyhisselam), …hacc yapmak veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için icabet edecektir." (Müslim, Hacc: 216, 1252)

"Kıyamet, on alamet görülmedikçe kopmaz: Duman, Deccal, Dabbetu'l arz, Güneş'in batıdan doğması, İsa'nın yeryüzüne inmesi..." (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 362)

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi yakındır..." [Buhari, Kitabü'l-Büyu': 102, Mezalim: 31, Enbiya 49; Müslim, İman: 242 (155); Ebu Davud, Melahim: 14 (4324); Tirmizi, Fiten: 54 (2234)]

"İsa inecek; emirleri: 'Haydi gel, bize namaz kıldır!' diyecek. Buna karşılık: 'Kiminiz kiminizin emiridir. Bu, Allah'ın bu ümmete bir lütfu keremidir' diyecek." (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, V, 380)

"Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek..." (Sahih-i Müslim bi Şerhin-Nevevi, II, 192; Kenzul Ummal, Kitabul-İman, Bab-ı Nüzul-i İsa İbn-i Meryem, XIV, 332)

"İmamınız kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman sizler nasıl olursunuz?" (Buhari, Enbiya 50, 3265, 3/1272; Müslim, İman: 71,155, 1/136; Beyhaki, Esma ve Sıfat: 3265, 2/166)

İslam Alimleri Hz. İsa'nın gelişini kabul etmişlerdir

Ehl-i sünnetin inanç konularını açıklayan hemen tüm eserlerde, Hz. İsa (as)'ın kıyametten önce yeryüzüne geleceği, Deccal ile mücadele edip onu öldüreceği, gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağı yer almaktadır. İslam alimleri, Kur'an-ı Kerim'de yer alan delilleri ve hadislerde bildirilen haberleri bir arada değerlendirerek, Hz. İsa (as)'ın dönüşüne inanmayı önemli bir inanç esası olarak kabul etmişlerdir. Ve konuyu şu şekilde açıklamaktadırlar:

1. Nisa Suresi'nin 157. ayetinde Allah, "... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi..." diye bildirmiştir. Bu ayetle birlikte Kur'an'ın diğer pek çok ayetinde Hz. İsa (as)'ın Allah katında diri olduğu bildirilmekte ve yeryüzüne ikinci kez geleceğine işaret edilmektedir. İslam alimleri bu konuda ittifakla, bunun aksini savunmanın hiçbir şekilde mümkün olmadığını söylemektedirler. Örneğin İbn Hazm bu ayeti tefsir ederken; "Hz. İsa'nın öldürüldüğünü söyleyen bir kimsenin mürted (İslam dininden dönen) veya kafir olacağını" vurgulamıştır.12

2. Hz. İsa (as)'ın gelişi ile ilgili hadislerin, tevatür derecesinde ve bu konuda hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık olmaları, Müslümanlar için çok önemli bir delildir. Üstelik bu konudaki hadislere karşı öne sürülebilecek -yani Hz. İsa (as)'ın yeniden gelmeyeceğini bildiren- tek bir farklı hadis dahi yoktur.

3. Cabir İbn-i Abdullah'dan rivayet edilen "Mehdi'nin çıkışını inkar eden, muhakkak Muhammed (sav)'e indirilene küfretmiştir. Meryem'in oğlu İsa'nın inişini inkar eden de muhakkak kafir olmuştur. Deccal'in çıkacağını kabul etmeyen de muhakkak kafirdir." hadisi de İslam alimleri tarafından kullanılan bir diğer delildir. Bu hadis, Şeyh Hace Muhammed Parisa'nın Faslul Hitap, Şeyh Ebu Bekir el Kelabazi'nin Meanil Ahbar, İmam Süheyli'nin er-Ravuzul Ünüf, İmam Suyuti'nin el-Arful Verdi fi Ahbaril Mehdi gibi ünlü İslami kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Şeyh Ebu Bekir, bu hadisin senetini de açıklamıştır:

"Bize Muhammed İbni Hasen, ona Ebu Abdillah el-Huseyn İbni Muhammed, ona İsmail İbni Üveys, ona Malik İbni Ebes, ona Muhammed İbni Münkedir, ona da Cabir İbni Abdillah Hazretleri böylece bildirmişlerdir."

4. Hz. İsa (as)'ın gelişiyle ilgili hadisleri nakleden ravilerin çokluğu ve güvenilirlikleri de İslam alimlerinin dikkat çektikleri bir diğer husustur. Bu ravilerden bazıları şunlardır: Ebu'l Eşas es-Sanani, Ebu Rafi, Ebul Aliye, Ebu Ümametle Bahili, Ebud Derda, Ebu Hureyre, Ebu Malik el-Hudri, Cabir İbn Abdillah, Huzeyfe İbni Edis, Sefine, Katade, Osman İbnül As, Nafi İbni Keysani, Velid İbni Müslim, Ammar İbni Yasir, Abdullah İbni Abbas...

Tüm bu bilgiler sonucunda İslam alimleri Hz. İsa (as)'ın inişine ve gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağına imanı, önemli inanç esaslarından biri olarak değerlendirmişlerdir.

Kaynaklar:

1. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, TÜRDAV, İstanbul, 2000, 3003.
2. Muhtasar-ı Seyyid-i Şerif, s. 46.
3. Fıkh-ı Ekber, Ebu Hanife, Nu'man b. Sabit (150/767), Çeviren: H. Basri Çantay, Ankara, 1982.
4. Levamiu'l Envaril Behiyye, es-Seffarini, 2/94-95; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.169.
5. Ruhu'l Meani, Seyyid Alusi, 7/60; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 168.
6. İmam-ı Kevseri, Nazratün Abira, s.44-49; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 167-168.
7. İbn-i Kesir, 1/578-582; Avnü'l Mabud, 11/457-464.
8. Sünen-i İbn-i Mace, 10/338.
9. Mukaddime, İbni Haldun, MEB Şark Islam Klasikleri, 2. cilt, s. 137-139.
10. Said Havva, 9:445.
11. Nazmü'l-mütenasir fi'l-hadisi'l-mütevatir, el-Kettani Ebu'l-Fayd Muhammed b. Ca'fer el-Hasani, Halep, s.147; İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, Dr. Zeki Sarıtoprak, Çağlayan Yayınları, İzmir, 1997, s.108.
12. İlmü'l-Kelam, İbn Hazm, s.56-57; İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, Dr. Zeki Sarıtoprak, Çağlayan Yayınları, İzmir, 1997, s.53.

7 Hz. İsa, 12-30 yaşları arasında nerede yaşadı ve neyle meşgul oldu?

Hz. Meryem'le İsâ Aleyhisselâmın Mısır'a Gidişi:

Yüce Allah; Hz.Meryem'e, kavmi olan İsrail oğullarının,(1) kendisini de, oğlunu da,(2) öldürmeğe kalkacaklarını,(3) kavminin yurdundan,(4) hemen çıkıp gitmesini vahy ve ilham etmişti.

Bunun üzerine, Hz.Meryem'le İsâ Aleyhisselâmı, amcasının oğlu Yûsuf Neccar, merkebe bindirip acele Mısır'a kadar götürüp bıraktı.(5)

Anne oğul, Mısır'da bir tepeye yerleştiler.(6)

Bu hususta Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

"Meryem'in oğlunu ve 0nun anasını (kudretimize) bir âyet kıldık. Onları, düz ve akar suya mâlik bir tepede barındırdık."(7)

Mısır Hayatı ve Halkın İsâ Aleyhisselâm'dan Gördükleri Şaşılacak Haller:

Hz.Meryem, Mısır'da, on iki yıl kaldı. İsâ Aleyhisselâmı, halktan, gizledi.(8) Hiç kimse, İsâ Aleyhisselâmın, onun oğlu olduğunun farkına varmadı.

Hz.Meryem'in, ne oğlunun hayatı hakkında, ne de, geçimi hakkında, hiç kimseye güvenci yoktu.

Bir tarladan ekin biçildiğini işitti mi?(9) hemen, oğlunun beşiğini, bir omuzuna alır, toplayacağı başakları koyacağı kabı da, o bir omuzuna yüklenerek tarlaya gidip başak toplardı.

Hz.Meryem; İsâ Aleyhisselâm, on iki yaşını tamamlayıncaya kadar, böyle yapmağa devam etti.(10)

Hz.Meryem; Mısır halkından, bir çiftlik ağasının evine konuk olmuştu. Çiftlik ağasının evinde yalnız fakirler ve yoksullar, otururdu. O sırada, çiftlik ağasına âid bir mal, saklandığı yerden, çalınmıştı. Fakat, Ağa, evinde barınan fakir ve yoksulları, suçlamıyordu. Hz. Meryem ise, ağanın uğradığı bu musîbetten dolayı, üzgündü.

İsâ Aleyhisselâm; annesinin, ev sahibinin musibetine, üzüldüğünü görünce, ona:

"Ey anneciğim! Çalınan malını, ona, göstermemi istermisin?" diye sordu.

Hz. Meryem:

"Evet! İsterim ey oğulcuğum!" dedi.

İsâ Aleyhisselâm:

"Öyle ise, ona, söyle; benim için, yoksulları, evine toplasın!" dedi.

Hz. Meryem, ev sahibine, yoksulları, evinde toplamasını, söyledi. Yoksullar, toplanınca, İsâ Aleyhisselâm, iki kişiyi suçlu buldu.

Onlardan, birisi âmâ, diğeri kötürümdü!

İsâ Aleyhisselâm, kötürümü, kör'ün omuzuna bindirdikten sonra:

"Onunla birlikte ayağa kalk!" dedi.

Âmâ:

"Ben, bunu, yapmaktan âcizim!" dedi.

İsâ Aleyhisselâm:

"Peki! Dün gece, buna, ayağa kalkmağa, nasıl güc yetirdin?!" diye sordu.

İsâ Aleyhisselâmın, bu sözünü, işittikleri zaman, âmâyı, ayağa kaldırdılar.

Körün, ensesine binen kötürüm, oradan, deponun penceresine kadar uzandı.

İsâ Aleyhisselâm:

"İşte, dün gece, senin malını, âmâ olan, gücü ile kötürüm olan da gözü ile birbirine yardım ederek böyle, çalmışlardır!" dedi.

Kötürüm ve âmâ, İsâ Aleyhisselâmın sözünü, doğruladılar, Çiftlik Ağasına, malını, geri verdiler. O da onu, mal deposuna koydu ve:

"Ey Meryem! Bu malın, yarısını, sen al!" dedi.

Hz. Meryem:

"Ben, bunun için, yaratılmadım!" dedi.

Çiftlik ağası:

"Öyle ise, onu, alıp oğluna, ver!" dedi.

Hz. Meryem:

"O, hâl ve şan yönünden, benden daha büyüktür!" dedi.

O zaman, İsâ Aleyhisselâm, on iki yaşındaydı.(11)

Hz. Meryem'le İsâ Aleyhisselâmın Mısır'dan Şam'a Gidişleri:  

Mısır halkı, İsâ Aleyhisselâmın yaptığı ve Allah'ın, ona verdiği şeylerden korkmağa başlayınca, Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem'e oğlunu, Şam'a götürmesini, Vahy ve ilham etti. O da emrolunan şeyi, yerine getirdi.(12)

Sâm'ın Nasıra kariyesinde,(13) Cebel-i'Halîl'de(14) yerleştiler. Nasârâ adı da bu kariyeden dolayı, verilmişti(15) İsâ Aleyhisselâm, otuz yaşına kadar, oradan ayrılmadı. 

İsâ Aleyhisselâma Vahy Gelişi ve İncil'in Nazil Oluşu:   

Otuz yaşında iken, İsâ Aleyhisselâma Vahy geldi,(16) İncil, nazil oldu.(17) Yüce Allah, ona:

Halkı, Allah'a iman ve ibâdete davet etmeğe başlamasını, hastaları, körümleri,(18) anadan doğma(19) körleri,(20) delileri,(21) alacalıları ve diğer her türlü hastalığa tutulmuş olanları, iyileştirmesini, emretti.

İsâ Aleyhisselâm da, kendisine emrolunanı, yaptı.(22)

Halk, onu, sevdi.(23) Ona, meyi etti ve alıştı.(24) Kendisine, uyanlar, çoğaldı. Anısı, yükseldi, ünlendi.(25)

Bâzan, hastalardan,(26) kötürümlerden...(27) binlercesi gelip, İsâ Aleyhisselâmın kapısında toplanırdı.

Hastalardan, İsâ Aleyhisselâmın yanına, yürüyerek gelmeğe gücü yetenler, yürüyerek gelir, onlardan, gelecek güçte olmayanların yanında ise, kendisi,

ürüyerek gider, onları,(28) ancak, Allâh'a imân şartiyle,(29) dua edip iyileştirirdi.(30)

Dipnotlar:

1. Taberî-Tarih c.2,s.19, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
2. Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3l2.
3. Taberî-Tarih c.2,s.19, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
4. Taberî-Tarih c.2,s.19, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
5. Taberî-Tarih c.2,s.20, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
6. Taberî-Tarih c.2,s.19, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
7. Mü'minûn: 50.
8. Taberî-Tarih c.2,s.20, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
9. Taberî-Tarih c.2,s.20.
10. Taberi-Tarih C.2.S.20. Sâlebî-Arais s.386.
11. Taberî-Tarih c.2,s.20-21, Sâlebî-Arais s.387-388.
12. Taberî-Tarih c.2,s.21.
13. İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Yâkubî-Tarih c.1,s.69, Sâlebî-Arais s.390. İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
14. İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Sâlebî-Arais s.390.
15. İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.63, Sâlebî-Arais s.390, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
16. Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
17. Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
18. Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
19. İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
20. Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
21. Sâlebî-Arais s.390.
22. Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
23. Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
24. Sâlebî-Arais s.390.
25. Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
26. Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390.
27. Sâlebî-Arais s.390.
28. Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390.
29. Sâlebî-Arais s.390.
30. Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390.

(bk. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/312-315.)

8 Hz. İsa öldü mü, çarmıha mı gerildi, yoksa hayatta mıdır?

Hz. İsa (as) hayattadır. Asrımızın büyük âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi, (Allah rahmet etsin) "Mektubat" adlı eserinde, hayat mertebelerini beşe ayırarak Hz. İsa (as)'ın üçüncü hayat mertebesinde olduğunu ifade etmektedir. Bunu söylerken de bazı hadislere dayanmaktadır. Fakat bazı alimlerin hayatlarını kabul etmemelerini ise, Hz. İsa (as)'ın bizim gibi aynı hayat şartları içerisinde olmadığına dayandırır.

Yani hayat mertebeleri beştir, Hz. İsa (as) ise üçüncü mertebededir. Bu mertebeler ise şunlardır:

1. Bizim hayatımızdır. Bizim hayatımızın devam edebilmesi için, yemek, içmek ve hava almak gibi zaruri ihtiyaçları görmek zorundayız.

2. Hz. Hızır ve İlyas (as) hayatlarıdır ki, bir anda birkaç yerde bulunabilirler. Yemek içmek zorunda olmamakla beraber, istedikleri zaman yerler, içerler ve beşeri duruma girerler.

3. Hz. İdris ve İsa (as) hayatlarıdır. Bu zatlar beşeriyet ihtiyaçlarından uzaklaşmışlardır. Melek hayatına benzer bir mertebeye çıktıklarından, bizimle hiç münasebetleri olmaz.

4. Şehitlerin hayatıdır. Kur’an'ın ifade ettiği gibi, şehitleri ölü olarak bilmemek gerekir. Çünkü onlar kendilerini ölü bilmedikleri için, kendilerini hayatta bilmektedirler. Ve kabir ehlinden farklı bir mertebede yaşamaktadırlar.

5. Kabir ehlinin hayat mertebeleridir. Ölülerin bile kendilerine münasip bir hayat mertebesinde oldukları imanın ve Kur’an'ın ifadeleriyle sabittir.

İşte bu ifadelerden anlaşıldığı gibi, Hz. İsa (as) hayattadır; fakat bizim hayat mertebesinde olmadığı için hayatında ihtilaflar olmuştur.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Hz. İsa'nın dünyaya / yeryüzüne tekrar gelmesi (indirilmesi) nasıl olacak?

- Hz. İsa'yı Beklerken

9 Hristiyanlar, Ruhul Kudüs ifadesi için, Allah'ın ruhu olduğunu ifade etmektedirler. Hz. İsa Allah'ın ruhu mudur?

Mukaddes ruh, vahiy meleği Ruhul-Kudüs, "ruh" ve "kudüs" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu kelimelerin ikisi de Arapçadır. "Ruh"; hayat, idrak ve hareketin kaynağı, maddenin tanı mukabili, manevi varlık, vahiy, Allah kelâmı, Kur'ân-ı Kerim, kuvvet, vahiy meleği, Cebrâil, his, duygu ve benzeri manalar işin kullanılır. (Raşid el-İsfahânî, el-Müfredât) Garibil-Kur'ân, Mısır 1961, "ruh" md.).

Bununla beraber, ruhun gerçek manasını Allah'tan başka kimse bilmez. Çünkü bu husus, Yüce Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:

"Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabb'imin emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." (İsrâ, 17/85).

"Kudüs" kelimesinin aslı ise, "kuds"dür ve mukaddes, mübârek, her türlü fenalıktan arınma demektir. Bu iki kelimenin birleşmesinden meydana gelen "ruhul-kudüs", herhangi bir şaibe ile lekelenme ihtimali olmayan, mukaddes ve temiz ruh, vahiy meleği, Cebrâil demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, V, 3125).

Ruh kelimesi Kur'ân'da birkaç yerde geçmekte ve değişik manalara gelmektedir. Ruhu'l-Kudüs ise, yalnız dört yerde geçmektedir. Bulunduğu âyetlerdeki manası hakkında âlimlerin farklı yorumları olmuştur. Ancak çoğunluğun kanaatına göre, vahiy meleği olan Cebrâil demektir. Ruhul-Kudüs kelimesinin geçtiği âyetlerden birinin meâli şöyledir:

"Andolsun, Musâ'ya Kitâbı verdik, arkasından peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da açık deliller verdik ve O'nu Ruhu'l-Kudüs (Cebrâil) ile destekledik." (Bakara, 2/87).

Alimlerin bu âyette geçen Ruhul-Kudüs hakkındaki değişik görüşlerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Ruhul-Kudüs, Yüce Allah'ın isimlerinden biridir.

2. Mukaddes kitap olan Kur'ân ve diğer bir görüşe göre İncil demektir.

3. Ruhul-Kudüs, Allah'ın ruhu demektir.

4. Vahiy meleği olan Cebrâil demektir. Alimlerin ekseriyeti bu görüştedir. Çeşitli hadislerde ve şairlerin şiirlerinde de, bu manada kullanılmıştır. (et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Mısır 1954, I, 404 vd.; el-Kurtubî, el-Camiu li Ahkâmil-Kur'ân, Mısır 1967, II, 24; er-Râzî, et-Tefsirul-Kebir, III, 177).

Bu görüşü benimseyen alimlere göre, aşağıdaki âyetlerde geçen Ruhul-Kudüs de Cebrâil demektir:

"İşte biz, o elçilerden kimini kiminden üstün kıldık. Allah onlardan kimiyle konuştu, kimini de derecelerle yükseltti. Meryem oğlu İsa'ya da açık deliller verdik ve O'nu Ruhul-Kudüs (Cebrâil) ile destekledik " (Bakara, 2/253);

"Allah demişti ki: Ey Meyrem oğlu İsâ, sana ve annene olan nimetimi hatırla, hani seni Ruhul-Kudüs (Cebrâil) ile desteklemiştim." (Maide, 5/110);

"De ki: İnsanları sağlamlaştırmak ve Müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere onu, Ruhul-Kudüs (Cebrâil), Rabb'inden hak (ve hikmet) gereğine indirdi." (Nahl, 16/102).

Ruhul-Emin de, Ruhul-Kudüs ile eş anlamlıdır Yani o da Cebrâil demektir. Kur'ân'da yalnız bir yerde geçmektedir:

"Onu, er-Ruhu'l-Emin (güvenilir ruh, yani Cebrâil) indirdi." (Şuara, 26/ 193).

Kur'ân diline ait bu kelimelerin göz önünde bulundurulması ile Rûhu'l-Kudüs'ün Cebrail demek olduğu anlaşılır. Lakin bu takdirde şu soru akla gelebilir:

"Cebrail Hz. İsa (as)'dan başka peygamberlere de indiği halde, burada 'Onu Rûhu'l-Kudüs ile destekledik.' ilâhî ifadesinde söz konusu zamire Hz. Musa (as) bile dahil edilmiyerek doğrudan doğruya zamirin Hz. İsa (as)'a tahsis edilmesinin mânâsı nedir? Bu ifadeden Rûhu'l-Kudüs'ün Cebrail'den başka bir özel ruh olduğu anlaşılmaz mı?"

Tefsircilerin açıklamasına göre, cevap "Hayır!.." Bu tahsisin anlamı şudur: Cebrail (as)'in Hz. İsa (as)'a başka türlü bir ihtisası vardır ki, diğer peygamberlerde bunun örneği yoktur. Çünkü Hz. Meryem'e onun doğumunu müjdeleyen Cebrail (as)'dir. Hz. İsa (as) onun nefhi (üflemesi) ile doğmuş, onun terbiye ve desteğiyle büyümüş, her nereye gittiyse beraberinde gitmiştir. Nitekim Meryem Sûresi'nde,

"Ona ruhumuzu gönderdik, o ruh ona beşer şeklinde temessül edip göründü." (Meryem, 19/17)

buyurulmuştur. Âyette geçen "rûhanâ", rûhullah, Rûhu'l-Kudüs, Cebrail'dir.

Bundan başka bilindiği gibi, İsrailoğullarının, Hz. İsa (as) ve annesi Meryem hakkında iffet ve ismete, onların kudsiyetlerine aykırı sözler söylemiş olmaları ve âyette esas muhatap olan da Yahudiler olduğundan, Hz. İsa (as) hakkındaki bu âyet, tahsis için değil, fakat bilhassa Yahudilerin isnat ve iftiralarına karşı Hz. İsa (as)'ı tenzih için bu teyid özellikle söz konusu edilmiştir. İşte bundan dolayıdır ki, taharet ve temizlik anlamına gelen "Rûhu'l-Kudüs" ismi tercih buyurulmuştur.

Şunu da burada hatırlatmak lazım gelir ki, Hz. İsa (as) "Rûhu'l-Kudüs" ile teyid edilmiştir, fakat Rûhu'l-Kudüs ile teyid edilen yalnızca Hz. İsa (as) değildir.

"De ki, Rûhu'l-Kudüs, onu Rabbinden hak olarak indirmiştir." (Nahl, 16/102)

buyurulduğu şekilde, Peygamber Efendimiz (asm)'e Kur'ân-ı Kerîm'i indiren de Rûhu'l-Kudüs'tür. Oysa Kur'ân'ı ona indirenin Cebrail (as) olduğu bilinen bir gerçektir. Demek ki, Rûhu'l-Kudüs Cebrail (as)'dir. Güç ve kuvvet açısından Cibril veya Cebrail, ismet ve nezahet açısından da Rûhu'l-Kudüs'tür.

Şair Hassan'ın naklettiğine göre, Hz. Muhammed (asm) onun için dua etmiş ve duasında,

"Ya Rabbi, Hassan'ı Ruhul-Kudüs ile takviye et." demiştir. Hassan bunu söylerken, Ebu Hüreyre'yi de şahit olarak göstermiştir. (Buhârî, Salat, 68; Müslim, Fedâilu's-Sahabe, 151, 152; Neseî, Mesâcid, 24. Ayrıca bk. Cebrail mad.).

Bilindiği gibi, Kur’an'ın bir kısım ayetleri muhkem, bir kısmı ise müteşabihtir. Mesela,

“O doğurmamış ve doğmamıştır.” (İhlas, 112/3),

“Allah’ın çocuk edinmesi olur şey değildir.” (Meryem, 19/35),

“Hiçbir şey onun misli gibi değildir.” (Şura, 42/11).

ayetleri muhkemdir. Yani, kesin hüküm ifade ederler, bunlarda tevilin ve farklı yorumların yeri yoktur.

“Meryem oğlu İsa ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Onu Meryem’e ilka etmiştir ve Ondan bir ruhtur.” (Nisa, 4/171) ayeti ise müteşabihtir.

Hz. İsa’nın (as.) Allah’ın bir kelimesi olması, babasız bir şekilde doğrudan “Kün: Ol” emriyle yaratılmış olduğu şeklinde yorumlanmış ve keza “Ondan bir ruh olması “ da bir teşrif, yani Allah’ın ruha bir iltifatı olarak kabul edilmiştir. Nitekim, Enbiya suresinde,

"Ona (Meryem’e) ruhumuzdan üflemiş, onu da oğlunu da alemler için bir mucize kılmıştık."

buyrulur. Ayette geçen ‘ruhumuzdan’ ifadesinde de bir teşrif, bir iltifat söz konusudur. Cenabı Hak, ‘size denizimden balıklar, toprağımdan meyveler, güneşimden ziya ihsan ettim’ buyursaydı, bu ifadeleri denize, toprağa ve güneşe bir iltifat olarak anlamamız gerekirdi. Ruhumuzdan ifadesi de “ruh denilen mahlukumuzdan” şeklinde anlaşılacaktır.

10 Hz. İsa'nın bebekken konuşmasını açıklar mısınız?

Hz. İsa (as)'ya verilen kitaptan maksat İncil'dir. Ayetin "O, bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı." anlamına gelen kısmı için, İsâ (as)'ın bu sözü söylediği sıra­da peygamber kılındığı ve kendisine kitap verildiği yorumunu yapanlar varsa da bu yorum zayıf bulunmuştur. Bu sözden, daha bebek iken yaptığı konuşmada Al­lah'ın ezelde kendisi için peygamberliği ve kitap verilmesini takdir ettiğini açıkla­masının istendiği anlaşılmaktadır. (Şevkânî, III, 374; Diyanet  İşleri Başkanlığı Yay., Kur’an Yolu, III, 511.)

İlgili ayetlerin meali şöyledir:

"(İsâ dile gelip): Ben, hakikat, Allah'ın kuluyum! O, bana, Kitap verdi. Beni, peygamber yaptı. Beni, her nerede bulunursam, mübarek kıldı. Bana, ben, hayatta oldukça, namazı, zekâtı emretti. Beni, anneme hürmetkâr kıldı. Beni, bir zorba, bir bedbaht yapmadı. Dünyaya getirildiğim gün de öleceğim gün de diri olarak kaldırılacağım gün de Selâm (ve selâmet) benim üzerimdedir.' dedi." (Meryem, 19/22-33.)

Bundan sonra, İsa Aleyhisselâm, yaşıtları gibi, konuşma zamanı gelinceye ka­dar, bir daha konuşmamıştır. (İbn Ebî Şeybe, Musannef l3/196; Sâlebî, Arais s.386; İbn Esîr-Kâmil 1/311.)

Fakat Hz. Meryem:

"Ben, tenhada bulunduğum zaman, o bana karnımdan söyler ve benimle ko­nuşurdu. İnsanlar içinde bulunduğum zamanda ise, karnımda tesbih ederdi." demiştir.(İbn Ebî Şeybe, Musannef c.13,s.196, C.11.S.544; İbn Esîr, Kâmil c.1,s.310; Ebülfida, Elbidaye vennihaye c.2,s.65.)

İsrailoğulları, Hz. Meryem'in, zina ettiğini sanarak kendisini, taşlayıp öldür­mek için, ellerine taş almışlardı! (Taberi-Tarih c.2, s. 22, İbn. Esîr-Kâmil c.1, s. 311.)

İsâ Aleyhisselâm, konuşunca, Hz.Meryem'i serbest bıraktılar. (Sâlebî, Arais s.386; İbn Esîr, Kâmil c.1, s.311.)

İsrailoğullarının küfre düşmelerinin sebeplerinden birisi de (bk. Nisa, 4/156.), namusunu, bir kale gibi koruyan (bk. Enbiyâ, 21/91; Tahrîm, 66/12.) Hz. Meryem'e, zina isnad ve iftira etmeleri idi. (bk. Meryem, 19/27-28)

İsâ Aleyhisselâma Vahy Gelişi ve İncil'in Nazil Oluşu:

Otuz yaşında iken, İsa Aleyhisselâma Vahy geldi, İncil, nazil oldu.(Ebülferec İbn Cevzî, Tabsıra c.1, s. 355.)

Yüce Allah, ona:

Halkı, Allah'a iman ve ibadete davet etmeğe başlamasını, hastaları, kötürümleri, anadan doğma körleri, delileri, alacalıları ve diğer her türlü hastalığa tutulmuş olanları, iyileştirmesini, emretti.

İsâ Aleyhisselâm da kendisine emrolunanı, yaptı.

Halk, onu, sevdi. Ona, meyil etti ve alıştı. Kendisine uyanlar, çoğaldı. Anısı, yükseldi, ünlendi.(Sâlebî, Arais s.390; İbn Esîr, Kâmil c.1, s.314.)

Bazen, hastalardan, kötürümlerden binlercesi gelip, İsâ Aleyhisselâmın kapısında toplanırdı.(Taberî, Tarih c.2, s. 21; Sâlebî, Arais s. 390.)

Hastalardan, İsâ Aleyhisselâmın yanına, yürüyerek gelmeğe gücü yetenler, yürüyerek gelir, onlardan, gelecek güçte olmayanların yanında ise, kendisi yü­rüyerek gider, onları, ancak, Allah'a iman şartiyle, dua edip iyileştirirdi.(Taberî,Tarih c.2, s. 21; Sâlebî, Arais s. 390.)

İsâ Aleyhisselâm:

"Siz; Allah'ın Kelimesi ve Rûhu(ndan) olan; kötürümü, alaca hastalıklısını... iyileştiren ve ölüleri dirilten, benden başka bir kimse bulunduğunu, biliyor musu­nuz?" diye sorar, onlar da:

"Hayır!" derlerdi. (Hâkim, Müstedrek c.2, s.549.)

İsâ Aleyhisselâm, semâya kaldırıldığı zaman, otuz üç yaşında idi. (Yâkubî, Tarih c.1, s. 79; Sâlebî, Arais s. 403; Ebülferec ibn Cevzî, Tabsıra c.1, s.356; Ebülfida, Elbidaye vennihaye c.2, s.95.)

Kur'ân-ı Kerim'in Bu Husustaki Açıklaması:

"Bir de, onların (İsa'yı) inkâr ile kâfir olmaları, Meryem'in aleyhinde büyük iftira atıp söylemeleri, 'Biz, Allah'ın Peygamberi Meryem oğlu Mesih İsa'yı, öldürdük!' demeleri sebe­biyledir ki, kendilerini, rahmetimizden kovduk. Halbuki onlar, onu öldürmediler, onu asmadılar da. Fakat (öldürülen ve asılan adam), kendilerine (İsâ) gibi gösterildi. (Zâten ve) hakikatan (İsâ ve onun katli) hakkında, kendileri de ihtilâfa düşüp kat'î bir şek ve şüphe içindedirler. Onların, buna (onun katline) âid hiçbir bilgileri yoktur. Ancak (kupkuru) zanna uymaktadırlar. Onu, yakînen öldürmemişlerdir. Bilakis, Allah, onu, yükseltip kendisine kaldırmıştır. Allah, mutlak Galib'dir, yegâne hüküm ve Hikmet sahibidir." (Nisa, 4/156-158.)

(M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/334)

11 Hz. İsa hayatta mı ve hiç evlendi mi?

Hz. İsa (as) hayattadır ve hiç evlenmemiştir.

Hz. İsa (a.s.) ile Hz. Yahya (a.s.) ve bir rivayete göre, Hz. Üzeyr (a.s.) evlenmemişlerdir. Diğer peygamberler ise evlenmişlerdir. Bu iki peygamberin evlenmemesinde bazı sebepler söz konusudur. Onlardan biri ve belki başta geleni, Yahudilerle olan çetin mücadeleden fırsat bulup evlenme imkânı bulamamalarıdır. Aynı zamanda, her ikisi de genç yaşta dünyadan ayrılmışlardır.

Ra’d suresindeki ifadeler, onun evli olduğunu göstermez. Çünkü bu ayette Hz. Peygamber (asm)'den önce gelen bütün peygamberlerin evli olduğunu değil, evli olanların da olduğuna işaret etmektedir. Zira, asıl maksat, inkârcıların Hz. Peygamber'in diğer insanlar gibi çoluk çocuğa karıştığı, sokaklarda dolaştığı, yiyip içtiğinden dolayı peygamber olamayacağına dair yaptıkları itirazlarına cevap vermektir. (bk. Taberi, Razi,İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

Dolayısıyla burada, daha önceki bütün peygamberlerin evli oldukları değil, peygamber olarak evli olanların da bulunduğuna vurgu yapılmıştır. Nitekim, Hz. Yahya’nın da evlenmediği bilinmektedir. Eğer burada bütün peygamberlerin evliliğinden söz edilseydi, bizzat ehl-i kitap olanlar bunun doğru olmadığını söyler ve yaygara koparırlardı. Peygamberlerin tamamına yakın kısmının evli olması Rad suresindeki ifadenin doğruluğuna yeterli bir delildir.

Bununla beraber, ayette daha önceki peygamberlerden “Rusulen” kelimesiyle söz edilmiştir. Bu kelime nekre olduğu için Türkçe’de “bazı / birtakım / bir kısım peygamberler” olarak da ifade edilebilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. İsa öldü mü, çarmıha mı gerildi, yoksa hayatta mıdır?

 

12 Hz. İsa mahluk değildir, denilebilir mi?

Hz. İsa (as)'a, Allah'ın “Kün” emri ile bir mucize olarak babasız yaratıldığı için, kendisine bir şeref olmak üzere “Kelimetullah” denilmiştir. Ayrıca, Hz. Adem (as) için Safiyyullah, Hz. Musa (as) için Kelimullah, Hz. İbrahim (as) için Halilullah, Hz. Peygamber Efendimiz (sav) için ise Habibullah denilmektedir.

Kur'an'da üç yerde Hz. İsâ'nın "Allah'tan bir kelime" olduğu ifade edilmiştir. (Âl-i İmrân 3/39, 45; Nisâ4/171) Elmalılı Muhammed Hamdi telaffuz olunan anlamlı sesler ve yazıların yanında âleme bakıldığında görme duyusu ile zihinde bir tesir meydana getirerek cüz"î veya küllî bir anlama delâlet eden belli varlıklara da kelime denilebileceğini, Hz. İsa'nın kelime oluşunu da böyle anlamak gerektiğini belirtmiştir. Öte yandan Elmalılı, "bikelimetin minhü" ifadesindeki kelimenin belirsiz olarak kullanılmasının Hz. İsâ'nın yaratılışındaki gariplik ve tuhaflığa, bilinen yaratılış tarzına uymayan bir farklılığa, dolayısıyla Hz. İsâ'nın mucizevî bir şekilde babasız yaratılışına işaret ettiğine dikkat çekmiştir. Elmalılı'ya göre kelimenin Meryem'in oğlu Mesîh İsâ şeklinde adlandırılması da Hz. İsâ'nın Hristiyanların teslîs anlayışındaki gibi Allah'ın değil ancak Meryem'in oğlu olduğunu vurgular; dolayısıyla İsâ'nın kelime olarak Allah'a, oğul olarak ise Meryem'e nisbet edilmesi gerektiğini söyler. (bk. Hak Dini, Al-i İmran 45. ayetin tefsiri)

İsa Aleyhisselâm kendisine insan olmanın dışında bir sıfat yakıştırmak isteyenlere kul olduğunu hatırlatmak için: “Ben ancak Allah’ın kuluyum.” buyurmuştur. (Meryem, 19/30) Muhataplarına: “Beni ilâh edinin.” dememiş, bilakis: “Şüphesiz ki Allah benim de Rabb’im, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur." (Meryem, 19/36) diye nasihatte bulunmuştur.

- Allah’ın Kelamı, iki şekilde değerlendirilir: Ezelî olan; mahluk olan..

Bunlardan ezelî olan kelam kısmı, Allah’ın sıfatı olarak düşünülen yönüdür. Allah’ın zatı gibi, isim ve sıfatları da ezelîdir. Onun ilim, kudret, irade sıfatları gibi, kelam sıfatı da ezelidir, mahluk değildir. Örneğin Kur’an bir vahiy olarak Allah’ın kelam sıfatından geldiği için mahluk değil, “Kelam-ı kadimdir”. Fakat, o kelamın kopyaları hükmünde olan Mushaf’taki yazılı olan harfler ve kelimeler mahluktur, sonradan yazılmıştır. Bunun  aksini savunmak delilsiz olur. Hz. İsa binlerce yıl önce yaratıldığı cümle âlemin malumudur. Değil onun ezelî bir varlık olması, onun üç bin yıl önce var olduğunu iddia eden kimsenin sözleri bile bir cinnetin hezeyanları olarak görülmeye mahkumdur.

- Allah’ın  kelamı olarak vasıflanan bir kavramı da iki şekilde mütalaa etmek gerekir.

Birincisi: Allah’ın kelam sıfatından gelen ve gerçekten bildiğimiz kelam / kelime / söz olarak değerlendirilen Kur’an ve vahiy mahsulü olan diğer semavî kitaplardır. 

İkincisi: Kudret sıfatından gelen ve kudretin mürekkebiyle yazılan  mücessem/cismanî kelam ve kelimelerdir.

Özetle; Allah’ın kelam sıfatından gelen vahiyler dışındaki bütün varlıklar ve onlardan oluşan kâinat kitabı, cismanî kelimelerden meydana gelen bir mücessem kitaptır. Bu kitabın bütün cümleleri ve kelimeleri birer mahluktur, sonradan yaratılmıştır. Kur’an’da Hz. İsa için “Allah’ın kelimesi” olarak adlandırılmasının hikmeti, onun babasız dünyaya gelmiş olmasıdır. Deyiş yerindeyse, İlahî kudretin bir mürekkebi olan “baba spermi” olmadığı halde bir nevi sözlü emir doğrultusunda yaratılmış, “kün-fe yekun” fabrikasında imal edilmiştir. Yani Allah “ol” demiş, o da “oluvermiştir”. Emir komutası, kelam cinsinden olduğuna göre, o emrin bir mahsulü olan Hz. İsa’ya da “Allah’ın kelimesi” unvanı verilmiştir.

- Hz. Meryem’in sonradan doğduğunu inkâr eden yoktur. Şimdi kalkıp da sonradan yaratıldığı kesin olan bir annenin mahluk olan rahminde meydana gelen ve ondan doğan bir çocuğun  ezelî olduğunu iddia etmek akıl, izan ve mantıkla bağdaşır tarafı olduğunu söylemek imkansızdır. (Konuyu yakından görmek için bk. Âl-i İmran, 3/35-60; Meryem, 19/16-36).

Kur'an bize, Hz. İsa aleyhisselamın bir kul olduğunu bildirir. Kur'an'dan delil getirenlerin öncelikle bunu dikkate almaları gerekir:

‘Rahman çocuk edindi’ dediler. Andolsun ki siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Onlar o Rahman olan Allah’a çocuk iddia ettiler diye, bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Halbuki Rahman olan Allah’a çocuk isnat etmek aslâ yakışmaz.” (Meryem, 19/88-92)

“Halbuki Mesih onlara demişti ki: Ey İsrâiloğulları, benim de Rabb’im sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar. Varacağı yer ateştir, zâlimlerin yardımcıları yoktur.” (Mâide, 5/72)

“Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (Meryem, 19/30)

‘Allah, Meryemoğlu Mesih’tir.’ diyenler gerçekten kâfir olmuşlardır. Andolsun ki: ‘Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür.’ diyenler kâfir olmuşlardır.” (Mâide, 5/72, 73)

“Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de sıddîka (çok doğru) bir kadındı. Her ikisi de yemek yerlerdi.” (Mâide, 5/75)

“Ey ehl-i kitap, dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Mesih ancak Meryem'in oğlu İsa'dır (Allah'ın oğlu değildir). Allah'ın Resulü ve kelimesidir ki, O kelimeyi (kün emrini) Meryem'e attı. Ve ondan (Allah tarafından gönderilmiş, teyid edilmiş veya Cebrail tarafından üfürülmüş) bir ruhtur. Buna göre Allah'a ve resullerine iman ediniz. '(Tanrı) üçtür' demeyiniz. Allah ancak bir tek tanrıdır (ilahun vâhid). O kendisine ait çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa, 4/171)

* * *

Prof. Dr. Veli Ulutürk’ün, “Kur’ân’da Kelimetullahın Manaları” isimli şu makaleyi okumanızı tavsiye ederiz.

Kur'ân-ı Kerîm okurken "Allah'ın kelimeleri tükenmez" ifâdesi dikkatimi çekerdi. Kelimetullah ne olabilirdi? Uzun bir müddetten beri bu mefhûmu araştırmayı içimden geçiriyordum. Nitekim büyük müfessir Fahreddîn er-Râzî (606/1210) de "Kelimetullah konusunda gâmız, derin ve yüksek bahisler vardır"der. (1) Bu söz de benim merâkımda ne kadar haklı olduğumu ifâde eder. Şimdi Cenâb-ı Hak fırsat verdi. Bir Kur'ân mefhûmu olan kelimetullah'ın lugat ve tefsir kaynaklarından araştırmasını yaptım. Görüleceği gibi bazı tesbitlerimiz olacaktır. Yine de her şeyin en doğrusunu şüphesiz ki Allah Teâlâ kendisi bilir. Bu çalışmamız benim gibi bu kavramı merak edenler için, bir nebze faydalı olursa, Allah'a hamdeder, kendimizi bahtiyar addederiz.

Önce "Kelime"nin lugat mânâlarını ele alalım:

KLM kökü iki asıl mânâ ifâde eder: 1. Anlatıcı, ifâde edici konuşma. 2. Yaralama'dır. Sonra bu kök genişletilerek, anlatıcı tek lâfza, kıssa'ya, uzun da olsa kasideye kelime denilmiştir. Çoğulu kelimât ve kelim'dir.2 Bu her iki mânâyı dile getirdiği mısrâ'ında Şâir şöyle der: "Asıllı (Doğru) sözler, yaraların en derini gibi etkilidir" demektir. Yine bir başkası "Dil yarası el yarası gibidir" demiştir.3 Dilimizde de "Dil yarası el yarasından ağırdır" denir. Yâni birisi maddî yönden, diğeri mânevî yönden etkileyici olmaktadır.

Kelime, isim, fiil, harf gibi tek lâfza denildiği gibi, kendi kendisine yeterli söze, kelâm veya kavil mânâsına da kelime denilmektedir ki cümle demektir.4 Kelime-i Şehâdet derken, bu kullanılışla, iki şehâdet sözünü, cümlesini kasdederiz.

Daha sonraki açıklamalarımızda da görüleceği gibi, kelimenin en şümullü anlamını "söz" kelimesi ile karşılayabiliriz. Söz, çoğu âyetlerde geçen mânâyı karşılamaktadır, denilebilir. Nitekim Yüce Allah, cennetten çıkarılan Âdem babamızın tevbe için Cenâb-ı Hak'dan vahiyle bir takım, kelimeler aldığını bildirmektedir: "Derken Âdem Rabbinden bir takım kelimeler aldı, O'na yalvarıp tevbe etti. O da tevbesini kabul buyurdu. Çünkü tevbeyi çok çok kabul eden asıl esirgeyici O’dur" (Bakara, 2/37)- Bu âyet-i kerîmede geçen kelimeler, sözler mânâsına gelmektedir. Âdem (as), kendisine bildirilen o sözlerle Allah'a tevbe etmiş, Cenâb-ı Hak da tevbesini kabul buyurmuştur. Âdem (as)'in Allah Teâlâ'dan aldığı tevbe kelimeleri (sözleri)’nin müfessirlerden bazılarınca şu sözler olduğu ifâde edilmiştir: (Âdem ile Havvâ) dediler ki:

"Ey Rabb'imiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bizce acımazsan mutlaka ziyân edenlerden oluruz." (A'raf, 7/23)5.

Yine Kur'ân-ı Kerîm'de İbrâhim (as)'ın bir takım kelimelerle imtihan edildiği ifâde edilmektedir. "Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i birtakım kelimelerle imtihan etmiş, o da bunları tamâmen yerine getirince: "Ben seni insanlara önder yapacağım." demişti. (İbrâhim): "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbî)" dedi. Allah: "Zâlimlere ahdim ermez (onlar için söz vermem)" buyurdu (Bakara, 2/124). İbrâhim (as)'in imtihan edildiği kelimeler hakkında tefsirlerde çeşitli izahlar vardır. Bunlar, Cenâb-ı Hakk'ın İbrâhim (as)'i mükellef tuttuğu emirlerdir.6 Oğlu İsmail (as)'i kurban etmesini istemesi de bu emirlerden birisi olabilir. Yâni bu kelimeler her hâl ü kârda Yüce Allah'ın İbrâhim (as)'i imtihan ettiğini bildiren sözleri yani kelimeleridir.7 Şüphesiz her şeyin en doğrusunu Allah bilir.

Allah'ın Kelimesi Tamdır

"Rabb'inin kelimesi (sözü) doğruluk ve adâldet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir." (En'âm, 6/115). Taberî (310/923), bu âyetteki "Rabbinin kelimesinin Kur'ân olduğunu söylemiştir. Nitekim Kur'ân'a kelâmullah denildiği gibi, Arapların şâirin kasidesine bile kelime dediklerini ifâde eder.8 Fahreddîn er-Râzî ise, bu âyetteki "Rabbinin" kelimesinin va'd, va'îd, sevab ve ikâb cinsinden şeyler olduğunu ve ayrıca Allah'ın kelimelerinin ezelde tahakkuk ettiğini, artık ondan sonra bir şey meydana gelmeyeceğini ifâde eder. "Kur'ân da bulunan şeyler iki çeşittir: Haber ve teklif. Eğer onlar haber cinsinden ise, Allah'ın kelimesi doğrulukça tamamlanmıştır. Teklif cinsinden ise, adâletçe tamam olmuştur" der.9 “Ve temmet kelimetü rabbike” Allah Teâlâ'nın "Bugün size dîninizi tamamladım (...) " (Mâide, 5/3) kavli gibi âyetlere,10 yâni Rabbinin ahkâmı ve dini tamamlandı mânâsına gelebilir. Allah'ın kitabı Kur'ân'dır, O'nu hiç kimse tahrif edemez, demektir.11 Allah'ın bu tamam kelimeleri bize aynı zamanda Rasûlullah Efendimiz (sav)'in şu duâlarını hatırlatmaktadır: "Her türlü şeytandan, zehirleyici haşerâtdan ve dokunan her gözden Allah'ın tam olan kelimelerine sığınırım."12

Allah Teâlâ Hakkı Kelimeleriyle Ortaya Koyar

"Hani Allah size iki tâifeden birinin muhakkak sizin olduğunu va'dediyordu. Siz ise zahmetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah kelimeleriyle (size verdiği emirlerini ifâde eden sözleriyle) hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu. Bunun hikmeti şu idi: (Allah), mücrimler istemese de hakkı gerçekleştirecek ve bâtılı ortadan kaldıracaktı." (Enfal, 8/7-8).

Âyet-i kerîmede geçen ihkâk-ı hakkın mânâsı, hakkın ortaya konulması, açığa çıkarılması ve kuvvetlendirilmesi demektir13 ki bu da hakkın hâkim kılınmasıdır. Yüce Rabbimiz kelimeleriyle, yâni hüccetleriyle, bürhanlarıyla hakkı ve hak olan İslâm'ı tahakkuk ettirecek, sağlamlaştıracak ve açıklayacaktır.14 Allah Teâlâ, Lâilâhe illallah sözünü, doğrudan doğruya yaratma ile değil, kelimeleri vasıtasıyla, yâni emir ile, cihâdı emretmekle gerçekleştirmek ister. Çünkü böyle, Allah'ın söz ve emirleriyle, beşerin irâde ve itâatiyle yapılması gereken şeylerde suç ve günah veyâ dereceler ve mağfiret gerçekleşir.15 Evet suçluların hoşuna gitmese de Allah sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır (Yûnus, 10/82).

"(...) Allah bâtılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz O kalblerde olanları bilendir." (Şûrâ, 42/ 24).

Bir îzâha göre de Allah, hakkı emirleriyle, hükümleriyle ve kitabıyla gerçekleştirir.16

Kelimetullah Yücedir

"Eğer siz ona (Rasûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler onu iki kişiden biri olarak (Ebûbekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına: "Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir" diyordu. "Bunun üzerine Allah ona sükûnetini indirdi, onu sizin görmediğiniz ordularla destekledi ve kâfir olanların sözünü alçaktı, Allah'ın kelimesi (sözü) ise, zâten yücedir. Çünkü Allah mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sâhibidir" (Tevbe, 9/40).

Bu âyet-i kerîmede geçen küfür kelimesinin İbn Abbas'dan gelen rivâyete göre, şirk koşmak; Allah kelimesinin de “La ilahe illallah” kelime-i tevhîdi olduğu bildirilmiştir. Allah Teâlâ şirki kahr ve mağlûb etmiş, mahvedip iptal etmiştir. Kelimetullah ki o da Allah'ın dîni ve tevhididir, onu da gâlib ve yüce kılmıştır.17 Küfür kelimesi, müşriklerin Dâru-n Nedve'de hicret esnâsında Hz. Peygamberi yakalayıp öldürmeleri sözlerine îmâ veya şirk olabileceği; kelimetullah'ın da Allah'ın onların bu tuzaklarını boşa çıkarması veya kelime-i tevhîd veyâ İslâm daveti olabileceği görüşünde olan müfessirler vardır.18 Allah'ın kelimesinin hücceti ve hükümleri üstündür, yücedir mânâsına geldiği de ifâde edilmiştir.19

Kelimetullah Allah'ın Va'di, Nusreti Ve Takdiridir

Bazı âyet-i kerîmelerde de Allah'ın kelimesi, Allah'ın mü'minlere nusret ve zafer va'di, yâhut da inkârcılara bu dünyâda azâb etmeyip, onların hesaplarını âhirette göreceğine dâir sözü ve takdîri mânâlarına gelmektedir. "Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmalarına ve eziyete uğramalarına rağmen sabrettiler. Nihâyet onlara yardımımız gelip yetişti. Allah'ın kelimelerini (sabredenler hakkındaki sözünü, kânûnunu) değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Andolsun (tarafımdan) gönderilen (o peygamberlerin haberlerinden bir kısmı Sana da geldi.." (En'âm, 6/34). Yâni önceki peygamberler de tekzibe uğramışlar, onların da ashâbına ezâ cefâ edilmiş; ama sonunda onlara kelimetullah olan Allah'ın yardımı, nusret ve zaferi gelmiştir. "Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz gâlip gelecektir. Onun için Sen bir süreye kadar onlara aldırma" (Sâffât, 37/171-176). "Allah elbette Ben ve elçilerim gâlib geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, gâlibdir" (Mücâdele, 58/21). Bu âyet-i kerîmede peygamberlerin galebesinin Allah'ın bir yazgısı olduğunun bildirilmesi, bu husûsun nasıl bir takdir ve kânun olduğunu ifâde etmesi bakımından dikkat çekicidir. Peygamberlere ve mü'minlere Allah'ın bu yardım va'di kelimetullah olduğu gibi,20 inkârcılara ve âsîlere olan şu va'îdi (tehdîdi) de Allah'ın bir kelimesidir, yâni hem kânûnu, hem takdiridir: "(...) Rabbinin "Andolsun ki cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım" sözü yerine gelmiştir" (Hûd, 1/119). Allah Teâlâ bu durumu ezelî ilmi ile bilip takdir ettiği için böyle buyurmuştur. Çünkü onlar inkâr ve isyanlarıyla orayı hak edeceklerdir.21 Nitekim şöyle buyurur: "Böylece Rabbinin yoldan çıkanlar için söylediği "Onlar inanmazlar" sözü gerçekleşmiş oldu" (Yûnus, 10/33). "Gerçekten haklarında Rabbinin sözü (hükmü) sâbit olanları, kendilerine istedikleri her mucize gelmiş olsa bile, elem verici azâbı görünceye kadar inanmayacaklardır" (Yûnus, 10/96-97).

Bu âyetlerdeki “kelimetü rabbike” bâzan çok açıklıkla “kelimetü’l-azâb” şeklinde geçer. "(Resulüm) hakkında azâb kelimesi (sözü) gerçekleşmiş kimseyi ve o ateşde olanı sen mi kurtaracaksın?" (Zümer, 39/19). "(...) Evet, geldi dediler, ama kâfirlerlerin üzerine azâb sözü hak oldu" (Zümer, 39/71). Ancak bunu Cenâb-ı Hak âhirette gerçekleştirecektir. Cehennemlik olanlar ise orayı bu dünyâda hak etmektedirler. Buna rağmen Yüce Allah onların cezasını orada vereceğini bildirdiği için bâzı istisnalar dışında küllî cezâları âhirete bırakmaktadır. "Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi (...)" (Şûrâ, 42/14). "İnsanlar ancak bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer (azâbın ertelenmesiyle ilgili) Rabb' inden bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi. (Derhal azab iner ve işleri bitirilirdi)" (Yûnus, 10/19). Taberî bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle der: "Allah’tan, bir kavmi ancak ecelleri bittikten sonra helâk edeceği sözü geçmemiş olsaydı, onlardan bâtıl ehlini helâk etmek ve hak ehlini kurtarmak sûretiyle iş bitirilir, hüküm verilirdi."22 Bu cezânın kıyâmete tehiri hem âsilere bir in'âmı ifâde ettiği gibi, hem de onlara teklifin devam ettiğini ve müslümanlara kâfir ve zâlimlerden gelecek kötülüklere karşı sabırlandırmayı da ifâde eder. "Rahmetim gazabımı geçmiştir" mazmunu olduğu söylenmiştir. Allah rahmeti gâlib olunca, o gâlib rahmet sapık câhilin üzerine de setr perdesini uzatmayı ve buluşma vaktine kadar ona mühlet tanımayı gerekli kılmaktadır.23 Bu, aynı zamanda, Allah Teâlanın delilsiz, kimseye azab etmeyeceğini ve herkesin hayâtında o hüccet ve delilleri tamamen yaşayarak, görerek ecellerini tamamlayıncaya kadar imtihanlarını sonuna ulaştırmalarını ifâde eder.24 Yâni Cenâb-ı Allah, belli bir süreye kadar insanlara mühlet vermektedir. O va'dinde hulf etmeyen bir Zât olduğu için hem bu süreye ve hem de hüküm ve takdîrine riâyet etmektedir.25 "Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden (diye) ortaya koyan ortakları mı var? Eğer (azabın tehirine dâir) o fasıl sözü olmasaydı, aralarında (hüküm) mutlaka (dünyâda icrâ) edilmiş (işleri bitirilmişti bile). Şüphesiz ki o zâlimlerin hakkı çetin bir azabdır" (Şûra, 42/21).26 Ayrıca müfessirlerden, bu ümmet hakkında, azdıkları zaman kökten kazıyıp yok edici azâbın tehiri sözü olduğunu ileri sürenler de vardır. Bunun da hikmeti, ya Muhammed (sav)'e ikram içindir: "Halbuki sen içlerinde iken (Habîbim), Allah onlara azab edecek değildir" (Enfâl, 8/33); yâhut da onların nesillerinden îman ve iyi amel sâhibi kimselerin gelmesidir. Veya bizim bilmediğimiz Allah'ın bildiği bir başka hikmetten dolayıdır.27

Allah'ın Kelimesi Değişmez

Cenâb-ı Allah'ın gerek peygamberlerine ve onların mü'minlerine olan yardım ve zafer va'di husûsundaki ve gerekse diğer konulardaki sözü değişmez ve değiştirilemez.28 "Onun sözlerini değiştirecek yoktur" ifâdesi bir çok âyette tekrar edilir.29 Kur'ân-ı azîmuşşan'ın bu ifâdesi için birbirine yakın değişik açıklamalar yapılmıştır. Kelimetullah Allah'ın kitâbı demektir. Onu neshedecek hiç bir nebî ve hiç bir kitab gelmeyecektir. Onu kimse tahrif edemeyecek, değiştiremeyecek demektir. Çünkü müşrikler "Bundan başka bir Kur'ân getir veya onu değiştir." (Yûnus, 10/15) demişlerdi.30

Allah'ın kelimelerini değiştirecek yoktur, demek, ne dünyâda ve ne âhirette Allah'ın hükmünün aksine bir hüküm verebilecek veya O'nun hükmünü aksine çevirebilecek kimse yoktur, demektir.31 Biraz farkla Allah'ın ahkâmını değiştirecek kimse yoktur. Onlar ezelî ve ebedî oldukları için tebdil ve zeval kabul etmezler, demektir. Allah'ın kelimeleri, Allah'ın değişmeyen, va'd, vaîd, sevab ve ikâb cinsinden şeyleri de olabilir. "Benim indimde söz değişmez" ve yine Hz. Peygamberin "Kıyâmete kadar olacak şeyler hakkında kalem kurumuştur," yâni hüküm verilip bitmiştir, kabilinden verdiği bilgidir. Allah'ın hükmü ezelde hâsıl olmuştur. Ondan sonra bir şey meydana gelmez, demektir.32 Aynı zamanda kitaplarında Allah Teâlâ'nın haber verdiği şeylerin zamanında vukû'unu veyâ meydana geleceği zamanı değiştirebilecek hiç kimse yoktur, demektir.33 Ve yine Allah'ın sözlerinin değiştirilmesi ve va'dlerinden hulfetmesi yoktur, demektir.34 Çünkü "Allah aslâ sözünden dönmez" (Âl-i İmrân, 3/9). "Ey Rabbimiz! Bize peygamberlerin vâsıtasıyla va'd ettiklerini ver ve kıyâmet gününde bizi rezil-rüsvay eyleme; şüphesiz sen va'dinden caymazsın!" (Âl-i İmrân, 3/194). "Onlara (Allah'ın velî kullarına) dünyâ hayatında da âhirette de müjde vardır. Allah'ın sözlerinde aslâ değişme yoktur. İşte bu büyük kurtuluşun tâ kendisidir" (Yûnus, 10/ 64). O halde Allah'ın verdiği haberleri, hükümleri ve sözleri sonuna ulaşmıştır. Bunların en doğru ve en âdil olmasıyla onları değiştirebilecek kimse yoktur.35

Kelimetullah, Hz. İsa'dır

Âl-i İmrân, 39, 45. ve Nisâ 171. âyetlerinde geçen Allah'ın kelimesinin Hz. İsâ (as) olduğunda müfessirlerin cûmhûru müttefiktirler.36 Çünkü âyetler sarihdir. Zekeriyyâ mâbette durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nidâ ettiler : "Allah sana, kendisi tarafından gelen bir kelimeyi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler" (Âl-i İmrân. 3/39) "Hâni melekler demişlerdi ki, "Ey Meryem' Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Mesih İsâ'dır. Dünyada da âhirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır." (Âl-i İmran, 3/45) "Ey Kitâb Ehli! Dîninizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah'ın Rasûlu, Meryemle ulaştırdığı kelimesi ve ondan bir rûhdur. O halde Allah'a ve peygamberlerine îman edin (Allah) üçtür" demeyin. Bundan vazgeçin ki sizin için hayırlı olsun. Allah ancak bir tek Allahdır. O çocuğu olmaktan münezzehdir. Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Vekîl olarak Allah yeter" (Nisâ, 4/171). Bu âyet-i kerîmelerde Hz. İsa'nın Allah'dan bir kelime olduğu açıkça ifâde edilmektedir. Hz. İsa'nın Allah'ın kelimesi olmasını müfessirler şöylece açıklamışlardır:

Hz. İsa'yı Cenâb-ı Allah, babasız olarak "ol" emriyle yâni kelimesiyle yarattığı için, Allah'ın kelimesi adını vermiştir.37 Nitekim Allah Teâlâ, Âdem' (as) ı da anasız babasız topraktan yaratmıştır. "Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol" dedi o da oluverdi" (Âl-i İmran, 3/59).

“Bikelimetin minhü” denilmesi, Allah’tan bir risâlet ve "O'nun katından bir haber" demektir. Yâni melekler Meryem'e, Allah tarafından İsa'yı ve risâletini kendisine ilkâ etmesini emrettiği kelimesini müjdelemişlerdi; yani Allah'ın kendisinden kocasız ve erkeksiz bir çocuk yaratacağı müjdesini daha doğrusu bu müjde sözünü vermişlerdir.38 Kelimenin müjde mânâsına olduğu da söylenmiştir. Ebû Ubeyde, kelimenin kitab ve onunla da İncil'in murâd edildiğini söylemiştir. Nitekim İncil'de müjde demektir.39

Hz. İsa daha bebekken korunmuştur. Allah daha bebekliğinde ona kitab vermiştir. O da daha o çağda konuşan, yetişkin bir tebliğci olmuştur, (Meryem, 19/39)

Kelime, mânâlar ve hakikatler ifâde eder. İsa (as)'ın da ilâhî esrar ve hakikatlere irşâd etmesinden dolayı kendisine bu isim verilmiş olabilir. Allah, Hz. İsa'nın kendisiyle hidayet ettiği gibi onun sözüyle de doğru yolu gösterir. Bu cihetle ona kelimetullah denmiş olabilir.40

Kendisinden önceki peygamberlerin kitaplarında Hz. İsa'nın müjdesi vârid olmuştur. O gelince de "İşte o bu kelime!" denilmiş olabilir. Bir kimse bir haber verir de o da olursa, söylediğim çıktı kabilinden, "İşte dediğim, yâni sözüm geldi""denir.

İsa (as), Allah'ın kelâmının açığa çıkmasına şüphelerin ve tahriflerin giderilmesine sebep olduğu için onun, Allah'ın sözcüsü yerine, kelimetullah, Allah'ın sözü olarak isimlendirilmesi uzak düşmez. Nitekim cömertliği, kerem ve ikbâli kendisinde gâlib bir huy olan kimseye mübâlağa üslubuyla cömertliğin tâ kendisi, saf ve sâde kerem, denir. Hz. İsa'nın da ilâhî gerçekleri temsillerle çok beliğ ve etkili bir üslûbla tebliğ ettiği malumdur.41

Ezherî (980/1572)'den, kelimenin çocuk mânâsına geldiği de nakledilir. Kelimetullah, Allah'ın kudret ve meşîeti mânâsına da gelir.42 Âl-i İrnran, 39 ve 45. âyetlerindeki Hz. İsâ demek olan kelimenin nekre olması, onun Allah tarafından ga-rib bir kelime, bir fiil ve tesir, mânâlı bir eser, alışılanın aksine bir yaratma işi olduğunu ve bir hak olduğunu ifâde eder.43

Nihâyet, İbn Abbas'dan gelen rivâyete göre, insanlar nasıl Allah'ın yaratıklarını diledikleri isimlerle isimlendiriyorlarsa, Allah Teâlâ'da Hz. İsa'yı kelime olarak isimlendirmiştir, kelime İsa demektir.44

Hz. İsa'ya kelimetullah denildiği gibi, rûhullah da denir. Bunu da müfessirler şöyle îzah etmişlerdir:

Allah Teâlâ insanı rûh ile ihyâ ettiği gibi, Hz. İsa'nın getirdiği ilâhî gerçeklerle de onları mânen ihyâ ettiği için kendisine rûhullah denmiştir.45

İnsanlar âdeten son derece temiz olan şeylere rûh derler. Hz. İsâ da meni damlasından değil, Cebrail (as)ın nemasından olmuştur. Elbette ki rûh ile vasfedilmeye lâyıktır. Halkın dinî hayatları için bir sebep olduğu için kendisine rûh denmiş olabilir. Nitekim Kur'ân'ın sıfatları hakkında Yüce Allah "İşte sana da böylece emrimizden bir rûh (Kur'ân) vahyettik. Sen kitab nedir, îman nedir? bilmezdin (...)" (Şûra, 42/52) buyurmuştur.

Ruh, rahmet mânâsına da gelir. İsa (as) da insanların dinlerinde dünyalarında onları irşad eden bir rahmet olmuştur. Ayrıca Araplarda rûh üfürme mânâsına da gelir. Hz. İsa, Cibril'in bir üfürmesi mânâsına gelebilir. Çünkü Hz. İsa, Cebrâil (as)'ın, Allah'ın emriyle Meryem'in yakasına üfürmesinden hasıl olmuştur.46

Belki de ruh Yüce Allah'ın dilediği vakitte, dilediği şekilde kullarına akıttığı kudsî bir emir ve ilâhî bir sırdır. İsa (as)'a rûhullah denilmesi mübâlağa kabilinden olabilir.47

Allah'ın Kelimeleri Tükenmez

"Eğer Rabb'inin kelimeleri (ni yazmak) için bütün denizler mürekkeb olsa bir o kadar daha yardımcı getirsek bile, Rabbimin sözleri bitmeden denizler tükenirdi" (Kehf, 18/109). "Şâyet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de, -arkasından yedi deniz daha katılarak- mürekkeb olsa, yine Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok kî Allah mutlak gâlib ve yegâne hüküm ve hikmet sâhibidir" (Lokmân, 31/27).

Bu âyetlerde geçen nihâyetsiz olan Allah'ın kelimelerinin, Yüce Rabbimizin ilmi, hikmeti ve malûmatı olduğu şeklinde îzahlar yapılmıştır. Denizler büyüklük ve genişlikte ne kadar büyük farzedilse de sonludur, Allah Teâlâ'nın mâlûmâtı ise sonsuzdur. Sonlular ne kadar çok olursa olsun sonsuza elbette yetmez ve yetişemez.48 Sonlu olanın sonlu ile toplamı veyâ çarpımı yine sonludur. Kulların hepsinin ilmi, Allah'ın ilmi yanında bütün denizlerin sularının bir damlası bile olamaz.49

Tâbiîn müfessirlerinden Katâde (118/736) demiştir ki müşrikler Kur'ân için: "Bu ancak tükenmek üzere olan bir sözdür" demişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Lokman, 27. âyetini indirmiştir. Yâni dünyânın ağaçları kalem olsa, o denizle birlikte yedi deniz daha olsa, Rabbimin hayret verici varlıkları, yaratıkları ve hikmeti tükenmez. Bir de bu âyetin Yahudi âlimlerine cevap olarak indiği rivâyet edilmiştir. İbn İshâk'ın İkrime tarikiyle İbn Abbas'dan rivâyetine göre Yahudi âlimleri: "Yâ Muhammed "(Rûh hakkında) size ancak az bir bilgi verilmiştir" (İsrâ, 17/ 85) sözüyle bizi mi kasdediyorsun, yoksa kendi kavmini mi? demişler. Hz. Peygamber (sav), "İkinizi de" buyurmuş. Onlar da : "Ama sen sana indirilen (Kur'ân'da), içerisinde her şeyin tibyânı (açıklaması) bulunan Tevrât'ın bize indirildiğini okumuyor musun?" demişler. Hz. Peygamber: "O Tevrât, Allah'ın ilminde azdır. Size göre ise ondan size yetecek kadar şey bulunmaktadır" buyurur. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onların sorduğu hakkında bu âyeti indirir. 50

Allah'ın kelimeleri bitmez demek, O'nun san'atının acâiblikleri bitmez, demektir. O halde bu âyetlerdeki kelime, acîb şey, demektir. Bunun îzah şekli acâibliklerin Allah Teâlânın "Ol" emriyle olmasıdır. Sebep olan şeyin müsebbebe kullanılması câizdir. Meselâ, hastaya ilaç için "Bu senin şifândır" denildiği gibi; Hz. İsa'ya kelime denilmesi de, onun babasız var olduğundan dolayı hayret verecek ve hayret edilecek bir iş ve garîb bir san'at olmasındandır.51

Bir zâtın varlığını hissettiren en kuvvetli eser, onun konuşmasıdır. Bir kimsenin sözünü işitmek, onun varlığını bin delil kadar hatta gözle görme derecesinde isbat eder. Bundan dolayı Allah'ın kelimelerinden ibâret olan O'nun ilâhî kelâmı yâni Kur'ân-ı Kerîm, öncelikle Cenâb-ı Hakk'ın varlığını gösterip isbat eder. Kur'ân'ın da kaynağı olan ezelî kelâmın kelimelerine ise saymak mümkün değildir. Bunlar için denizler, ağaçlar yetmez.

Malum olduğu üzere sesler uzayda ses dalgalarıyla yayılmaktadır. Frekansına giren cihazlar bunları alabilmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın kelâmı ve o mukaddes kelâmın kelimeleri de, insanlar, cinler, melekler gibi yerde ve göklerde tüm şuur sâhibi varlıkların kulakları sayısınca ve hattâ ses dalgaları sayısınca çoğaltılmaktadır. Ses dalgaları sayısınca çoğaltılan bu ilâhî kelâmın kelimelerine ne denizler, ne ağaçlar yetişebilir.

Yüce Allah yarattığı kullarıyla, gönderdiği mukaddes kitabı vâsıtasıyla bir nevi konuşmaktadır. Bu tekellüm, insanlarla umûmî bir konuşma hükmünde ise, bir de kullarının kalb telefonu ile kendi varlık ve birliğini hissettirdiği doğru ilhamlar şeklinde olan özel bir konuşması vardır. Bu konuşma her yaratığa özel kâbiliyetine göre bir nevi bilgi vâsıtası olan özel ilhamlarıdır. Bu ilhamlar da kişiye özel Rabbânî bilgiler ifâde ettiği için, bir çeşit ilâhî kelime ve kelâmdırlar. "Allah'a giden yollar yaratıkların nefesleri sayısıncadır" hikmeti gibi, bu özel kelimelere de ne denizler, ne ağaçlar yeter.

Biri kâl yâni söz, diğeri hâl olmak üzere iki dil vardır. Bunların ikisi de insanlara söylerler. Kâl dilinin kelimeleri sözler ise, hâl dilinin kelimeleri de çeşitli hallerdir. Binaenaleyh şâirin: “Ve fi külli şey’in lehü ayetün; tedüllü ala ennehü vahidün” dediği gibi, "Her şeyde O'nun varlığını, birliğini gösteren bir alâmet vardır." Şu büyük kâinat, şu hâle göre büyük bir kitab gibidir. Bu kâinat ve onda yaratılan her şey, o Yüce Yaratı'cının ululuğunu gösteren birer hâl kelimeleridir. Ağaçlar ve denizler -bilfarz- varlıklar kitabında mevcut hâl kelimelerinin yazılmasına kâfî gelse bile, o denizlerin damlaları ve o ağaçların da zerreleri birer hâlî kelime olduğundan, tekrar onların da yazılması için onlar kadar başka ağaçlar ve denizler olması lâzım gelir ki nihâyetsiz bir teselsül devam eder gider. O halde Cenâb-ı Hakk'ın kelimelerinin tükenmeyeceği yâni O'nun azamet ve yüceliğine delâlet eden hâlî kelimeleri bitmez tükenmez. Bu da gösteriyor ki Kehf sûresi, 109. âyet-i kerîmesi ile, Lokman sûresi 27. âyet-i kerîmesinin ifâde ettiği mânâlarda hiç bir şekilde mübâlağa yoktur.

Cenâb-ı Hakk'ın kelam sıfatının tecellî ettiği kelimeleri olduğu gibi, kudret sıfatının da tecellî ettiği cisimli kelimeleri vardır. İlim sıfatının da kaderle ilgili kelimeleri vardır. Onlar da tüm varlıklardır. Özellikle hayat sâhibi küçük yaratıkların her biri birer rabbânî kelimedir. Bunlar da ezelî mütekellim olan Allah Teâlâ'yı söz şeklinde olan kelimelerden daha kuvvetli bir şekilde ifâde ederler. Çünkü bunlar sözde kalmamış fiiliyâta dökülmüşlerdir. Gözle görülen görülemeyen tüm varlıklar düşünülünce, bunları, denizler mürekkeb, ağaçlar kalem olsa yazmakla bitiremezler.52

Mâdem ki ulûhiyet, ilâhî isimlerin ve rabbânî sıfatların tümünü kendisinde toplamaktadır. Onların görülme ve ortaya çıkma sâhası olan varlıklar âlemini bilmeyince bunlar nasıl bilinebilir.53

Muhyiddîn İbn Arabî (623/1240) şöyle der: "Kur'ân-ı Kerîm yaratma ve icadın "Ol" fermânıyla derhal vâki olduğunu haber verdiği gibi bilcümle mahlûkatın da ilâhî kelimeler olduğunu söylüyor: "Bizi bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sâdece "Ol" dememizdir. O hemen oluverir." (Nahl, 16/40); "Nûn, Kaleme, ve (Kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki..." (Kalem, 68/1-2). Binâenaleyh varlıklar âleminde her ne varsa, onun aslî hakikati ilmi ilâhîde birer harf mesâbesindedir (...). Sonra bu harfler görülme kisvesine girmiş ve birbirleriyle birleşip şu felekleri ve varlıkları husule getirmişlerdir.54

Mâdem ki âyetin de sarâhatinden anlaşıldığı gibi varlıklar, Allah Teâlâ'nın yaratma emri olan "Ol" kelimesiyle yaratılmışlardır. O halde bütün varlıklar tek tek büyük kâinât kitâbının sözleri demek olan kelimeleri mesâbesindedir ve kelimeleri demektir. Zerrelerden (atomlardan) kürelere kadar varlıkların tümü Allah'ın birer kelimesidir. Bu kelimeler, Allah'ın sözlü kelâmı olan Kur'ân-ı Kerîm'in tercümanıdırlar. Bu iki ilâhî kelimeler topluluğu -ki ikisine de kitâb diyoruz- birbirilerini kavlen ve fiilen tasdik eder ve açıklarlar. Çünkü her ikisi de aynı Yüce Zât'ın esmâ ve sıfatlarının tecellîleridir. Büyük müfessir İmam Fahreddîn er-Râzî'nin (606/1210) de dediği gibi, Allah'ın sun'unun yâni yaratmasının ve yarattığı varlıklardaki hârikaları ve acaiblikleri yâni hayret verici yaratılışları varlıkları ve o varlıklardaki ilâhî san'at gerçekleri, bitmez tükenmez.55 Görünen görünmeyen o varlıkları ve o varlıklardaki ilâhî sanatları ve ilâhî gerçekleri yazmaya ne ağaçlar yeter, ne denizler! Denizler, ağaçlar tükenir, Rabbimin kelimeleri tükenmez!

Konuyla ilgili mânâlarıyla Kur'ân-ı Kerîm'de müfred, cemi' ve izâfet hâlinde kırk iki def'a geçtiğini tesbit ettiğimiz kelimetullah insanın bilgi dağarcığında işte böyle yüce ufuklar açmaktadır. Bu konuda da elbetteki bizim sınırlı sözlerimizin ifâdesi olan kelimelerimiz tükendi. Ama, bir de, ilâhî hakikatler, demek olan Rabbimin kelimeleri tükenmez. Her şeyin içyüzünü bilen O olduğu gibi, kelimelerin verâsındaki hakîkatini de elbetteki yine en iyi O bilir.

"Sübhâne men tahayyera fî sun'ihi' l-ukûl,
Sübhâne men bi-kudretihi yu'cizü'l-fuhûl."
(Ziya Paşa)

DİPNOTLAR:

1) İmam Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XVIII. 144, Mısır, 1357/1938.
2) Ebu'l-Hasen Ahmed bin Fâris, Mu'cemu Mekâyisi'l-Luğa, V, 131, 2. baskı, Mustafa el-Bâbî el-Halebî neşri, Mısır, 1392/1972.
3) Ebu'l - Kâsım Huseyn bin Muhammed er-Râğıb el-İsfahanı, el-Mufredâl fî Garibi'l-Kur'ân, s. 439, Beyrut, ts.
4) M. Murtaza ez-Zebîdî, Tâcu'l-Arûs min Cevahiri'l-Kâmûs, IV, 49, Beyrut, ts.; İbn Manzur, Lisânu'l-Arab, XII, 523-525, 1388/1968, Beyrut; Ebu'l-Fida İsmail İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, I, 371, Beyrut, 1388/1969.
5) Ebû Ca'fer Muhammed İbn Cerîr et-Taberî, Câmi'ul-Beyân'an Te'vîli Âyi'l-Kur'ân, I,234-245, Dâru'l-Fikr, Beyrut, 1408/1988; Ebu'l-berekât Abdullah en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, I,43, İstanbul, 1984; Kâdî el-Beyzâvî, Envâru'l-Tenzîl ve Esraru't-Te'vil ve hâşiyesinde Tefsîru't-Celâleyn, I,50, el-Halebî, Mısır, 1388/1969.
6) İbn Kesîr, I, 165-166.
7) Beyzâvî, I,80; Cerâleyn, aynı sayfa.
8) Câmi'ul-Beyân, VIII, 9.
9) Tefsîr-i Kebîr, XIII, 161-162; bk. Şihâbuddîn Mahmûd el-Âlûsî, Rûhu'l-Me'ânî., XV, 257, Beyrut, 1405/1985.
10) Rağıb el-İsfahânî, s. 440.
11) Âlusî, VIII, 10.
12) Buhârî, Enbiya, 10; Bir başka varyant için bk. Muslim, Zikr. 54-55.
13) Râzi, XVII, 144.
14) İbn Kesîr, IV, 114; IV, 126.
15) Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, IV. 2371; Taberî. IX, 188; XI, 149.
16) Beyzâvî, I,455; Nesefî. II, 169; III, 106, 284; Âlûsî, XI, 166.
17) Taberî, X, 137; İbn Keşîr, II, 358; Râzî. XVIII, 69.
18) Beyzâvî, 1.452; Nesefî, II, 127; Âlûsî, X, 98-99.
19) Âlûsî, VIII, 10.
20) Âlûsî, V, 137.
21) Taberî, XII, 144; İbn Kesîr, II, 465.
22) XI, 98, 114: Nesefi, II. 157; ÂIüsî, XI, 90.
23) Râzî, XVII, 63.
24) İbn Kesîr, II, 411; 170.
25) Taberî, XXV. 16; XXIV. 129; XV, 21; XII, 123.
26) Bu konuda ayrıca şu âyetlere de bakılabilir: Hûd, 116110; Tâhâ, 20/129: Mü'min, 40/6; Fussilet, 41/45.
27) Âlûsî, XVI, 280
28) Âlûsî. XV. 257; Taberî XV, 233.
29) bk. En'âm, 6/64,115: Yûnus, 10/64; Kehf, 18/27.
30) Râğıb el-İsfahânî, s.440; Taberî, VIII, 9; İbn Kesîr, III, 80; Beyzâvî, I, 328.
31) İbn Kesîr, 11,508.
32) Râzî. XIII, 161-162.
33) Taberî, VIII, 9.
34) Nesefi, II, 169; II, 10, 30.
35) Beyzâvî. I,328.
36) bk. Taberî, III. 252-253, 269; tbn Kesîr, I, 361; Râzî, VIII, 38, 50; Nesefî, I. 156, 158; 265; Âlûsî, III, 160; VI, 25; Elmalılı, II, 1095, 1101-1102; III, 1536.
37) Râğıb el-İslahânî, s.439-440.
38) Taberî, III, 269.
39) Âlûsî. III, 147.
40) Âlûsî, III, 160; Râgıb el-İsfahânî. s. 439-440; Nesefî, I, 265.
41) Râzî, VIII, 38, 50: Âlûsî, III, 160.
42) Zebîdî, IX, 49.
43) Elmaiılı, II, 1101-1102.
44) Taberî, III, 269.
45) Râzî, VIII. 38.
46) Râzî, XVIII, 38; XI, 115-116; Âlûsî, VI, 25.
47) Âlûsî, VI, 25.
48) Beyzâvî, II, 27; Nesefi, III, 27; Râzî, XXI, 179; Âlûsî, XVI, 51; Elmalılı, V, 3296.
49) İbn Kesîr. III, 108.
50) İbn Kesîr. III, 451; Âlûsî, XXI, 100-101: Ebu'l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vâhidî, Ebsâbu'n-Nüzûl, s. 245, 288, Beyrhut, 1410/1990
51) Râzî, XXV, 156-157; Âlûsî, XXI, 100-101.
52) Hekimoğlu İsmail başkanlığında bir hey'et, Yeni Ansikolpedi, Kelime, Kelimat ve İlhâm maddeleri, II, 675, (Osmanlıca Lem'alar, s.898) II, 551 (Şualar, s. 128 Mektûbat, s. 448); 11,674 (de İşâralu'l-İ'câz, s.157'den sadeleştirerek nakil). Timaş yayınları. İstanbul, 1989.
53) Mehmed Ali Aynî, Muyiddîn İbn Arabî Şeyh-i Ekberi Niçin Severim, s. 81, Evkâf-ı İslâmiye Matbaası, İstanbul, 1339-1341.
54) M. Ali Aynî, s. 19.
55) Tefsir-i Kebîr, XXV, 156-157.

13 Hz. İsa tekrar yeryüzüne indiğinde kaç yıl kalacaktır?

Hz. İsa aleyhisselamın yeryüzünde toplam 120 yıl yaşayacağına dair bir açıklama bulamadık.

Ebu Şeyh’in Hz. Ebu Hureyre’den yaptığı rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

 "İsa yeryüzünde 40 yıl kalacak, Allah’ın kitabı ve benim sünnetimle amel edecek ve sonra vefat edecektir.” (bk. Müsned, 2/437, 6/75; Yusuf Nebhanî, Huccetüllahi’l-baliğa, s.841).

Bu ve buna benzer rivayetleri esas alan bazı alimlerimiz, Hz. İsa aleyhisselamın yeryüzüne indikten sonra 40 sene kalacağını söylemektedirler.

Hz. İsa aleyhisselamın semaya çekilmeden önceki yaşı ve tekrar dünyaya gönderildikten sonraki ömrü ile ilgili farklı yorumlar vardır. Bunun nedeni, rivayetlerin farklı olması ve her birinin ayrı mı yoksa beraber mi açıklandığının tam bilinememesi olabilir.

Hz. İsa aleyhiselamın yeryüzünde kaldığı yılların 7, 33 ve 40 sene olacağını bildiren rivayetler vardır.

Bu rivayetlerin birbirine aykırı olamayacağını söyleyen alimlerimiz, aralarını bularak şöyle bir açıklama yapmaktadırlar:

Yeryüzünde 7 sene, başka bir rivayette 40 sene kalacak ve vefat ederek cenaze namazı kılınacaktır. 40 sene dünyada kaldığı ömrü olabilir. Göğe kaldırılmadan önce 33, gökten indikten sonra da 7 sene kalacaktır. Toplamı 40'tır. (Tibyan, 1/233)

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. İsa (as), kıyamet kopmadan önce tekrar yeryüzüne inecek mi?

14 Kur'an'da, Hz. İsa'nın hayatı, peygamberliği ve ümmetiyle olan ilişkileri hakkında, neden detaylı bilgi yoktur?

Kur’an’da, peygamberlik görevleriyle ilgili detaylar verilmemiş olan Hz. İsa (as)’dan başka peygamberler de vardır. Hz. İdris, Hz. Eyyub, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Şuayb, Hz. Zekeriya, Hz.Yahya (aleyhimüsselam) da bunlar arasında sayılabilir. Allah, her peygamberin hayatından ne kadar ders vermek istiyorsa, o kadar bilgi vermiştir. Bu açıdan Kur’an’da ismi geçen peygamberler hakkında verilen bilgiler, ne azdır, ne de çoktur.

Hz. İsa aleyhisselam ve annesi Hz. Meryem ile ilgili bir çok ayet vardır. Doğumu, mucizleri, özellikleri, hayatından örnek alınacak yönleri, kendine ihanet edilmesi ve semaya yükseltilmesi gibi konularda bilgi verilmektedir. Ancak Hz. İsa aleyhisselam hayattayken, kendine uyanların azlığı ve bir toplumun oluşmaması gibi nedenlerle, içtimai hayata ait hükümler gelmemiştir.

Bununla beraber Kur’an’da kendisinden en çok bahsedilen peygamberlerden biri de İsa aleyhisselamdır.

Kur'ân-ı Kerîm'e göre Hz. İsa (as), resullerin en büyükleri olan beş "ulü'l-azm" peygamberden biridir. On beş sûrede, doksan üç âyette ismi veya bir sıfatı ile zikredilmekte; ağırlıklı olarak Âl-i İmrân, Mâide ve Meryem sûrelerinde doğumunun müjdelenmesi, dünyaya gelişi, tebliği, mucizeleri, dünyevî hayatının sonu ve Allah katına yükseltilişiyle ilgili olarak bilgi verilmektedir.

Kur'an'da, hem İsa, hem İbn Meryem, hem de Mesîh olarak adlandırıldığı gibi, başka isimlerle de anılmaktadır. Ayrıca kendisine çok sayıda unvan verilmekte, yirmi beş defa İsâ, on altısı İsâ kelimesiyle birlikte olmak üzere yirmi üç defa İbn Meryem şeklinde geçmektedir. Mesîh kelimesi ya tek başına  veya Mesîh İbn Meryem, ya da Mesîh İsâ b. Meryem şeklinde on bir yerde geçmektedir.

Kur’an’da, Hz. İsa'ya verilen diğer isim ve unvanları şu şekilde sıralamak mümkündür: Müeyyed,  Rûhullah, kelime, vecih, sâlih, resul, mübeşşir, münebbi, musaddık, âyet, merfû, temizlenmiş, göz aydınlığı, abd, nebî, mübarek, ilim veya alem, rahmet.

İsa aleyhisselamın hayatından bütün insanlığın, Hristiyanların ve Müslümanların alacağı çok dersler vardır. Bunlardan sadece biri onun babasız yaratılmasıdır.

İnsan soyu, tarihinin son derece enteresan olayı olan kendi yaratılışının tanığı olamamıştır. Anasız ve babasız olarak yaratılan ilk insanı, hiç kimse görememiştir. Bu olayın üzerinden nice yüzyıllar geçtikten sonra yüce Allah'ın hikmeti, Hz. İsâ'nın babasız doğuşu aracılığı ile ikinci bir olağanüstülüğü sergilemeyi dilemiştir.

Bu doğum olayı, yeryüzünde insanoğlunun başlangıcından beri geçerli olan üreme kurallarına ters düşen bir gelişmedir. Amaç, bu harikaya insanlığın tanık olmasıdır, insanlık tarihinin sicilinde dikkatleri çeken bariz bir olay olarak kalmasıdır.

Hiç kimsenin tanığı olmadığı ilk yaratılış mucizesi üzerinde yoğunlaşması imkânı bulamamış olan insanoğluna, hafızasından hiçbir zaman silinmeyecek bir mucize gösterilmek istenmiştir.

Yüce Allah'ın canlı soyların sürekliliğini sağlayan yasasına göre istisnasız bütün canlı türlerinin üremesi, erkeğin dişiyi döllemesi yolu ile olur. Hatta erkek ve dişi cinslerinin belirgin biçimde birbirinden ayırt edilmediği canlı türlerinde bile, aynı bireyde hem erkeklik hem de dişilik hücrelerinin bir arada bulunduğunu görürüz.

Bu yasa, uzun yüzyıllar boyunca işleye işleye insanoğlunun zihnine tek üreme yolu olarak yerleşmiştir. İnsanlar böyle düşünürken, ilk yaratılış olayı, insanın yoktan varediliş olayını unutmuş oldular. Çünkü bu olay, zihinlerin kalıplaşmış algılarına ters düşüyordu. İşte bu yüzden yüce Allah, insanlara Hz. İsa (as) örneğini göstermek istedi.

Bu örnek aracılığı ile onlara gücünün kayıtsızlığını, iradesinin özgürlüğünü, bu gücün ve bu iradenin, kendi tercihi ile işlerlik kazanan doğal yasalarla sınırlı olamayacağını hatırlatmayı diledi. Hz. İsa (as) olayının bir benzerine bir daha hiç rastlanmadı. Çünkü normal olan, yüce Allah'ın koyduğu kanunların yürümesi, tercih ettiği doğal yasaların işlemesidir.

Amacı, ilahi iradenin özgürlüğünün, doğal kanunlarla sınırlı olmadığını fiilen kanıtlamak olan bu tek olay, insanların gözü önünde her zaman kalacak belirgin bir örnek olarak yeterli görülmüştür. Nitekim yüce Allah, Hz. İsa aleyhisselamın babasız yaratılmasının hikmeti konusunda şöyle buyuruyor:

".... Bu olayı insanlara gücümüzü kanıtlayan bir mucize ve oğlunu da onlara rahmet kaynağı olarak sunmak istiyoruz. Bu olay kesinleşmiş bir hükümdür.'' (Meryem Suresi, 19/21)

Olay, son derece şaşırtıcı ve olağanüstü olduğu için, bazı gruplar onu olduğu gibi kavrayamamışlar, meydana gelişinin gerisindeki hikmeti havsalalarına sığdıramamışlardır. Bu yüzden Meryem oğlu İsa (as)'a ilahlığın bazı sıfatlarını yakıştırmaya kalkışmışlar, onun doğuşu ile ilgili çeşitli hurafeler ve masallar uydurmuşlardır.

Böylece onun bu akıl almaz şekilde yaratılmasının ardındaki hikmeti tersyüz etmişlerdir. Onun bu şekildeki yaratılışının hikmeti, az önce belirttiğimiz gibi, ilahi gücün sınırsızlığını kanıtlamaktı. Ona ilahlık yakıştıran gruplar, işte bu hikmeti tersyüz ederek Allah'ın birliği inancını zedelemişlerdir.

Kur'an'ın Meryem Suresi'nde bu çarpıcı ve olağanüstü olayın nasıl meydana geldiği anlatılıyor.

15 Hristiyanların, Hz. İsa hakkında "Biz, 'Allah'ın oğlu', derken onunla aynı özden olduğunu kastediyoruz." demelerini nasıl yorumlarsınız?

Bu iddia Allah inancıyla bağdaşmaz. Bir şeyin, Allah ile aynı özden olduğunu söyleyenler, Allah’ı bir mahluk gibi düşünmüş olurlar. Bunlar Allah’a değil, kendi hayallerinin mahsulü ve kendi akıllarının icadı olan bir mahluka inanmış olurlar. Mesela, dünya ile Merkür’ün aynı özden geldikleri, ikisinin de güneşten koptukları söylendiğinde, ikisinin de gezegen oldukları kabul edilmiş olur.

“Allah ile Hz. İsa (a.s.) aynı özdendir.” demek, akıl almaz bir hurafe ve saçmalıktır. Allah ezelidir, Ondan başka ezeli bir varlık yoktur.

"Öz" olarak ezel kastediliyorsa, Allah’tan başta bu öze sahip bir varlık düşünülemez. Allah Baki'dir, mekândan münezzehtir, sıfatları sonsuzdur, varlığı vaciptir. Bunların hiçbirisi mahluk için düşünülemez. Her varlığın evveli ve ahiri (başı ve sonu) vardır, sıfatları sınırlıdır. Hz. İsa (a.s.) da bu kaideden hariç değildir.

Hz. İsa (a.s.) için Kur'an-ı Kerim'de “Meryem’in oğlu” tabiri geçer. O bir oğuldur, bir kuldur. Anne rahminde iken her canlıya olduğu gibi ona da ruh ilka edilmiştir. Şu var ki, bu ruhu bir ismi de Ruh olan Hazret-i Cebrail (a.s.) ilka etmiştir.

İnsanda esas olan ruhtur. Beden o ruhun elbisesi, hanesi durumundadır. İnsanlar için bir imtihan olmak üzere Hz. İsa (as)’nın bedeni anne baba ikilisiyle değil, doğrudan anne rahminde yaratılmıştır. Hiç annesiz ve babasız yaratılan Hz. Âdem (as)’e  ilahlık izafe etmeyenlerin, sadece babasız yaratılan Hz. İsa (as)’ya ilah demeleri akıldan ne kadar uzaktır!

Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa (a.s.) için “ruhullah” tabiri kullanılır. Bazıları bunu da yanlış yorumladıkları için, bu konuya kısaca değinmek isteriz. Her konuda söz hakkı, o sahanın ihtisası olanlarındır. Biz de bu konuda tefsir alimlerinin görüşlerini aktarmak durumundayız. Bu alimlerimiz "ruhullah" tabirini ruha bir iltifat olduğunu söylerler. Yani, Kâbe’ye "Beytullah" denilmesi, nasıl yeryüzünün o ilk mescidi için bir iltifat ise Hz. İsa (as)’ya ruhullah denilmesi de bir iltifattır.

Bir diğer mana da şu şekilde verilmiştir: Nasıl ceset ruh ile hayat bulursa, onun irşat ve tebliğiyle de ölmüş kalpler imana kavuşmuş, hayat bulmuşlardır.

Fazla bilgi için Nisa, 4/171; Âl-i İmran, 3/45-47 ve Meryem, 19/17-34. ayetlerinin tefsirlerine bakabilirsiniz. 

16 Hz. İsa'nın babasız olarak yaratılmasının hikmeti nedir?

İnsan soyu, tarihinin son derece enteresan olayı olan kendi yaratılışının tanığı olamamıştır. Anasız ve babasız olarak yaratılan ilk insanı hiç kimse görememiştir. Bu olayın üzerinden nice yüzyıllar geçtikten sonra yüce Allah'ın hikmeti, Hz. İsâ (as)'nın babasız doğuşu aracılığı ile ikinci bir olağanüstülüğü sergilemeyi dilemiştir. Bu doğum olay yeryüzünde insanoğlunun başlangıcından beri geçerli olan üreme kurallarına ters düşen bir gelişmedir.

Amaç bu harikaya insanlığın tanık olmasıdır, insanlık tarihinin sicilinde dikkatleri çeken bariz bir olay olarak kalmasıdır. Hiç kimsenin tanığı olmadığı ilk yaratılış mucizesi üzerinde yoğunlaşması imkânı bulamamış olan insanoğluna, hafızasından hiçbir zaman silinmeyecek bir mucize gösterilmek istenmiştir.

Yüce Allah'ın, canlı soyların sürekliliğini sağlayan yasasına göre, istisnasız bütün canlı türlerinin üremesi, erkeğin dişiyi döllemesi yolu ile olur. Hatta erkek ve dişi cinslerinin belirgin biçimde birbirinden ayırd edilmediği canlı türlerinde bile, aynı bireyde hem erkeklik hem de dişilik hücrelerinin birarada bulunduğunu görürüz. Bu yasa uzun yüzyıllar boyunca işleye işleye insanoğlunun zihnine tek üreme yolu olarak yerleşmiştir. İnsanlar böyle düşünürken, ilk yaratılış olayı, insanın yoktan varediliş olayını unutmuş oldular. Çünkü bu olay, zihinlerin kalıplaşmış algılarına ters düşüyordu. İşte bu yüzden yüce Allah, insanlara Hz. İsa (as) örneğini göstermek istedi. Bu örnek aracılığı ile onlara gücünün kayıtsızlığını, iradesinin özgürlüğünü, bu gücün ve bu iradenin, kendi tercihi ile işlerlik kazanan doğal yasalarla sınırlı olamayacağını hatırlatmayı diledi.

Hz. İsa (as) olayının bir benzerine bir daha hiç rastlanmadı. Çünkü normal olan, yüce Allah'ın koyduğu kanunların yürümesi, tercih ettiği doğal yasaların işlemesidir. Amacı ilahi iradenin özgürlüğünün, doğal kanunlarla sınırlı olmadığını fiilen kanıtlamak olan bu tek olay, insanların gözü önünde her zaman kalacak belirgin bir örnek olarak yeterli görülmüştür. Nitekim yüce Allah, Hz. İsa (as)'ın babasız yaratılmasının hikmeti konusunda şöyle buyuruyor:

"... Bu olayı insanlara gücümüzü kanıtlayan bir mucize ve oğlunu da onlara rahmet kaynağı olarak sunmak istiyoruz. Bu olay kesinleşmiş bir hükümdür.'' (Meryem, 19/21)

Olay son derece şaşırtıcı ve olağanüstü olduğu için, bazı gruplar onu olduğu gibi kavrayamamışlar, meydana gelişinin gerisindeki hikmeti havsalalarına sığdıramamışlardır. Bu yüzden Meryem oğlu İsa'ya (as) ilahlığın bazı sıfatlarını yakıştırmaya kalkışmışlar, onun doğuşu ile ilgili çeşitli hurafeler ve masallar uydurmuşlardır. Böylece onun bu akıl almaz şekilde yaratılmasının ardındaki hikmeti tersyüz etmişlerdir. Onun bu şekildeki yaratılışının hikmeti, az önce belirttiğimiz gibi, ilahi gücün sınırsızlığını kanıtlamaktı. Ona ilahlık yakıştıran gruplar işte bu hikmeti tersyüz ederek Allah'ın birliği inancını zedelemişlerdir.

Kur'an'ın Meryem suresi 16-34. ayetlerinde bu çarpıcı ve olağanüstü olayın nasıl meydana geldiği anlatılıyor.

17 Göğe yükselen Hz. İsa ilah mıdır?

1. Hz. İsa (as) sonradan dünyaya gelmiştir. Sonradan var olan bir insanın ilah olması elbette düşünülemez.

2. Hz. İsa (as) babasız dünyaya gelmesi de ilah olduğuna delil teşkil etmez. Nitekim Hz. Âdem (as) ve Hz. Havva anne ve babasız yaratılmıştır. Bu mantıkla Hz. İsa (as) ilah kabul edilirse Hz. Âdem (as)'in de ilah olması gerekir.

3. Peygamberlere değişik mucizeler verilmiştir. Bununla beraber her peygamber kendi döneminde hangi konu daha önde ise o mucize ile öne çıkmıştır. Mesela Peygamberimiz (asm) de mucizeleri ile insanları diriltmiştir Allah'ın izni ile. Ancak ölüleri diriltme daha çok Hz. İsa (as) döneminde ön planda olduğu için bu mucize daha çok onunla müsemma olmuştur.

4. Sadece Hz. İsa (as) değil, başka peygamberler de vefat etmeyip göğe yükselmiştir. Hz. İdris (as), Hz. Hızır (as) ve Hz. İlyas (as) bunlardandır.

18 Hristiyanlar, "Hz. İsa tekrar gelecek." diyorlar; bu nasıl olacak, kim şeklinde gelecek?

Dünyaya teşrif edip Hristiyanları üç ilah safsatasından kurtararak tevhit inancına bağlamak için çalışacak olan Hz.İsa (as)'nın, dünyaya teşrif edip etmediğinin alameti ve nişanesi, Hristiyan dünyasında bu manada bir uyanma olup olmadığıdır. Böyle bir uyanma varsa Hz. İsa (as.) faaliyette demektir. Fazlası hakkında ne bilgimiz var ne de söz hakkımız var.

Evet, Hz. İsa hâlâ hayattadır, ölmemiştir. Ahir zamanda ise yeryüzüne ineceğini pek çok sahih hadis bildirmiştir. Sahih-i Müslim'de Cabir bin Abdullah'ın rivayet ettiği hadis-i şerifin meali şöyledir:

"Ümmetimden bir cemaat kıyamet gününe kadar hakka yardımcı ve hizmetçi olarak devam edecektir. Nihayet Meryemoğlu İsa iner, Müslümanların emiri O'na der: 'Gel, bize namaz kıldır.' Hz isa der: 'Hayır, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak sizin bir kısmınız diğer kısmı üzerine emirlersiniz.'" (Müslim, İman 247)

Bu ve buna benzer rivayetleri Mektubat'ta tefsir ve izah eden Bediüzzaman, şu hususlara dikkat çeker:

Dünyayı saran dinsizlik cereyanı çok kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hristiyanlık, özüne, yani tevhide yaklaşarak hurafelerden ve tahriflerden kurtulacak ve İslamiyet'le birleşecektir. Bir bakıma, Hristiyanlık bir biçimde İslam'a inkılap edecektir. Hakiki Hristiyanlığın İslamiyet'e tabi olması neticesinde hak din büyük bir kuvvet bulacak ve dinsizlik cereyanı karşısında ayrı ayrı iken, mağlüp olan İslamiyet ve Hristiyanlık dinleri birleşip büyük bir güç elde ederek onu bozguna uğratacaktır.

Bu ittifakı gerçekleştirecek olan ahir zaman Hristiyanları hakkında sahih rivayetlerde büyük medihler vardır.

Hz. İsa'nın cismen yeryüzüne inmesi konusuna gelince, bu hususu Mektubat'tan dinleyelim:

"... Alem-i semavatta cism-i beşerisiyle bulunan Şahs-ı İsa Aleyhisselam, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini bir Muhbir-i Sadık (Peygamberimiz) bir Kadir-i Küll-i Şey'in (Allah'ın) vaadine istinat ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadir-i Küll-i Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır. Evet, her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretinde va'z eden (Hz. Cebrail'in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanileri alem-i ervahtan gönderip beşer suretinde temessül ettiren, hatta ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakim-i Zülcelal, Hz. İsa Aleyhisselamı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hatimesi için, değil semay-ı dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hz. İsa, belki alem-i ahiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azime için O'na yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm'in hikmetinden uzak değil, belki Onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek."

"Hz. İsa Aleyhisselam geldiği vakit, herkes Onun hakiki İsa olduğunu bilmek lazım değildir. Onun mukarreb ve havassı (yakınları ve has dostları) nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır."

19 Hz. İsa ve Peygamber Efendimizin birer mucizesi olarak Allah'ın dirilttiği ölüler, uzun süre yaşamışlar mıdır?

Bizim bildiğimiz kadarıyla diriltilen ölüler normal hayata devam etmemişlerdir. Bir mucize eseri olarak hayata yeniden başladıktan ve kendilerinden beklenen sonuç alındıktan sonra tekrar ölürler. Bu ölülerin diriltilmesinden maksat mucizenin varlığını göstermek ise -söz gelimi- bu manzarayı gösterdikten sonra hemen ölürler. Nitekim Ashab-ı Kehf de uyandıktan kısa bir süre sonra hemen ölmüşler. Yani haşrin varlığını insanlara gösterdikten sonra tekrar ölmüşler.

Hadislerle ilgili On Dokuzuncu  Mektup'ta yer alan şu üç misal de ölülerin dirilmelerinden sonra tekrar öldüklerini gösteriyor:

"Ulema-i zâhir ve bâtının Tâbiîn zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali'nin mühim ve sadık bir şakirdi olan Hasan Basrî haber veriyor ki: Bir adam, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına gelerek ağlayıp sızladı. Dedi: 'Benim küçük bir kızım vardı. Şu yakın derede öldü, oraya attım.' Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona acıdı. Ona dedi: 'Gel, oraya gideceğiz.' Gittiler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ölmüş kızı çağırdı, 'Yâ fülâne!' dedi. Birden, o ölmüş kız 'Lebbeyk ve sa'deyk!' dedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: 'Tekrar peder ve validenin yanına gelmeyi arzu eder misin?' O dedi: 'Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.'" (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Beşinci İşaret; Suyutî, el-Hasaisu’l-Kübra, 2/280; Kadı Iyaz, eş-Şifa, 1/320; Nebhanî, Huccetullahi’l-baliğa, s. 412)

İmam-ı Taberanî ve Ebu Nuaym, Delâil-i Nübüvvet'te, Numan ibni Beşir'den haber veriyorlar ki: Zeyd ibni Hârice, çarşı içinde birden düşüp vefat etti. Eve getirdik. Akşam ve yatsı arasında, etrafında kadınlar ağlarken, birden "Ensıtû, ensıtû-Susunuz" dedi. Sonra, fasih bir lisanla, "Muhammedün Resulullah; esselâmü aleyke yâ Resulallah." diyerek bir miktar konuştu. Sonra baktık ki, cansız, vefat etmiş” (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Beşinci İşaret; Beyhakî, Heysemî, Zevaid, 5/179,180; İbn Kesir, el-Bidaye, 5/156-57).

"İmam-ı Beyhakî ve İmam-ı İbni Adiyy gibi bazı mühim imamlar, Hazret-i Enes ibni Mâlik'ten haber veriyorlar ki, Enes demiş: Bir ihtiyare kadının bir tek oğlu vardı, birden vefat etti. O saliha kadın çok müteessir oldu. Dedi: 'Yâ Rab! Senin rızan için, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın biatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim. Benim hayatımda istirahatimi temin edecek tek evlâtçığımı, o Resulün hürmetine bağışla.' Enes der: O ölmüş adam kalktı, bizimle yemek yedi." (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Beşinci İşaret; Beyhakî, Delailü’n-nübüvve, 6/50; Kadı Iyaz, eş-Şifa, 1/320; İbn Kesir, el-Bidaye, 6/154).

Bu son hadis rivayetinde “bizimle yemek yedi” ifadesinden uzun bir süre yaşadığı  yerine, yemekten sonra tekrar öldü manasını da anlamak mümkündür. Başka bir rivayette (Delail, Bidaye, a.g.e) diriltilen bir adamın uzun bir süre yaşadığına dair bilgiler olmakla beraber, gerek bu rivayetin gerek ilgili diğer rivayetlerin zayıf olduğuna işaret edilmiştir.

Abdulkadir Geylanî’nin ölüyü diriltme kerametinin mütevatir olup olmadığını söyleyecek durumda değiliz.

20 Hz. İbrahim'in, Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin, (Bakara, 2/260) isteğinde bulunması, bir vesveseye mi işarettir?

İlgili ayetin meali:

“Bir vakit de İbrâhim: 'Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?' demişti. Allah: 'Ne o, yoksa buna inanmadın mı?' dedi. İbrâhim şöyle cevap verdi: 'Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.' Allah ona: 'Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır! Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir/üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.'” (Bakara, 2/260)

Hz. İbrahim (as)’in bu isteği bir vesveseden gelen bir şey değildir, böyle bir şey peygamberlere yakışmaz.

Hz. İbrahim (as)’in böyle bir şeyi neden istediği söz konusu ayette açıklanmıştır: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.” Burada mesele kalbin tatmin olmasıdır.

Bilindiği gibi, kesin ilmi ifade eden “yakînin de “ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn, hakka’l-yakîn” dereceleri vardır. Ve bu üç derecenin her birisi kendi içerisinde binlerce dereceye ayrılır. Bunlardan hiçbiri bir şüphe veya bir vesvese ifade etmez. Bilakis, kesin bilginin unvanları olan “yakîn” mertebelerindeki nüansları ifade eder.

Bunun anlamı şudur, peygamberler yeni müşahedeleriyle -zaten kendilerinde bulunmayan- bir vesveseden kurtulmaya çalışmazlar. Aksine bir alt yakin mertebesinden bir üst yakîn mertebesine; en üst yakîn mertebesinde yer alan derecelerin daha üstün bir basamağına çıkarlar.

Bu konuda en çarpıcı bir misal Hz. Musa (as)’ın Kur’an’da tasvir edilen şu durumudur:

Hz. Musa Tur-i Sina’ya çıktığında Allah tarafından kendisine Tevrat’ın levhaları verildi. Ancak bu arada geride bıraktığı kavminin buzağıya taptığı haberi de iletildi. Bu haberi duyan Hz. Musa (as) elbette oldukça üzülmüş ve kavmine oldukça kızmıştı. Fakat yine de soğukkanlılığını koruyup elindeki Levhalarını muhafaza ederek yola koyuldu. Kavminin yanına varıp da onların taptıkları buzağıyı gözleriyle gördüğünde, öfkesine hâkim olamayıp vahiy olarak aldığı Levhaları yere attı.

“Mûsâ pek öfkeli ve üzgün olarak kavmine dönünce: 'Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini çarçabuk terk mi ettiniz!' dedi ve... levhaları yere attı.” (Araf, 7/150)

mealindeki ayette, bu gerçek seslendirilmiştir.

Konumuzla ilgili husus şudur:

Hz. Musa (as) “kavminin buzağıya taptıklarını" bizzat Allah’tan öğrenmişti. Bu olayın doğruluğunda elbette hiç şüphesi yoktu ve hiçbir vesvese taşımıyordu. Bununla beraber olayı gözleriyle müşahede ettiği anki tepkisi çok farklı bir mecraya kaymıştı. Aslında gözleriyle gördüğü andaki yakîni, Allah’tan haber aldığı zamandaki yakîninden daha fazla değildi, çünkü böyle bir şey düşünülemez. Buna rağmen olayı gözleriyle gördüğü anki tepkisinin fazla olduğu da bir gerçektir.

İşte bundan anlıyoruz ki, peygamber de olsa bir beşer olarak “insanlarda bulunan” görme olgusunun duygular üzerindeki etkisi farklıdır. Nitekim, Peygamberimiz (a.s.m) de Hz. Musa (as)’ın bu olayına dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:

“Duymak görmek gibi değildir. Nitekim, Allah Musa’ya kavminin buzağıya taptıklarını bildirdiği zaman elindeki Levhaları atmamıştı, fakat onların yaptıklarını bizzat gördüğünde Levhaları atıvermişti ve onlar kırılmıştı.” (İbn Hanbel, Müsned, 1/271).

İşte Hz. İbrahim’in “kalbin tatmini” dediği şey budur.

Şunu da unutmamak gerekir ki, Hz. İbrahim (as)’in bu tavrında ve bunun Kur’an’da yer almasında, genel olarak insanların öldükten sonra diriliş hakkında görmek istedikleri kesin bir delilin ortaya konması gibi bir hikmeti de vardır.

21 Hz. İsa Allah'ın oğludur diyenlere nasıl cevap verebiliriz?

Hristiyanlar Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğunu, müşrikler de melekler için Allah'ın kızları olduğunu iddia etmekteydiler. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Rabbimiz her iki gurubu da kınamaktadır. Nitekim ayeti kerimenin sonundaki ifadeler açıkça bunu göstermektedir.

Eğer Allah evlat edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. Ama o bunu dilememiş, evlat edinmemiştir. O bundan münezzehtir, yücedir. Tek hâkimdir.

Evlat ihtiyacı noksanlığın, âcizliğin de alâmetidir. Fani varlıklar, öldükten sonra isimlerini ve nesillerini devam ettirmek ihtiyacı ile evlat isterler. Allah bütün bunlardan münezzehtir. Faraza evlat edinmek isteseydi bile, yeryüzündeki insanlar ve diğer mahlûklara gelinceye kadar, semadakilerden, melaikelerden edinirdi. Ama böyle bir şey varit değildir.

Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa (as)'ın Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna ve çarmıha gerilmeyip göğe yükseltildiğine dair bir çok deliller vardır. Şöyleki:

“O doğurmamış ve doğmamıştır.” (İhlas, 112/3)
“Allah’ın çocuk edinmesi olur şey değildir.” (Meryem, 19/35)
“Hiçbir şey onun misli gibi değildir.” (Şura, 42/11).

ayetleri muhkemdir. Yani, kesin hüküm ifade ederler, bunlarda tevilin ve farklı yorumların yeri yoktur.

“Meryem oğlu İsa ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Onu Meryem’e ilka etmiştir ve ondan bir ruhtur.” (Nisa, 4/171)

Hz. İsa (as)’ın öldürülmesiyle ilgili olarak Kur’an-ı Kerim'de şu iki ayet mevcuttur:

“Halbuki onu öldürmediler, onu (salbetmediler) asmadılar da. Onlara İsa gibi gösterildi. Aksine, Allah onu kendine yükseltmiştir." (Nisa, 4/157-158)

“Ey İsa, seni ancak ben öldüreceğim. (Yani, seni inkârcıların öldürmesinden koruyacağım. Ve seni kendi ecelinle öldüreceğim.) Seni kendime yükselteceğim. İnkârcılardan temiz kılacağım.” (Al-i İmran, 3/55)

Bu iki ayet üzerinde tefsir alimlerinin yaptıkları farklı yorumlardan çıkan sonucu aktarmak istiyoruz:

Birinci ayette Yahudilerin çarmıha gererek öldürdükleri şahsın Hz. İsa (as.) olmadığı, ona benzetilen bir başka kişiyi öldürdükleri açıkça beyan edilmektedir. Tefsir alimlerinin çoğunluğu,”onun öldürülmeyip Allah’a yükseltildiğinden” hareket ederek Hz. İsa (as)’ın bedeniyle birlikte dördüncü kat semada yaşadığını ifade etmişlerdir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. İsa'yı Beklerken...

22 Hz. İsa beşikte iken konuştu, bu hal hep böyle devam mı etti yoksa normale mi döndü?

Mevcut bilgilerimiz, Hz. İsa (as)'ın konuştuktan sonra, tekrar diğer bebekler gibi konuşmama devresine girdiğini göstermektedir. (bk. Razî, et-Tefsiru'l-kebir, XXI/194; Kurtubî, XI/103).

Kur'an-ı Kerim'den öğrendiğimize göre Hz. Meryem hurma ağacının altında ilâhî rahmete ve feyze muhatap olmuştu. Üzerindeki korku, mahzunluk gitmişti. Mevsim kış olmasına rağmen hurma ağacı meyvesini vermiş, daldaki hurmalar Hz. Meryem'in önüne dökülmüştü. İşte bu sırada İsa Aleyhisselâm dünyaya teşrif eder. Anne heyecan ve sevinç içinde yavrusunu kucağına alır. Ancak yine de kalbindeki sıkıntı geçmemiştir. Evlenmeden bir çocuğu olmuştur. Bunu kavmine nasıl anlatacaktır? Onlar inanmayacaklar; ne yapsa, ne etse, Hz. Meryem'i anlamayacaklardı. Âlemlerin Rabbi buyuruyor ki:

"Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım."(1)

İsa Aleyhisselâm'ın doğumunda bazı harikulâde olaylar meydana gelmiştir. Bunların birkaçını burada zikredeceğiz. Bir hadis-i şerifte Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz buyuruyor ki:

"Âdemoğlundan doğduğu vakit şeytanın dürtüp de ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece Meryem oğlu İsa hariçtir."(2)

Rivayet edilmiştir ki, İsa Aleyhisselâm'ın doğumu meydana gelmek üzere iken bir grup şeytan bunu görür. Ona yaklaşmak isterler; fakat buna muvaffak olamazlar. Durumu reisleri olan İblis'e haber verirler. İblis; emir eri şeytanları dinledikten sonra bu işte bir iş var diyerek, kendisi olay mahalline gider. Bir de bakar ki, meleklerden meydana gelmiş bir ordu tarafından koruma altına alınan bir anne ve çocuğu vardır. Yukarıdaki hadis-i şerifin işaret ettiği olay budur.

Bir başka rivayette de şöyle anlatılır: Hz. Meryem'i aramaya çıkan birkaç kişi, yolda bir çobana rastlarlar. Hz. Meryem'e rastlayıp rastlamadığını sorduklarında çoban:

"Söylediğiniz gibi birini görmedim. Fakat dün gece yaşadığım olayı, bunca senedir çobanım, hiçbir zaman yaşamadım. İneklerim dün gece hep birlikte şu gördüğünüz vadiye yönelerek secde ettiler."

Bir başka rivayette ise; çoban, vadi tarafını işaret ederek, gece oraya bir nurun indiğini gördüğünü söyler.(3)

Doğum olayından sonra amcaoğlu Yusuf, Hz. Meryem'i bir mağaraya götürür ve Hz. Meryem nifâstan temizleninceye kadar orada kalır. Kırk gün dolunca çocuğunu kucağına alır ve şehre doğru yola koyulur.

Şehre yaklaştıkça Hz. Meryem'in heyecanı artar. Meryem'in kucağında bir bebekle geldiği haberi şehre ulaşır. Haberi duyan fitne odakları rahat durur mu? Hz. Meryem'i büyük bir kalabalık karşılar. Ona sorarlar: "Ey Meryem! O kucağındaki çocuk kimin?"

Konuşma orucu tutan Hz. Meryem cevap vermez. Cevap alamayan kalabalıktan değişik sorular gelmeye başlar. Bu durum Kur'an-ı Kerîm'de şöyle bildirilmektedir:

"Nihayet onu (kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın."(4)

Hz. Meryem sorulan sorulara cevap vermez, sabreder. Sataşmalar olur:

"Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi."(5)

Âyet-i kerimede adı geçen Harun'un kim olduğu hakkında birkaç değişik görüş ileri sürülmüştür. Bunlardan birinde, Hz. Meryem'in atası olan Harun Aleyhisselâm'ın kastedildiği söylenmiştir. Bir diğer görüşte ise, bunun, o devrin İsrailoğulları arasında ahlâksızlığı ile bilinen Harun ismindeki kişi olduğu söylenir. Sırf Hz. Meryem'e hakaret olsun diye, onu onunla kardeş olarak anarlar. Bir başka rivayete göre de bu kişi, babasının akrabalarının içinde şeref ve namusu ile zirveye çıkmış Harun ismindeki bir kişidir. En doğrusunu hiç şüphesiz Allah Celle Celâluhu bilir.

Sataşmalar karşısında Hz. Meryem daha fazla dayanamaz ve el işareti ile kucağındaki çocuğu gösterir. İşaret ederek, "Bana değil; bu çocuğa sorun, size o cevap verecek." demek ister. Bu durum Kur'an-ı Kerîm'de şöyle anlatılmaktadır:

"Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. 'Biz,' dediler, 'beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?'"(6)

Meryem'in bu tavrı, orada bulunan kalabalığın tansiyonunun iyice yükselmesine sebep oldu. Nasıl olurdu da bir bebekle konuşulabilirdi. Meryem de işi iyice azıtmıştı, yaptığı ahlâksızlığın yanında bir de kendileri ile alay ediyordu. Dediler ki: "Bunun bizimle alay etmesi, zinasından daha beter!"

Rivayet olunduğuna göre; tam o sırada Hz. İsa Aleyhisselâm meme emiyordu. Bu sözü duyunca memeyi bıraktı, yüzünü onlara çevirdi, sol tarafına yaslandı ve ardından şehadet parmağı ile işaret etti. İsa Aleyhisselâm'ın onlara beşikte iken konuştuğu, bundan sonra çocukların konuşabilecekleri yaşa gelinceye kadar onun bir daha konuşmadığı da söylenmiştir. Bu olaylar meydana gelirken, Zekeriya Aleyhisselâm'ın da olaydan haberi olur ve derhal olay mahalline gelir. Ana kucağında duran İsa Aleyhisselâm'a hitaben: "Eğer konuşman emredildiyse, konuş; hüccetini ortaya koy." der.

Tam bu esnada akılara durgunluk veren olay cereyan eder. Kur'an-ı Kerîm'e kulak verelim:

"Çocuk şöyle dedi: 'Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı.'"(7)

Çocuğun konuştuğunu gören kalabalık, dehşete düşer. Böyle bir olay, o güne kadar ne görülmüş ne de duyulmuştur. Bebek konuşmaya devam eder:

"Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı, beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır."(8)

Bu olaya şahit olanların söyleyecek sözleri kalmamıştı. Kalabalık sessizce dağıldı.

Dipnotlar:

1. Meryem, 26.
2. Buhârî, Enbiya 44, Bed'ü'l-Halk 11, Tefsir, Âl-i İmran 2; Müslim, Fezâil 147, (2366).
3. İbn Kesir, Hadislerle Kur'an-ı Kerîm Tefsiri, çev. Bekir Karlığa - Bedrettin Çetiner, c.10, s. 5135.
4. Meryem, 27.
5. Meryem, 28.
6. Meryem, 29.
7. Meryem, 30.
8. Meryem, 31-33.

(Peygamberler Tarihi, Osmanlı Yayınevi, I/275)

23 Allah, Hz. İsa'nın çarmıha gerilmediğini insanlardan saklamış mı?

Ayette onların Hz. İsa (as)’ın ölmediği gerçeğini anlamalarını önlemeye yönelik değil, hak ettikleri bir cezayı; akıl ve iradelerini yanlış yolda kullandıklarından dolayı, gerçekleri görecek basiret gözlerinin kör olduğu ifade edilmektedir. Yani kalp gözlerinin kör olmasına onlar sebebiyet vermişler, Allah da onları kör etmiştir.

“İslam inancına göre bakılırsa altı yüz sene Allah (c.c.) Hz. İsa (as)'ın ölmediğini insanlardan gizlemiş, böylelikle insanları kandırmış...” iddiasına gelince;

Bu çarpık mantık oyunu gerçekten ibret vericidir. Yani, insanlar yanlışlarını düzeltmediği için, bu yanlışın faturasını Allah’a çıkarmak, tarifi imkânsız bir müzelik düşünce palazlanmasıdır. Allah, Hz. Muhammed'i (asv), Hz. İsa (as)’dan yaklaşık altı yüz yıl sonra göndereceğini takdir etmişse ve insanlara tarihî yanlışlarını onunla belirtmişse, bu husus, Allah’ı -bu işi daha önce bildirmediğini bahane ederek- sorumlu tutmayı değil, ona teşekkür etmeyi gerektirir.

Böyle bir mantıkla bakılırsa, Hz. Musa (as) ile Hz. İsa (as) arasında daha fazla bir zaman geçmiş ve bu zaman zarfında yapılan binlerce yanlış söz konusudur. Hz. İsa (as) geldiğinde onlar düzeltilmiştir. Şimdi kalkıp bundan dolayı Allah’ı sorguya mı çekeceksiniz?

Yine bu mantıkla hareket edilirse, Allah, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya ve -onlara göre- Hz. İsa (aleyhimüsselam) gibi peygamberlerin öldürülmesine de müsaade etmiştir. Bırakın onları, şu anda dünyada eşi benzeri olmayan en katmerli zulümler, tahakkümler, işkenceler, sömürmeler, öldürmeler kol geziyor, bütün bunların sorumlusu -hâşâ- Allah mıdır?

Her şeyden önce şunları bileceğiz:

- Allah yaptıklarından ötürü sorgulanamaz. O mülkün tek sahibidir, mülkünde dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir.

- Allah âdildir, hiçbir işinde zulüm ve haksızlık yoktur. O Hakîm’dir, her şeyi hikmetle yapar¸hiçbir işinde gerçek anlamda bir kusur ve yanlışa mahal olmaz.

- İmtihanın gizli olması, kazananlarla kaybedenlerin önüne bir fırsat eşitliği sunan büyük bir imtihan sırıdır.

- Yahudi ve Hristiyanların aklı başında ise, bütün semavî dinlere meydan okuyan ortak düşman ateist ve dinsizlere karşı iman esasları ve evrensel ahlakî değerler dersinde aynı masanın etrafında toplanırlar. Müslümanların  onları da kucaklamaları, onların peygamberlerini de kendi peygamberleri gibi inanç esaslarından saymaları karşısında, onların bu tür yanlış hareketleri, gelecek nesillerce olumlu karşılanmayacağına inanıyoruz.

"Ve: 'Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük." (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldüremediler (ma katelehu)." (Nisa, 4/157)

Bu ayeti kerimede geçen "İsa hakkında ihtilafa düşenler gerçekten şüphe içindedirler. Onların bu hususta zanna uymaktan başka bir bilgileri yoktur." ifadesi de öldürdükleri kişinin Hz. İsa (as) olup olmadığı hakkında ihtilafa düştüklerini göstermektedir. Yani onlardan bir çoğu Hz. İsa (as)'ı öldürmediklerini bilmektedirler.

Hz. İsa (as)'ı tutuklayan Romalıların ve Yahudi din adamlarının, onu çarmıha gererek öldürdükleri iddasını bazı Hıristiyan mezhepleri (örneğin Docetism) de reddetmiştir. Bu açıdan Hz. İsa aleyhisselam hakkında yanlış bilgi edinmişlerse bundan Hristiyanlar sorumludur.

24 Hz. İsa'ya veya bir başka insana "ilâh" demenin hükmü nedir?

Günümüzde bu inanca sahip olanların çok az olduğunu belirtmek isteriz. Hristiyan dünyasındaki düşünürler ve birçok din adamı tevhit inancına yönelmiş bulunuyorlar. Büyük çoğunluk bu ve benzeri iddialarla tatmin olmadığı için inançsız yaşamayı seçmişler, az da olsa gerçeği arayan insanlar ise bunu İslam’da bulmuşlardır.

Avrupa’da ve özellikle Amerika’da her gün Müslüman olanların sayıları artık yüzlerle, bazen de binlerle ifade edilmektedir. Yine de böyle düşünen insanların var olabileceğini göz önüne alarak, sorunuza kısaca cevap vermemiz gerekiyor.

İslam tevhit dinidir, Allah’tan başka ilah olmadığı esasına bina edilmiştir. Buna ters düşün her inanç İslam’a göre küfürdür, gerçeği kapamak ve örtmektir. Bir insan, tövbe etmeden bu batıl inanç üzere ölürse, İslam’a göre affedilme şansına sahip değildir ve ahirette ebediyen cehennemde kalacaktır.

Cenabı Hak, Maide Suresinin 17. ayetinde de şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun ki, 'Allah, Meryem’in oğlu Mesih’dir.' diyenler şüphesiz kafir olmuştur. De ki: Eğer, Allah, Meryem’in oğlu Mesih’i, anasını ve arzda bulunanların hepsini yok etmek isterse, kim Ondan bir şey kurtarabilir? Göklerin, yerin ve aralarındaki her şeyin mülkü (hakimiyeti) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır ve her şeye kadirdir.”

Ayet-i kerimede, açıkça anlaşıldığı gibi, göklerin, yerin ve aralarındaki her şeyin yaratıcısı ve maliki Allah’tır. Gök ve göktekiler, yer ve yerdekiler ancak Onun irade ve kudretiyle yokluktan varlık sahasına geldikleri gibi; o, bunları kahretmeyi dilediği anda, bunlardan hiçbiri o İlahi tasarrufa karşı çıkacak bir güce sahip değildirler.

Allah, gökleri ve yeri yaratırken, kendilerine uluhiyet isnat edilen o mahluklar henüz varlık sahasına çıkmamışlardı. Sonradan yaratılan, Allah’ın ihsanıyla insan olma şerefine kavuşan, uyuyup uyanma, yiyip içme gibi nice ihtiyaçlara maruz bulunan bu aciz mahlukların, kâinatın yaratılmasında, arz ve semanın tanziminde, bitkilerin ve hayvanların icadında elbette bir tesirleri yoktur, bir hisseye sahip değillerdir. Onlar henüz yaratılmadan, şu kâinat kimin kudret ve iradesi, kimin ilim ve hikmetiyle tedbir ve idare olunuyordu ise, bugün de yine o zatın hakimiyeti ve tasarrufu altındadır.

Acaba, Hz. İsa (as)'ya veya başka bir kula uluhiyet isnat edenler, şu alemde her an icra edilen sonsuz işleri ne ile izah edebilirler? Yani, çekirdeklerden ağaçların icadında, nutfe ve yumurtalardan insanların ve hayvanların yaratılmasında, yağmurların yağmasında, rüzgârların esmesinde, gece ve gündüzün gelip gitmesinde, mevsimlerin değişmesinde Hz. İsa (as)'nın ve annesinin bir hisseleri mi var?

Cenab-ı Hak, Tevbe suresi 30. ayetinde de bu ayeti teyiden şöyle buyurmaktadır:

“Yahudiler 'Üzeyr (as) Allah ın oğludur.' dediler. Hristiyanlar da 'Mesih, Allah’ın oğludur.' dediler. Bu, onların ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir ki, daha önce küfredenlerin sözlerine benziyor...”

Ayet-i kerimeden açıkça anlaşılacağı gibi ister Yahudi, ister Hristiyan olsun, Allah’a oğul isnat eden ehl-i kitabın bu sözleri, Allah’a şirk koşan putperestlerin, ateşperestlerin ve diğer müşriklerin sözleriyle aynı noktada birleşiyor. Hepsi de Allah’a ortak koşuyorlar; hepsi de Allah’ın lanetine müstahak oluyorlar.

Kur’an-ı Kerim'in tümü, Allah’ın birliğini ispat etmekle şirki reddettiği gibi, birçok ayet-i kerimede de, şirkin batıl olduğu açıkça zikredilmiştir. İhlas Suresinde şöyle buyrulur:

“De ki; o, Allah’dır, birdir. Allah, Samed’dir (Her şey o’na muhtaç, o ise hiçbir şeye muhtaç değildir). O, (hiç kimseyi) doğurmadı ve (hiç kimseden) doğmadı. Hiçbir şey Ona denk olmamıştır.”

Surede geçen “Lem yelid ve lem yuled.” (O, - hiç kimseyi - doğurmadı ve - hiç kimseden - doğmadı) ayet-i kerimesi; -kim olursa olsun- doğan ve doğuranların ilah olamayacağını açık bir şekilde ilan etmekte, şirkin her çeşidini kesip atmaktadır. İnsan mahluk olduğu gibi, doğduğu, doğurduğu da mahluktur. Allah ise, Halık’tır, her şey Onun mahlukudur.

Nisa suresi, 116. ayet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır:

“Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez (affetmez). Ondan (şirkten) başkasını ise, dilediği kimseden mağfiret buyurur. Kim de Allah’a şerik koşarsa hakikatte pek uzak bir dalalete sapmıştır”

Görülüyor ki, Allah’a şirk koşmak, insanı, Onun rahmet ve mağfiretinden ebediyen uzaklaştıran bir sapıklık ve tövbe edilmemesi hâlinde, affı mümkün olmayan büyük bir cinayettir. Allah’a karşı bir küfran-ı nimet ve büyük bir iftiradır. Her günah, insan ruhunu, derecesine göre, lekeler ve karartır. En büyük günah olan şirk ise, insan ruhunu o derece kirletir ve onun mahiyetini o derece bozar ki, artık o ruhta temizliğin hiçbir emaresi kalmaz.

Bir başka ayet-i kerimede de şirkten kurtuluşun ancak tevhit ile olacağı şöyle beyan edilmiştir:

“(Ey muhammed) de ki: Ey ehl-i kitap, bizimle sizin aramızda müsavi olan bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. Ona, hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Ondan başka, bazımız bazısını Rab ittihaz etmesin.”(Âl-i İmran, 3/64)

Hz. İsa (as) da Hz. Üzeyr (as) de) ancak kuldurlar. Onlar da bizim gibi ihtiyaçlardan, hastalıklardan, ölümden kendilerini kurtaramazlar. Bizim gibi onlar da ihtiyaçlarını görmek ve belalardan kurtulmak için Allah’ın rahmet, hıfz ve himayesine muhtaçtırlar...

25 Hz. Meryem hakkında bilgi verir misiniz, Hz Meryem'in özelligi nedir? "Bir insan dua ile Allah'dan erkek evlat ister, Allah Hz. Meryem gibi kız evladı verir. Bu durumda bu dua kabul olmadı denilmez, belki daha güzel bir surette kabul oldu denilir."

Hz. Meryem, Hz. İsa'nın (as) annesidir. Hz. Meryem'in faziletine dair Peygamberimiz aleyhisselam şöyle buyurmuşlardır:

"(Ahiretin) en hayırlı kadını Meryem Bintu İmran'dır. (Dünyanın) en hayırlı kadını Hatice Bintu Huveylid'dir." Ravi bunu söylerken, eliyle semaya ve arza işaret etti.

Rezin bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Resulullah (sav) buyurdular ki:

"Erkeklerden pek çokları kemale ermiştir. Kadınlardan ise İmran'ın kızı Meryem, Firavun'un karısı Asiye, Huveylid'in kızı Hatice ve Muhammed'in kızı Fatıma'dan başka kimse kemale ermemiştir. Hz. Aişe'nin kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yiyeceklere üstünlüğü gibidir."

(Bu rivayet Buhari'de Ebu Musa hadisi olarak gelmiştir.) Buhari, Menakıbu'l-Ensar 20, Enbiya 45; Müslim, Fezailu's-Sahabe 69, 70 (2430, 2431); Tirmizi, Menakıb, (3887), Et'ime 31, (1835)

Resulullah (sav) Fetih senesinde Fatıma'yı çağırarak hususi konuştular. Fatıma ağladı. Sonra tekrar hususi olarak konuştular. Fatıma bu sefer güldü. Resulullah (sav) vefat edince, Fatıma'dan o ağlama ve gülmesi hususunda sordum. Dedi ki:

"Önce, Resulullah (sav) bana öleceğini haber verdi, ben de ağladım. İkinci konuşmamızda benim, İmran kızı Meryem hariç, diğer kadınların cennette efendisi olacağımı müjdeledi, bunun üzerine güldüm." (Tirmizi, Menakıb, 3872)

İlave bilgi için tıklayınız:

HZ. MERYEM...

26 Şura suresinin 51. ayeti, Kasas suresinin 30. ayetini yalanlıyor mu?

İlgili ayetlerin mealleri:

“Oraya varınca kutlu mekândaki vâdinin sağ tarafında bulunan ağaçtan şöyle nida edildi: "Ey Mûsa! Rabbülâlemin olan Allah Ben'im." (Kasas, 28/30)

“Allah bir insana ancak vahiy yoluyla veya bir perde arkasından hitab eder, yahut ona Kendi izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir. Çünkü O yüceler yücesidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura, 42/51)

Bu iki ayet arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Şura suresinde yer alan ayetteki vahiy şekillerinden biri de Kasas 28/30. ayetinde ifade edilen Hz. Musa (as)’a yapılan vahiy şeklidir.

"Allah, bir insanla ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderir de izniyle dilediğini vahyeder. Doğrusu o, pek yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura, 42/51)

mealindeki ayette vahyin üç türlü olabileceği bildirilmiştir.

Demek ki vahiy, şu üç tarzdan biriyle olur:

a. Allah, vahyi doğrudan peygamberin kalbine bırakır.

b. Bir perde arkasından peygambere hitap eder. Hz. Musa (as)'a ağaçtan nida etmesi gibi...

c. Vahiy getirmekle vazifelendirilen bir meleği, elçi olarak gönderir. (bk. Maverdî, Ebu’s-Suud, Şevkânî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. Musa’nın ağaçtan ses işitmesi nasıl oldu, bu ses kime aittir, Kelimullah ne demektir?

27 Hz. İsa neden görevini tamamlamadan çarmıha gerilmiştir?

- Evvela bütün peygamberlerin görevlerini tamamlayıp tamamlamadığını nereden biliyoruz? Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya gibi bazı peygamberlerin şehit oldukları bilinmektedir. Bu zatlar şehit olduklarında görevlerini tamamlayıp tamamlamadıklarını nereden biliyoruz?

Bununla beraber, Allah bir peygamberi niçin göndermiş ise, ona mutlaka o görevi yaptırmıştır. Zira, Allah’ın dilediğine hiçbir şey mani olmaz. Asıl görevin dışında kalan vazifeler konusunda elbette peygamberler arasında -Allah’ın izniyle- farklılık vardır. Bazısına yüz binlerce kişi tabi olmuşken, bazısına birkaç kişi ancak tabi olmuştur.

- Kaldı ki, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği diye bir şey yoktur. Hristiyanların bu akidesi, yanlış bir gözlemlemenin sonucu ortaya çıkan bir yanılgıdır.

Kur’an’da bu husus çok açık bir dille ifade edilmiştir:

“Onlar Îsâ’yı öldüremediler, asamadılar da öldürülen başkası idi, lakin kendilerine ona benzer gösterildi. İsa hakkında ihtilafa düşenler de bu hususta şüphe içindedirler. Bu konuda kesin bilgileri yoktur, zanna tabi olmaktan başka bir şeye dayanmazlar. Onu kesinlikle öldüremediler. Doğrusu Allah onu kendi katına yükseltti. Allah aziz ve hakimdir.” (Nisa, 4/157-158)

- Peygamberlerin görevleri nedir? Allah’ın mesajını muhataplarına tebliğ etmektir. Hz. İsa’nın muhataplarına bu tebliği yapmadığını nereden biliyoruz?

Keza “Ben, benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek ve size (Mûsâ şerîatinde) haram kılınan bazı şeyleri mübah kılmak için geldim. Doğrusu ben size Rabbiniz tarafından bir mûcize getirdim. Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Şüphe yok ki Allah hem sizin hem de benim Rabbimdir. Öyleyse, yalnız ona ibadet edin. İşte doğru yol budur.” (Âl-i İmran, 3/50-51)

mealindeki ayetten Hz. İsa’nın tebliğini yaptığını anlamak mümkündür.

İncil’de de bu hususa işaret edilmiştir (bk. Kitab-ı Mukaddes, Matta: 5/17,20; Yuhanna: 20/17; 4/23-24). Kur’an’da da vurgulanan İncil’in varlığı, bizzat bu tebliğ görevinin ifa edildiğinin göstergesidir.

"Ne zaman ki Îsâ onların inkârlarında ısrar ettiklerini hissetti, 'Allah’a giden yolda bana yardım edecek kim var?' dedi. Havâriler: 'Allah yolunda yardımcılar biziz. Biz Allah’a iman ettik. Ey İsa, bizim Müslüman olup Allah’a itaat ettiğimize sen de şahid ol!' (Âl-i İmran, 3/52)

mealindeki ayette (ve Maide, 5/111-112; Saf, 61/14’te) bu tebliğin sonucunda havarilerin iman ettiği bildirilmektedir.

- Hz. İsa’ya tabi olanların o gün yalnız on iki kişi olması, onun görevini tamamlamadığını göstermez. Zira hakiki muvaffakiyetin ve görev ifa etmenin ölçüsü “kesret-i etba / uyanların çoğluğu” ile değildir. Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi: Tarih içerisinde öyle

“Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdud birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba' ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır.” (bk. Lem'alar, s. 152)

“Evet bazan bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünki bazan bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-i İlahîye medar olur.”(bk. Lem'alar, s. 152) düsturunun penceresinden Hz. İsa’nın durumunu da gözlemleyebiliriz.

- Bu açıklamalardan sonra şunu da söyleyebiliriz ki, Hz. İsa tebliğ görevini yapmış olmakla beraber, Ulu’l-azim bir peygamber olduğu halde, şanına layık bir görev ifa etmemiş olabilir. Ancak “ilk dünya hayatında” gerçekleşmeyen bu şanlı hizmet, ahir zamanda tekrar  geri geldiğinde bu “ikinci dünya hayatında” şanına layık bir görev ifa edecektir. Şüphesiz en önemli görevi, kendisini Allah’ın oğlu olarak lanse eden yalancıların yalanlarını ortaya koyacak, Kur’an’ın hakkaniyetine şahitlik yapacak ve onun getirdiği tevhit inancını esas alacak, “çarmıha gerilme” safsatasına son verecektir.

Bir peygamberin en büyük görevi Allah’ın birliğini nazara veren tevhit inancını ders vermektir. Hz. İsa babasız dünyaya gelmesiyle Allah’ın vahdaniyetini fiilen tasdik ettiği halde, tabileri arasında -maalesef- bu inanç kayboldu. İşte onun tekrar dünyaya geri gelmesinin en büyük hikmeti bu tevhit inancını ders vermek, tanrıtanımaz deccali öldürmek ve teslisi ortadan kaldırmaktır.

“Âhir zamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (asm) ile amel edecek, mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhir zamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal'ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.” (Mektubat, s. 6).

Bediüzzaman Hazretleri bu hikmetin önemini başka bir yerde şöyle ifade etmiştir.

Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur'ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi' ve İslâmiyet metbu' makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır."

"Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz'eden (Hazret-i Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misalîyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm'in hikmetinden uzak değil.. belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va'detmiş ve va'dettiği için elbette gönderecek. Hazret-i İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.” (bk. Mektubat, s. 57).

28 Hz. İsa'nın "Ben dünyaya barış için değil savaş için geldim." diye bir sözü var mıdır?

Evet, elimizdeki tahrif edilmiş İncillerde buna benzer ifadeler vardır:

"Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğulla babasının, kızla annesinin, gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. İnsanın düşmanları, kendi ev halkı olacaktır."  (Matta 10; 34-36)

"Ben dünyaya ateş atmaya geldim. Eğer şimdiden tutuşmuş ise daha ne isterim. Fakat benim vaftizleneceğim bir vaftizim var. Bu yerine gelinceye kadar nasıl da sıkılmaktayım! Dünyaya barış ve selamet getirmeye geldim mi sanıyorsunuz? Hayır, size ancak şunu söylerim; ben sizlere ayrılık getirmeye geldim." (Matta, 12; 49-51)

"Lakin üzerlerine kral olmamı istemeyen o düşmanlarımı buraya getirin ve önümde öldürün!" (Luka, 19/27)

"İsa, yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: 'Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları, Baba, Oğul, Kutsal Ruh adıyla vaftiz edin." (Matta, 28/18, 19)

Bu ifadelere göre elimizde olan İncil, Hristiyanlara misyonerlik vazifesi de vermiştir. Bu sebeple Hristiyanlarla diyaloga giren veya arkadaşlık edenler bilgili ve uyanık olmak durumundadırlar; aksi halde farkında olmadan tuzağa düşer, aldatılırlar, itikadları bozulabilir.

Yukarıda geçen ifadelerin, Hz. İsa (as)'a inen İncil'de olup olmadığı şüpheyle karşılanabilir. Çünkü bilindiği gibi İncil'in aslı korunamamış ve tahrif edilmiştir...

29 Hz. İsa'nın ahir zamanda gönderilmesinin hikmeti nedir?

Bunun bazı hikmetleri vardır:

1. Hz. İsa (as) nübüvvet yönüyle değil, velayet yönüyle tekrar dünyaya gelecek.

2. Hz. İsa (as)'a Peygamberimiz (asm) ile alakalı çokça vahiy gelmesinden dolayı ve kendisinden sonra Peygamberimiz (asm)'in geleceği bildirildiği için, onun ümmetinden olmayı arzu etmiştir. Bu duasının neticesi olarak ahir zamanda gönderilecektir.

3. Ayrıca bozulan Hristiyanlığın tasaffi edilmesi, yani tevhid inancına döndürülmesi yine Hz. İsa (as)'ın vesilesi ile olması Hz. İsa (as)'a Allah'ın bir lütfu olarak değerlendirilebilir.

4. Hz. İsa (as)’ın cismen yeryüzüne inmesi konusuna gelince, bu hususu Bediüzzaman'ın Mektubat’ından dinleyelim:

“...Alem-i semavatta cism-i beşerisiyle bulunan Şahs-ı İsa Aleyhisselam, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini bir Muhbir-i Sadık (Peygamberimiz) bir Kadir-i Küll-i Şey’in (Allah’ın) vaadine istinat ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadir-i Küll-i Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır. Evet, her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretinde va’z eden (Hz. Cebrail’in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanileri alem-i ervahtan gönderip beşer suretinde temessül ettiren, hatta ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakim-i Zülcelal, Hz. İsa Aleyhisselamı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hatimesi için, değil semay-ı dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hz. İsa, belki alem-i ahiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azime için O’na yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil, belki Onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek. Hz. İsa Aleyhisselam geldiği vakit, herkes Onun hakiki İsa olduğunu bilmek lazım değildir. Onun mukarreb ve havassı (yakınları ve has dostları) nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.” (bk. Bediüzzaman, Mektubat, On Beşinci Mektup)

İlave bilgi için tıklayınız: 

Hz. İsa, kıyamet kopmadan önce tekrar yeryüzüne inecek mi?

30 Bazı Hristiyanlarda Müslümanların Hz. İsa'yı kötü gördüğü inancı hakim olmaktadır; bu inancın yanlış olduğunu nasıl anlatabiliriz?

Bir mu'cize eseri, babasız olarak Hz. Meryem'den yaratılan Hz. İsâ (as), dört büyük peygamberden biridir. Otuz yaşına geldiğinde kendisine peygamberlik verilmiş, üç sene sonra da Yahudîlerin sûikastlarına maruz bırakılmadan Allah tarafından gökyüzüne çıkarılmıştır.

İslam inancına göre Hz. İsa (as) bir peygamberdir ve Onun peygamberliğini kabul etmeyen sahih bir iman etmiş olmaz. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa (as) hakkında övgü ile şu şekilde bahsedilir.

"Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırdetmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Bakara, 2/136)

"Meryem oğlu İsa (as) 'ya apaçık belgeler verdik ve O'nu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik." (Bakara, 2/253)

"Andolsun, biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peşpeşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz?" (Bakara, 2/87)

"De ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlardan hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Al-i İmran, 3/84)

"Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır.." "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir." "Ona kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretecek." İsrailoğullarına elçi kılacak. (O, İsrailoğullarına şöyle diyecek:) "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır." "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin." "Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." Nitekim İsa, onlarda inkârı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol." dediler. "Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz." Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına ben son vereceğim, seni kendime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkâra sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda ben hükmedeceğim." (Al-i İmran, 3/45-55)

Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi. Gerçek, Rabbinden (gelen)dir. Öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma." (Al-i İmran, 3/59-60)

"Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik." (Nisa, 4/163)

"Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür." demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (Bir de) İnkâra sapmaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri, Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük." demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Andolsun, Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır." (Nisa, 4/155-159)

"Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('OL' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır." (Nisa, 4/171-172)

"Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir." (Maide, 5/17)

"Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik." (Maide, 5/46)

"Andolsun, "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih'in dediği (şudur:) "Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Çünkü O, kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur." Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir ilahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka (acı) bir azab dokunacaktır. Yine de Allah'a tövbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar?" (Maide, 5/72-75)

"İsrailoğullarından inkâr edenlere, Davud ve Meryem oğlu İsa (as) diliyle lanet edilmiştir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları nedeniyledir." (Maide, 5/78)

"Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğullarına apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkâra sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir." demişlerdi (de) İsrailoğullarını senden geri püskürtmüştüm." Hani Havarilere: "Bana ve elçime iman edin." diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: "İman ettik, gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol." demişlerdi. Havariler: "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O da: "Eğer inanmışlarsanız Allah'tan korkup-sakının" demişti. (Bu sefer Havariler:) "Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahidlerden olalım" demişlerdi. Meryem oğlu İsa (as): "Allah'ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve Sen'den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık vericilerin en hayırlısısın." demişti. Allah demişti ki: "Şüphesiz ben bunu size indireceğim. Artık sonra sizden kim inkâr ederse, ben onu gerçekten alemlerden hiç kimseyi azablandırmayacağım bir azabla azablandıracağım." Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve anneni Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen'de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen'sin Sen." "Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen'din. Sen herşeyin üzerine şahid olansın." Eğer onları azablandırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şüphesiz aziz olan, hakim olan Sen'sin Sen." (Maide, 5/110-118)

"Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa (as) 'yı ve İlyas'ı da (hidayete eriştirdik.) Onların hepsi salihlerdendir." (En'am, 6/85)

"Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur." dediler; Hristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur." dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar? Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de... Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir." (Tevbe, 9/30-31)

"Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman'a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)." Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)." O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi. "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti. Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi. Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim." Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır." Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş taze hurma dökülüversin." Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman'a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım." Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın." "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi." Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı." "Nerede olursam (olayım) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti." "Anneme itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı." "Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "Hak Söz." Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: "Ol" der, o da hemen oluverir." (Meryem, 19/16-35)

"Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik." (Mü'minun, 23/50)

"Hani biz peygamberlerden kesin sözlerini almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan. Biz onlardan sapasağlam bir söz almıştık." (Ahzab, 33/7)

"O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir." (Şura, 42/13)

"Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: "Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?" Onu yalnızca bir tartışma konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık. Eğer biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı. Şüphesiz o, kıyamet saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. Şeytan sakın sizi (Allah'ın yolundan) alıkoymasın. Gerçekten o, sizin için açıkça bir düşmandır. İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin." "Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." Sonra, içlerinden birtakım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acı bir günün azabından vay o zulmetmiş olanlara." (Zuhruf, 43/57-65)

"Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır." (Hadidi, 57/27)

"Hani Meryem oğlu İsa (as) da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler." (Saff, 61/6)

"Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun: Meryem oğlu İsa (as) 'nın havarilere: "Allah'a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?" demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: "Allah'ın yardımcıları bizleriz." Böylece İsrailoğullarından bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkâr etmişti. Sonunda Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler." (Saff, 61/14)

Kur'an-ı Kerim'de geçen bu ayetler İslam inancındaki Hz. İsa (as)'a olan saygıyı açıklamaya yetecektir.

31 Keşke yaşasaydım da O'na (asm) ümmet olabilseydim, diyen kimdir?

Ümmet-i Muhammed (a.s.m.) birçok yönleriyle övülen bir millettir. Kur’ân’da da, diğer İlâhî kitaplarda da övülmüştür.

Hz. İsâ, İncil’de, bu ümmetin övgü dolu sıfatlarını gördüğünde, onlardan eylemesi için Allah’a duâ etmiş, Allah da onun duâsını kabul etmiştir. Günü geldiğinde müceddit olarak yeryüzüne inmesinin hikmetlerinden biri budur. (bk. Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Feza Gazetecilik, 1996, 14/74; Herkese Lazım Olan İman, Ebü’l-Baha Ziyaeddin Mevlana Halid b. Ahmed Halid-i Bağdadi, 1242/1827 ; Trc: Kemahlı Feyzullah Efendi, 6. bsk., İstanbul, 1989)

Ayrıca, Kur’an’da da adı geçen Yemen padişahlarından Tubba’ adındaki bir Melik/Kral, “Ben Ahmed (a.s.m)’in Allah’tan gelen hak peygamber olduğuna şahadet ediyorum. Eğer onun zamanına kavuşsaydım, ona vezir ve (Ali gibi) amca oğlu olurdum.” demiş. (bk. İbni Kesîr, el-Bidâye, 2:166; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363)

Bir de meşhur Habeş Kralı Necaşi de şöyle demişti: “Keşke şu saltanata bedel Hz. Muhammed (a.s.m)’e hizmetkâr olsaydım.” (Kadı Iyâz, Şifâ, 1/365; Nebhânî, Hüccetüllah, 115; Beyhakî, Delâil, 2/285)

32 Hz. İsa'nın babasız doğmasının hikmetleri nelerdir?

İnsan soyu, tarihinin son derece enteresan olayı olan kendi yaratılışının tanığı olamamıştır. Anasız ve babasız olarak yaratılan ilk insanı hiç kimse görememiştir. Bu olayın üzerinden nice yüzyıllar geçtikten sonra yüce Allah'ın hikmeti, Hz. İsâ'nın babasız doğuşu aracılığı ile ikinci bir olağanüstülüğü sergilemeyi dilemiştir.

Bu doğum olay yeryüzünde insanoğlunun başlangıcından beri geçerli olan üreme kurallarına ters düşen bir gelişmedir. Amaç bu harikaya insanlığın tanık olmasıdır, insanlık tarihinin sicilinde dikkatleri çeken bariz bir olay olarak kalmasıdır.

Hiç kimsenin tanığı olmadığı ilk yaratılış mucizesi üzerinde yoğunlaşması imkânı bulamamış olan insanoğluna, hafızasından hiçbir zaman silinmeyecek bir mucize gösterilmek istenmiştir.

Yüce Allah'ın canlı soyların sürekliliğini sağlayan yasasına göre, istisnasız bütün canlı türlerinin üremesi, erkeğin dişiyi döllemesi yolu ile olur. Hatta erkek ve dişi cinslerinin belirgin biçimde birbirinden ayırd edilmediği canlı türlerinde bile, aynı bireyde hem erkeklik hem de dişilik hücrelerinin birarada bulunduğunu görürüz.

Bu yasa uzun yüzyıllar boyunca işleye işleye insanoğlunun zihnine tek üreme yolu olarak yerleşmiştir. İnsanlar böyle düşünürken, ilk yaratılış olayı, insanın yoktan varediliş olayını unutmuş oldular. Çünkü bu olay, zihinlerin kalıplaşmış algılarına ters düşüyordu. İşte bu yüzden yüce Allah, insanlara Hz. İsa örneğini göstermek istedi.

Bu örnek aracılığı ile onlara gücünün kayıtsızlığını, iradesinin özgürlüğünü, bu gücün ve bu iradenin, kendi tercihi ile işlerlik kazanan doğal yasalarla sınırlı olamayacağını hatırlatmayı diledi. Hz. İsa olayının bir benzerine bir daha hiç rastlanmadı. Çünkü normal olan, yüce Allah'ın koyduğu kanunların yürümesi, tercih ettiği doğal yasaların işlemesidir.

Amacı ilahi iradenin özgürlüğünün, doğal kanunlarla sınırlı olmadığını fiilen kanıtlamak olan bu tek olay, insanların gözü önünde her zaman kalacak belirgin bir örnek olarak yeterli görülmüştür. Nitekim yüce Allah, Hz. İsa aleyhisselamın babasız yaratılmasının hikmeti konusunda şöyle buyuruyor:

".... Bu olayı insanlara gücümüzü kanıtlayan bir mucize ve oğlunu da onlara rahmet kaynağı olarak sunmak istiyoruz. Bu olay kesinleşmiş bir hükümdür.'' (Meryem, 19/21)

Olay son derece şaşırtıcı ve olağanüstü olduğu için, bazı gruplar onu olduğu gibi kavrayamamışlar, meydana gelişinin gerisindeki hikmeti havsalalarına sığdıramamışlardır. Bu yüzden Meryem oğlu İsa'ya ilahlığın bazı sıfatlarını yakıştırmaya kalkışmışlar, onun doğuşu ile ilgili çeşitli hurafeler ve masallar uydurmuşlardır.

Böylece onun bu akıl almaz şekilde yaratılmasının ardındaki hikmeti tersyüz etmişlerdir. Onun bu şekildeki yaratılışının hikmeti, az önce belirttiğimiz gibi, ilahi gücün sınırsızlığını kanıtlamaktı. Ona ilahlık yakıştıran gruplar işte bu hikmeti tersyüz ederek Allah'ın birliği inancını zedelemişlerdir.

Kur'an'ın Meryem sûresinde bu çarpıcı ve olağanüstü olayın nasıl meydana geldiği anlatılıyor...

33 Hz. İsa'nın yere indikten sonra evleneceği doğru mudur?

1. İbn Cevzî, “el-İlelu’l-Mütenahiye” adlı eserinde bu rivayete yer vermiş ve bunun sahih olmadığını belirtmiştir. (bk. 2/433, no:1529)

Benzer bir rivayeti el-Munavi, Bistamî’nin “El-Cifru’l-Ekber” adlı kitabından naklen -senedini zikretmeden- rivayet etmiş ve sıhhati konusundan bir açıklamada bulunmamıştır. (bk. el-Munavî, el-Feyzü’l-Kadîr, 6/464)

2. Rivayette, Hz. Şuayb için kullanılan “Hateni Musa”dan maksat, "Hz. Musa’nın kayınbabası olan peygamber Şuayb" demektir.

- Bu rivayet, kaynaklarda geçmektedir. (bk. Nuaym b. Hammad, el-Fiten, 1/353)

- Ancak bu rivayet her şeyden önce Hz. Peygamber (asm)'in sözü değildir. 

İkincisi, Süleyman adlı ravi bu sözleri naklettiği bir kimsenin ismini verememiştir.

Üçüncüsü, Süleyman adlı ravi “bana ulaştığına / bana ulaşan habere göre” diyerek söze başlamıştır. Bütün bu ifadeler bir rivayetin zayıf olması için yeterli sebeplerdir.

- Ayrıca Abdullah b. Süleyman el-Gafili’nin sahih rivayetleri esas alarak yazdığı “Eşratu’s-Saati” (kıyametin alametleri) adlı kitabında, bu hadis rivayetine yer vermemesi de bunun zayıf olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

34 Allah neden Hz. İsa'yı değil de ona benzeyen birinin öldürülmesini uygun gördü?

Allah’ın Hz. İsa’yı göğe çıkarması, sadece öldürülme acısını çekmemesi için değildir. Çünkü başka peygamberler de düşmanları tarafından öldürülmüştür. Kaldı ki, Allah onu başka şekilde de koruyabilirdi. O halde, Hz. İsa’nın göğe kaldırılmasının başka hikmetlerine bakmak gerekir. Bize göre bu hikmetlerin bazıları şunlar olabilir:

a) Hz. İsa babasız dünyaya gelen bir peygamber olarak Allah’ın sonsuz kudretinin açık bir alameti olmuştur.

“Meryem’in oğlunu ve annesini birer ibret vesilesi kıldık ve onları pınarları akan ve yerleşmeye elverişli yüksekçe bir yere yerleştirdik.” (Müminun, 23/50)

mealindeki ayette bu gerçeğe işaret edilmiştir.

Böyle harikulade bir doğumla dünyaya gelen bir insanın, yine harika bir şekilde göklere çıkarılması, bu harika nakşı dokumayı ön gören ilahî hikmete uygundur.

b) Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelmesi, Hz. Cebrail’in üflemesiyle -Allah’ın bir tekvini kelimesi olarak- yaratılması, ona bir nevi melek hüviyetini de kazandırmıştır. Hz. İsa’nın melekler gibi bir süre göklerde hayat sürmesi, ona yarım melek kimliğini ön gören ilahi hikmetin bir tezahürdür.

c) Allah Hayyu-Kayyum olduğunu göstermek hikmetiyle, diğer insanlardan farklı olarak yeryüzünde Hz. Hızır ve Hz. İlyas’ı ikinci hayat tabakasında yaşattığı gibi, Hz. İsa ve Hz. İdris’i de gökyüzünde üçüncü tabaka-yı hayatta bulundurmuştur. (bk. Nursi, Mektubat, Birinci Mektup)

Kâinatın bu iki mahallesinde, bu dört nurani şahsiyeti, diğer insanlardan farklı bir hayat mertebesine mazhar kılması, kendisinin ezeli ve ebedi hayatına ve sermedi kayyumiyyetine çok açık birer burhan olmasından dolayıdır.

d) Hz. İsa, bütün dünyada popüler ve tabileri çok olan bir peygamber olmasına rağmen, dininin mensupları olan Hristiyanların bu dine teslis akidesi gibi -vahiy gerçekliğiyle taban tabana zıt olan- bir hurafeyi bulaştırmaları son derece çirkin olmuş ve Hz. İsa’nın şanına yakışmayan bir durum söz konusu olmuştur.  

Bu sebeple, dinine bulaştırılmış olan bu oldukça çirkin olan teslis akidesini ve “Allah’ın oğlu” yaftasını yalanlamak üzere yeniden bizzat dünyaya gelip dinini bu hurafelerden temizlemesi, bu harika şahsiyete tanınmıştır ki, ilahi hikmet bunu uygun görmüştür.

Bunun ahir zamanda yeninden dünyaya geri gelmesi için semaya çıkarılması en uygun yoldur. İlginçtir, teslis akidesine bağlı Hristiyanlar da bu geri gelişi beklemektedir.

Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmiştir:

“Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz'eden (Hazret-i Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hatta ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misalîyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm'in hikmetinden uzak değil, belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vadetmiş ve vadettiği için elbette gönderecek.” (bk.Mektubat, On Beşinci Mektup)

35 İncilin yazdırılmamasının hikmeti nedir?

İbn Aşur’un görüşüne göre, Tevrat ve İncil de -toptan değil- Kur’an gibi tedrici olarak indirilmiştir. (İbn Aşur, Ali İmran, 3. ayetin tefsiri)

Tevrat’ın -en az on emri- Levhalar / tabletler halinde yazılı bir metin olarak vahiy edildiğini Kur’an’dan öğreniyoruz.

Bununla beraber, meşhur olan görüşe göre, İncil Hz. İsa’ya (as) indirildiği gibi yazıya geçirilememiştir. Ancak Hz. İsa’ya indirildiği gibi yazıya geçirilmemiş olsa dahi, kaynaklarda Hz. İsa’nın göğe kaldırılışından sonra -yani daha o devirde- havarilerin Hz. İsa’dan duyduklarını yazdıkları belirtilmiştir.

İbni İshak’ın bildirdiğine göre; Hz. İsa’ya Allah tarafından indirilen İncil’de "Muhammed Aleyhissalatü vesselamın özellikleri ve ismi" hakkında verilmiş olan bilgiyi, İsa Aleyhisselamın devrinde havari Yuhanna, yazdığı İncil’de tesbit etmiş bulunuyordu. (M. Asım Köksal, Büyük Peygamberler Tarihi, 2/349)

Yuhanna İncil’ini yazan Yuhanna isimli zatın Hz. İsa’nın Havarilerinden olduğu ve onu çok sevdiği rivayet edilmektedir. Fakat elde bulunan Yuhanna İncili’nin ise havari Yuhanna değil, onun talebesi tarafından yazıldığı kesin bir şekilde ifade edilmekte ve miladi 100 yıllarına doğru telif edildiği sanılmaktadır. (Prof. Dr. İsmail Karaçam, Sonsuz Mucize Kuran İlmi ve Edebi Sırlar, s.94).

Bizzat Hristiyanlar tarafından da tarihî bir gerçek olarak şu husus kabul edilmektedir: Hz. İsa kendi öğüt ve direktiflerini yazmamıştır. Bu yüzden O (as), Allah'ın emri ile aralarından ayrıldığında ortada yazılı bir İncil yoktu. Yahudiler, O’na tabi olanlara ağır baskılar uygulamış, onları her tarafta kovalamış, birçoklarını öldürmüştü. Özellikle de avcılık yapan havarilerin peşine takılmışlardı. Kral Konstantin Hristiyanlığı kabul edip onlara karşı girişilen takibat sona erince, İncilleri yazmaya koyuldular. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 3/402-406)

İncil’in yazılmamasının hikmetini kesin olarak bilemiyoruz. Ancak bazı tahminleri şöyle yapabiliriz:

- Hz. İsa’nın içinde bulunduğu çevre bir kitap algısına müsait olmayabilir. Özellikle, Hz. İsa’nın bir Yahudi neslinden gelmesi ve onlara hitap etmesi söz konusu olduğuna göre, muhatapları olan Yahudilerin Tevrat’tan sonra böyle bir kitabın onlarca kabul görmesinin çok fazla şansı olmadığından dolayı yazılmamış olabilir.

- Bir yandan Yahudiler içinde babasız dünyaya gelmiş biri olarak tartışmalı olan konumu, böyle bir kitapla ortaya çıkması durumunda -zaten on iki mümini olan- Hz. İsa’nın, bunları dahi bulamaması ihtimal dahilindedir.

- O devirde en fazla revaçta olan tıp ilmi ve hikmet olduğu için, bir kitapla ortaya çıkmaktan ziyade, bir tabip, bir hekim gibi -Allah’ın kendisine vahiy ettiği- hikmetleri ve tıbbi reçeteler sunması daha uygun görülmüş olabilir.

- Ayrıca, Hz. İsa (a.s)'ın tebliğ süresinin kısa oluşu ve yaşadığı devrin şartları, kendisi hayattayken İncil'in yazımına elvermiyordu.

İlave bilgi için tıklayınız:

İncil, Hz. İsa hayatta iken yazılmış mıydı? İncil diye bir kitap var mıydı? ...

36 Hz. İsa'nın Hristiyanlık anlayışındaki yeri nedir ve teslis inancının yanlış olduğunun delilleri nelerdir?

Sözlükte “üçleme” anlamındaki teslîs kelimesi İslâm geleneğinde Hristiyanlığın üç unsurlu (baba-oğul-kutsal ruh) ilâhlık anlayışını ifade eder. Yuhanna İncili’nde ve Pavlus’un mektuplarında vurgulandığı üzere Îsâ Mesîh, fizikî anlamda değilse bile mânevî anlamda babanın oğlu yani logosu kabul edilmiştir (Yuhanna, 1/1-3, 14, 18)

İlk kilise babalarından Irenaeus (II. yüzyıl), oğul ve ruhu tek bir Tanrı’nın (baba) farklı görünümleri biçiminde yorumlamıştır. İlk Latin kilise babası Tertullian (ö. 225), bir asır sonra doktrinleşecek olan teslîs inancını belirleyecek şekilde ilâhlıktaki üç unsurdan bahsetmiş, bunların özde bir, fakat şahsiyet olarak (Lat. personae = gerçek tabiatı gösteren maske) ayrı olduğunu ve bu şahsiyetlerden her birinin kâinatın yaratılışında farklı birer fonksiyon icra ettiğini ileri sürmüştür. Buna göre ilk şahsiyetin (baba) görevi yaratma, ikinci şahsiyetin (oğul) görevi kurtarma, üçüncü şahsiyetin (kutsal ruh) görevi kutsamadır. Doğu kilisesinin en büyük teologu kabul edilen İskenderiyeli Orijen (ö. 254), hiyerarşik bir teslîs anlayışı öngörüp babadan mânevî olarak çıkan kelimenin ya da oğulun kâinatı idare etme, kelimeden çıkan kutsal ruhun ise azizlere ilhamda bulunma görevini üstlendiğine işaret etmiştir.

İznik’te 325 yılında bütün piskoposların katılımıyla (ekümenik) bir konsilin toplanmasını kararlaştırmıştır. Mısırlı Hristiyan teologu Arius, teslîsi şeklen reddetmese de tek mutlak ilâhî ilke olarak babanın yani tekin hâkimiyetini esas alan bir ilâhlık anlayışını savunmuştur. Arius’a göre logos ya da Mesîh anlamında oğulun ezelî olması imkânsızdır, zira sadece baba yani Tanrı doğurulmamıştır, dolayısıyla tek ezelî olan da O’dur. Arius, İznik Konsili’nde Doğulu piskoposların çoğunluğu tarafından desteklense de İskenderiye Piskoposu Alexander ve ardından Athanasius ile Batılı piskoposların hücumuna uğramıştır. Yapılan oylama sonunda Arius’un tezi konsildeki piskoposların çoğunluğu tarafından reddedilmiş, buna karşılık oğulun baba ile aynı tabiata sahip, dolayısıyla ilâh olduğu tezi kabul görmüştür. Bu tez, Hristiyanlık tarihinin ilk ekümenik konsilinde karara bağlanan aslî bir dogma hüviyetine sahiptir.

Hristiyanlığı resmî din haline getiren İmparator I. Theodosios zamanında İstanbul’da toplanan ikinci ekümenik konsilde (381) teslîsteki üçüncü unsur olan kutsal ruhun da oğul gibi ilâhî tabiata sahip bulunduğu görüşü karara bağlanmıştır. 

Bu ilk iki konsilin kararları sonucunda teslîsi meydana getiren baba, oğul ve kutsal ruhun aynı özden geldiği ve hepsinin birer ilâh olduğu tezi kabul edilmiştir. Efes Konsili’nde Îsâ’nın ilâhî ve insanî tabiatlarını tamamen birbirinden ayırarak Meryem’den doğan Îsâ’nın Tanrı sayılamayacağını ileri süren İstanbul Patriği Nestorius aforoz edilmiş, Kadıköy Konsili’nde ise Îsâ’nın insanî tabiatının ilâhî tabiatı içinde yok olduğunu iddia eden monofizit görüş reddedilmiştir. Bunun yerine Îsâ’nın tek bir şahsiyette ilâhî ve insanî iki ayrı tabiata sahip bulunduğu, yani aynı anda hem tam bir insan hem tam bir ilâh ve Meryem’in de Tanrı’nın annesi (theotokos) olduğu görüşü kabul edilmiştir.

Hristiyan teologları, teslîsin tek bir Tanrı’daki üçlü yapıyı ifade ettiğini ve bir tevhid biçimi kabul edilmesi gerektiğini ileri sürse de, Hristiyan geleneğinde bile tartışmalı olan bu inanç, gerek Kur’an’da gerek sonraki reddiye kitaplarında Allah’ın mutlak birliği ve tekliği mânasında İslâm tevhid akîdesine aykırı görülmüş ve Hristiyanlığa yönelik en önemli eleştiri konusunu teşkil etmiştir. 

Kur’an’da, Allah’ın üç veya üçün biri kabul edilmesi (en-Nisâ 4/171; el-Mâide 5/73), Allah’ın bir beşer ve peygamber olan Îsâ ile özdeşleştirilmesi (el-Mâide 5/17, 72), Allah’ın yanı sıra Îsâ’ya ve annesi Meryem’e ilâhlık nisbet edilmesi (el-Mâide 5/116), Îsâ’nın Allah’ın oğlu olarak görülmesi ve bu şekilde Allah’a çocuk izâfe edilmesine (et-Tevbe 9/30) işaret edilmekte, bütün bu anlayışların tevhid inancına ve bir peygamber sıfatıyla ancak tevhidi tebliğ eden Hz. Îsâ’nın tebliğine aykırı düştüğü, şirk ve küfür içerdiği belirtilmektedir (el-Mâide 5/72, 75, 117; Meryem 19/30-38; ayrıca bk. el-Mü’minûn 23/91; el-Furkān 25/2; el-İhlâs 112/3-4).

37 İncil ve Zebur’da Hz. İsa’nın öldürüldüğü yazarken bizde neden farklıdır?

- Önce mevcut İncillerin yazarlarının, Hz. İsa’nın havarileri olup olmadıkları konusunda ihtilaflar varır. Konuyla ilgili araştırma yapanlardan Prof. Harinc ve İrinuos’a göre, Matta İnicilinin yazarı (havari olarak meşhur olmakla beraber, gerçekte) Hz. İsa’nın havarisi değildir. Bu İncil, yaklaşık  miladi 80-100 yıllarında yazılmıştır. Sahibi, kendini gizlemek için zamanla kaybolan asıl Matta İncil nüshasının yerine bunu ortaya koymuştur. (bk. Dr. M. Ziyaurrahman el-Azamî, el-Yahudiye ve’l-Mesihiye, Medine, 1409/1988, 320-321)

- Matta İncilinde 600’den fazla ayetin Markos İncilinden iktibas edilmiş olması da bu incilin yazarının Markous’tan sonra geldiğinin göstergesidir. (el-Azami, el-Yahudiye ve’l-Mesihiye, 319-320).

Muhammed Ebu Zehra ve Maurice Bucaille da elimizdeki Matta İncil yazarının havari olmadığı kanaatindedir. (el-Azami, el-Yahudiye ve’l-Mesihiye, 321-322).

- Hz. İsa’nın havarisi olarak en kuvvetli destek toplayan İncil yazarlarından Markus’tur. (el-Azami, el-Yahudiye ve’l-Mesihiye, 322-325)

- Luka İncil yazarı da havari değildir. (el-Azami, el-Yahudiye ve’l-Mesihiye, 325)

- Yuhanna adında bir havarinin varlığında şüphe yoktur. Ancak elimizde Yuhanna İncilini yazan kişinin söz konusu havari olup olmadığında da kadimden beri Hristiyan alimleri arasında ihtilaf olmuştur. (bk. el-Azami, el-Yahudiye ve’l-Mesihiye, 326-329)

- Bu konuyu özetlersek, her şeyden önce İncil yazarlarının havariliği konusu şüphelidir. İkincisi, bu İnciller Hz. İsa’dan yaklaşık bir asır sonra yazılmıştır. Üçüncüsü, (Bu İnciller asıl vahiy olan İncil'den başkadır) bu İncillerden hiçbiri vahiy değildir. O halde:

a) Allah’tan gelen vahiy olduğu yüzlerce delil ile sabit olan Kur’an-ı Kerim ile İncillerdeki bilgi açıkça çeliştiği yerlerde, doğru olanın Kur’an’daki bilgi olduğunda şüphe yoktur.

b) Kur’an’da açıkça Hz. İsa’nın öldürülmediği ve çarmıha da gerilmediği, onu öldürmek isteyen Roma askerlerine başka birisi (Hz. İsa’yı şikayet edip yerini gösteren hain bir havari) İsa’ya benzetildi ve o öldürüldü. (bk. Nisa, 4/157)

c) Hristiyanlar arasında da Hz. İsa’nın öldürülmesiyle ilgili eskiden beri ihtilaflar olmuştur.

Bununla beraber, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine dair sağlam bir Mesihi nas yoktur. Onun öldürüldüğüne dair kanaatin haklı bir payı vardır. Çünkü, Hz İsa’ya tıpa tıp benzeyen bir adam, hem de onun bulunduğu mekânda katledilmiştir. Bu sebeple yanlış da olsa onun öldürüldüğünün şâyi bulmasının makul bir gerekçesi vardır. Çünkü aynı yerde ona benzeyen bir adam öldürülmüştür.

d) Hz. İsa’nın öldürülmeden önce dua etmesi -eğer doğru olduğu tespit edilirse- bunu da şöyle açıklamak mümkündür: Hz. İsa kâfirlerin kendisini öldürmek için yakında teşebbüse geçeceklerini -Allah’ın bildirmesiyle- öğrenmiş bulunuyordu.

Nitekim kendisi talebelerine hitaben “Yakında öğrencilerimden / havarilerimden biri -Hz Yusuf’u az bir fiyata satan kardeşleri gibi- beni çok ucuza satacaktır. Fakat adil olan Allah, beni onların elinden kurtaracak ve onu (beni satan kişiyi) tutuklatacaktır." (Barnaba, İncili, 139; el-Azami, el-Yahudiye ve’l-Mesihiye, 394-395).

İşte Hz. İsa’nın söz konusu yalvarış ve yakarışı, bu hıyanet şebekesinin elinden kurtarması ve o hain adamı da onun yerine öldürtmesi için idi. Barnaba’nın ifadeleri Kur’an’ın tespitlerine uygundur.

- Allah’ın kelamı olan Kur’an bir konuda konuşmuşsa, artık hiçbir kitabın ona aykırı konuşmaya ne hakkı ne de haddi vardır. Çünkü ondan başka semavi olduklarına iman ettiğimiz eski kitaplardan hiçbiri orjinal haliyle tamamen vahiy olmadığı gibi, tahriften de kurtulamamıştır...

38 Hz. Meryem’in kucağında bebekle gelmesi, insanları yanıltabilir mi?

- Hz. Meryem’in durumu, bir yandan insanlara Allah’ın kudretini gösteren bir mucize, bir yandan da bir imtihan vesilesidir.

- Burada, özellikle insanların hüsnü zanları denenmiştir. Şimdiye kadar hiçbir kusuru görülmemiş bir kızın, hayatı onun masumiyet karinesi iken, gözleriyle görmüş gibi olumsuz kanaatlerini kesin bir dille seslendirenler kaybetmiştir.

Üstelik, bu kadının yanına girip çıkan yaşlı zat/Hz. Zekeriya, onlarca da kabul edilen bir peygamberdir. Gerçi bu konuda Hz. Zekeriya için böyle bir şey düşünmeyenler çokluktadır, ama yine de bunun düşünenler de vardır.

- Bununla beraber, bu olayın mahiyetini ortaya koyan Hz. İsa’nın/bebeğin konuşmasıdır. O ana kadar bu konuda tereddüt etmekte bir derece mazur sayılanlar, artık bunda sonra bu mazeretlerini tamamen kaybetmişler. Çünkü, bir bebek konuşuyor!..

Öyle anlaşılıyor ki, bir mucize olduğu açıkça ortada olan bu bebeğin, annesinin masumluğunu ispat etmesi yanında, kendisinin peygamber olacağını, yani Yahudilerce beklenen Mesih olduğunu söylemesi, orada bulunan ve dinini dünyaya satan bazı kimselerin hoşuna gitmemiş, bu yüzden iftira yaygarasını koparmaya devam etmişler.

Ancak, imtihanın bir yanı da daha sonra gelen bazı insanlarla alakalıdır. Hz. İsa’nın gayrimeşru çocuk olmadığını, bir mucize olduğu ve bir peygamber olduğunu kabul edenler, bu defa ifrata kaçmış ve onu -haşa- Allah’ın oğlu olarak lanse etmeye başlamışlardır. Onun gayrimeşru olduğunu savunanların iftirası, onu -haşa- Allah’ın oğlu olduğunu söyleyenlerin iftirası yanında çok hafif kalır...

Bu sebepledir ki, dosdoğru yolu ders veren Kur’an-ı Hakim, en çok onun Allah’ın oğlu olduğunu söyleyenleri tokatlıyor ve onları lanetle anıyor... Ve Müslümanlara her konuda olduğu gibi, bu meselede de hakikat olan orta yolu tavsiye ediyor...

39 Yahudilerin Hz. İsa’ya, "Allah’ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih" demesi garip değil mi?

Bu konuda birkaç noktaya dikkat etmekte fayda vardır:

1) Ateist olan bir kimse, zaten ne Allah’a ne de peygambere inanır. Böyle bir kimsenin bakışı elbette olumsuzdur. En ufak bir emare onun nazarında büyük bir delil olur. Çünkü onun kafasının bir köşesinde Kur’an’ın Allah’ın sözü olabileceği ihtimali yoktur; zira o Allah’a inanmıyor.

2) Ancak, Kur’an’a iman eden bir kimsenin konumu çok farklıdır. Onun aleminde, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu gösteren ve eşsiz bir kitap olduğunu kabul etmesini sağlayan birçok hakiki sağlam delili vardır.

Böyle bir imana sahip bir mümin “rüzgârların önünde savrulan yaprak misali”, şunun bunun vesveselerine göre tereddüt geçirmez... Yoksa, Allah korusun her dinsizin sözüne bakarak şüpheye düşen kimsenin imanını yeniden sorgulaması gerekir.

Eğer bir kimse her aleyhte olan sözden etkileniyorsa, bu, onun daracığında yeterli bilginin olmadığını, dolayısıyla kâfi derecede sağlam ve tahkiki bir imana sahip bulunmadığını görterir. Bunun tedavisi, menfi sitelerin menfi düşüncelerini okuyarak değil, imanın hakikatlerini çok kuvvetli ispat eden siteleri ve eserleri okumakla mümkündür.

Hayatın bu müthiş zamanda imansızlıkla zehirlenmemesi için, hakikaten ekmeğe-suya, ışığa, havaya, oksijene muhtaç olduğu kadar, küfrün, dinsizliğin belini kıran Risale-i Külliyatını okumaya muhtaçtır.

3)Yahudiler değil, Hristiyanlar da İsa adı yerine “Yesu’” ismini kullanmışlardır.

Kur’an’ın bu ifadesinde, Yahudilerin Hz. İsa’nın ismi hakkında ne düşündüklerini sorgulanmıyor. Kur’an’ın geldiği devirde her üç dinde de “Yesu/İsa Mesih” olarak şöhret bulmuş bir insandan söz ediliyor. Onun için Yahudilerin ne düşündükleri önemli değildir. Önemli olan Kur’an’ın indiği devirde üç dinden olan, hatta müşriklerden olan muhatapların “İsa Mesih” adında, babasız dünyaya gelmiş bir zatı duymuş olmalardır.

- Kaldı ki, Yahudiler Hz. İsa’yı kötülemek maksadıyla “Mesih” lakabını takmışlardı. Çünkü İbranicede “Mesih”, melik/kral anlamına gelir. Onlar Hz. İsa’ya bu lakabı takarak, onu tahkir etmek ve despot bir adam olduğunu söylemek istemişlerdir. Fakat Allah, aynı lakabı onu övmek, yüceltmek (yaratılışı itibariyle eşi benzeri olmayan ve mümtaz bir peygamber olduğuna işaret etmek) için kullanmıştır. (krş. İbn Aşur, Ali İmran 45. ayetin tefsiri)

Yani Yahudiler Hz. İsa’yı İsrailoğullarının kralı olmaya heveslenmiş biri olarak değerlendirmiş ve bu sebeple de “Mesih/Missih=Kral” lakabını takarak onunla alay etmiş tahkir etmişlerdi. Kur’an’da ise, aynı lakap, manevi bir sultan olmaya değer bir insan olduğuna işaret etmek üzere, onu tazim etmek, yüceltmek için kullanılmıştır. (krş. İbn Aşur, Ali İmran 45. ayetin tefsiri)

- Kur’an’daki “Mesih”in manası, mübarek, hoşgörülü, hastaları mesh ederek iyileştiren, Hz. Musa’nın şeriatındaki bazı hükümleri hafifleten kişi manasına gelir. (bk. Niyazi Beki, Kur’an’daki İsimlerin Esrarı, s.131-133)

4) Hz. İsa’yı öldürmeye teşebbüs edenler, resmi devlet görevlileri olarak Romalılar olabilir, fakat onu Romalılara şikayet edenler Yahudilerdir. Özellikle askerlere Hz. İsa’nın yerini gösteren onun öğrencilerinden Yahuza adındaki Yahudidir.

Daha detaylı olarak verilen bilgilere göre, Yahudiler, Hz. İsa’nın gösterdiği mucizeleri sihir olarak algılıyor ve onun yüzünden makam-mevki ve menfaatlerini kaybetmekten korkan, bir kısım Yahudiler, Kudüs valisine bir mektup yazarak, onun devleti tehdit ettiğini bildirdiler.

Kudüs valisi bizzat ona rehberlik eden Yahudilerle birlikte, Hz. İsa’nın bulunduğu yere gittiler ve (ona benzetilen birini) öldürdüler. Hz. İsa’yı öldürdüklerini sanan Yahudiler, onu öldürmekten dolayı aralarında bunun sevincini paylaştılar ve her yerde onu öldürüp belasından kurtulduklarını anlatmaya başladılar.

İşte Kur’an’da onların bu tutumlarına işaret edilmiştir. (krş. İbn Kesir, ilgili yer)

5) İlgili ayetlerin meali şöyledir:

“Küfürleri sebebiyle ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından; bir de ‘Biz Allah’ın elçisi, Meryem oğlu İsa Mesihi öldürdük.’ demelerinden ötürü (Allah onlara/Yahudilere lanet etmiştir). Oysa onlar, İsa’yı ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat (öldürdükleri) kimse onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler, (bundan dolayı) kesin bir şüphe içindedirler. Bu hususta zanna uymak dışında hiçbir bilgileri yoktur. Kesin olarak İsa’yı öldürmediler.” (Nisa, 4/156-157)

- Burada “Biz, Allah’ın elçisi, Meryem oğlu İsa Mesihi öldürdük.” ifadesi, İslam alimleri tarafından birkaç şekilde yorumlanmıştır:

Birincisi: Bu ayette yer alan “Allah’ın elçisi, Meryem oğlu İsa Mesih” ifadesi, Yahudiler tarafından -inandıkları için değil- alay etmek maksadıyla kullanılmıştır.

- Buna benzer bazı ifadeler inanmayan müşrikler tarafından Hz. Peygamber (asm) için de kullanılmıştır: “(Müşrikler) Dediler ki; Ey kendisine Zikr/Kur’ân indirilen! Sen mutlaka bir delisin.” (Hicr, 15/6) mealindeki ayette bunu görüyoruz.

Görüldüğü gibi, burada müşrikler Hz. Muhammed (asm)’e açıkça deli diyorlar. Ama aynı zamanda “Ey kendisine Kur’an indirilen!” ifadesini kullanarak -görünürde- onun peygamber olduğunu söylüyorlar.

Burada herkes bilir ki, bu peygamberlik sözü alaya almak için kullanılmıştır. Yani demek istiyorlar ki: “Ey peygamber olduğunu ve Allah tarafından kendisine Kur’an indirildiğini iddia eden Muhammed! Sen gerçekten delisin! Çünkü böyle bir iddiada bulunan delinin tekidir.”

- Benzer bir ifade de kâfirler tarafından Hz. Musa için kullanılmıştır:

“Firavun çevresindekilere: 'Dikkat edin! Size gönderilen bu elçi düpedüz bir deli.' dedi.” (Şuara, 26/27)

Burada da Firavun, bir yandan Hz. Musa’ya deli diyor. Diğer taraftan “size gönderilen elçi” diyor. Bu görünürde bir çelişkidir. Ancak konuya vakıf olanlar bilirler ki, “size gönderilen elçi” ifadesi alaylı bir ifadedir.

- İşte Yahudilerin Hz. İsa için peygamber demeleri de bu türden alaylı bir ifadedir.

İkincisi: Bu söz Allah’a aittir. Buna göre ayetin manası şöyledir: “Küfürleri sebebiyle ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından; bir de ‘Biz (Allah’ın elçisi) Meryem oğlu İsa Mesihi öldürdük.'” Yani Hz İsa’nın peygamberliğini Allah -deyiş yerindeyse- parantez içinde belirtmiştir.

Burada Yahudilerin Hz. İsa hakkında kullandıkları “Sahirenin oğlu sahir, kötü fiil yapanın oğlu kötü adam” gibi yaftalamalarına karşılık, Allah onun “peygamber olduğuna” vurgu yapmıştır. (bk. Razi, İbn Kesir, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

Üçüncüsü: Buradaki “Allah’ın elçisi” ifadesinin Arapçası “resulellahi” ifadesindeki “resul” kelimesi mansub/üstün olarak yer almıştır. Arapça kurala göre buradaki “Rsul-e” kelimesi, “özellikle methetmek” için kullanılmıştır.

Bunun açılımı şudur: Allah Yahudilerin Hz. İsa’ya yaptıkları iftira ve öldürme iddialarını sıralarken, onun Allah katındaki değerini göstermek için adeta şöyle diyor: “Ey muhataplarım! Yahudiler bu kötü sözleri 'Allah’ın elçisi olan İsa.' için söylüyorlar, haberiniz olsun ve onların laneti niçin hak ettiklerini artık bilin!” (krş. İbn Aşur, a.g.y.)

40 Kıyamet saatine ilişkin bilginin Allah katında olmasıyla, Hz. İsa’nın kıyamet saati için bilgi olması arasında bağlantı olabilir mi?

İlgili ayetlerin meali şöyledir:

“Gerçekten o (İsa), kıyamet için bir ilimdir / bir bilgidir beyandır. Artık siz, o saatin geleceğinden hiç şüphe etmeyin de bana tâbi olun. Doğru yol budur.” (Zuhruf, 43/61)

“Kıyamet saatinin ilmi Allah katındadır. Onun ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir.” (Lokman, 31/34)

Bizim söylediğimiz yorum değildir. Doğrudan ayetin ifadesinin mealidir. Her iki ayette de “ilim” sözcüğü kullanılmıştır. Ancak ayetlerin mucizevi beyanları çok ince işaretlerle doludur. Örneğin: 

- Zuhruf 61’de: “ve innehu le ilmun lis-saati” denmiştir. Burada yer alan “le ilmun” ifadesinde, ilim kelimesi nekre/belirsiz bir formdadır. Türkçe'de bu tür ifadeler genellikle “bir” ekiyle belirtilir. Buna göre, “Le ilmun” ifadesinin manası: “bir bilgi / bir alamet”tir. “Lis-saati-kıyamet için” ifadesi ise, Hz. İsa’nın kıyamet için bir ilim, bir bilgi olduğunu, yani onun kıyametin geleceğini gösterecek bir bilgi, bir alamet olduğunu gösterir. Bunun tam açılımı şudur: “İsa, kıyametin geleceği için önceden ortaya çıkacak bir bilgi / bilgilerden / kıyamet alametlerinden biridir.”

- Lokman 34’te ise: “Ve indehu (onun katındadır) İlmu’s-Saati (Kıyametin bilgisi)” şeklindedir. Burada görüldüğü gibi, manasına gelen ifade yerine, “kıyametin bilgisi” mealindeki ifadeye yer verilmiştir.

Fazla tetkikata girmeden şunu söyleyebiliriz ki, Zuhruf 61’de: “Hz. İsa’nın kıyametin bilgilerinden biri olduğu” belirtilmiştir. Lokman 34’te ise, “Kıyametin bilgisi / kıyametin kopacağı saatin bilgisi yalnız Allah katındadır.” buyurulmuştur.

Unutmamak gerekir ki, kıyametin bir bilgisi, bir alameti ile kıyametin tam kopacağı anın bilgisi arasında dağlar kadar fark vardır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. İsa'nın tekrar gelmesi nasıl olacak?

Hz. İsa'yı Beklerken

Allah her yerde hazır ve nazır olduğu halde, Ona rücu, yani Allah'a dönmek ne demektir?

41 Hz. Meryem'in Beytülmakdis’e gönderilmesinin nedeni neydi?

İslâmî kaynaklarda Meryem kelimesinin reym kökünden “istemek, bir yerden ayrılmak” anlamında Arapça menşeli bir kelime olduğunu söyleyenler bulunsa da aslının İbrânîce olup Arapça’ya Süryânîce’den geçtiği (Lisânü’l-Arab, “rym” md.) ve “ibadet eden” manasına geldiği kabul edilmektedir. (Zemahşerî, I, 551; Âlûsî, I, 316)

Hz. Meryem’in dünyaya gelişine dair Kur’ân-ı Kerîm, hadis ve diğer İslâmî kaynaklarda yer alan bilgiler şöyledir:

Hz. Meryem’in annesi Hanne; yaşlanıp çocuk doğurmaktan âciz bulunduğu ve bir ağacın gölgesinde oturduğu sırada, bir kuşun, yavrusunun ağzına yiyecek verdiğini görünce, kendisinde, bir oğlan çocuğu olması arzusu uyandı.

Bir oğlan çocuğu ihsan etmesi için Allâh'a yalvardı.:

“Ey Allâhım! Eğer, bana, bir erkek çocuğu ihsan edersen, onu, Beytülmakdis’e vakfetmek, adak ve şükrâne olarak onun hizmetinde bulundurmak, üzerime, borç olsun!” dedi.

Hanne’nin bu adağı, Kur’ân-ı Kerim'de şöyle açıklanır:

“Hani, (İmran’in) karısı: Rabb’im! Karnımdakini, âzâdlı bir kul olarak Sana adadım. Benden olan bu (adağı) kabul et! Şüphesiz, (niyazımı) hakkıyle işiten, (niyetimi) kemaliyle bilen Sensin Sen!” demişti.” (Âl-i İmran, 3/35)

Adanılan çocuk; Mescid’in hizmetlerini görür, erginlik çağına basıncaya kadar, hizmetten ayrılmazdı. Erginlik çağına girdikten sonra, orada kalmak veya ayrılıp gitmek hususunda serbest bırakılır, gitmek isterse, arkadaşlarından izin alırdı. Oradan çıkıp gitmesi, onların bilgisi dahilinde olurdu.

Mescid hizmetine, erkek çocuklardan başkası, adanmazdı. Kızlar, bununla mükellef tutulmazlar; Hayz görmeleri ve rahatsızlığa uğramaları sebebiyle, bu hizmete elverişli görülmezlerdi.

Hanne’nin bu adağı, onun erkek çocuk beklediğini göstermektedir, zira Yahudi Şeriatına göre mabede erkek çocuklar adanmaktadır. [bk. P. Johnstone, Maryam, EI² (Fr.), VI, 613-617]

Hanne; Hz. Meryem’e gebe olup, karnındakini, adayınca, kocası İmran “Vah yazık sana! Sen, bunu, ne diye yaptın?! Eğer, karnındaki, kız olursa, kız da bu hizmete elverişli bulunmadığına göre, şu yaptığın şeyi gördün mü?!” dedi. İkisi de üzüntüye düştüler.

Hanne’nin duası kabul edilir, fakat bir kız çocuğu dünyaya getirince şaşırır, ancak Allah Hanne’nin adağını da kabul eder. (Sa‘lebî, s. 284)

Kur’an’da İmrân’ın karısının doğacak çocuğunu rabbe adadığı, kız olunca ona Meryem adını verdiği, kovulmuş şeytana karşı onun ve soyunun korunmasını dilediği ve Allah’ın bu dileği kabul ettiği nakledilmektedir (Âl-i İmrân 3/35-37)

Hadiste de Meryem ve Îsâ’nın günahtan korunmuşluğuna işaret edilmektedir. Çocuğa annesinin isim vermesi ve babasından hiç söz edilmemesi, Meryem’in babasının daha o doğmadan önce vefat ettiği şeklinde yorumlanmaktadır. (Müsned, II, 233; Buhârî, Enbiyâ, 44; Tefsîr, 3/31; Taberî, Câmiu’l-beyân, III, 235; Fahreddin er-Râzî, VIII, 27)

Hanne, adağı gereği çocuğunu doğar doğmaz veya sütten kesildikten sonra Hârûn soyundan din adamlarının bulunduğu Beytülmakdis’e götürerek onlara teslim eder. Zekeriyyâ, Meryem’in teyzesinin kocası olduğu için onu himayesine almak isterse de Yahudi din adamları, Meryem’in babası İmrân’ın kendi dinî liderleri olması sebebiyle çocuğu kendileri almak istediklerinden bunu kabul etmezler.

Sonuçta Tevrat’ı yazdıkları kalemlerini suya atmak suretiyle kura çekerler. On dokuz veya yirmi dokuz kişi arasından sadece Zekeriyyâ’nın kalemi suyun üzerinde kalır; böylece Meryem’in himayesini o üstlenir. (Taberî, Câmiu’l-beyân, III, 241-244, 246)

Zekeriyyâ, Meryem’i himayesine alır ve evine götürüp teyzesine teslim eder, ayrıca ona bir sütanne tutar; Meryem ergenlik çağına gelince onu annesinin adağının gerçekleşmesi için mâbede götürür. Meryem orada bir odaya yerleşir.

Kur’an’da anlatıldığına göre Allah ona hüsnü kabul gösterir ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirir. Melekler ona,

“Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına üstün kıldı. Rabbine ibadet et, secdeye kapan, eğilenlerle beraber sen de eğil.”(Âl-i İmrân 3/37, 42-43)

diye tavsiyelerde bulunurlar

Ergenlik çağına gelen Meryem ya hiç âdet görmez veya âdetli günlerinde teyzesinin evine gider, âdeti bitince de geri dönerdi. Yaşı bir hayli ilerleyen Zekeriyyâ, artık Meryem’le ilgilenemeyecek hale gelince İsrâiloğulları’ndan Meryem’i himaye edecek birini bulmalarını ister. Çekilen kura sonucu Meryem amcasının oğlu Yûsuf’un himayesine verilir. (Sa‘lebî, s. 285)

Bazı kaynaklarda Yûsuf yerine Cüreyc ismi geçmektedir. (Taberî, Câmiu’l-beyân, III, 246)

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. Meryem'in annesi neden erkek çocuk istiyor kız istemiyor? 
Al-i İmran, 36. ayett neden "kız erkek gibi değildir" yerine "erkek kız gibi değildir" ifadesi yer almıştır?

42 Meryem 22-26, Matta incilinden mi kopyalanmış?

Cevap 1:

İlgili ayetlerin meali şöyledir:

“Sonra çocuğuna hamile kaldı ve bu haliyle uzakça bir yere çekildi. Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya/dayanmaya) mecbur etti. 'Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).' dedi. Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: ‘Sakın üzülme, Rabbin senin alt yanında bir su arkı meydana getirdi. (Bu ayeti “Rabbin senin içinde/rahminde bulunanı şerefli kılmıştır.” şeklinde anlayanlar da vardır: bk.Taberi, Razi, Kurtıbi, Meraği, ilgili yer) Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün. Artık ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer herhangi bir insana rastlarsan: ‘Ben Rahman'a oruç adamıştım, de, o sebeple bugün hiç kimseyle konuşmayacağım.’ ” (Meryem, 19/22-26)

- Bu ayetlerin “Matta İncilinden kopyalandığı” iddiası, çok çirkin ve gülünçtür.

a) Önce Matta’daki ifadelerle Kur’an’ın ifadeleri arasında büyük farklar vardır.

Bir iddiayı ortaya atan kişi, iddiasını ispat etmek zorundadır. Burada hiçbir ilmi kriter gösterilmediği gibi, hiçbir kaynak da verilmemiştir. Böyle bir şey zaten imkânsızıdır. İddiasını ispat etmeyen yalancı duruma düşmeye mahkumdur.

b) Bu gibi adamların ilimleri olmadığı gibi, akılları da yerinde değildir. Çünkü bu iddia “Kur’an’daki bazı ifadelerin Matta’da da olması” temeline dayanmaktadır. Bu mantık işleyişine göre, “herhangi iki eserde aynı olaya yer verilmişse, mutlaka sonraki eser önceki eserden kopyalanmıştır.” Bu anlayışa göre, İncil de Tevrat’tan kopyadır. Çükü bu iki kitapta da aynı konulara rastlamak mümkündür. Bu mantık zinciriyle Hz. Âdem’in sayfalarına kadar -semavi kitap ve suhufların özeti- bir kopyalar halkası olarak değerlendirilebilir. Bu husus yalnız semavi kitaplar için değil, diğer beşeri eserler için de geçerlidir. Bu ise, bir safsatadadır.

c) Halbuki, gerçek semavi kitaplar arasında görülen benzerlikler, bir kopyalamanın değil, onların hepsinin aynı kaynaktan geldiğinin göstergesidir.

Bir yazar farklı eserlerinde aynı konuyu işlediği gibi, Allah da hikmetinin ön gördüğü bazı konuları değişik vahiy kitaplarında gösterebilir ve göstermiştir. Buna kopya denmez.. Bilakis, aklı başında bir insan, bu benzerliğin söz konusu kitapların aynı müellifin kaleminden çıktığına delil olduğunu anlar.

d) Bir kitabın gerçekten Allah tarafından gönderilip gönderilmediği hususu, bir önceki kitaba benzeyip benzemediği ile ispatlanamaz. Bunun başka ispat yolları vardır.

Örneğin, bu kitap:

- Üslubu bakımından harika mıdır?
- Muhtevası bakımından insanüstü bilgilere sahip mi?
- Geçmiş ve gelecekten doğru olarak haber veren gaybi haberleri var mı?  
- İnsanlara “onun benzeri bir eseri ortaya koyamayacaklarına” dair bir meydan okuması var mı?
- Verdiği ontolojik, biyolojik, astronomik, anatomik bilgiler, son zamanlarda keşfedilen doğruluğu kesin olduğu ispat edilen bilimsel verilerle örtüşüyor mu?

Bu soruları daha da uzatmak mümkündür..

Kitab-ı mukaddesin aslı vahiy olduğuna iman ederiz. Ancak insanlar tarafından ekleme-çıkarma yapılarak tahrif edildikleri için oradaki bilgilerin çoğu doğru da olsa, bir kısmının yanlış olduğuna bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmıştır.

Onun için Tevrat ve İncil’i -mahiyetleri itibariyle- birer semavi kitap olduğunu biliyoruz. Bu bilgiyi de Kur'an’dan öğreniyoruz.

Bu iki semavi kitabın üslubu, ifade tarzı bir mucize değildir. Ve alimleri tarafından da böyle bir şey dava edilmemiştir. İnsan elinin karışıp karıştırmasıyla -bugün kesin olduğu bilinen- bilimsel keşiflerin ortaya koyduğu bazı verilerle çeliştiği bilinmektedir.

Bunun için “vahyin bazı kriterleri olarak” saydığımız kanıtları Tevrat ve İncil’e tatbik etmemiz imkânsızıdır.

Geriye kalan yalnız Kur’an-ı Hakim'dir. Kur’an’ın bir vasfı da “Müheymin”dir. Bunun anlamı: Önceki semavi kitaplardaki doğruları tasdik eden, -insanların sokuşturduğu- yanlışları da düzelten kitap demektir.

İşte bir semavi kitabın sahip olması gereken ve bazılarını saydığımız kriterleri yalnız Kur’an’da görüyor ve ispatına da hazır olduğumuzu belirtiyoruz.

Cevap 2:

Bu sorunun mahiyeti örümcek ağından daha kolay bozulabilen bir mahiyettedir. Çünkü, her şeyden önce hamile bir kadının değil, kuvvetli bir erkeğin bile bir hurma ağacının gövdesini silkelemekle hurmaların yere düşmesini sağlayamaz.

Demek olayın bu şekilde tahakkuk ettirilmesi ve takdim edilmesinde ilahi hikmetler vardır. Kur’an’ın semavi kimliğini de ortaya koyan bu ilahi hikmetlerin bir kısmını şöyle sırlayabiliriz:

a) Hz. Meryem’in hamile kalması bir mucize olduğu gibi, yavrusunu doğurmasının da harika olması bir bütünlük arzetmektedir. Evvel olan Allah her şeyin başında yegâne yaratıcı olduğu gibi, Ahir olan Allah her şeyin son aşamasında da yegâne yaratıcıdır.

Hz. Meryem’in hamilelik başlangıcı (bir erkekle temas etmediği için) harika olduğu gibi, bu hamileliğin son aşaması olan doğum yapma olayı da harika bir şekilde cereyan etmesi, işin başında da sonunda da Allah’ın sonsuz kudretinin olduğuna işarettir.

Bu harikalar Hz. İsa için “irhas” nevinden bir mucize olduğu gibi, Hz. Meryem için de bir keramettir.

b) Hz. Meryem hamile olduğu halde, üstelik doğum sancılarını çekerken bir hurma ağacının gövdesini silkelemesinin emredilmesi, Allah tarafından kendisine yapılan ihsanların devam ettiğini göstermeye yöneliktir.

Nitekim, daha önce mabette iken kendisine harika bir tarzda nimetler ikram edilmişti.

“Zekeriya ne zaman mihraba girecek olsa, onun yanında yiyecek bulurdu. 'Meryem, bunlar nereden geldi?' diye sorar, Meryem de 'Allah katından' diye cevap verirdi. Gerçekten de Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır.” (Al-i İmran, 3/37)

mealindeki ayette bu hakikate işaret edilmiştir.

Babasız bir çocuğa anne adayı olan Hz. Meryem’in bu harika olayda onun insani yönden gelen tedirginliğini ve endişelerini rahmetiyle  bertaraf etmek için Allah, küçüklüğünden beri ona değişik harikalar göstermiştir. Bu kadar sıkıntılar bir yana, şimdi doğuracağı bu çocuğun varlığını nasıl açıklayacağını düşünmesi bile büyük bir sıkıntı verir.

İşte bu harika hamileliğin başlangıcında olduğu gibi, son safhalarında da bu harikaların gösterilmesi, onun her zaman Allah’ın himayesinde olduğunu göstermek suretiyle tedirginliğini gidermeye yöneliktir.

c) Kur’an’da “fe ecâehâ el-mehâdu ilâ ciz’i’n-nahleti” (Doğum sancıları onu hürma ağacına sığınmaya/dayanmaya zorladı) ifadesinde yer alan “Ecâe” kelimesi “Câe”den ifal babıdır. Bunun yerine “fe etâ bihi’l-mahâdu” kullanılabilirdi. Ecâe’nin tercih edilmesi, onun zorluk anlamını da ihtiva etmesindendir. Bununla “sancıların onu bir ağaca sığınmaya zorladığı” ifade edilmiştir.

Bu cümlede “ilâ” edatının kullanılması, doğumların bir yere dayanarak gerçekleştirilmesinin önemine işarettir. Hiç doğum yapmamış bir kadın, ağacın kütüğüne dayanmanın iyi olduğunu nereden bilecek? Ve bulunduğu yerde o ağacın tesadüf eseri orada peyda olması mümkün mü?

d) Hz. Meryem hamilelik olayını daha önce öğrenmiş olmasına rağmen, tam doğum sancıları başladığında üzüntüsü ve tedirginliği bir kat daha arttı. Çünkü artık “babasız bir çocuğun annesi” olmak zorundaydı, bunu nasıl izah edecekti. “Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).” mealindeki ayette bu müthiş üzüntülü hali seslendirilmiştir.

İşte bu perişan halet-i ruhiyede iken Allah onun imdadına koştu.

e) Bu imdad, onun o anda muhtaç olduğu yiyecek ve içeceklerin kendisine verilmesi ve babasız çocuk hakkındaki tedirginliğini hafifleten bir taktiğin öğretilmesiyle tahakkuk etmiştir.

- Kur’an’ın ilgili ayetlerindeki tasvirler çok harika düşmüştür:

Önce, Hz. Meryem’in o tenha yerde tek başına olmadığını, Allah’ın her zaman ve her yerde onu himaye edeceğini gösteren bir çağrıya yer verilmiştir. Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi” mealindeki ifadeyle bu gerçeğe işaret edilmiştir.

Tefsir kaynaklarında yaygın olarak bu sesin Hz. Cebrail’e ait olduğu bildirilmekle beraber, bunun (o anda doğan) Hz. İsa’ya ait olduğunu söyleyenler de vardır. Hatta Taberi ve Razi gibi bazı büyük müfessirler, sesin Hz. İsa’ya ait olduğunu tercih etmişlerdir. (bk. Taberi, Razi, ilgili ayetin tefsiri)

Kime ait olursa olsun, dışa yansıması bir insan sesi olarak görüldüğü için Hz. Meryem’in yalnızlıktan duyduğu rahatsızlığını gidermiştir.

Sonra bu ses, (biraz önce de geçtiği gibi, bir yoruma göre) Allah’ın kendisine harika bir şekilde verdiği “babasız çocuğun” şerefli bir insan olduğunu söylüyordu. Bu gerçek “Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır” mealindeki ifadeyle seslendirilmiştir.

Burada “Rabbin içinde bulunanı (yani rahminde bulunan bebeği) şerefli kılmıştır.” ifadesiyle Hz. İsa’nın açıkça şerefli olduğu vurgulandığı gibi, onun bir taşıyıcısı olarak annesinin de şerefli olduğuna da işaret edilmiştir. Şerefli bir bebeği taşıyan bir annenin, çok şerefsiz bir iş olan gayr-ı meşru ilişkiye girmesinin mümkün olmadığı gibi, bu şerefli annenin ve şerefli çocuğun -hâşa- gayr-ı meşru ilişkilerle irtibatlandırılması ve insanlar tarafından hep öyle algılanmasına Allah’ın izin vermeyeceğine de işaret edilmiş ve Hz. Meryem’in kaygılarının hepsi veya önemli bir kısmı giderilmiştir.

Bu ses, Hz. Meryem’in manevi tarafını teşkil eden şerefinin korunacağına dair teselli verdikten sonra, onun o anda  çok muhtaç olduğu maddi ihtiyaçlarını gidermeye çalışmış ve onu yönlendirmiştir: “Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün. Artık ye, iç, gözün aydın olsun” mealindeki ifadeyle bu gerçeğe işaret edilmiştir.

İlginçtir, doğum yapan kadınlar kan kaybediyor ve bu sebeple o anda en muhtaç oldukları şey tatlı yiyeceklerdir. Orada hurmanın ikram edilmesi, hem gıda hem de tatlı ihtiyacını karşılamıştır.

Önce “ye!” sonra “iç!” denilmesi, o durumda bir kadının önce su içmesinin isabetli olmayacağına da bir işarettir.

Ayrıca, hurmaları silkele ki “üstüne taze hurma dökülsün” mealindeki ifadesi, o mevsim hurmaların olduğu bir mevsim olmadığına, ağacın da kuru bir hurma ağacının kütüğü olduğuna, böyle olduğu halde ondan taze hurmanın ikram edilmesi harika bir olay olduğuna bir işaret sayılmalıdır.

Bu ağacın kuru olduğuna, mevsim ise kış olduğuna dair rivayetler de vardır. (bk.Taberi, Razi, Beydavi, İbn Kesir, Kurtubi, İbn Aşur, Meraği, ilgili yer)

-Ayette hurmanın düşeceğini bildiren “teskutu” fiili değil de “tusakıt” fiilinin kullanılması, hurmaların bir defaya mahsus olarak/bir tane değil, peş peşe döküldüklerine işarettir. “Tusakıt” fiilinin kullanılması bu ince nükteye işarettir.

Daha sonra  bu ses, Hz. Meryem’in mutlaka karşılaşacağı bir manzara olan “babasız çocuk” hakkındaki savunma taktiği öğretmiştir:

Eğer herhangi bir insana rastlarsan: ‘Ben Rahman'a oruç adamıştım, de, o sebeple bugün hiç kimseyle konuşmayacağım’.” mealindeki ifadede bu taktiği görüyoruz.