Şafi mezhebine göre oruç ile ilgili hükümler nelerdir?

İçindekiler

A) Tanımı

Oruç kelimesinin Arapça'daki karşılığı savm ve sıyâmdır Savm sözlükte "bir şeyi yapmamak, o şeyden geri durmak" gibi anlamlara gelir. Dinî birer te­rim olarak bu kelimeler, "mükellefin niyetli olarak tan yerinin ağarmasından iti­baren güneşin batışına kadar geçen süre zarfında oruç bozucu şeylerden ge­ri durması, oruç bozucu şeyleri yapmaması" demektir.Orucun maddî manevî birçok faydası vardır. Her şeyden önce oruç, yü­ce Allah'a karşı yapılan bir itaat ve kulluk görevidir. Bu görevi yerine getiren mümin kişi, önü açık, sınırsız bir sevap ve mükâfata nail olur. Çünkü bu, nok­sanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'ın emrini yerine getirmek için yapılan bir ibadettir. Allah'ın lütuf ve keremi ise boldur.

Oruç tutan kişi, ilâhî hoşnutluğa erer. Zira oruç tutan insanda, ilâhî emir­lere uyma ve yasaklardan sakınma konusunda titizlik ve duyarlılık diye tanım­layabileceğimiz takva duygusu gelişip güçlenir. Yüce Allah orucun hedefini şöyle belirtmiştir:

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.'’ (Bakara 2/183)

Oruç, insanın iradesini terbiye etmesine, heveslerine karşı koymasına, şeytanın baskılarına karşı koymasına, sabrı öğrenmesine, zorluklara diren­mede idmanlı olmasına yardımcı olur.

Oruçlu kişi her zaman ve her yerde Allah'ın gözetim ve kontrolü altında bulunduğunun bilincine varır, zihni berraklaşır, düşünce ufku açılır. LokmanHekim, oğluna verdiği öğütlerden birinde şöyle demiştir:

"Ey oğul! Mide dolduğunda fikir uyur, hikmetin dili tutulur; beden, ibadet edemez hale gelir." (Zühaylî, el-Fıkhû'l-İslâmî, 3/1618.)

Oruçlu insan belli zamanlarda yeme ve içmeye mecbur kaldığı için, düzenli ve disiplinli olmayı öğrenir. Kendisinde yoksullara karşı şefkat ve merhamet duygusu gelişir. Midesi ve sindirim sistemi dinlenip rahatlar. Eskiyen hüc releri atılıp vücudu yeni hücreler kazanır, hayatı âdeta yenilenir.

B) Ramazan Ayının Fazileti

On bir ayın sultanı olan Ramazan ayı taat, ibadet, iyilik ve ihsan ayıdır Ramazan ayının fazileti hakkında sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyur­muştur:

"Ramazan ayı girdiğinde göğün kapılan açılır, cehennemin kapıları kilit lenir ve şeytanlar zincire vurulur." (Buhârî, Savm, 5; Müslim, Sıyâm, 1, 2, 4.)

Orucun faziletiyle ilgili bir hadiste de şöyle buyrulmuştur:

"Âdemoğlunun bütün amellerine kat kat sevap verilir: İyilikler, on katından yedi yüz katına kadar mükâfatlandırılır. Yüce Allah buyuruyor ki: Ancak oruç bundan müstesnadır. Doğrusu o benim için tutulmuştur. Onun karşılığını da ancak ben veririm. Oruçlu kişi, şehvetini tatmin etmeyi ve yemek yemeyi be­nim için bırakıyor. Oruçlunun, biri iftar vaktinde, diğeri de Rabbinin huzuruna vardığında olmak üzere iki sevinci olacaktır. Oruçlunun ağız kokusu, Allah ka­tında misk kokusundan daha iyi ve hoştur." (Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 164.)

Oruç ayı olan Ramazanın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehen­nem ateşinden kurtuluştur. Ramazan sabır ayıdır. Sabrın mükâfatı ise cen­nettir.

C) Ramazan Orucunun Farz Kılınışı

Ramazan orucu İslâm'ın rükünlerinden biri olup farziyeti Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabittir. Orucun farziyetine dair kitaptaki delil, şu âyet-i kerîmelerdir:

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Oruç sayılı günlerdedir. Siz­den kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka gün/erde tutar. Oruca gücü yetmeyen/er ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bu­nunla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (meselâ fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayır­lıdır. (O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur'an'in kendisinde indiril­diği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçir­sin." (Bakara 2/183-185.)

 Sünnetteki delil ise şu hadis-i şeriflerdir:

"İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Bunlar Allah'tan başka ilâh olmadı­ğına ve Muhammed'in (s.a.v) Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve yoluna gücü yetenlerin haccetmesidir." (Buhârî, İmân, 2; Müslim, İmân, 5.)

Talha b. Ubeydullah'tan (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Saçı başı dağınık bir adam Resûlullah'a (s.a.v) gelerek, 'Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın oruçtan ba­na neyi farz kıldığını bildirir misin?' diye sordu, Allah Resulü (s.a.v),'Ramazan ayı orucunu' diye cevap verdi. Adam,'Tutmam gereken başka (oruç) var mı?' diye sordu, Allah Resulü (s.a.v), 'Hayır, ancak tatavvu (gönüllü) olarak tutacağın oruçlar vardır.' buyurdu. Adam,'Allah'ın bana zekâttan ne kadar farz kıldığını bildirir misin?' diye sordu, Allah Resulü (s.a.v), onun cevabını verdi. Sonra o adam şöyle dedi:'Seni şerefli kılan Allah'a andolsun ki gönüllü olarak fazladan nafile bir ibadet yapmayacağım gibi Allah'ın üzerime farz kıldığı şeylerden hiçbirini de eksik bırakmayacağım!' Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v),"Eğer doğru söylüyorsa kurtuluşa erdi (veya doğru söylüyorsa cennete girdi)"buyurdu. (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 1/54)

Bütün müslümanlar Ramazan orucunun farz oluşu hususunda icmâ et­mişlerdir.Ramazan orucu hicretin ikinci senesinde, kıblenin Mescid-i Aksâ'dan Ka­be'ye çevrilmesi hadisesinden sonra şaban ayında farz kılınmıştır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) dokuz yıl Ramazan orucu tutmuş ve hicretin 11. yılının Rebîülevvel ayında âhirete irtihal etmişlerdir. (Nevevî, el-Mecmû', 6/251.)

D) Orucun Çeşitleri

Farz oruç, nafile oruç, haram oruç ve mekruh oruç olmak üzere dört çe­şit oruç vardır.

1Farz Oruç

Bu da kendi içinde üç kısma ayrılır:

a)  Zamanın kendisi sebebiyle farz olan oruç. Ramazan ayında tutulan oruç gibi.

b)  Bir sebepten ötürü farz olan oruç. Kefaret için tutulan oruç gibi.

c)  Kişinin, tutmak için kendini yükümlü kıldığı oruç. Adak orucu gibi.

2.  Nafile Oruç

Farzlardan ayrı olarak kişinin kendi arzu ve isteğiyle tuttuğu ve tutmakla da Allah'ın rızâsına ermeyi amaçladığı oruçlara nafile oruç denir. Bununla il­gili olarak bir hadis-i şeriflerinde sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Allah yolunda bir gün oruç tutan kişi ile cehennem arasına Allah, yer­le gök arası mesafesi kadar geniş bir hendek koyar." (Tirmizî, Cihâd, 3.)

Nafile oruçlara örnek olarak şunlar gösterilebilir:

a)  Gün aşırı tutulan oruç. Bir gün oruç tutmak, bir gün tutmamak ve bu­nu yıl boyu sürdürmek. Hz. Davud (a.s) bunu hep yaparmış. Bunun en fazi­letli oruç şekli olduğunu bildiren sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyur­muştur:

"Orucun en faziletlisi Davud'un (a.s) tuttuğu oruçtur. O bir gün tutar, bir gün tutmazdı. Bundan daha faziletli bir oruç yoktur." (Buhârî, Savm, 55.)

b)  Her ayda tutulan üç gün oruç. Bunun en faziletli şekli, eyyâm-ı bîdde yani her kamerî ayın 13,14 ve 15. günlerinde tutulmasıdır. Bununla ilgili ola­rak nakledilen bir rivayette anlatıldığına göre sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Ebû Zer-i Gıfârî hazretlerine şöyle bir tavsiyede bulunmuştur:

"(Her) aydan üç gün oruç tuttuğunda 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tut." (Tirmizî, Savm, nr. 755.)

c) Her haftanın pazartesi ve perşembe günlerinde tutulan oruç. Üsâme b. Zeyd'den (r.a) gelen bir rivayette, Hz. Peygamber (s.a.v) pazartesi ve per­şembe günlerinde oruç tutardı. Kendisine bunun fazileti sorulduğunda şöyle buyurmuştur:

"İnsanların amelleri pazartesi ve perşembe günlerinde (Allah'a) arzedilir. Ben de oruçlu iken amelimin (Allah'a) arzedilmesini isterim." (Tirmizî, Savm, 44.)

d) Şevval ayında tutulan altı günlük oruç: Bu altı günlük oruç peş peşe tu­tulabileceği gibi fasılalı olarak da tutulabilir. (Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2/184.)

Ama Ramazan bayramının ilk gününden sonra peş peşe tutulması müstehaptır. Ashâb-ı kiramdan Ebû Ey-yûb-i Ensârî'den gelen bir rivayette bu orucun fazileti hakkında sevgili Pey­gamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Ramazan orucunu tutup ardından altı gün şevval orucunu tutan kişi, senenin tamamında oruç tutmuş gibi olur." (Müslim, Sıyâm, 204.)

e)  Arefe günü tutulan oruç. Hac ibadetini eda etmekle meşgul olmayan­ların zilhicce ayının dokuzuncu günü olan arefe gününde oruç tutmaları sün­nettir. Bu günde oruç tutmanın faziletini bildiren bir hadis-i şeriflerinde sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Arefe günü tutulan orucun, geçen yılın ve gelecek yılın günahlarına ke­faret olacağını Allah'ın rahmetinden umuyorum." (Müslim, Sıyâm, 196; Tirmizî, Savm, 46; İbn Mâce, Sıyâm, 40.)

f)  Zilhicce ayının başından kurban bayramına kadar geçen dokuz günün oruçlu geçirilmesi. Hac ibadetini eda etmekle meşgul olanların arefe günü oruç tutmaları sünnete uygun değildir. Hz. Hafsa bu orucun fazileti hakkında şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v) dört şeyi asla ihmal etmezdi: Aşure günü orucu, zilhiccenin başından kurban bayramına kadar geçen dokuz günün oru­cu, her aydan üç günlük orucu ve sabah namazının farzından önce kılınan iki rek'atlık sünnet namazını." (Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/238.)

g)  Muharrem ayının 9, 10 ve 11. günlerinde oruç tutulması. 9 ve 10. gün­lerde oruç tutup 11. günde tutmak istemeyen de bu sünneti yerine getirmiş sa­yılır. Sevgili Peygamberimiz Medine'ye hicret ettiklerinde yahudilerin muhar­rem ayının onuncu günü (aşure günü) oruç tuttuklarını görünce, "Bu oruç ne­yin nesi?" diye sordu. Kendisine, "Cenâb-ı Allah muharrem ayının onuncu gü­nünde Hz. Musa ile İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardığı için Hz. Musa o gün oruç tutmuştur" demeleri üzerine, "Ben Musa'ya uymakta sizden daha fazla hak sahibiyim." buyurdu ve muharremin onunda oruç tuttu, bu orucu müslümanlara da tavsiye etti. (Buhârî, Savm, 69; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/241.)

h) Haram aylarda oruç tutulması: Bilindiği gibi haram aylar zilkade, zilhic­ce, muharrem ve receb aylarıdır. Bunların ilk üçü peş peşedir. Receb ayı ise, cemaziyelâhir ayı ile şaban ayları arasındadır.

Hanefî mezhebine göre bu aylardan her birinde perşembe, cuma ve cu­martesi günlerine denk getirerek üçer gün oruç tutmak menduptur. (Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî, 3/1643.)

ı) Şaban ayında oruç tutulması. Sevgili Peygamberimizin şaban ayında oruç tutmaya özen gösterdiği eşleri tarafından bildirilmiştir. Abdullah b. Ebû Kubeys, bu hususta Hz. Âişe'den şunları duyduğunu ifade etmiştir: "Resûlul-lah'ın (s.a.v) en fazla oruç tutmaktan hoşlandığı ay, şaban ayı idi. Onu Rama­zana bitiştirirdi." (Ebû Davud, Savm, 57.)

Ancak şaban ayının ilk yarısında oruç tutmamış bir kişinin, ikinci yarısın­da tutması sahih olmaz. Bununla ilgili bir hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Şaban ayının ortasına gelindiğinde artık oruç tutma­yın." (Ebû Davud, Savm,12; Tirmizî, Savm, 38; Heysemî, Mevâridüz-Zam'ân, s.221.)

Nafile Orucun Bozulması

Nafile hac ve umre dışındaki nafile bir ibadete başlayan, meselâ nafile bir oruca, namaza, tavafa veya itikâfa başlayan bir kişinin, başlamış olduğu bu ibadeti tamamlaması müstehaptır. Hiçbir mazeret yokken bozup yarıda bırak­ması mekruhtur. Ama bir mazeret halinde tamamlaması zorunlu olmadığı gi­bi kesip yarıda bırakması da mümkündür. Daha sonra bunu kaza etmesine de gerek yoktur.

Örneğin nafile oruç tutmakta olan bir kişinin, misafirleriyle birlikte yemek yememesi durumunda misafirleri bundan rahatsız olacaklarsa veya kendisini yemeğe davet eden bir kişinin bu davetine icabet etmemesi halinde davet sa­hibi bunu hoş karşılamayacaksa; her iki durumda da orucunu bozup yemek yemesi mekruh değil, aksine müstehap olur.Ziyaretçilerin ve misafirlerin, ziyaret ettikleri kişi üzerinde hakları vardır. Bu hususta sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden kişi, misafirine ikramda bulunsun." (Buhârî, Edeb, 85, 31; Ebû Davud, Et'ime, 5.)

Ayrıca insanın, kendisine yapılan davete icabet etmesi de sünnettir. Mi­safir, nafile oruç tutmak istediğinde, mihmandarından izin almalıdır. Mihman­dar, onun nafile oruç tutmasına razı değilse tutmamalıdır. Bununla ilgili bir ha-dis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v) şu tavsiyede bulunmuştur:

"Bir topluluğa konuk olan kişi, onlardan izin almadan nafile oruç tutmasın." (Tirmizî, Savm, 70.)

Kaldı ki, nafile oruca başlamış bir kişinin bu orucu tamamlayıp tamamla­mama hususunda yetkinin kendisine ait olduğu bir hadis-i şerifte şöyle bildiril­miştir:

"Nafile oruç tutan kişi, kendi şahsının yetkilisidir; dilerse orucunu ta­mamlar, dilerse bozar." (Münâvî, Feyzül-Kadîr, 2/422.)

Hac ve umre dışındaki diğer nafile ibadetler de bu hükümde nafile oruca kıyaslanmalardır. Nafile ibadetin edası vacip olmadığına göre, kazası da va­cip değil, ancak müstehaptır.Hac ve umreye nafile olarak başlayan bir kişinin bu ibadetlerini tamamla­ması; bir engel sebebiyle tamamlayamaması halinde ise kaza etmesi gerekir. Ancak hac ve umreyi nafile olarak eda etmekte olan kişinin ihsâr sebebiyle ta­mamlayamaması durumunda daha sonra bu ibadeti kaza etmesi gerekmez.

3. Haram Oruç

Tutulması haram olan oruçlar şöyle sıralanabilir:

a)  Kadının Kocasından İzinsiz Nafile Oruç Tutması

Kocasının izin vermemesi halinde kadının nafile oruç tutması caiz olmaz. Bununla ilgili bir hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur:

"Kocası yanında iken kadın, bir günlüğüne de olsa kocasından izin alma­dan (nafile) oruç tutmasın!" (Tirmizî, Savm, 172.)

Ama kocası başka bir yerdeyse kadın, onun iznini almadan da nafile oruç tutabilir. (Nevevî. el-Mecmû', 6/445.)

Kocasına rağmen nafile oruca başlayan bir kadının kocası, ona bu orucunu bozdurma hakkına sahiptir.

Hanefî mezhebine göre ise kadının, kocasından izin almadan nafile oruç tutması tenzîhen mekruhtur.

b)  Şek Günü Orucu

Havanın açık olması, geceleyin Ramazan hilâlinin görüldüğünü halkın söylemesi, ama kimin gördüğünün bilinmemesi, görüldüğüne tanıklık edecek birinin bulunamaması yahut görüldüğüne kadınların, iki çocuğun veya fâsık kimselerin tanıklık etmeleri ya da âdil bir kişinin tanıklık etmesi, ancak tanıklı-ğıyla yetinilmemesi durumunda şaban ayının otuzuncu gününe "şek günü" denir. Havanın açık olup da hilâlin görüldüğü haberinin ortalarda dolaşmama­sı veya bulutla kapalı olması durumunda o gün, şek günü olmayıp şaban ayı­nın otuzuncu günü olarak kabul edilir. Bununla ilgili bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

"Hava bulutla kapalı olduğunda Şaban ayını otuza tamamla­yın." (Buhârî, Savm, 11; Müslim, Sıyâm, 6, 9, 17.)

Şek gününde nafile oruç tutmak haramdır. O günde tutulan oruç sahih de değildir. O günde oruç tutmanın haram kılınışının hikmeti; kişinin bedeninde Ramazan orucu için güç biriktirmesi, insanların aynı günde oruca başlamaları­nın sağlanması ve oruç süresine ekleme yapılmamasıdır.Ramazan ayından bir veya iki gün önce oruç tutmak da haramdır. Bir ki­şi şek gününde oruçsuz olarak sabahlar da sonra bugünün Ramazan ayına dahil olduğu anlaşılırsa, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranmalı; yemekten, içmekten ve benzeri şeylerden uzak durmalıdır. Ramazandan son­ra da acele olarak o günün orucunu kaza etmelidir.Bir kişi şek gününde Ramazan orucu niyetiyle oruca başlar da sonra o gü­nün şaban ayına dahil olduğu anlaşılırsa, niyeti olmadığından dolayı bu oru­cu asla sahih olmaz.Bir kişi şek gününde, "Bugün eğer şaban ayından ise nafile oruç tutma­ya, yok eğer Ramazan ayından ise Ramazan orucu olarak tutmaya niyet ettim" diyerek oruç tutar da sonra bugünün şaban ayına dahil olduğu ortaya çıkar­sa, tuttuğu bu oruç nafile yerine geçer. Bugünün Ramazan ayına dahil olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç ne nafile ne de Ramazan orucu yerine geçer.Şek gününde oruç tutmanın haram olmadığı bazı istisnaî durumlar var­dır. Adak veya kaza ya da âdet haline getirmiş olmak gibi oruç tutmayı gerek­li kılan bir sebepten ötürü bugünde oruç tutmak haram olmaz. Âdet haline ge­tirmiş olmak şöyle olur:Meselâ bir kişi her pazartesi ve perşembe günü oruç tutmayı âdet haline getirmiş ve şek günü de bu iki günden birine denk gelmiş ise, böyle bir kişinin şek gününde oruç tutması haram olmaz. Aksine bu orucu nâfileyse bu günde tutulması mendup, adak ise bugünde tutulması vacip olur. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Ramazan­dan bir veya iki gün önce oruç tutmayın. Ancak bir adamın daha önceden tutageldiği bir orucu varsa, o zaman bugünlerde oruç tutabilir." (Buhârî, Savm 14.)

c) Bayramlarda oruç tutulması

Ramazan bayramının birinci, kurban bayramının ise dört gününde farz veya nafile oruç tutmak haramdır. Bugünlerde oruca niyet eden kişi günahkâr olur. Tuttuğu oruç da geçerli olmaz.

Hanefî mezhebine göre her ne türden olursa olsun, bugünlerde oruç tut­mak tahrîmen mekruhtur. 

d)  Özel Hallerinde Kadınların Oruç Tutmaları

Özel halleri devam ettiği sürece kadınların oruç tutmaları haramdır. Tut­salar bile oruçları geçerli olmaz. Bugünlerde tutmaları gerekip de bu sebeple tutamadıkları oruçları temizlik dönemine girdikten sonra gününe gün kaza ederler. Ama bugünlerde kılamadıkları namazları daha sonra kaza etmeleri gerekmez.

e)  Şaban Ayının İkinci Yarısında Oruç Tutmak

Ancak daha önceden devam edegelen periyodik bir oruç tutma âdeti olan, yahut devam edegelen bir kaza veya kefaret orucu tutması gereken bir kişinin, şaban ayının ikinci yarısında oruç tutması caiz olur.

f)  Orucun Bedene Zarar Verme İhtimali

Oruç tuttuğu takdirde canına zarar gelmesinden korkan kişinin de oruç tutması haramdır. Çünkü sağlık her şeyden önemlidir. Sağlığı yerinde olma­yan kimse ibadet edemez.

4. Mekruh Oruç

Mekruh oruca maddeler halinde aşağıdaki şu örnekleri verebiliriz:

a) Bazı günlerde oruç tutmak mekruhtur. Meselâ bir gün öncesi veya sonrasıyla birleştirilmeksizin sadece cuma, sadece cumartesi veya yalnız pa­zar gününde oruç tutmak mekruhtur.

b) Ramazan bayramının birinci, kurban bayramının dört günü dışında se­nenin tamamını oruçlu geçiren kişinin, bedenine zarar gelmesinden, vacip ve­ya müstehap bir hakkın heder olmasından korkması durumunda bu şekilde oruç tutması mekruh olur. Sevgili Peygamberimiz, bedenin de insan üzerinde hakkı bulunduğunu şöyle bildirmektedir:

"Doğrusu Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin senin üzerinde hakkı vardır." (Buhârî, Ferâiz, 18.)

Ama bedenine bir zarar gelmesinden veya bir hakkın heder olmasından korkmayan kişinin bu şekilde oruç tutması müstehaptır. Nitekim bununla ilgili bir hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Senenin tamamını oruçlu geçiren kişiye cehennem şöyle daralır (Resûlullah böyle buyurur­ken elini yumruk yapıp yumdu)." (İbn Hibbân, Sahih, nr. 3583; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/255.)

c)  Zorlanıp sıkıntıya düşmekten korkmaları halinde hasta, yolcu, hamile, emzikli kadınlar ve yaşlı kişilerin oruç tutmaları mekruhtur. Eksik beslendikle­ri için ölmekten veya bir organlarının telef olmasından korkmaları halinde bun­ların oruç tutmaları haram olur.

d)  Nevruz ve Mihrican günlerinde oruç tutmak mekruh değildir.

E) Oruç Tutmayı Vacip Hale Getiren Sebepler

Şu üç sebepten birinin mevcut olması durumunda oruç tutmak vacip olur:

1.  Adakta bulunmak. Allah'ın rızâsını kazanmak amacıyla belli bir süre oruç tutmayı adama durumunda oruç tutmak, adakta bulunmak sebebiyle va­cip olur.

2.  Kefaret orucu. Yemini bozma, yanlışlıkla adam öldürme, zıharda bu­lunma gibi sebeplerle belli süreler boyunca kefaret orucu tutmak gerekir.

3.  Ramazan ayına girilmesi. Ramazan ayına girildiğinde oruçla mükellef olan her müslümanın oruç tutması gerekir. Bununla ilgili bir âyet-i kerîmede yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İçinizden kim Ramazan ayına ulaşırsa onu oruçlu geçirsin." (Bakara 2/185.)

Ramazan ayına girmek, ya havanın açık olması halinde hilâli görmekle olur ya da havanın kapalı olması halinde şaban ayını otuz güne tamamlamak­la olur. Konuyla ilgili bir hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur:

"Hilâli görünce oruca başlayın, hilâli görünce de orucu açın. Hava bulutlu olursa Şaban ayını otuza tamamlayın." (Buhârî, Savm, 5; Nesâî, Sıyâm, 13.)

Yukarıdaki hadiste kastedilen mâna şöyledir: Hava açık olursa oruç tutup tutmamak, hilâlin görülüp görülmemesine bağlıdır. Bu takdirde hilâl görülme­dikçe oruç tutmak caiz olmaz. Hava bulutlu olursa şaban ayı otuz güne ta­mamlanır.Ramazan ayı, durumu iyi bilinmeyen bir kimse de olsa âdil bir kişinin hi­lâli görmesi ile sabit olur. Hava bulutsuz da olsa, görüşü zorlaştıracak şekilde tozlu veya bulutlu da olsa bir kişinin hilâli görmüş olması, Ramazan ayının sü-butu için yeterli olur.

Hanefî mezhebine göre havanın açık olması durumunda Ramazan ayının sübutu için, haber vermeleriyle ilmin vuku bulacağı çok sayıdaki cemaatin hi­lâli görmüş olmaları zorunludur.

Havada görüşü engelleyen bir sebebin bulunması durumundaysa gör­mek çok zor olduğu için hilâli cemaatin görmesi şart değildir. Bu durumda bir kişinin görmesi de yeterli olur. Gören bu şahsın kadın veya erkek, köle veya hür olması farketmez.Ramazan hilâlini gördüğünü söyleyen kişinin müslüman, akıllı, ergen, hür, erkek ve zahiren de olsa âdil biri olması şarttır. Bu kişi, hilâli gördüğünü gidip yetkili mercie bildirmeli; yetkili merci Ramazan ayının sübutunu resmen bildirmedikçe halkın tümünün oruç tutması vacip olmaz. Ama hilâli gören kişi, gördüğünü yetkili mercie bildirmezse veya bildirir de beyanı kabul edilmese bile kendisinin oruç tutması vacip olur.Kâfir, fâsık, kadın veya çocuk da olsa hilâli gören kimseden, gördüğüne dair haberi alan bir kişinin, bu haberin doğruluğuna itimat etmesi durumunda oruç tutması vacip olur.Şevval hilâlinin de sabit olması için âdil bir kişinin, hilâli gördüğüne ilişkin tanıklıkta bulunması gerekir. Kuvvetli görüşe göre sübut açısından şevval hi­lâli de Ramazan hilâli gibidir.

Bir ülkede Ramazan hilâli görülürse  diğer ülkelerde de oruç tutmak gerekir mi?

Bir mıntıkada Ramazan hilâli görüldüğünde oraya yakın mıntıkalarda da görülmüş sayılır ve oralardaki mükelleflerin de oruç tutmaları gerekir. Oraya uzak olan mıntıkalarda ise hilâl görülmüş sayılmaz ve uzak mıntıkalardaki in­sanların, hilâlin görüldüğü mıntıkayla aynı anda oruca başlamaları gerekmez.

Hilâlin görüldüğü mıntıkaya uzaklık ve yakınlık, ihtilâf-ı metâlie (Metali', matla' kelimesinin çoğulu olup ayın doğuş yerleri anlamına gelir, ihtilâf-ı metali' ise, ayın bölgelere göre farklı doğuş yerleri demektir.) göre takdir olunur. Aralarında yaklaşık 133 kilometrelik bir mesafe bulunan iki mın­tıkanın matla'ları farklı olduğu için, bu mıntıkalardan birinde hilâl görülürse, di­ğerinde de görülmüş sayılmaz. Ama birbirlerine bu mesafeden daha yakın olan mıntıkaların matla'İan aynı olduğu için, birinde hilâl görülürse diğerinde de görülmüş sayılır.Şunu da belirtelim ki, bu mesafe aynı meridyen üzerinde bulunan ülkeler arasında değil, ayrı meridyenler üzerinde bulunan ülkeler arasında olduğun­da bir hüküm ifade eder. Çünkü aynı meridyen üzerinde bulunan ülkelerde ayın doğuşu aynı vakitte olur.

F) ORUCUN ŞARTLARI

Orucun şartları, vücûbunun şartları ve sıhhatinin (geçerli olmasının) şart­ları olmak üzere iki kısma ayrılır:

I. Vücûbunun Şartları

1.  Müslüman olmak. Müslüman olmayanın oruç tutması vacip değildir. Her ne kadar tutmadığından ötürü âhirette azap görecek olsa da oruç tutma­sı istenmez. Mürted kişinin tutması ise vacip olarak istenir. Onun İslâm'a dön­dükten sonra tutması gerekir.

2. Akıllı olmak. Aklı ermeyen çocuğun, delinin, baygın kişinin, sarhoş va-ziyyetteki birinin oruç tutması vacip değildir.

3.  Ergen olmak. Çocuğun oruç tutması vacip değildir. Eğer tutabilecek güçte ise velisinin, oruç tutmayı ona tavsiye etmesi uygun olur.

4.  Oruç tutmaya muktedir olmak. Yaşlı olan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalığa yakalanan kimse, fizikî açıdan âciz olduğu için oruç tutmakla yü­kümlü olmaz. Hayız veya nifas halindeki kadınlar da dinen oruç tutmaktan âciz sayıldıkları için, oruç tutmakla yükümlü değildirler.

II. Sıhhatinin (Geçerli Olmasının) Şartları

1. Oruçluyken Müslüman olmakta devam etmek. Aslen gayri müslim olan veya müslümanken Müslümanlıktan çıkan kişi oruç tutsa da orucu sahih (ge­çerli) olmaz.

2.  Mümeyyiz olmak. Mümeyyiz olmayan kişinin tuttuğu oruç sahih olma­dığı gibi, günün bir anında olsa bile deliren kişinin tuttuğu oruç da sahih ol­maz.Sarhoş olan veya bayılan kimseler, temyiz güçlerini gün boyu yitirecek olurlarsa, tuttukları oruç sahih olmaz. Ama temyiz güçlerini günün bir kısmın­da yitirecek olurlarsa, tuttukları oruç sahih olur. Hükmen de olsa temyiz gücü­nün bulunması yeterlidir.Meselâ bir kişi fecrin doğuşundan önce oruca niyet eder ve sonra da gü­neşin batışına kadar uyursa orucu sahih olur. Çünkü uyku halinde de olsa bu kişi hükmen mümeyyizdir.

3.  Hayız, nifas ve doğum halinde bulunmamak. Oruçlu kimse, oruç müd­deti içinde hayızdan, nifastan ve kanama görmese bile doğum halinden uzak­ta bulunmalıdır.

4. Oruç tutulan vaktin, oruca elverişli olması. Orucun sahih olabilmesi için oruç tutulan vaktin oruca elverişli bir vakit olması şarttır. Şu halde Ramazan bayramının birinci gününde ve kurban bayramının dört gününde tutulan oruç sahih olmaz. Şek gününde tutulan oruç da böyledir. Ancak bir sebepten ötü­rü tutulursa; meselâ bir kişi zimmetinde bulunan bir orucu o günde kaza eder­se veya, "Gelecek perşembe günü oruç tutmayı nezrettim" diyen bir kişinin, sözünü ettiği perşembe günü şek günü olursa veya her pazartesi günü oruç tutmayı âdet haline getiren kişinin, şek gününe rastlasa bile pazartesi günü oruç tutması sahih olur. Fakat özellikle şek gününde oruç tutmaya niyetlenen kişinin o günde oruç tutması caiz olmadığı gibi sahih de olmaz.Yine aynı şekilde şaban ayının ikinci yarısının tamamında veya bir kıs­mında oruç tutmak sahih olmadığı gibi haramdır. Ama o günlerde bir sebebe dayanarak oruç tutmak caiz olduğu gibi tutulan oruç sahih de olur.

G) Orucun Rükünleri

Orucun rükünleri üç tane olup sırasıyla şunlardır:

1.  Oruç tutan kişi. Oruç tutacak kişi olmadan orucun tutulması tahakkuk etmeyeceğine göre tutacak kişinin kendisi orucun bir rüknüdür.

2. Niyet. Yapılan bir ibadetin geçerli olması için niyet ile yapılması zorun­ludur. Niyetsiz yapılan bir ibadet geçerli olmayacağı gibi, bir anlam da ifade etmez. Bu konuda yüce Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:"Ameller ancak niyetlere göre değer kazanır. Herkesin niyet ettiği ne ise eline geçecek olan ancak odur." (Tecrid-i Sarîh Tercemesi, 1/1.)

Niyet orucun rüknü olduğu için, orucun şartları arasında yer almamıştır.Niyetin, tutulan her günün orucu için yenilenmesi vaciptir. Ayrıca niyetin, akşamleyin de olsa gece içinde ama fecirden önce yapılması gerekir. Gece­leyin fecrin doğmasından çok önce yapılır da sonra oruca aykırı düşen bir davranışta bulunulursa, niyet yine de geçerliliğini korur. Çünkü oruç gece de­ğil gündüz vuku bulmaktadır.Tutulacak olan oruç, Ramazan orucu, kefaret veya adak orucu gibi farz oruçlardan biri ise, niyetin geceleyin şu şekilde yapılması gerekir: "Yarınki ra­mazan orucuna..." veya "Nezretmiş olduğum oruca niyet ettim."Niyet ederken dille söylemek sünnettir. Çünkü dil, kalbin yardımcısıdır. Meselâ niyet ederken şöyle demek sünnettir: "İçinde bulunduğumuz rama-zan-ı şerifin yarınki farz orucunu yüce Allah için tutmaya niyet ettim."Tutulacak olan oruç nafile bir oruç ise, niyetin gündüzleyin de yapılması yeterli olur. Tabii bu niyet en geç zeval vaktine kadar yapılmış olmalı ve niyet­ten önce de oruca aykırı bir davranışta bulunulmuş olmamalıdır. Zahir olan görüş böyledir. Bu görüşü teyit eden bir rivayet de şöyledir:

Sevgili Peygamberimiz bir gün Hz. Âişe'ye, "Yanınızda öğlen için yiyecek bir şey var mı?" diye sorduğunda, Hz. Âişe, "Yoktur" deyince, "Öyleyse ben de oruç tutarım" buyurdu.Bu rivayetin devamında Hz. Âişe şöyle demiştir: "Başka bir gün Resûlullah (s.a.v) bana, 'Yanınızda yiyecek bir şey var m?" diye sordu, ben kendisi­ne, "Evet" dediğimde, "Her ne kadar oruca niyet etmişsem de orucu bozarım" buyurdu." (Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, 4/20.)

Hanefî mezhebine göre ise bütün oruç çeşitlerinde niyetin imsak vaktin­de (fecrin doğuşu esnasında) yapılması efdaldır. Ama Ramazan orucu kaza edilirken niyetin mutlaka fecir doğarken veya daha önce yapılması zorunlu­dur. Ramazan orucunun edası ile Ramazan dışında tutulan nafile veya muay­yen adak oruçları için niyetin fecir doğduktan sonra da yapılması caizdir.Sahura kalkmak bütün oruç çeşitlerinde niyet yerine geçerli olmaz. An­cak sahura kalkan kişinin hatırına oruç tutmak gelir ve oruca niyet ederse yada oruç tutmak niyetiyle sahura kalkarsa niyeti geçerli olur. Yine aynı şekilde fecrin doğması esnasında, orucu bozulur korkusuyla sahur yemeğini yemek­ten çekinen kişinin bu davranışı da niyet yerine geçerli olur.

3. Oruç bozacak şeylerden uzak durmak. Orucun rükünlerinin üçüncüsü ise, fecr-i sâdıktan (imsaktan) itibaren güneşin batmasına kadar geçer süre içinde oruçlu kişinin, oruç bozacak şeylerden uzak durmasıdır. Oruçlu bir kişi bu süre içinde bir şeyler yer veya içer yahut cinsel ilişkide bulunursa, orucun rüknünü bozduğundan ötürü orucunu bozmuş olur ve duruma göre o günün orucunu kaza etmesi ya da kazayla birlikte kefaret orucunu da tutması veya kefaret vermesi gerekir.

H. Oruçluya Sünnet Olan Şeyler

Oruç tutan kişinin oruçla ilgili olarak uyması gereken bazı adap ve sün­netler vardır ki, bunları şöyle sıralayabiliriz:

1. Sahura kalkmak. Oruç tutacak kişi sahura kalkmalı, az da olsa bir şey­ler yemeli, hiç değilse biraz su içmelidir. Sahur yemeği oruçluya kuvvet ka­zandırır. Nitekim bir hadis-i şerifte sevgiliPeygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Sahura kalkın (Sahur yemeği yiyin). Şüphesiz sahurda bereket vardır." (Buhârî, Savm, 20; Müsüm, Sıyâm, 9.)

Ayrıca sahur yemeğini, imsak vaktini geçmeyecek şekilde mümkün oldu­ğunca geç yemek de sünnete uygun bir davranıştır. Bununla ilgili bir hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Biz peygamberler toplulu­ğu iftarımızı çabuk yapmak, sahur yemeğimizi geç yemek ve namazda sağ elimizi sol elimizin üzerine koymakla emrolunduk." (Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, Savm, 11.)

2.  İftarı acele yapmak. Güneşin battığı kesin olarak bilindikten hemen sonra ve akşam namazını kılmadan orucu açmak, varsa taze hurma, yoksa kuru hurma, bunların bulunmaması halinde tatlı bir şeyle, o da yoksa su ile if­tar edilmesi menduptur. Hz. Enes (r.a) şöyle rivayet etmiştir: "Resûlullah (s.a.v), orucunu akşam namazını kılmadan önce taze hurma ile açardı. Taze hurma olmadığında kuru hurma ile o da olmazsa birkaç yudum su içerek açar­dı." (Ebû Davud, Savm, 21.)

3.  Orucu açınca şu duayı okumak. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) orucu­nu açtığında şu duayı okurdu:

Mânası. "Allahım, senin rızân için oruç tuttum, senin verdiğin rızıkla oru­cumu açtım. Sana güvendim. Sana iman ettim. Susuzluk gitti, damarlar su ile ıslandı. Yüce Allah dilerse sevap sabit oldu. Ey ihsanı çok geniş olan rabbim, beni affet. Allah'a hamdolsun, o Allah bana afiyet verdi de oruç tuttum, beni rızıklandırdı da orucumu açtım."

Bu dua ihmal edilmemelidir. Çünkü bir hadiste bildirildiği gibi oruçlunun if­tar anında yaptığı dua reddedilmez. (İbn Mâce, Sıyâm, 8.)

4. Oruçlulara, iftarlarını yapmaları için bir hurma veya bir içim su da olsa yiyecek-içecek bir şeyler sunmak. Ama doyuracak kadar onlara ikramda bu­lunmak daha faziletli bir davranıştır. Oruçlulara iftar yemeği verenleri sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle müjdelemiştir: "Bir oruçluya iftar yemeği veren kişi, oruçlu kadar sevap kazanır. Şu var ki, bu durumda oruçlunun sevabın­dan bir şey de eksilmez." (Tirmizî, Savm, 82; ibn Mâce, Sıyâm, 45.)

5. Geceleyin cünüp olanların, hayız veya nifas hali sona eren kadınların imsak vaktinden önce gusletmeleri. Oruca temiz olarak başlamak için bunla­rın gusül almaları sünnettir. Ama gusletmeseler de bu şekilde tuttukları oruç sahih olur. Şunu da bilmeliyiz ki, müslümana yakışan, her zaman maddeten ve manen temiz olmaktır. Bir kişi imsak vaktinden önce cünüp olup da oruca cünüp olarak başlar ve öylece uyuyup sabahlarsa, sabah namazını kaçırmış olduğundan ötürü günahkâr olur.

6.  Oruçlunun, dilini ve bedeninin tüm organlarını nahoş söz ve hareket­lerden uzak tutması. Gıybet etmek, koğuculuk yapmak ve yalan söylemek gi­bi haramlara gelince, bunlardan her zaman uzak durmak gerekli olduğu gibi Ramazanda oruçlu kimsenin uzak durması daha gereklidir. Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa, Allah onun yemesini içmesini bırakmasına de­ğer vermez." (Buhârî, Savm, 8.)

Ramazan-ı şerifte oruçlu birine bir başkası sövüp hakaret edecek olursa, oruçlu kişinin ona karşılık vermemesi ve sadece, "Ben oruçluyum" demekle yetinmesi güzel bir davranıştır.

7.  Orucu bozmasa da mubah arzu ve lezzetlerden, örneğin dinleyerek veya görerek ya da dokunarak yahut koklayarak kendisinden zevk ve haz el­de edilen şeylerden uzak durmak.

8.  Kan vermekten, hacamat vurdurmaktan ve bunları başkalarına yap­maktan kaçınmak.

Şekersiz sakız çiğnememek, yiyecek ve içeceklerin tadına bakmamak.Menisinin akmayacağından emin olan oruçlunun eşini öpmemesi. Emin olmayanın öpmesi ise haramdır.

9.  Malî durumu elverişli ise oruçlunun Ramazanda aile efradının nafaka­sını bolca vermesi, akrabalarına iyilik ve ihsanda bulunması, yoksullara ve düşkünlere sadakayı artırması. Sevgili Peygamberimiz de Ramazan ayında sair zamanlara nisbetle daha fazla iyilik ve ihsanda bulunurdu. Bununla ilgili olarak Abdullah b. Abbas (r.a) şöyle bir rivayette bulunmuştur: "Resûlullah (s.a.v) cömertlik cihetiyle hiç şüphesiz halkın en yükseği idi. Resûl-i Ekrem'in bu cömertliği, Ramazan-ı şerif ayı gelip de Cibrîl ile buluştuk­larında bir kat daha artardı. Ramazanda her gece Cibrîl aleyhisselâm Resû­lullah ile buluşup birbirlerine Kur'an okurlardı." (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 7/316.)

10.  Ramazan Kur'an ayıdır. Bu ayda her zamankine nisbetle daha çok Kur'an okuyup müzakere edilmeli, insanlığın ufkunu aydınlatıcı bu ilâhî mesa­jın ince ve derin mânaları üzerinde derince tefekkür edilmeli, yüce Allah'ı çok­ça anmalı, O'na yalvarıp yakarmalı, imkân buldukça nafile namaz kılmalı, in­sanlığın yararına olacak işler yapılmalı, hayırlı faaliyetlerde bulunmalıyız.

11. Ramazan ayında, özellikle bu ayın son on gününde itikâfa girmek. İti-kâfa giren kişi, dinin emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma hu­susunda kendisi için elverişli bir ortam hazırlamış ve nefsini kötülüklerden arındırma imkânını bulmuş olur. Sevgili Peygamberimiz'in, Ramazan ayının son on gününü nasıl değerlendirdiğini Hz. Âişe validemiz bize şöyle anlatıyor:

"Resûlullah (s.a.v), Ramazanın son on günü girdiğinde geceyi ihya eder ve (geceyi ihya etmeleri için) ev halkını uyandırırdı." (Müslim, İtikâf, 8.)

I) Oruçluya Mekruh Olan Şeyler

Oruçluya mekruh olan ve kaçınılması gereken hususlar şunlardır:

1. Oruçlunun başkasıyla tartışması, kötü sözler sarfetmesi.

2.  Faziletli bir davranış olduğuna inanarak iftarı vaktinden sonraya erte­leyip orucu geç açmak.

3.  Boğazdan aşağı inmediği takdirde, içine tatlandırıcı katılmamış sakız veya yemek çiğnemek.

4.  Bir zaruret olmaksızın yemeğin tadına bakmak. Ama çocuğu için ye­mek yapan bir annenin, yaptığı yemeğin tadına bakması bir zarurete dayalı olduğu için mekruh olmaz. Aşçının da yaptığı yemeğin tadına bakması, bir za­ruret gereği olduğu için mekruh sayılmaz.

5.  Kan aldırmak, hacamat vurdurmak. Bunlar da bir zaruretten dolayı ya­pıldıklarında mekruh olmazlar.

6.  Şehevî duyguları harekete geçirmeyecekse öpmek. Sarılıp kucaklaş­mak da bu hükme tâbidir.

7. Oruçluyken hamama girmek. Çünkü hamama giren oruçlu, terleyip güç kaybına uğrar ki, ihtiyaç yok iken bunu yapmak mekruhtur.

8. Zeval vaktinden sonra misvak kullanmak.

9.  Görülmeleri, işitilmeleri veya koklanmalarıyla insana lezzet veren ve insanın şehevî duygularını harekete geçiren helâl şeylerden yararlanmak. He­lâl olmayan şeylerden yararlanmaya gelince bu, oruçlu olmayanlara da ha­ramdır.

10.  Oruçlunun, gözüne sürme çekmesi de mekruh olan davranışlardan­dır. (Cezîrî, Mezâhib, 1/571, 572.) 

J) Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mazeretler

Oruç tutmamayı ya da tutulan orucu bozmayı mubah kılan bazı mazeret­ler vardır. Bu mazeretler şöyle sıralanabilir:

1. Sefer (yolculuk) hali

Yolculukta bulunan bir kişi oruç tutmayabilir. Tutmadığı günlerin orucu­nu daha sonra gününe gün kaza eder. Bununla ilgili bir âyet-i kerîmede yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kim hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun." (Bakara 2/185.)

Oruç tutmamayı mubah kılan yolculuğun yaklaşık 90 kilometrelik bir me­safeye yapılmış olması, yolculuğa fecirden önce çıkılmış olması, yolculukta namazı kısaltarak kılmanın caiz olacağı bir mesafeye ulaşılmış olması şarttır. Çünkü yolculuğa çıkacak olan kişi, oruca başladıktan sonra yolculuğa çıkar­sa artık seferîlik sebebiyle orucunu bozması mubah olmaz. Ama bir kişi fec­rin doğuşundan yani imsak vaktinin başlamasından önce yolculuğa çıkar ve bulunduğu yerleşim biriminin sınırını geride bıraktıktan sonra fecir doğarsa, o kişi oruç tutmayabilir. Daha sonra o günün orucunu kaza eder.

Yolculuktayken oruca başladıktan sonra, normalde dayanılamayacak bir sıkıntı ve zorluğa mâruz kalan kişi orucunu bozabilir. Ashâb-ı kiramdan Hz. Câbir'in (r.a) rivayetine göre sevgili Peygamberimiz hicretin 8. yılında Mek­ke'yi fethe gitmek üzere Medine'den çıkarken oruç tutup yola koyuldu. Bu ara­da sahâbîler de onunla birlikte oruç tutmuşlardı. Medine'nin üst taraflarında Usfan mıntıkasındaki Kürâülgamim vadisine vardıklarında kendisine, "Oruç, insanları zora soktu; senden bir şeyler yapmanı bekliyorlar." denildi. O da ken­disine bir bardak su getirilmesini istedi, getirilen suyu herkesin gözleri önün­de içti. Onun böyle yapması üzerine bazıları oruçlarını bozdu, bazılarıysa oruçlu kalmakta devam etti. Daha sonra bazılarının oruçlarını bozmadıkları haberi kendisine ulaştı­ğında Allah Resulü (s.a.v), "Onlar âsidirler, onlar âsidirler." (Müslim, Sıyâm, 14.) buyurdu.

Bu rivayete dayanarak cumhuru ulemâ, oruç tutmaya geceleyin niyet et­miş olsa bile, seferdeki kişinin orucunu bozmasının mubah olduğunu söyle­mişlerdir. (Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî, 3/1695.)

 Yolculuğun oruç tutmamayı mubah kılan mazeretlerden sayılabilmesi için, kişinin sürekli sefer halinde olmaması şarttır. Şoför, pilot, kaptan gibi sü­rekli yolculuk yapan kişiler, oruç tutmama ruhsatından yararlanamazlar. An­cak bunlar, oruç nedeniyle hastalanma veya vücut organlarından birinin zarar görüp telef olması gibi şiddetli bir sıkıntı ve zorlukla karşılaşma endişesine ka-pılırlarsa oruç tutmayabilirler.Yolculukta bulunan kişinin oruç tutmamasının mubah olması için, yolcu­luğunun mubah bir iş için olması ve yolculuk esnasında bir yerde dört gün sü­reyle ikamete niyet etmemiş olması da şarttır.

Hanefî mezhebine göre yolculuk mubah amaçlı olmasa da oruç tutma­ma için yeterli bir ruhsat sayılır.

Yolculuk halindeki bir kişi oruçlu olarak sabahladıktan sonra fikir değişti­rip orucunu bozmak isterse, bunu yapmasında sakınca yoktur. Daha sonra o günün orucunu kaza eder.

Hanefî mezhebine göre bu durumda orucu bozmak caiz olmaz.

Yolculuk yapmakta olan kişinin -eğer zarar görmeyecekse- oruç tutması tutmamasından daha faziletlidir. Bununla ilgili bir âyet-i kerîmede şöyle buy-rulmaktadır:

"Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır." (Bakara 2/184.)

Yolculuk yapmakta olan kişi Ramazan ayında Ramazan orucunu tutmayıp adak veya kaza orucunu tutarsa, tuttuğu bu oruç geçerli olmadığı gibi rama­zan orucu yerine de geçmez. Çünkü bu kişinin Ramazan orucunu tutmaması, yolculuk mazereti dolayısıyla bir ruhsat olarak kendisine mubah kılınmıştır. Bu durumda onun Ramazan orucundan başka bir oruç tutması caiz olmaz.

Hanefî mezhebine göre seferi kimse Ramazan ayında Ramazan orucu dı­şında nafile oruç değil de adak, kaza ve kefaret oruçları gibi farz veya vacip oruçları tutabilir.

Ramazan ayında yolcular ve hastalar dilerlerse Ramazan orucunu tutabi­lirler. Tuttukları takdirde bu oruçları Ramazan orucu olarak geçerli olur. Hz. Enes (r.a) der ki:

"Resûlullah (s.a.v) ile birlikte Ramazanda yolculuk yapardık. Kimimiz oruç tutar, kimimiz tutmazdı. Ama tutanlar tutmayanları, tutmayanlar da tutanları ayıplamazdı." (Buhârî, Savm, 37; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/222.)

 Ramazan orucunu eda etmekte olan kişinin yolculukta bu orucu tutmaya­bileceğim söylemiştik. Ancak Ramazan ayı dışında yolculuk yapmakta olan bir kişi, acilen kaza etmesi gereken orucu yolculuk mazeretine sığınarak tutmaz-lık edemez.Aynı şekilde bir kişi bir ay süreyle oruç tutmayı adar da sözünü ettiği o ayda yolculuğa çıkarsa, mutlaka o ayda adak orucunu tutması gerekir. Yolcu­luk mazereti, onun bu orucu o ayda tutmayıp daha sonraya ertelemesini mu­bah kılmaz. (Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2/169)

2. Hastalık Hali

Hastalık, oruç tutmamayı veya tutulan orucu bozmayı mubah kılan ma­zeretlerdendir. Takdir edilir ki her hastalık, oruç tutmamayı veya orucu boz­mayı mubah kılan bir mazeret değildir. Oruç konusunda mazeret sayılabile­cek olan hastalığın, kişinin oruç tutması halinde ölmesine veya hastalığının artmasına ya da iyileşmesinin gecikmesine yol açacak derecede ağır bir has­talık olması şarttır.

Oruç tuttuğu takdirde öleceğine veya duyu organlarından birinin fonksi­yonunu yitirmesi gibi ağır bir meşakkate ve ciddi bir sıkıntıya mâruz kalacağı­na galip zanla kanaat getiren kişinin oruç tutmaması, tutmuş ise orucunu boz­ması gerekir.Hasta bir kişinin, orucunu bozarken hastalık nedeniyle oruç bozma ruh­satından yararlanmaya niyet etmesi gerekir. Böyle bir niyeti olmadan orucu­nu bozması halinde günahkâr olur.Hasta veya sefer? kişi oruçlu olarak sabahladıktan sonra iyileşir veya yol­culuğu sona erip ikamet mahalline varırsa, orucu bozmayıp tamamlaması ge­rekir. Ama oruç tutmama niyetiyle sabahladıktan sonra mazereti ortadan kal­karsa, günün kalan kısmında yemesi içmesi caiz olur.Oruç tutmama mazereti bulunan bir kişi de, aynı şekilde oruç tutmama ni­yetiyle sabahladıktan sonra mazereti ortadan kalkarsa, günün kalan kısmın­da yemesi içmesi caiz olur.

Hasta veya yolcu olduğu için Ramazanda oruç tutmayan kişinin, Ramazan çıktıktan sonra bir dahaki Ramazana kadar bu orucunu kaza etmemesi duru­munda artık hem kaza orucunu tutması hem de kefaret vermesi gerekir. Kefâret ise, tutulmayan her gün için yükümlünün yaşamakta olduğu beldede en çok tüketilen gıda maddesinden 832 gramın yoksullara verilmesidir. Ödenme­yen kefarete her sene bir kat fazlası eklenir.Ama oruç tutmamayı mubah kılan mazeret devam eder de kaza etme im­kânı doğmadan bir sonraki Ramazan gelip çatarsa kefaret gerekmez.

Bu durumda yükümlünün, mazeretinin sona ermesinden sonra sadece gününe gün kaza etmesi gerekir. Kaza etme imkânını bulmadan ölürse, her­hangi bir şey gerekmez. Ama kaza etme imkânını bulduğu halde kaza etme­den ölürse, velisinin onun yerine kaza etmesi mendup olur.Kaza etmezse, bıraktığı terekeden her gün için, içinde bulunulan belde­nin en çok tüketilen gıda maddesinden 832 gramı yoksullara vermesi gerekir. Zira bu konuda Abdullah b. Ömer'den (r.a) gelen bir rivayette bu hüküm açık­ça ifade edilmektedir:

"Üzerinde Ramazan orucunun kazası bulunduğu halde ölen kişinin yerine (velisi) her bir gün için bir düşküne yemek versin." (Tirmizî, Savm, 4.)

Aynı konuda Hz. Âişe validemiz, Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Üzerinde oruç borcu bulunduğu halde ölen kişinin yerine ve­lisi oruç tutar." (Buhârî, Savm, 42.)

3-4. Gebelik ve Çocuk Emzirme Hali

Gebe kadının, kendisinin veya başkasının çocuğunu emzirmekte olan kadının, geçmiş tecrübesine veya uzman bir hekimin ifadesine dayanarak kendi şahsına veya emzirmekte olduğu çocuğa bedenî veya aklî bir zarar do­kunacağına galip zanla kanaat getirmesi durumunda oruç tutmaması mubah olur. Bu hususta sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz yüce Allah seferi kişinin üzerinden orucu ve namazın yarısını; hamile ve emzikli ka­dından da orucu kaldırdı." (Nesâî, Sıyâm, 51; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/230.)

Bu durumdaki kadınlar, kendilerinin veya çocuklarının ölmesinden endi­şe ederlerse oruç tutmaları haram olur. Tutmadıkları oruçları daha sonra gü­nüne gün kaza ederler. Ama sadece çocuklarına zarar gelmesinden endişe etmeleri sebebiyle tutmadıkları oruçları gününe gün kaza etmekle beraber, her gün için birer fidye vermeleri de gerekir. (Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2/174.)

5.  Yaşlılık Hali

Senenin herhangi bir mevsiminde oruç tutmaktan âciz olan çok yaşlı in­sanların oruç tutmamalarının câizliği konusunda İslâm âlimleri görüş birliği et­mişlerdir. Bunlar oruç tutma gücünden yoksun oldukları için, tutamadıkları oruçları kaza etmekle de yükümlü değildirler. Ancak fidye olarak her günün orucu için bir yoksulu doyurmaları gerekir.(Nevevî, el-Mecmû', 6/263.)

Bu konuda bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

"Oruca zorlanarak gücü yetenler bir yoksulu doyuracak fidye verirler." (Bakara 2/184.)

İyileşmesinden umut kesilen hasta da oruç tutmama hususunda aynı hükme tâbidir. Yüce Allah kullarını hiçbir işte zora sokmadığı gibi dinî konu­larda da zora sokmamıştır. Bu husustaki bir âyette şöyle buyrulur:

"(Allah) dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi." (Hac, 22/78.)

Oruç tutamayacak derecede yaşlanmış bir kişi veya iyileşmesinden umut kesilen bir hasta, oruç tutmayı adarlarsa, bunların adaklarını yerine getirme­leri gerekmez. Çünkü bunlar oruç tutmaktan âcizdirler. Dolayısıyla oruç tut­maya dair ilâhî emrin muhatabı değildirler.Ramazan orucunu tutamadığı için fidye vermesi gereken çok yaşlı veya iyileşmesi umulmayan ağır hasta, yoksul ise fidye verme yükümlülüğü orta­dan kalkar. Ama daha sonra malî durumu iyileşirse fidye vermesi gerekir. Ver­meden ölürse, terekesinden verilmesi icap eder.(Nevevî, el-Mecmû', 6/262.)

Ramazanda oruç tutmaktan âciz olan ama Ramazanda tutamadığı orucu daha sonra kaza etme gücüne sahip olan kişinin, bu orucu kaza etmesi gere­kir. Bunun fidye vermesine gerek yoktur.

6.  Aşırı Derecede Acıkma ve Susama Hali

Ölmesinden veya aklının noksanlaşmasından ya da organlarından bazı­sının işlerliğini kaybetmesinden korkulacak derecede şiddetli bir açlık veya susuzluğa maruz kalan kişinin oruç tutmaması yahut tutmuş olduğu orucu bozması caizdir. Böyle bir kişi ölmekten korkarsa, oruç tutması haram olur. Nitekim bu konuya ışık tutacak bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

"Kendi kendinizi tehlikeye atmayın." (Bakara 2/195.)

Böyle bir kimse daha sonra imkân bulduğunda orucunu kaza eder. Fidye vermesi gerekmediği gibi kefaretle de yükümlü olmaz.

7. Ağır İşte Çalışma Hali

Maden ocaklarında, yer altında, sıcaklık derecesi çok yüksek olan fırın­larda ve benzeri riskli ve ağır işlerde çalışan kimseler, oruç tuttukları takdirde ciddi bir zarara uğrayacaklarsa; sahura kalkıp niyet etmeli, sonra da çalışma esnasında aşırı derecede acıkır veya susar ve bu nedenle bedenî bir zarara maruz kalmaktan korkarlarsa, oruçlarını bozmaları caiz olur. Bozdukları oruç­larını daha sonra imkân bulduklarında kaza etmeleri gerekir. Çalışırken be­denlerine bir zarar isabet ederse, oruçlarını bozmaları vacip olur.Buraya kadar anlatılanlar, oruç tutmamayı veya tutulan orucu bozmayı mubah kılan mazeretlerin en önemlileriydi.Oruçlunun oruca başlamasından sonra delirmesi veya hayız ya da nifas halinin başlamasına gelince, bu durumlarda da oruç bozmak mubah olur. Hat­ta oruç tutmamak gerekir. Tutulsa bile sahih olmaz.

Mazerete binaen orucunu bozan kişinin, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması

Hiçbir mazereti olmaksızın orucunu bozan meselâ Ramazan-ı şerifte oruçlu iken yemek yiyen bir kişinin, işlediği bu suçun cezası olarak günün ge­ri kalan kısmında oruçlu gibi davranması; yemekten, içmekten ve cinsel ilişki­den uzak durması lâzımdır. Geceleyin fecirden önce oruca niyet etmeyi unu­tan kişinin de böyle yapması gerekir. Çünkü bunun unutması, oruç ibadetine gereken ilgiyi göstermediğini hissettirmektedir. Bu da bir nevi kusurdur. (Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2/171.)

Bir kişi şek gününde oruç tutar da bu orucunu bir şey yiyerek veya içerek bozar ve ardından o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa; hilâli gözetleme­de gereken gayreti göstermeme suçunu işlediğinden ötürü günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması ve o günün orucunu bir an evvel kaza etme­si gerekir. Mutemet olan görüş budur.Ramazan ayında gündüzleyin çocuk bulûğa erer veya deli akıllanır yahut gayri müslim bir kişi müslüman olursa, artık o günün orucunu eda etmeye ye­tecek kadar zaman kalmadığından, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması gerekmez. Ancak bu sayılanlardan İslâm'a giren gayri müslimin veya akıllanan delinin, mezhepler arası ihtilâftan sakınmış olmak için o günün orucunu kaza etmesi mendup olur.

Oruçlarını bozmalarından sonra seferî veya hasta kişilerin seferîlik ve hastalık mazeretleri sona ererse, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi dav­ranmaları vacip olmayıp müstehaptır. Müstehaplığı da Ramazan-ı şerif ayına olan saygıdan dolayıdır.Aynı şekilde hayızlı veya nifaslı kadınlar, Ramazan ayında gündüzleyin bu halleri sona erip temizlenirlerse, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi dav­ranmaları vacip olmayıp müstehaptır. Çünkü mazerete dayanılarak hak edi­len ruhsatın kullanılmasından sonra mazeretin ortadan kalkması, artık o ruh­satın kullanımını etkilemez.

Hanefî mezhebine göre Ramazan ayında mazerete binaen de olsa orucu bozulan kişinin mazereti ortadan kalktıktan sonra günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması gerekir.Fecrin doğmasından sonra temizlik dönemine giren hayızlı veya nifaslı kadının, sefer hali sona eren yolcunun, şifa bulup iyileşen hastanın, kendine gelip akıllanan delinin, bulûğa eren çocuğun, İslâm'a giren gayri müslimin, ra­mazan-ı şerif ayına saygı adına günün geri kalan kısmında oruçlu gibi dav­ranması vacip olur. Bunlardan İslâm'a giren gayri müslim ile bulûğa eren ço­cuk hariç, diğerlerinin tutmadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Çünkü bu ikisi, o gün fecrin doğuşu esnasında oruç tutmakla yükümlü değillerdi. (Tahtâvî, Haşiye alâ Merâkı'l-Felâh, s. 370-371)

Ancak özel halleri sebebiyle Ramazan ayında oruç tutamayan kadınların, tutamadıkları oruçları Ramazandan sonra kaza etmeleri gerekir.

K) Orucu Bozan Şeyler

Orucu bozan şeyler iki kısma ayrılır:

I.  Orucu bozup sadece kaza edilmesini gerektirenler.

II.  Orucu bozup hem kaza edilmesini hem de kefaret gerektirenler.

Aşağıda sıralayacağımız sebeplerden ötürü oruç bozulur ve kefâretsiz olarak sadece kaza edilmesi gerekir. Bu sebeplerden biri ile orucunu bozan kişinin, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması icap eder. Çünkü bunu yapan kişi, orucunu hiçbir mazeret yok iken bozmuştur.

 Şu durumlarda oruç bozulur ve yalnızca gününe gün kaza edilmesi gerekir:

1. Bir susam tanesi kadar az da olsa yenilebilir bir maddeyi veya çakıl ta­nesi gibi yenilmez bir nesneyi oruçluyken vücudun ağız, burun, kulak, makat gibi tabii menfezlerinden biri vasıtasıyla bilerek vücudun içine almak. Çünkü oruç, insanın vücudunun içine bir şey almaması demektir. Burada bunun ak­si yapıldığı için oruç bozulur. Ama unutarak, tehdit altında kaldığı için zorla­narak veya yeni müslüman olduğu ya da din adamlarından uzak ve ıssız bir yerde yaşadığı için dinin bu konudaki hükümlerini bilmeyerek oruçlu iken bir şeyler yiyen veya içen kişinin orucu bozulmaz. Zira böyle biri bunları yapar­ken kasıtlı olarak yapmamaktadır.Bilerek de olsa ağzını açan kişinin ağzına sinek, toz ve benzeri şeyler ka­çarsa orucu bozulmaz. Çünkü bu gibi şeylerden sakınmak çok zor ve meşak­katlidir. Ayrıca bunlar, eskilerin deyimiyle umumi belvâ yani herkesin başına gelecek sıkıntılı şeyler haline gelmiştir.Ağızda toplanan tükürüğü yutmak orucu bozmaz.Dişleri sık sık kanayan kişinin, tükürüğüyle beraber yuttuğu kan orucunu bozmaz. Çünkü onun bundan sakınması zordur. Yapacağı şey, aklına geldik­çe tükürerek ağzını temizlemesidir. (Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2/157.)

Bir iplik parçasını tükürüğüyle ıslattıktan sonra onu tekrar ağzına alan ki­şinin orucu bozulur. Dişlerinin arasında kalan yemek kırıntısını tükürüğünden ayıklayıp dışarı atamayan kişi, bu kalıntıları yuttuğu takdirde orucu bozulmaz. Ama bunları tükürüğünden ayıklayıp dışarı atabildiği halde atmayıp yutarsa, bunlar bir nohut tanesi miktarından az olsa bile orucu bozulur.Baştan inip de ağzın ortasına gelen balgamı yutmakla oruç bozulur. Ama baştan inip de ağzın ortasına gelmeden direkt olarak boğazdan aşağı inen balgamı yutmakla oruç bozulmaz.Sigara ve nargile içmekle, buruna enfiye çekmekle, penis deliğine ve kula­ğa bir şey damlatmakla, kulağa çöp ve benzeri bir şey sokmakla oruç bozulur.Cilde sürülen yağ ve benzeri şeyler vücudun içine sızsa bile, göze sürme çekip sürmenin tadı boğazda hissedilse bile oruç bozulmaz. (Şirbînî. Mugni'l-Muhtâc, 2/156.)

2.  Abdest veya gusül alırken ağza ve buruna fazla miktarda alınan su eğer boğazdan aşağı inerse oruç bozulur. Çünkü oruçlu kişi, abdest ve gusül-de ağza ve buruna su alınırken işi ileri götürüp abartma yapmaktan men olun­muştur. Ama ağza ve buruna az miktarda alınan su, elde olmayarak boğaz­dan aşağı inerse oruç bozulmaz. Zira bu durumda ağza ve buruna su alma­ya ilişkin emir yerine getirilmiş ve bu emir yerine getirilirken de su, istek dışın­da boğazdan aşağı inmiştir. Fakat serinlemek veya suyla oynamak ya da ab­dest ve gusülde üç defadan fazla olarak dördüncü defa ağza veya buruna su almak gibi meşru olmayan bir sebeple su boğazdan aşağı inerse oruç bozu­lur. Çünkü bu durumda oruçlu kişi, kendisine emredilmeyen bir işi yapmıştır.

3.  Kusmaya çalışarak kusuntu getirmek orucu bozar. Bu durumda çıkan kusuntunun bir kısmı boğazdan aşağı geri dönmese bile oruç bozulur. Bu ko­nuda sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Oruçlu bir kişi elinde olmayarak kusarsa, orucunu kaza etmesi gerekmez. Ama kendisi isteyerek kusarsa orucunu kaza etsin." (Ebû Davud, Savm, 32.)

Tabii haramlığını bildiği halde ve isteyerek kendi kastı ile kusan kişinin oru­cu bozulur. Ancak yeni müslüman olduğu veya din bilginlerinden uzak bir yer­de yaşadığı için bunu yapmanın haram olduğunu bilmeyen kişinin kasten ve is­teyerek kendi fiili sonucunda da olsa kusması durumunda orucu bozulmaz

4.  Mastürbasyon yaparak (elle menisini boşaltarak), eşini öpüp okşaya­rak veya arada örtü ve çarşaf gibi bir perde olmaksızın ona sarılarak boşalan kişinin orucu bozulur. Ama cima ilgili bir şeyi veya olayı düşünerek veya şehvetle bakarak ya da aralarında örtü veya çarşaf gibi bir perde bulunduğu halde bir kadına sarı­larak menisi akan kişinin orucu bozulmaz. Çünkü bu, ihtilâma (uykuda rüya görerek boşalmaya) benzer. Şunu da belirtelim ki, meni akmasa bile bunu tekrarlamak, oruçlu için haramdır.

5.  Fecir doğduğu halde doğmadığını, yani imsak vaktinin başlamadığını zannederek sahurda yeme ve içmeye devam etmek.Bir kişi fecir doğduğu halde doğmadığını, yani oruç vaktinin başlamadığı­nı zannederek yemeye, içmeye ve oruca aykırı davranışlarda bulunmaya de­vam ederse, o günün orucunu daha sonra kaza etmesi gerekir.Aynı şekilde akşama doğru henüz güneş batmadığı halde battığını zanne­derek orucunu bozan kişinin, daha sonra güneşin batmadığı ortaya çıkarsa, o günün orucunu kaza etmesi gerekir. Şunu da belirtelim ki, günün sonunda, her gün Kur'an okuyarak, vird yaparak, mûtat işler yaparak içtihat edip güneşin battığını zanneden kişinin orucunu açıp iftar etmesi helâl olur. Ama ihtiyat ge­reği kişi bu hususta kesin bilgiye sahip olmadan orucunu bozmamalıdır.

Gecenin sonundaysa kişi, gecenin hâlâ devam ettiğini ve imsak vaktinin başlamadığını zanneder veya bunda şüpheye düşerse, sahur yemeğini ye­mesi caiz olur. Çünkü o esnada aslolan, gecenin devam etmesidir.Sahura kalkan kişinin fecir doğarken ağzında yemek lokması varsa, o lokmayı dışarı atması halinde orucu sahih olur. Ama lokmayı ağzında bekle­tirse orucu bozulur.

Aynı şekilde o esnada eşiyle cinsel ilişkide bulunan kişi, bu ilişkiye der­hal son verirse orucu sahih olur, ancak hemen son vermeyip biraz daha de­vam ederse orucu bozulur ve daha sonra o günün orucunu kaza etmesi ge­rekir. Konuyla ilgili bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma (r.a) şöyle demiştir:

"Resûlullah'ın (s.a.v) zamanında bulutlu bir Ramazan gününde (akşamle­yin güneşin battığını zannederek) orucumuzu bozduk. Ne var ki kısa bir süre sonra güneş göründü. Bunun üzerine o günün orucunun kaza edilmesi emre­dildi."Hz. Ömer, halifeliği zamanında bulutlu bir Ramazan gününde akşama doğru güneşin battığını zannederek orucunu bozup iftar etti. Kısa bir müddet sonra adamın biri kendisine gelerek, "Ey müminlerin emîri, güneş göründü!" deyince Hz. Ömer, "Biz ictihad etmiştik, ama bunun yerine bir gün kaza ede­ceğiz." dedi. (Nevevî, el-Mecmû', 6/331)

6. Oruçluyken deliren, dinden çıkan, hayız veya nifas hali başlayanların da oruçları bozulur. Çünkü bu sayılan durumlar; akıllı olmak, müslüman ol­mak, hayız ve nifas kanlarından temizlenmiş olmak gibi orucun sıhhat şartla­rına aykırı düşen durumlardır.

Kazâ, Kefaret ve Tazir Gerektiren Durumlar

[Kazâ ve kefaret: Kazâ, bozulan orucun yerine gününe gün oruç tutmaktır. Kefaret ise, maze­retsiz olarak ve bilerek bozulan Ramazan orucunun yerine peş peşe iki kamerî ay veya altmjş gün oruç tutmaktır. Bozulan bu orucun ayrıca kazâ edilmesi de gerekir. Ramazan orucundan başka oruçların bilerek ve mazeretsiz olarak bozulmaları durumunda sadece kazâ gerekir ama kefaret gerekmez. Ramazan orucu öbür aylarda kazâ edilirken bilerek ve mazeretsiz ola­rak bozulsa bile kefaret gerekmez, sadece kazâ gerekir.Kefaret orucu, peş peşelik şartının ihlâl edilmemesi için, Ramazan ayına ve oruç tutulması ha­ram olan günlere denk getirilmemelidir. Herhangi bir sebeple kefaret orucuna ara verilir veya eksik tutulursa, yeniden başlayıp altmış günü kesintisiz tamamlamak lâzımdır. Kadınlar kefa­ret orucu tutarken araya giren aybaşı hali günlerinde oruç tutmazlar. Temizlendikten sonra oruca devam eder ve altmış günü tamamlarlar. Ama temizlik dönemine girdiği halde oruca başlamayıp kefarete ara verirlerse, önce tuttuğu oruçlar kefaret için geçersiz olur ve altmış gü­ne yeniden başlamaları gerekir.Yaşlı veya hasta olup kefaret orucu tutacak güçte olmayan kişi, bunun yerine altmış fakiri sa­bah akşam yedirip doyurur (veya Hanefî mezhebine göre yemek parasını) fakirin kendisine verir. Her gün için yiyecek, bir fitre miktarıncadır. Bu fitre miktarı yiyecek ayrı ayrı altmış faki­re verilebileceği gibi, her gün bir fitre miktarı olmak üzere altmış günde aynı fakire de verile­bilir. Ancak bu fakirlerin, kefaret yükümlüsü kişinin bakmakla yükümlü olduğu şahıslardan ol­mamaları gerekir.Altmış günlük yiyeceği (veya Hanefî mezhebine göre bu yiyeceğin değerince parayı) bir gün­de bir fakire verme durumunda bu, sadece bir günlüğün yerine geçer.] 

Ramazanda oruçlu bulunan bir kişiye sadece bir sebepten dolayı kazâ, kefaret ve tazir gerekir ki o sebep de cinsel ilişkidir. Bu kişinin ayrıca o günün geri kalan kısmını da oruçlu gibi geçirmesi icap eder. Ramazanda oruçlu iken cinsel ilişkide bulunan şahsın kazâ, kefaret ve günün geri kalan kısmını oruç­lu gibi geçirmekle yükümlü olması ve ayrıca tazir edilmesi için şu şartların ger­çekleşmesi gerekir:

1. Oruca geceden niyet etmiş olmak. Eğer geceden niyet etmemiş ise oru­cu zaten sahih olmaz. Ancak yine de o gün oruçlu gibi davranması gerekir.

2.  Cinsel ilişkiyi, oruçla ilgili hükmünü bilerek yapmış olmalıdır.

3.  Cinsel ilişkiyi kendi serbest iradesiyle yapmış olmalıdır.

4. Cinsel ilişkiyi, oruçluya haram olduğunu bilerek yapmış olmalıdır. Unu­tarak veya başkası tarafından zorlanarak ya da İslâm'a yeni girdiği için oruç­luya haram olduğunu bilmeyerek cinsel ilişkide bulunan kişiye ne kazâ, ne ke­faret ne de tazir gerekir.

5.  Cinsel ilişki Ramazan gününde yapılmış olmalıdır. Ramazan ayı dışın­da nafile, adak, kazâ veya kefaret orucu tutmakta olan bir kişi cinsel ilişkidebulunduğunda orucu her ne kadar bozulursa da kendisine kefaret ve tazir ge­rekmez.Ramazan günlerinde cinsel ilişkide bulunmak, oruçlu kişilere haramdır. Nitekim bununla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar size ör­tüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmet­mekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yak­laşın ve Allah'ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın ay­dınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yi­yin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun." (Bakara, 2/187.)

6.  Oruç, sadece cinsel ilişkide bulunarak bozulmuş olmalıdır. Meselâ oruçlu bir kişi Ramazan gününde önce yemek yiyip sonra cinsel ilişkide bulu­nursa kendisine kefaret gerekmez. Yemek, içmek, mastürbasyon yapmak, kadının tenasül organı dışında vücudunun diğer taraflarına sürtünüp sarına­rak meni gelmesine yol açmak gibi cinsel ilişki dışındaki sebeplerle kefaret gerekmez.

7.  Bu cinsel ilişkide bulunmakla kişi günaha girmiş olmalıdır. Cinsel ilişki­de bulunan çocuğa, ruhsattan yararlanma niyetiyle de olsa başka bir niyetle de olsa seferî veya hasta olan oruçlunun, Ramazan gününde cinsel ilişkide bu­lunması halinde kendisine kefaret gerekmez. Oruçlu olduğunu unutarak cin­sel ilişkide bulunan kişiye hiçbir şey icap etmez.

8.  Orucun sahihliğine inanmış olmalıdır. Meselâ unutarak yemek yiyen bir kişi, orucunun bozulduğunu zannederek bundan sonra bile bile cinsel iliş­kide bulunursa, kendisine kefaret gerekmez. Çünkü bu durumda o şahıs, oruçlu olmadığını zannetmektedir. Her ne kadar orucu bozulmuş ve kaza et­mesi gerekmekteyse de kefaretle yükümlü olmaz.

9.  Yanılmış olmamalıdır. Cinsel ilişkide bulunurken gecenin devam ettiği­ni ve imsak vaktinin henüz başlamadığını ya da akşama doğru böyle bir iliş­kide bulunurken güneş batmadığı halde battığını zanneden kişiye kefaret ge­rekmez.

10.  Ramazan gününde güneşin batmasından önce oruçluyken cinsel iliş­kide bulunan kişi daha sonra o gün delirmiş veya ölmüş olmamalıdır. O gün cinsel ilişkide bulunduktan sonra deliren veya ölen kişiye kefaret gerekmez. Çünkü onda artık ibadet ehliyeti kalmaz. Delirmenin veya ölümün vuku bul­ması, kefareti kesin olarak ortadan kaldırır. Bu hallerin meydana gelişiyle o ki­şinin artık oruçlu olmadığı ortaya çıkar. (Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2/180.)

11.  Oruçlu kişi, cinsel ilişkiyi kendi fiiliyle yapmış olmalıdır. Kendisi baş­tan çıkarmaksızın karısı onun üzerine çıkıp zorla onunla cinsel ilişkiye girer ve bu arada kendisinin döl suyu boşalırsa, kendisine kefaret gerekmez.

12.  Oruçlu kişi, penisinin sünnet kertiğine kadar olan kısmını veya ucu kesik penisin bu miktardaki kısmını karısının tenasül organına girdirmiş olma­lıdır. Bu miktardaki bir kısmı girdirmeyen oruçluya kefaret gerekmez. Ama bu­nu yaptıktan sonra da günün kalan kısmını oruçlu gibi geçirmesi gerekir.

13.  Penis, diri veya ölü bir erkek ya da kadının ön veya arka tenasül or­ganına yahut bir hayvanın üreme organına girdirilmiş olmalıdır.

14.  Cinsel ilişkiye giren oruçlu, pasif değil aktif durumda olmalıdır. Pasif durumda olan değil, aktif durumda olan kişi kefaretle yükümlü olur. Kendisiy­le cinsel ilişkiye girilen oruçlu kadının sadece orucunu kaza etmesi gerekir. Ramazanda oruçluyken cinsel ilişkide bulunduktan sonra yolculuğa çıkan veya bayılan ya da dinden çıkan kişi, kefaret yükümlülüğünden kurtulmaz. Çünkü oruçlu, kendisinde bu hallerin meydana gelmesinden önce orucun ve Ramazanın hürmetini hiçe sayıp çiğnemiştir.

Kefaretle yükümlü olan kişinin, ayrıca o günün orucunu kaza etmesi de lâzımdır. Cinsel ilişkide bulunarak oruç bozmanın tekrarlanması, kefaretin de tekrarlamasını gerektirir. Meselâ iki ayrı Ramazan gününde oruçluyken cinsel ilişkide bulunan kişi, iki ayrı kefaretle yükümlü olur. Çünkü Ramazanda her bir günün orucu, kendi başına müstakil bir ibadettir. Dolayısıyla kefaretleri iç içe girmez.

Hanefî mezhebine göre aynı Ramazanda veya değişik Ramazan aylarında birkaç defa kefaret gerektirecek şekilde orucunu bozan kişiye bunların tama­mı için bir kefaret yeterli olur. Ancak bir kişi kefareti yerine getirdikten sonra yeniden oruç bozarsa bundan ötürü ayrı bir kefaret daha gerekir.

L) Orucu Bozmayan Şeyler

Unutarak veya orucu bozacağını bilmeyerek yahut başkası tarafından zorlanarak bir şey yiyen ve içen kişinin orucu bozulmaz. Balgam ve dişler ara­sında kalan yemek kalıntısı gibi ağızdan dışarı atılması kolay olmayan şeyle­ri yutmakla oruç bozulmaz.Yolda savrulan tozlar, uçuşan sinekler gibi kendilerinden sakınılması zor olan şeyler ağızdan içeri girip de elde olmayarak yutulduğu takdirde oruç bo­zulmaz.Kan aldırmak ve hacamat yaptırmakla da oruç bozulmaz. Zira sevgili Peygamberimizin (s.a.v) oruçluyken kafasına hacamat yaptırdığı gibi hac ih-ramındayken de hacamat yaptırmıştır. Bu konuda Abdullah b. Abbas (r.a) şöyle rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v) ihramlıyken hacamat yaptırdı. Yine Efendimiz oruçluyken de hacamat yaptırdı." (Tecrid-i Sarîh Tercemesi, 6/278.)

Ancak ihtiyaç yok iken oruçlunun hacamat yaptırması mekruhtur.Oruçlunun gözlerine sürme çekmesi her ne kadar uygun değilse de bu­nunla orucu bozulmaz. Öpmesiyle şehveti harekete geçecek olan oruçlu kişinin öpmesi her ne kadar mekruh ise de bununla orucu bozulmaz. Oruçlunun, eşini kucaklaması, çıplak tenle ona sarılması, cinsel bir nesneyi veya olayı, şehvetle düşünerek ya da cinsel bir nesneye şehvetle bakarak orgazm olması halinde mekruh bir şey yapmış olsa da orucu bozulmaz.

İçinde hiçbir katkı maddesi bulunmayan sakızı çiğnemek veya yemeğin tadına bakmakla oruç bozulmaz. Ancak ihtiyaç yok iken bunları yapmak mek­ruhtur.Misvak kullanmakla da oruç bozulmaz. Fakat bunu zeval vaktinden son­ra yapmak mekruhtur.Oruçlunun iç açıcı güzel görüntüleri seyretmesi, hoş kokulu şeyleri kok­laması ve güzel sesleri dinlemesiyle orucu bozulmaz.

Oruçluyken İğne Vurulmanın Hükmü

Oruçlunun ağız, burun, kulak, penis deliği, vagina ve anüs gibi tabii men­fezlerinden vücudunun iç kısmına giren şeylerin orucunu bozacağı hususun­da din bilginleri arasında görüş birliği vardır. Ancak bu tabii menfezler dışın­da vücutta açılan yapay menfezlerden içeri giren şeylerin orucu bozup boz­mayacağı hususunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Cilt altı, adale veya da­mardan vurulan iğnelerle, vücutta açılan yapay menfezlerden içeriye ilâç en-jekte edilmektedir. Bu ilâçlar, tabii olmayan yapay menfezlerden içeriye enjek-te edildikleri için orucu bozup bozmayacakları hususunda ihtilâf edilmiştir.

Nereden ve ne şekilde vurulursa vurulsun, zerkedilen ilâç ne olursa ol­sun, her türlü iğnenin orucu bozduğunu savunanların başında İmam Ebû Ha-nîfe, Süfyân-ı Sevrî, Atâ, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gelmektedir.İmam Muhammed, Ebû Yusuf, Hasen b. Salih ve Davud-i Zahirî, muasır âlimlerden Seyyid Sabık, Mısır müftülerinden Şeyh Muhammed Bahit el-Mu-tii, sabık Ezher şeyhlerinden Abdurrahman Tac gibi şahsiyetler ise iğnenin mutlak surette orucu bozmayacağını ifade etmişlerdir. (Seyyid Sabık. Fıkhü's-Sünne, 1/424.)

Ancak oruçlu için aciliyet arzetmemekteyse, iğne vurdurma işini iftar son­rasına ertelemek ihtiyat açısından uygun olur. Oruçlu iken gıda ve vitamin iğ­neleri (serumları) yaptırmak uygun değildir.

 Oruçluyken Nefes Açıcı Sprey Kullanmanın Hükmü

Astım hastaları kolayca nefes alıp verebilmek için genelde nefes açıcı spreyler kullanırlar. Oruçluyken ağızlarına sıktıkları bu spreylerin orucu bozup bozmayacağı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.Kanaatimce astım hastalarının tedavi maksadıyla ağızlarına sıktıkları bu spreyler oruçlarını bozmaz. Çünkü bunu kullananlar, ağızlarına bir kere sık­makla belli bir süre rahatlamakta ve nefes alıp vermeleri kolaylaşmaktadır. Bir defa sıkmakla bu tüpten ağza yaklaşık çeyrek miligram ilâç girmekte ve bu ilâç mideye ulaşmadan direkt olarak bronşlar tarafından emilmektedir. Bir gra­mın dört binde biri kadar olan ilâç, önemsenmeyecek derecede az ve göze görünmeyecek kadar basit, havada uçuşan ve ağza girince de orucu bozma­yan toz zerrecikleri mesabesinde olduğundan orucu bozmaz.

Sindirim sistemine girmeden direkt olarak boğazdaki bronşlar tarafından emilen çeyrek miligram miktarındaki ilâç zerreciklerini kullanmak, orucu etki­lemez ve oruçlunun orucunu bozmaz. (M. Edip Gilgil, İthaf, 3/58.)

M) Ramazan Orucunun Kazası

Kasıtlı olarak veya önceki sayfalarda belirtilen sebeplerden dolayı rama­zan orucunu tutamadığı için kaza etmesi gereken bir kişi; tutamamış olduğu günlerin orucunu, nafile oruç tutmanın mubah olduğu günlerde kaza eder. Bu kazaları, oruç tutmanın caiz olmadığı günlerde ifa etmesi geçerli olmaz.

Meselâ Ramazan bayramının birinci gününde, kurban bayramının da her dört gününde bu orucu tutamaz. Bu kazaları, farz bir oruç için tahsis edilmiş olan bir zamanda da meselâ içinde bulunulan Ramazan ayında tutamaz. Bu kazalar, günü belirlenmiş adak oruçlarının günlerinde ifa edilirse geçerli ol­mazlar.Örneğin zilkade ayının ilk on gününde oruç tutmayı adayan kişi, zimme­tindeki Ramazan orucunun kazasını bu on gün içinde ifa edemez.

Hanefî mezhebine göre kişinin geçen Ramazan ayından kazaya kalan orucunu, oruç tutmayı adadığı günlerde tutması sahih olur. Adak orucunu ise başka günlerde kaza etmesi gerekir. Şundan ki; adaklar zaman, mekân ve nesnelerle tayin edilmezler. Buna göre bir kişi, recep ayında oruç tutmayı adarsa, bu orucu receb ayında tutmadığı takdirde şaban ayında tutabilir. Ay­nı şekilde bir altını falan yerde sadaka olarak vermeyi adayan kişi, o altının yerine başka bir altını başka bir yerde sadaka olarak verebilir.

Bir kişi, içinde bulunduğu Ramazan ayının tutamamış olduğu günlerinin orucunu, yine Ramazan ayı içinde kaza edemez. Çünkü Ramazan ayı, sadece Ramazan orucunun edası için tahsis edilmiş bir zamandır, kaza için tahsis edil­miş değildir. Dolayısıyla bu ay, Ramazan orucunun edasından başka bir oru­cu kabul etmez.Şu halde bir kişi, hazırdaki Ramazan ayını veya bu ayın birkaç gününü, geçen Ramazan ayında tutamadığı günlerin yerine kaza olarak tutmaya niyet ederse, tuttuğu oruç ne hazırdaki Ramazan orucunun yerine ne de geçen ra­mazanın kazası yerine geçer. Hazırdaki Ramazan orucunun yerine geçmez. Çünkü bu oruca niyet etmemiştir. Geçen Ramazanın kazası yerine de geçmez. Zira hazırdaki Ramazan ayı, kendi orucundan başka bir orucu kabul et­mez.

Hanefî mezhebine göre bir kişi, kazaya kalmış geçmiş Ramazanın orucu­nu hazırdaki Ramazan ayında tutarsa, bu orucu hazırdaki Ramazan orucu ye­rine geçer. Çünkü bu zaman hazırdaki Ramazan orucuna tahsis edilmiştir. Başka bir orucu kabul etmez. Bugünlerde oruç tutarken niyet esnasında han­gi orucun kastedildiğini belirtmek şart değildir.

Şek gününde nafile oruç tutmak sahih olduğu için, o günde kaza orucu da tutulabilir. Ramazan orucu kaza edilirken aya değil de güne itibar edilir. Meselâ Ramazan orucunu baştan sona tutmayan bir kişi, otuz gün çekmiş olan bu Ramazan orucunu, söz gelimi muharrem ayının birinci gününden başlaya­rak kaza eder ve sonuna kadar devam ederse; bu ay yirmi dokuz gün çektiği takdirde bir gün daha kaza etmesi gerekir.Üzerinde kaza orucu bulunan kişinin, zimmetten kurtulmak için bu kaza oruçlarını tutmakta acele etmesi ve başladıktan sonra da peş peşe sürdürme­si müstehap olur. Böyle yapmaz da kaza oruçlarını tutmayı geciktirir veya peş peşe değil de aralıklı olarak tutarsa, sahih olmakla birlikte menduba muhale­fet etmiş olur.

Hanefî mezhebine göre Ramazanın tutulmayan veya bozulan orucunu, belli bir vakte bağlı olmaksızın geniş zaman içinde kaza etmek vaciptir. Kaza­ları ikinci Ramazanın girişine kadar erteleyen kişi günahkâr olmaz.

Yalnız meşru mazereti olmaksızın Ramazan orucunu kasten bozan kişi­nin bunu acilen kaza etmesi vaciptir. Ayrıca bir sonraki Ramazana, geçen ra­mazandan kazaya kalmış günler sayısınca yaklaşılmış ise, bu takdirde kaza­ya kalan oruçları acilen tutmak da vacip olur. (Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2/187)

Zimmetinde Ramazan orucunun kazası bulunan kişinin bu orucunu kaza etmeden nafile oruç tutması mekruhtur.Bir kişi zimmetinde bulunan kaza oruçlarını tutmaz da ikinci Ramazan ayı girerse, bu durumda kazaya ek olarak fidye vermesi de gerekir. Fidye, her bir günün orucu için bir fakire yemek yedirmektir.

Hanefî mezhebine göre bir sonraki Ramazan ayı girinceye kadar kaza oruçlarını tutmamış olan kişinin fidye vermesi gerekmez. Bu geciktirme bir mazeretten ötürü olsa da olmasa da aynı hükme tâbidir.

Fidye ancak ikinci Ramazanın girişinden önce kaza etme imkânı bulup da kaza etmeyen kişinin üzerine vacip olur. Kaza etme imkânını bulmadan bir sonraki Ramazan ayına girilse bile fidye vermek gerekmez. Kaza oruçlarını tu­tamamış olan kişinin fidye borcu, yılların tekerrürü ile katlanarak artar. 

N) Ramazan Orucunun Kefareti

Ramazan orucunu, kefareti gerekli kılacak şekilde bozan kişinin kefaret vermesi gerekir. Bu kefaret de, mümin bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Ancak zamanımızda kölelik müessesesi yaşamadığından bu maddeyle ilgili detayların verilmesine gerek görülmemiştir. Köle bulamayan kişinin peş peşe iki ay oruç tutması gerekir. Bunun için kamerî bir ayın başında oruca başlayan kişi, hilâl itibariyle bu ve bundan sonraki ayı baştan sona oruçlu olarak geçirir.Kamerî bir ayın içinde kefaret orucuna başlayan bir kişi, içinde bulundu­ğu geri kalan kısmını ve bir sonraki ayın tamamını oruçlu olarak geçirir. Üçün­cü ayda da, ilk ayda tuttuğu günlerin sayısını otuza tamamlayacak kadar oruç tutar. Kefarete ek olarak bozduğu günün orucunu da kaza eder.Kefaret için tutulan iki aylık orucun peş peşe tutulması zorunludur. Bu arada hastalık, çocuk emzirmek ve seferîlik gibi meşru bir mazeretle de olsa oruç bozulduğu takdirde, o güne kadar tutulmuş olan oruçlar nafile yerine ge­çer. Süreklilik şartının ihlâl edilmiş olması nedeniyle iki aylık kefaret orucuna yeniden başlamak gerekir.Ancak kefaret orucu tutmakta olan kadın, hayız veya nifas kanaması gör­meye başlarsa oruca ara verir. Kanama sona erip de temizlik dönemine girin­ce, kaldığı yerden oruca devam eder. Bu kanamalar sebebiyle meydana ge­len fasılalar, kefaret orucundaki süreklilik şartını ihlâl etmez. (Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî, 3/1741.)

Şunu da belirtelim ki; Hanbelî mezhebine göre seferîlik gibi meşru bir ma­zeret dolayısıyla kefaret orucuna ara verilirse, bu fasıla, süreklilik şartını ihlâl etmez. Dolayısıyla iki aylık kefaret orucuna kalındığı yerden devam edilir; ye­ni baştan başlamak gerekmez. (Cezîrî, Mezâhib, 1/579.)

Şiddetli bir meşakkat, aşırı derecede zorlanma ve benzeri sebeplerden ötürü iki ay süreyle oruç tutmaya güç yetiremeyen kişinin altmış fakire yemek yedirmesi vacip olur. Bu üç şık arasındaki sırayı gözetmek vacip olduğu gibi bu üçünden birini yaparken de yükümlünün bunu kefaret kastıyla yaptığına niyet etmesi de şarttır. Ashâb-ı kiramdan Ebû Hüreyre'nin (r.a) şu rivayeti buna dayanak teşkil etmektedir:

"Adamın biri Resûlullah'a (s.a.v) gelerek dedi ki:

'Ey Allah'ın Resulü mahvoldum!'
'Seni mahveden nedir?'
'Ramazanda (gündüzleyin) eşimle cinsel ilişkide bulundum.'
'Bir köle azat edecek kadar mal bulabilir misin?'
'Hayır.'
'Altmış düşküne yedirecek kadar yiyecek bulabilir misin?'
'Hayır.'

Adam böyle dedikten sonra oturdu. Resûlullah (s.a.v) ona, içinde hurma bulunan bir zenbil getirdi ve şöyle buyurdu:

'İşte bunu sadaka olarak dağıt.'

'Bizden daha yoksul birine mi vereceğim? Allah'a yemin ederim ki, Medi­ne'nin iki ucu arasında bu hurmalara bizden daha fazla ihtiyacı olan bir aile yoktur!'

Adamın böyle demesi üzerine Resûlullah (s.a.v), ön dişleri görününceye kadar güldü ve sonra şöyle buyurdu:

'Git de bunları ailene yedir, '" (Buhârî, Savm, 30; Müslim, Sıyâm, 81)

Kefaret ödemesi gereken kişinin,vermekle yükümlü olduğu kefaret yiye­cek ve gıdalarını, geçimlerinden sorumlu olduğu ev halkına yedirebileceği bu hadis-i şeriften anlaşılmaktaysa da bu hükmün, soruyu Resûlullah'a (s.a.v) soran o kişiye mahsus olduğu fıkıh kitaplarında ifade edilmektedir. Çünkü ke­farette farz olan, kişinin kendi ev halkı dışındaki altmış fakire belli miktarda yi­yecek vermesidir.Kefaret için fakirlerden her birine, fıtır sadakasında verilmesi uygun olan buğday ve benzeri o beldenin yiyecek maddelerinden çoğunlukla tüketileni hangisi ise onun verilmesi şarttır. Verilen gıda maddesinin fakire mülk olarak verilmesi gerekir. Bu miktardaki gıda maddesini yemek yapıp fakire yedirmek, kefaret yerine geçmez. Meselâ bu gıda maddesini öğle ve akşam yemeği ya­parak fakire yedirmek, kefaret ödenmesi açısından yeterli olmaz.

Hanefî mezhebine göre kefaret için altmış fakiri, iki öğle veya iki akşam yemeğinde yahut bir iftarla sahur yemeğinde yemek yedirerek doyurmak ye­terli olur. Ya da her birine 1,5 kg. buğday veya her sene Diyanet İşleri Baş­kanlığı'nca ilân edilen fitre miktarınca sadaka vermek yeterli olur. Kendilerine kefaret verilen fakirler arasında, kefaret veren kişinin usul ve fürûu; annesi, ni­nesi, babası, dedesi, oğlu, kızı ve torunları gibi yakınları ile eşinin bulunma­ması gerekir.

Kefaret olarak kendilerine gıda maddesi verilen fakirler arasında, geçim­leri kefaret yükümlüsü tarafından karşılanmakta olan kişilerin bulunmaması gerekir. Ama kefaret vermekle yükümlü olan kişinin yerine başkası onun ke­faretini veriyorsa, kefaret için gıda maddesi alan fakirler arasında, geçimini kefaret yükümlüsünün sağlamakta olduğu kişilerin bulunması, verilen kefare­tin sahih olmasına engel teşkil etmez.Kefareti gerektiren davranışlar kaç gün işlenmiş ise o günler sayısınca kefaret vermek gerekir.

Hanefî mezhebine göre ister aynı günde ister ayrı ayrı günlerde olsun, is­ter aynı Ramazanda ister farklı senelerin Ramazanlarında olsun, kefaret gerek­tiren davranışların tekrarı nedeniyle kefaret tekrar etmez. Ancak kefaret ge­rektiren davranışlardan birini işleyen kişi, bu davranışın kefaretini öder; sonra da kefareti gerektiren ikinci bir davranışta bulunursa, bu tekrarı aynı günde ise önceki kefaret ikisi için de yeterli olur. Bu tekrarı ayrı günlerdeyse, birincinin kefaretini ödemiş olsa bile ikincisi için de bir kefaret ödemesi gerekir. Zahir ri­vayete göre kefaret, cinsel ilişki sebebiyle vacip olmuşsa tekerrür eder, aksi halde tekerrür etmez. (Cezîrî, Mezâhib, 1/581)

Kefaret gerektiren davranışlar aynı günde birkaç kez tekrarlansa bile, yal­nız bir kefaret vermek vacip olur. Kefaret gerektiren davranış, birinci kefaretin ödenmesinden sonra vuku bulsa bile yine tek bir kefaret vacip olur.Söz gelimi Ramazanda gündüzleyin oruçlu iken bir kişi eşiyle defalarca cinsel ilişkide bulunur da birinci ilişkiden hemen sonra kefaretini öderse, bun­dan sonra günün kalan kısmında oruçlu gibi davranmaması her ne kadar gü­nah ise de, müteakip ilişkilerinden ötürü kendisine ek kefaret gerekmez.Kefaret ödemesi gereken bir kişi, bütün çeşitleriyle kefareti vermekten âciz kalırsa, imkân buluncaya kadar o kefaret, kendisinin zimmetinde borç olarak durur.Hanbelî mezhebine göre bir kişi, kefaretin kendisine vacip olduğu anda bütün çeşitleri ile kefareti ödemekten âciz ise, daha sonra imkân bulsa bile ke­faret, artık onun zimmetinden düşmüş olduğu için bir daha kefaretle yükümlü olmaz. (a.g.e., 1/581.)

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 200.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun