İspanya'nın eskiden bir İslam ülkesi olduğunu yeni duydum; peki nasıl şimdiki haline geldi? Endülüs Devleti hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 28.10.2006 - 09:21 | Güncelleme:

Soru Detayı
Şimdi orası her pisliğin olduğu bir yer haline gelmiş. Alkol, uyusturucu, zina gibi şeylerin en çok yapıldığı yerlerden biri. Eskiden Müslümanları gemilerle alıp, onları güzel bir yere götüreceklerini söyleyip, okyanusun ortasına attıkları ve onları boğulmaya terk ettikleri doğru mu?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Endülüs, Müslümanların İspanya'ya verdikleri bir isimdir. Günümüzde ise İspanya'nın güneyindeki bir eyaletin adıdır. İlk dönem İslam fetihlerinin tabii bir uzantısı olarak 711-714 yılları arasında Müslümanların hakimiyetine geçen Endülüs, coğrafi sınırları zamanla daralmakla beraber sekiz asır boyunca İslam ülkesi olarak kalmıştır.

Endülüs tarihi başlıca altı ayrı döneme ayrılmaktadır:

1. Valiler Dönemi (715-756)

Bu dönemde Endülüs, doğudaki Emevi Devleti'nin bir vilayeti olarak idare edilmiştir. En önemli gelişme, Müslüman fatihlerin Pireneler'i aşarak Avrupa'nın fethi için yaptıkları askeri seferlerdir. Bu seferlerde Müslümanlar, 732 senesinde Paris'e kadar gelmişlerdir. Bunun dışında Endülüs'te yeni bir toplum düzeni oluşturulmaya gayret edilmiştir. Vizigotlar döneminde Katolik kilisesinin tahrikiyle Yahudiler ve Arianistler üzerindeki baskılara son verilerek özgür bir dini ortam oluşturulmuştur. Böylece tabakalaşma esasına dayalı eski toplum düzenine son verilmiştir.

2. Endülüs Emevileri Dönemi (756 - 1031)

Doğudaki devlet düzenini örnek alarak Endülüs'ü 756 senesinde bağımsız bir devlet haline getiren Endülüs Emevileri, bir taraftan siyasi varlıklarını devam ettirebilmek için müstakil bir ordu kurarken, diğer yandan Kahire, Mekke, Medine, Bağdat ve Şam gibi o günün gözde ilim merkezlerine çok sayıda öğrenci göndererek, bu merkezlerdeki ilmi gelişmelerin Endülüs'e aktarımını sağladılar.

Bu dönemde Avrupa'daki kiliselerde bulunan papazlar dışında okuma yazma bilen kimse zor bulunurken, Endülüs'te halkın tamamına yakını okur yazardı. Ekonomik ve bayındırlık faaliyetlerinin artmasının yanısıra, başkent Kurtuba (Cordova) bir diplomasi merkezi haline gelmişti. Sağlanan hoşgörü ortamı sayesinde cami, kilise ve havra yan yana kavgasız yaşama imkanı buldu.

Sonuç olarak Endülüs, bu dönemde Avrupa'nın en güçlü devleti olmuştur.

3. Tavaif-i Mülük "Küçük Sultanlıklar" Dönemi (1031-1090)

1031 yılındaki iç karışıklıklar sebebiyle Emevi Devleti yıkılınca, Endülüs siyasi olarak bir bölünme sürecine girdi. Bu süreçte hemen her şehir, bağımsız devletçiklere dönüştüler. Bu siyasi bölünmeye rağmen Endülüs'te medeniyet alanındaki yükseliş devam etti. Bunun en önemli göstergesi hemen her şehrin bir Kurtuba'ya dönüşmesi idi. Edebiyat, astronomi, tıp ve felsefe alanında önemli gelişmeler kaydedildi. Fakat siyasi bölünmüşlük, İspanya'nın ikinci büyük şehri olan Tuleytula'nın (Toledo) 1085 yılında düşmesine sebep olmuştur. Bu durumda Endülüslüler Kuzey Afrika'dan yardım istemek zorunda kaldılar.

4. Murabıtlar ve Muvahhidler Dönemi (1090 - 1228)

1086 senesinde Endülüslülerin yardımına koşan ve Kuzey Afrika'da büyük devlet kurmuş olan Murabıtlar, 1147 senesine kadar Endülüs'ü kendilerine bağlı bir vilayet olarak idare ettiler. Bu tarihten sonra Endülüs'ün idaresi yine Kuzey Afrika'dan gelen Muvahhidler tarafından üstlenildi. Bu dönemde Hristiyan Avrupa, Papalığın yönlendirmesiyle Endülüs'ü haçlı saldırılarının hedefi haline getirdi. Bu sebeple bu dönem çoğunlukla haçlılara karşı verilen savunma savaşlarıyla geçti. Fakat uygarlık alanındaki gelişmeler durmadı. Nitekim Avrupa'yı derinden etkileyen İbni Rüşd (Averros), İbni Bace (Avempace) ve İbni Tufeyl gibi alim ve filozofların yetişmesi bu döneme rastlar.

5. Gırnata Emirliği (1231 -1492)

Muvahhidler idaresinin 1228 de yıkılması üzerine Hristiyan İspanya Endülüs toprakları üzerinde hızlı bir işgal hareketi başlattı. Kendilerini savunacak gücü kaybeden Endülüslüler güneydeki Gırnata, Malaga ve Meriyye dışındaki toprakları kaybettiler. 1231 yılında Nasriler sülalesi elde kalan bu topraklarda bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu küçük Gırnata sultanlığı, yürüttüğü siyaset sayesinde iki buçuk asır ayakta kalabilmeyi başardı. Gerek İslam gerekse dünya mimarisinin en gözde eserlerinden biri olan Elhamra Sarayı bu döneme aittir. 1490 senesinde Hristiyan orduları tarafından kuşatılan Gırnata, 1492 de yapılan bir anlaşma ile Müslümanların dini ve medeni hakları garanti altına alınması şartı ile teslim oldu. Böylece, İspanya'da sekiz asırdır devam eden İslam hakimiyeti son bulmuş oldu.

6. Moriskolar (1492 -1609)

Gırnata sultanlığının yıkılmasıyla beraber İspanya'da Hristiyan hakimiyetinde çok sayıda Müslüman kalmıştı. 1497 senesinde Katolik kral Ferdinand ve kraliçe İzabella, yaptıkları anlaşmayı hiçe sayarak kalan Müslümanların zorla Hritiyanlaştırılmasına karar verdiler. Müslümanları kapalı mekanlara koyarak üzerlerine vaftiz suyu serpip artık Hristiyan oldukları ilan edildi. Kur'an-ı Kerim ve diğer Arapça eserler toplatıldı, kütüphaneler boşaltıldı, geleneksel kıyafetleri yasaklandı. Çocuklarına Arapça öğretilmesi yasaklandı. Camiler kiliseye çevrildi. Aksi davrananlar Engizisyon'a sevkedildi.

Kimi İspanyol kaynaklarına göre Engizisyon, Müslümanlar için üç binin üzerinde ağır ölüm kararı vererek ya kazığa oturtmuşlar veya yakmışlardır. Bunlara rağmen Müslümanlar dini yaşantılarını gizli de olsa devam ettirebildiler. 1609 yılında İspanya krallığı kilise ile bir karar alarak İspanya sınırları içindeki Müslümanların dışarı çıkarılmasına karar verdi. Bir kısmı Fransa içlerine bir kısmı da Afrika'ya sürüldü. Bu sürgünlerde yüz binlerce Endülüslü hayatını kaybetti. Müslümanların İspanya'dan çıkarılmasına rağmen etkileri daha sonraları da devam etti.

Emevilerin 756 senesinde Endülüs’ü bağımsız bir devlet haline getirerek siyasi birliğini sağlamaları, Hristiyan ilerlemesine karşı ciddi bir engel teşkil etmiştir. Bu sayede çok erken tarihlerde gerçekleşebilecek bir zevalin önüne geçmiştir.

976 senesine kadar Endülüs’ün siyasi birliğini başarıyla temin ve temsil eden Emevi hanedanı, bu tarihten itibaren güç ve nüfuzunu yitirmeye başlamış; Âmiriler ailesinin rakip bir güç olarak ortaya çıkışı, devletin bütün dengelerini alt üst etmiş ve neticede sistemi çözüm üretemez hale getirmiştir. Merkezi idarenin bu acziyeti, neticede mahalli aristokrasilerin güçlenmesine ve ülkenin bölünmesine vesile olmuştur.

Endülüs, her nedense şimdi olduğu gibi, Anadolu Müslümanlarının tarihinde de, gözden uzak olduğu için, gönülden ve fikirden de uzak olmuş. Hele günümüzde, İspanya adını duyar duymaz, orayı Müslüman kimliği ile hatırlayan çok az insan çıkmaktadır. Kendi değer ölçülerini ve kabullenmelerini empoze edip ona aykırı hürriyetleri unutturan “Batı kültür emperyalizmi” burada da açıkça ortaya çıkıyor, hatta bu münasebeti en çok kurması gereken İlahiyat Fakültesi talebelerinden otuz kadar öğrencisi bulunan 3. sınıf şubelerinden birinde, bir defasında şu âlimlerin memleketlerini söylemelerini ve onların kendilerine ne düşündürdüğünü sormuştum: Bakıy İbn Mahled, Ebû Bekr İbnü’l-Arabî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, İbnu Mada, Ebu’l-Abbas el-Mürsî, Ebû Amr ed-Dânî, Ebû Hayyân, İbn Atiyye. Bu zatların Endülüslü olduklarını bilen maalesef çıkmamıştı.

Sekiz asır boyunca Müslümanlığın hakim olduğu koca bir ülkenin ve orada yetişmiş on binlerce alimin, orada kurulmuş muazzam medeniyetin ve bugünkü varislerinin durumu elbette böyle olmamalıdır. Evet, daha dün denebilecek yakın bir dönemde, beş asır önce, orada Müslümanları yenerek hakimiyetini kuran Hristiyan taassubu, nadir görülebilecek bir vahşetle oranın İslamî hüviyeti silmek için elinden geleni yapmış olabilir. Fakat bu zulüm, Müslümanları, onlara karşı daha duyarlı hale getirmeliydi. O diyarın Müslümanlarının akıbetlerini, hukuklarını, orada kurulmuş muazzam medeniyetin özelliklerini, geriye kalmış ve/veya bırakılmamış eserlerini araştırıp tanıtan yoğun çalışmalar gerekirdi. Engizisyon ve taassup döneminde bunları yapmak mümkün değildi, ama asrımızda yayılan hürriyet atmosferinde pek âla mümkündür. Bilmem ki, bunca imkânlara rağmen bu düşünce ile oraya giden kaç insanımız vardır?

Oysa Batılılar, Anadolu’da tâ iki bin sene önceki maziye ait birtakım izler bulmaya çalışmakta, bulamazlarsa Kuşadası’nda Meryem Ana şifalı suyu, Demre’de Noel Baba masalı gibi bir çok Hristiyan unsuru icad edip Türkiye ile irtibatlandırmaya çalışmakta, bu toprakların bin yıl öncesine kadar Hristiyan hakimiyeti altında yaşadığı hatırasını canlı tutmakta, isimleri, Hristiyan adları ile telaffuz edip yazmaktadırlar: Constantinople (Konstinopl yani İstanbul ), Smyrne (İzmir), Cappadocce (Kapadokya), Cilicie (Kilikya), Bitinya, Efes, Hieropolis gibi. Buralara Paul, Pierre, Barnaba gibi havarilerin Hristiyanlığı yaymak için vaki seyahatlerini tekrarlamak, kutsal hac ziyaretinde bulunmak için gelmektedirler. Müslümanların, daha otuz-kırk sene öncesine kadar, kendi ülkelerinde, defin yapılan mezarlıkları, önce yeşil alan, birkaç sene sonra ise parsellenip, satılan meskun alan yapılırken Hristiyanların asırlık mezarlıklarına dokunulmamaktadır.

Yakında bir gazetede okuduğuma göre, sayısı beş bin civarında olan Rum nüfusa ait yetmiş beş kilise mevcuttur İstanbul’da. Bunların çoğu, işlemese de, muhafaza ediliyor. Fakat beş altı asır öncesine kadar Müslüman olan Endülüs sahipsiz.

Bari, taassuptan -nasılsa kurtulan- Kurtuba Camii Müslümanlara verilip imar edilse ve şenlendirilse. İnanıyorum ki, Müslümanlara izin verilse kendi imkânlarıyla restore edip hizmete açarlar. (Burada ise, bazen bu onarımlar Müslüman ülkenin devlet bütçesi imkânlarıyla yapılıyor) Peşinden, daha başka bazı tarihi eserler onarılsa. Maalesef, bunları yapma yerine, turistik bahanelerle Hristiyanların kutsal yerlerini ihya etmeye çalışan devlet yetkilileri tanıdık.

İslam’ın hakimiyetinin İspanya’da sona erişinin 500. yılını Hristiyanlar ile birlikte kutlayanlarımız var. Halbuki Müslümanlar, bu 500. olan 1992 yılını, milyonları bulan Endülüs Müslümanlarının öldürülmelerinin, sürülmelerinin veya zorla Hristiyanlaştırılmalarının, dünya çapında, haklarını arama hadisesi olarak ilân etmeliydiler. Fakat, Heyhat! Bosna-Hersek’te şu anda yapılan katliam, medya ile bütün dünyanın gözleri önüne serilirken bile bir şey yapamayan biz âciz Müslümanlar, nerde kaldı beş asır önceki hakkı arayalım?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun