MÜRTEKİB-İ KEBÎRE ( BÜYÜK GÜNAH İŞLEYEN)

Büyük günah işleyen kimse. Kebîre (çoğulu kebâir) büyük günah, mürtekib-i kebîre ise büyük günah işleyen kişi anlamına gelmektedir.

Islâm`da ilk itikadî görüş ayrılıklarının ortaya çıkmasında gündemi belirleyen ve hararetli tartışmalara sebep olan en önemli konulardan birisi mürtekib-i kebîre meselesi olmuştur. Bu mesele, müslümanlar arasında meydana gelen ve öldürme olaylarına kadar varan ciddî ihtilaflar sonucu tartışılmaya başlanmıştır. Bu ihtilaflar ise, Hz. Osman`ın hilâfetinin ikinci yarısından itibaren hızla ilerlemiş ve çok kısa bir zamanda müslümanlar arasında var olan birlik ve beraberliği, sükun ve huzuru tehlikeye düşürecek bir duruma gelmişti. Müslümanlar arasına atılan fitne ve fesat tohumları çok geçmeden semeresini vermiş, Islâm toplumu ikiye ayrılmıştı. Ihtilaflar, Hz. Osman`ın şehid edilmesiyle en yüksek seviyesine ulaştı. Her ikisi de müslüman olan taraflar silaha sarılarak savaş alanlarına döküldü. 36/656 yılında Cemel vakası, 37/657 yılında da Sıffin savaşı meydana geldi. Müslümanlar arasında ortaya çıkan bu iç savaşlarda aralarında mümtaz sahabilerin de bulunduğu çok sayıda insan öldürüldü.

Bu olaylar pek çok insanın öldürülmesine sebep olduğu gibi, çözüm bekleyen bazı problemleri de gündeme getirdi. Ortada, büyük günahlar arasında zikredilen bir "öldürme (katl)" fiili vardı ve ölenler de öldürülenler de Islâm toplumunun üyeleri idiler. Bu durumda bazı sorular akla geliyordu: Büyük günah işleyen kimsenin iman açısından durumu nedir? Bu kişi mü`min midir; değil midir? Büyük günah işleyen kimse bu davranışında hür müdür, değil midir? Meselenin daha geniş bir platformda ele alınması ise, şu soruyu tartışmaya açıyordu: Imanla amel arasında ne gibi bir münasebet vardır? Işte bu ve benzeri sorular hakkında her fırkâ kendine göre bir görüş ileri sürmüş ve bu görüşünü ayet ve hadislerle temellendirmeye çalışmıştır.

Büyük günahların başında gelen şirki işleyenin durumu müslümanlar arasında hiç bir zaman tartışma konusu olmamıştır. Bu günahı irtikab edenlerin cehennemlik olduğu bütün alimlerce kabul edilmiştir. Şirkin affedilmez bir günah olduğu Kur`an-ı Kerim`de de belirtilmiştir: "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz" (en-Nisa, 4/48). Bu sebeple, mürtekib-i kebire hakkındaki tartışmalar, şirkin dışında kalan adam öldürme, zina yapma, sihir yapma gibi diğer büyük günahlar etrafında olmaktadır.

Mürtekib-i kebire (büyük günah işleyen kimse)`nin nihâî kaderi hakkında itikadı fırkalar tarafından ortaya atılan görüşler, bu fırkaların, imanın tarifi ve amelle olan münasebetlerine dair kanaatlerinin bir sonucu niteliğindedir. Bu konuda belirleyici unsur iman amel ilişkisidir. Nitekim, ameli imanın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul eden Haricilere göre, büyük günah işleyen kimse kâfirdir ve ebedi olarak cehennemliktir. Bu fırkanın Ezarika kolu, işlenen günahın büyüklüğüne küçüklüğüne bakmayıp, günah işleyen herkesi tekfir etmiştir (Abdülkahir el-Bağdadî, el-Fark Beyne`l-Firak, Çev. E.Ruhi Fığlalı, Istanbul 1979, s. 103). Zaten bir rivayete göre, büyük günah meselesi, "tahkim" hadisesinden sonra, Hariciler tarafından ortaya atılmıştır. Daha önce Hz. Ali`nin taraftarı olan Hariciler, "tahkim" hadisesinden sonra ondan ayrılmışlardır. Çünkü, onlara göre, tahkimi kabul eden her iki taraf da büyük günaha iştirak ederek küfre düşmüşlerdir (M. Ebu Zehra, Islam`da Siyaşı ve Itikadı Mezhepler Tarihi, Çev. E.Ruhi Fığlalı-Osman Eskicioğlu, Istanbul 1970, s. 141).

Imanla amel arasında kaçınılmaz bir ilişki görmeyen Mürcie`ye göre, büyük günah mü`mini iman sınırından dışarı çıkarmaz. Çünkü imanla amel birbirinden ayrı şeylerdir. Mürciîlere göre, bu meselede takip edilecek en doğru yol, mürtekib-i kebîrenin durumunu Allah`a ve ahiret gününe havale etmektir. Kulların bu konuda söz söyleme yetkisi yoktur. Son karar Allah`a aittir. Onu isterse affeder, dilerse cezalandırır (eş-Şehristanî, el-Milel ve`n-Nihal, Beyrut 1975, I/I 39).

Mutezile mezhebi, büyük günah işleyen kimse hakkında çok farklı bir görüşe sahiptir. Ameli imanla birlikte ele alan Mutezileye göre, mürtekib-i kebîre imandan çıkmıştır; fakat küfre de girmemiştir. O, imanla küfür arasında bir yerde (el-menziletü beyne`l-menzileteyn), yani fasıklık noktasında bulunmaktadır. Bu halde iken tövbe etmeden ölen kimse ise, Allah`ın yüce adaleti gereği ebedi olarak cehennemliktir. Fakat onun cezası kâfirlerin göreceği cezadan daha hafif olacaktır (eŞ-Şehristani, a.g.e., I, 45).

Bu görüş ilk olarak, Hasan el-Basrî (öl. I 10/728) nin talebelerinden olan Vâsıl b. Ata (öl. 131/748) tarafından ortaya atılmıştır. Hasan el-Basrî ise, mürtekib-i kebirenin münafık olduğu kanaatindeydi.

Görüldüğü gibi, bid`at fırkalarının mürtekib-i kebire hakkındaki görüşleri aşırılıklarla doludur. Bu konuda en mutedil ve doğru görüş, Ehl-i Sünnetin benimsemiş olduğu görüştür. Ehl-i Sünnete göre büyük günah (kebîre), bir mü`mini iman daireşinin dışına çıkarmaz. Çünkü, imanın hakikatini oluşturan tasdik, onda halâ mevcuttur. Bu nedenle, onu tekfir etmek mümkün değildir. Bunun yanında, onu günahkâr saymamak da aynı şekilde imkansızdır. Zira, işlemiş olduğu bir günah vardır. Bu nedenle o, günahkâr bir mü`mindir. Şirkin dışında kalan büyük günahlardan birisini işleyen mü`minin âhiretteki durumu Allah`ın takdirine kalmıştır. Onu cezalandırabileceği gibi, affedebilir de. Bu konu Kur`ân-ı Kerim`de şöyle ifade edilmektedir: "Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Fakat bunun dışında kalan günahları dilediği kimse için bağışlar" (en-Nisa, 4/48) (Ayrıca bk. "Taftazânî, Şerhu`l-Akaid, Çev. Süleyman Uludağ" Istanbul 1982, s. 263 vd.).

el-Bağdâdî, günah işleyen kimse hakkındaki görüşleri şu şekilde sıralamaktadır:

1- Ister büyük ister küçük olsun, günah işleyen herkes Allah`a şirk koşmuştur. Bu görüş, Haricilerin Ezarika koluna aittir.

2- Haram oluşu hususunda ümmetin icma ettiği günahı işleyen kimse kâfir ve müşriktir. Eğer bu günah hakkında icma yoksa o zaman fakihlerin görüşüne başvurulur. Bu görüşü, Haricilerden Necedat grubu ileri sürmüştür.

3- Ibadıyye`ye göre, hakkında ceza bulunan bir günahı işleyen kimse şirk küfrüyle değil, nimet küfrü (küfrân-ı nimet) ile kâfir olur.

4- Bazıları büyük günah işleyenlerin münafık olduğunu, münafıkhğın ise küfürden daha kötü olduğunu söylemişlerdir.

5- Tâbiûn ve ümmetin çoğunluğuna göre, büyük günah işleyen kimse, Allah`a ve O`ndan gelenlere iman ettiği için mü`mindir. Fakat işlemiş olduğu günah sebebi ile fasık olmuştur. Fasıklık ise, insanı imandan çıkarmaz (Abdülkahir el-Bağdadî, a.g.e., s. 103-104). Müslümanların kabul ettiği hüküm de budur.

Büyük günahları işleyen kafir olur mu?

Ehl-i sünnetin dışında kalan mutezile mezhebi ve haricilerin bir kısmı, “büyük günah işleyenlerin kafir olacağını veya imanla küfür ortasında kalacağını” söyler ve bunu şöyle izah etmeye çalışırlar: “büyük günahlardan birini işleyen bir mü'minin imanı gider. Çünkü Cenab-ı Hakk'a inanan ve cehennemi tasdik eden birinin büyük günah işlemesi mümkün değildir. Dünyada hapse düşme korkusuyla kendini kanun dışı yollardan koruyan birinin, ebedi bir cehennem azabını ve Cenab-ı Hakk'ın gadabını düşünmeyerek büyük günahları işlemesi, elbette onun imansızlığına delalet eder.”

İlk bakışta doğru gibi görünen bu hüküm, insanın yaradılışını bilmeyen sakat bir düşüncenin mahsulüdür. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, bu sorunun cevabını Lem'alar adlı eserinde şu şekilde vermektedir: “... İnsanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı (el altında bulunan hazır bir lezzeti), ileride gayet büyük bir mükafata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden (sonradan gelecek, tehir edilmiş bir azaptan) ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor. Belki, inkar ediyorlar. Nefs dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlup oluyorlar.

Şu halde; kebairi (büyük günahları) işlemek, imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle, akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.”

Evet, bediüzzaman hazretleri'nin ifade ettiği gibi, insanın yaradılışında cennetin akıl almaz lezzetlerini çok ötelerde görmesi ve bu yüzden onları ikinci plana atıp, hemen eli altındaki günah lezzetlerine meyletmesi gibi bir özellik vardır. Çok acıktığı için kendisini en yakın lokantaya atan bir adamın, ısmarladığı iki porsiyonluk döner 10-15 dakika gecikeceği için hemen eli altında bulunan kuru ekmeği kemirmeye başlaması ve midesinin yarısını onunla doldurması, bu sırdandır.

Yine bediüzzaman'ın dediği gibi, insan bir ay sonra gireceği bir hücre hapsinden çok, hemen yemek üzere olduğu bir tokattan korkar. Yani bu hissiyata göre cehennem azabı, onun için çok uzaktır ve Allah da zaten affedicidir.

İşte insan, bu mülahazalarla 'imanlı olmasına rağmen, günahlara meyleder ve nefsinin de desteklemesiyle içine düşebilir. Evet büyük günahları işlemek, imansızlıktan gelmez. Fakat o günahlar, tövbe ile hemen imha edilmezse, insanı imansızlığa götürebilir. Bu konuda yine bediüzzaman'ı dinleyelim:

“günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra, ta nur-u imanı (iman nurunu) çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre (Allah'ı inkara) gidecek bir yol var. O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor...”

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun