İslam'da cariyelerin konumu nedir?
- Kur'an'da "kişi istediği kadar cariyelerle evlenebilir" diye bir ibare var mı ve varsa hikmeti nedir?
- Yani normalde en fazla dört kadın alabilirken, niye istediği kadar cariye alabiliyor; cariyeler de kadın değil mi?
- Cariyelik ve kölelik hakkında bilgi verebilir misiniz?
- Kişi cariyesi ile eşi gibi cinsi münasebette bulunabilir mi?
- Birden fazla cariye edinmek caiz midir?
Değerli kardeşimiz,
Allah'a kul ve köle olmanın dışında, her insan hür olarak yaratılmıştır. Hürriyet, insanın vazgeçilmez bir hakkı, ayrılmaz bir hususiyetidir. Bununla beraber, insanın, insan olma itibariyle haysiyet ve şerefinden gelen bir hürriyet hakkı, hemen hemen tarihin bütün devirlerinde elinden alınmıştır. Çeşitli harp ve baskınlar neticesinde insanlar hürriyetlerinden mahrum edilmiş, bir mal gibi alınıp satılır hale getirilmiştir. Bilhassa Roma hukuku ve Yunan felsefesi, köleliği zarurî bir ihtiyaç haline getirmiş, insanları bir eşya gibi pazara dökmüştür.
Diğer taraftan her millet, düşmanının kuvvetini azaltmak, nüfusunu eksiltmek ve kendi kuvvetini artırmak için esirlik müessesesini yaşatmayı zaruret hâlinde görmüştür. Devletler arasındaki savaş konjöktürü gereği kölelik devam ettiği için İslamiyet bunu yasaklamamıştır. Ancak düşman gücü tehdidi ortadan kalkınca bu insanların özgürleşmesi için teşvikte bulunulmuş, kölelerin de insanca yaşamasına dair hükümler konulmuştur. Şahıslardan kaynaklı olumsuzluklar bir kenara bırakılırsa köle hukuku ile ilgili insalcıl yaklaşım İslamiyet tarafından tesis edilmiştir.
İslâmiyet'ten önce Araplar arasında da kölelik bütün şiddet ve dehşetiyle devam ediyordu. Kabileler arasındaki çarpışmalar ve yağmalamalar aralıksız olarak sürüyordu. Düşman taraftan esir olarak alınan kadın, erkek ve çocuklar kölelileştiriliyordu. Cahiliye Arapların nazarında kölelik hayvanlıktan aşağı telâkki ediliyordu. Bunun için onları insanlık dışı işlerde çalıştırıyorlar, her türlü zulüm ve işkenceyi reva görüyorlardı. Bazen onları aç susuz bırakarak ölüme terk ediyorlar, bazen de öldürüyorlardı. Kadınları cariye olarak kullanıyorlardı. Öyle ki âdeta cariyelik teşvik edilen bir şey haline gelmişti. Sırf bunun için başka kavimlere baskınlar düzenliyorlar, erkekleri öldürerek kadınlarını esir alıyorlardı.
İşte İslâmiyet böyle bir zamanda zuhur etti. O devirde insanlığın yarası olan böyle bir meseleyi tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmadığı gibi, o zamanki durum zaten buna müsait de değildi. Esaret müessesesinin kaldırılması henüz yeni kurulmakta olan İslâm devleti için birtakım güçlükler getirebilirdi. Şöyle ki:
Her hususta olduğu gibi dinimizin cihad anlayışı diğer milletlerin savaş anlayışından farklıdır. Dinimizin cihat gayesi, zulmetmek, kan dökmek, kuru kuruya beldeler fethetmek değil, Cenab-ı Hakk'ın ismini duyurmak, İslama yöneltilen hücumları önlemek, insanlara dünya ve âhiret saadeti temin etmektir. Bu sebeple düşman da olsa savaşa fiilen iştirak etmedikçe, kadınları, çocukları ve ihtiyarları öldürmek Peygamberimiz (asm) tarafından yasaklanmıştır.1 Fakat bunları serbest bırakmanın İslâm devleti için bir tehlike olacağı da ortadadır. Çünkü birkaç yıl sonra nüfusları yeniden artacağından, Müslümanlar için bir tehlike teşkil etmeleri mümkündür. Bu durumda bunların esir alınması artık bir zaruret hâline gelmişti.
Diğer taraftan, karşı taraf, Müslümanları esir etmekten geri durmuyordu. Dengenin temin edilmesi için Müslümanların da onlardan esir almaları gerekiyordu. Böylece hem denge temin ediliyor, hem de karşı taraf kuvvetten düşürülüyordu. Ayrıca alınan esirlerle Müslüman esirler takas yapılarak, Müslümanlar esaretten kurtarılmış oluyordu. Yine esirler fidye karşılığı serbest bırakılmakla İslâmiyet'in yayılması için maddî destek temin ediliyordu.
Görüldüğü gibi, köleliği ve cariyeliği ilk defa İslâmiyet icat etmemiştir. Birtakım zaruretler sebebiyle her ne kadar ortadan kaldırmamışsa da onu tamamen hürriyete yol açabilecek şekilde ıslâh etmiştir.
Tarihin her devrinde insanlık dışı işlerde kullanılan zulüm ve işkencenin her türlüsü reva görülen köleler, ancak İslâmiyet sayesinde rahat bir nefes alabilmişlerdir. Dinimiz kölelik müessesesini vahşi ve iptidaî suretten çıkarıp, insanî bir hayata kavuşturmuştur. Köleye birçok hak verilmiş ve bunlar devletin himayesi altına alınmıştır.
Hadis ve fıkıh kitaplarımızda "Itk" yani "köle azadı" başlığı altında bu hakların izah edildiği bir bölüm mevcuttur.
Dinimizde, hürriyet nimetinden mahrum kalanlara karşı büyük bir şefkat ve himaye gösterilmiş, hürriyetlerini kaybetmiş insanların tekrar hürriyetlerine kavuşabilmeleri için bazı hükümler getirilmiştir. Mesela mü'minin bir hata ve kusuru sonunda, günahını affettirebilmek için kefaret ödemesi gerekmektedir. Ramazan orucunu bozan, yanlışlıkla adam öldüren, yeminini bozan kimseler, bu hatalarının affı için kefaret öderler. İşte bu kefaretlerin başında köle ve cariye azat etmek ilk sırayı almaktadır. Bu hususta birçok âyet-i kerime mevcuttur.
Savaşı müteakip hürriyetini kaybeden köle ve cariyeler, her ne kadar farklı statüye tâbi iseler de yine de birer insandırlar. Bunun için dinimizde köle ve cariyeyi hürriyetine kavuşturmak en büyük hayırlar arasında zikredilmiş, bir ibadet hükmünü taşımıştır. Buna teşvik eden birçok hadis-i şerif mevcuttur. Bu hadislerden birisi şu mealdedir:
"Bir kimse, erkek veya kadın mümin bir köle azat ederse, Allah o kölenin her azası karşılığında bir azasını cehennemden azat eder."2
Köle azadını teşvik eden bir diğer esas da "mukâteb"liktir. Bu da efendisi tarafından bir kıymet takdir olunarak, kölenin bu parayı kazanıp ödemesi yoluyla azat olmasıdır. Cenab-ı Hak mü'minleri buna teşvik etmiş ve bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Kölelerinizden mukâtebe olmak isteyenleri de eğer kendilerinde bir hayır biliyorsanız, hemen kitabete bağlayın ve onlara Allah'ın size verdiği maldan verin, size olan borçlarından düşürün."3
Ayrıca böyle bir kölenin hürriyetine kavuşması için Müslümanların verecekleri en sevaplı sadakaların böyle bir köleye verilen sadaka olduğu belirtilmiştir.
Diğer taraftan dinimiz, köle ile efendisi arasında eşit hayat ve geçim şartını da getirmiştir. Köle olan kişinin ailenin bir ferdi olarak görülmesi, efendi ile kölenin aynı sofrada yemek yemesi tavsiye edilmiştir. Dinimize göre; efendi, kölesine yediğinden yedirmeli, giydiğinden giydirmelidir. Efendi, kölesine eziyette bulunmamalıdır.4
Köleler hakkında bir diğer husus da efendinin, kölesinin izzet-i nefsini rencide edecek şekilde çağırmasının uygun olmadığıdır. Efendinin, kölesini, "kölem, cariyem" şeklinde değil; "oğlum, kızım" şeklinde çağırması tavsiye edilmiştir.5
Yine köle ve cariyeler umumiyetle eğitim ve öğretimden mahrum kimseler olduklarından, onların cahil bırakılmayıp, okutulması ve yetiştirilmesi efendinin vazifeleri arasındadır.
Görüldüğü gibi, kölesini azat etmeyen kimselerin bu şartlarda köle tutması ve beslemesi ağır bir mes'uliyet getirmektedir. Ahmed Cevdet Paşa, efendinin, mükellef olduğu vazifeleri yerine getirerek köle tutabilmesinin zorluğunu şu veciz cümle ile ifade eder: "Müslümanlıkta köle almak, köle olmaktır."
Evet. İslâmiyet'in kölelik meselesini ıslâh ettiği, hukuk sisteminde ona geniş bir yer vererek hakkını müdafaa ettiği düşünülünce, bu hususta ne kadar büyük bir inkılâp gerçekleştirdiği görülmüş olur.
Dünyaya medeniyet dersi veren Batı'nın, asırlardır sömürge ve istilâ belasıyla insanları, bilhassa İslâm âlemini ezip sömürdüğü, hattâ Amerika'nın ve Güney Afrika'nın bugünlerde dahi siyahilere ikinci sınıf vatandaş muâmelesi yaptığı gerçeği hatırlanırsa, köleliği hangi milletin devam ettirdiği anlaşılmaz mı? Yarım asırdan fazla olarak Demirperde ülkelerinde Rusya'nın zavallı insanlara reva gördüğü zulüm, canavarlara bile rahmet okutmuştu. İnsanları evlerinden, yurtlarından kovarak Sibirya'nın kamplarında insanlık dışı işkence ve zulümlere boğduğu inkâr edilemez.
Bu hususları dikkate alarak kölelik müessesesini İslâmiyet'in icat etmediği, bu müesseseyi ıslâh ettiği hususunda yanlış bir telâkkiye kapılmaya gerek yoktur. Bu ifadeler ışığında insanlığa gerçek hürriyet ve hidayeti İslâm'ın getirdiği bir defa daha görülmüş olur.
Cariye ve Statüsü
Savaş sırasında düşman tarafından esir edilen kız ve kadınlar "cariye" olarak alınır. Hukuk itibariyle ganimet sayıldıklarından, İslâm devleti tarafından savaşa katılan gazilere ganimet payı olarak verilirdi. Azat edilmedikleri müddetçe de ticarî bir eşya gibi alınıp satılırdı. Artık o andan itibaren "cariye" ailenin bir parçası ve bir ferdi olarak kabul edilir, ona göre muamele görürdü. Cariyenin sahibi olan "efendi" onu şahsî hizmetlerinde ve ev işlerinde istihdam edebildiği gibi, isterse, ayrıca bir nikâh kıymaya ihtiyaç duymadan istifade edebilirdi. Bu durum her ne kadar ilk anda garip karşılanacak olsa da, tarihî şartları içinde bu gayet normal ve tabii karşılanırdı. Zâten ayrıca bu hususta Kur'ân'ın verdiği bir ruhsat da mevcuttur. Mü'minûn sûresinin 5 ve 6. âyetlerinde bu ruhsat şöyle ifade edilir:
"O müminler ki, ırzlarını korurlar; ancak hanımlarına ve sahip oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. Bunlarla olan münasebetlerinden dolayı kınanmazlar."
Cariyenin efendisinden bir çocuğu olduğu takdirde "çocuğun annesi" manasına "ümmü'l-veled" sayılmaktadır. Cariyeden doğan bu çocuk hür kabul edilir. Çocuğun doğumu ile annesi de efendisinin ölümünden sonra mirasçılarına geçmeyip hürriyetine kavuşmaktadır. Çocuk olmasaydı, efendisi de azat etmeseydi, diğer mallar gibi cariye de miras olarak kalacaktı.
Efendinin, cariyesi ile karı-koca olmaları da şart değildir. Efendi, onu sadece bir hizmetçi olarak istihdam edebilmektedir. Ayrıca, cariyenin kocası esirler arasında ise, eşlerin nikâhları devam edeceğinden, efendinin bu cariye ile münasebette bulunması caiz değildir. Hattâ erkek başka birisinin, kadın da bir başkasının yanında köle ise, yine efendi, yanında bulunan bu kadın köleden cinsî yönden faydalanamaz.6
Bu meselelerle birlikte, Kur'ân-ı Kerim, erkek ve kadın kölelerin birbirleriyle evlendirilmesini de teşvik etmiştir. Nur sûresinde meâlen şöyle buyurulur:
"Bir de içinizden bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden sâlih olanları evlendiriniz. Eğer fakir iseler, Allah onları kendi lütfundan zengin eder."7
Böylece kölelerin kendi aralarında bir nevi eşitlik sağlanmış olur.
Her vesile ile kölenin hürriyetine kavuşturulmasını tavsiye eden dinimiz, cariyenin de nikahlanarak ev hanımı yapılmasını teşvik etmiştir. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm) bu hususu şöyle ifade ederler:
"Sizden cariyesi olan biriniz, onu en güzel bir şekilde terbiye eder, yetiştirir de sonra azat edip onunla evlenirse, onun için iki sevap vardır."8
Bu açıklamalar göz önüne alınırsa, İslâm'ın köle ve cariyeleri ne kadar himaye ettiği, onların haklarını koruduğu açıkça görülecektir. Cariye sadece "kadınlığından istifade edilen" bir insan olarak da görülmemektedir. O aynı zamanda evin bir ferdi, ailenin bir parçasıdır. Ailenin, hanımından sonra evin en sorumlu kadınıdır.
Bir insan sahip olduğu cariyesini azat edip hürriyetine kavuşturabildiği gibi, onu bir başkasına hediye olarak da verebilirdi. İşte Mısır hükümdarı Mukavkıs'ın Peygamber Efendimize (a.s.m.) gönderdiği iki cariye de bu kabildendir. Zaten bu iki cariye Mısır'dan gelirken yolda Müslüman olmuşlardı. Bilindiği gibi Peygamberimiz (asm) bu cariyelerden Mâriye'yi kendi nikâhı altına almıştı. Daha sonra Hz. Mâriye'den Hz. İbrahim dünyaya gelmişti. Hz. İbrahim'in doğumundan sonra Peygamberimiz Hz. Mâriye'yi hürriyetine kavuşturdu. Böylece Mâriye, diğer Peygamber hanımlarının gıpta edeceği bir mevkie yükselmişti. Şîrin isimli diğer cariyeyi de Peygamberimiz (asm), şâiri Hassan bin Sabit'e verdi.
Bu hadiseyi misal getirerek, bugün gayri müslim ülkelerden "cariye" olarak nikâhsız bir şekilde kadın alınamaz. Zira ülkeler karşılıklı olarak bu uygulamayı kaldırmıştır. Artık tarihî bir hadise olan cariyelik müessesesi günümüzde hiçbir şekilde tatbik edilmemektedir. Diğer taraftan Peygamberimize (asm) hediye edilen "cariye", Mukavkıs'ın yanında da cariye idi. Yoksa Mukavkıs kendi milletinden bir kadını Peygamberimize "hediye" olarak göndermiş değildi.
Dipnotlar:
1. Müslim, Cihad, 24; İbni Mâce, Cihad, 30.
2. Buhari, Itk, 1; Müslim, Itk, 21;
3. Nur Sûresi, 24/33.
4. Buhari, Itk, 15.
5. Buhari, Itk, 16.
6. Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, III, 402.
7. Nur Sûresi, 24/32.
8. Buharı, Itk, 15.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Nikâhın asli hükmü nedir?
- İslam'ın ilk döneminde olduğu gibi, günümüzde de cariyelik var mıdır?
- Cariye kimdir?
- Cariyelerin ve kölelerin, namazda ve diğer durumlarda avret yerleri neresidir?
- Efendisi cariyeyle cinsel ilişkiye girmek için cariyeden izin alıyor muydu? İzin alması gerekmiyorsa şayet bunun hikmetleri vardır mutlaka, bunlar neler olabilir? Günümüzde insanlar bunu tecavüz olarak değerlendiriyor...
- Masum insanların öldürüldüğü hiçbir dava haklı değildir, sözünü cihad için nasıl yorumlarsınız?
- Osmanlı padişahları ve cariyelik sistemi hakkında bilgi verir misiniz?
- Mükatebe için bir köle ile efendisi anlaşmaya oturduklarında, efendi köleden dilediği miktarı talep edebilir mi?
- Peygamber Efendimizin, köle azat eden birini azarladığı doğru mudur?
- Nisa suresi 24. ayete göre, savaşta ele geçirilen evli kadınla evlenmek caiz midir?
Yorumlar
Mü'minûn Sûresinin 5 ve 6. âyetlerinde bu konuda şöyle denilmektedir:
"O mü'minler ki, ırzlarını korurlar; ancak hanımlarına ve sahip oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. Bunlarla olan münasebetlerinden dolayı kınanmazlar." bu ayet-i kerimede de açıkça ifade edilmektedir ki, bekar olan cariyelerle beraber olmak, yasaklanmamıştır.
şayet cariye olan kadın, bir kişi ile evli ise efendisinin ona yaklaşması caiz görülmemiştir. ama bekar ise, efendisinin istekleri doğrultusunda hareket etmesi gerekirdi. işte kur'an cariyelerin çok şiddetli olan eski hallerinden kurtulmaları için, böyle yumuşatıcı hükümler getirmiştir.
Nitekim Hicretin 200 senesinden sonra hemen henem cariyelik ve kölelik kalmamıştır. çünkü köleleri azad etme ile alakalı çok teşvik edici hadisler varid olmuştur.
Kadın alım satımı ahlaksızlık olarak görülürken cariyelerin alım satımı da böyle değil midir? Irak isgalinde Amerikalı askerlerin esir düsen müslüman kadınlarla cinsel ilişkiye girmis olmalarını meşru haline getirmez mi?
Geçmişteki kölelik uygulamalarına bakılıp Amerika'nın Iraklı kadınlara yönelik tutumu elbette meşru görülemez. Böyle bir kıyaslama da yanlıştır. Zira günümüzde devletler arasındaki uygulamalar gereği köle edinme kaldırılmıştır.
Bu nasıl bir çarpıklıktır. Dinde evlatlık almak haram ama Cariye serbest. Cariyeyi mal gibi kullanmak caiz. Nasıl bir dine mensubuz. Okudukça soğudum. Tek kelimeyle bu cariyelik kölelik olayı iğrenç. İslam getirmemiş olabilir ama sonlandırma gereği de duymamış. Çünkü erkeklere hizmet eden bir din olduğu için onların keyifleri gözetilmiştir.
İslamiyetin neden kölelik ve cariyeliği tamamen kaldırmadığının nedenleri cevapta izah edilmiştir. İslam dini kadar köle ve cariyeleri koruyucu uygulamalar getiren bir sistemin olmadığı da bilinmektedir. Tehlike geçince de özgürlüklerine kavuşturulmaları öğütlenmiştir. Bütün bu olumlu gelişmelerin yanı sıra düşman sizin vatandaşınızı esir edip onları köle ve cariye haline getirirken sizin onların vatandaşlarını serbest bırakmanız düşmanınıza lütufta bulunmak olur. Böyle birşeyin savunulması da safdilliktir.
Allah'ın koyduğu bir hükmü, kendisi kaldırmadan; "Bugün gayri müslim ülkelerden "cariye" olarak nikâhsız bir şekilde kadın alınamaz. Çünkü artık tarihî bir hadise olan cariyelik müessesesi günümüzde hiçbir şekilde tatbik edilmemektedir." diyerek nasıl hükmünü kaldırabiliyorsunuz?
İslamiyetin kölelik ve cariyelikle ilgili nihayi hedefi bunun ortadan kaldırılmasıdır. Günümüzde uygulama da bu amaca uygundur. Devletler karşılıklı olarak böyle bir uygulama içine girmiyorsa kişi gayri müslim birisini köle veya cariye olarak edinemez. Şayet düşman yeniden böyle bir şeye teşebbüs ederse elbette ayetteki ruhsat kullanılır ve müslüman devlette köle ve cariyelik hükümlerini yeniden uygular. Şartlar gereği dönemsel olarak uygulanmaması ayetin hükmünü tamamen ortadan kaldırmak anlamına gelmeyecektir.
Sizin bu konudaki yorumunuz İslamiyet'e yaklaştırdığım bir hanım kardeşimi tekrar İslamdan soğuttu. İslam gibi mübarek bir dinin savaş esirini nikahsız kullanmaya izin verdiğini ne hakla söylersiniz. İslam'ın rol modeli Hz. Muhammet bu konuda ne yapmış onu neden anlatmazsınız.
Müslüman Hz. Muhammet'in uygulamalarına bakarak dini yaşamaz mı? Hz Muhammet cariye olarak gelen kadın ile evlenmemiş mi? Yani cariye ile evlenebilirken nikahsız şekilde neden yaşansın ki? Gücü elinde tutanlar için İslamin keyfi yorumundan başka bir şey değil bu. Yorumunuz apaçık bir şekilde peygamber efendimiz sonrası zinaya kılıf bulmak için yapılan uygulamayı destekler nitelikte.
Yaptığınız şey Hz. Muhammet sonrası Muaviye'nin sarayında kadınlarla keyif çatmak için çarpıttığı konuyu savunmak. Hz. Muhammet ki geçici nikah kıymayı destekleyen bir uygulmayı yasaklamış cariyenin bu şekilde nikahsız kullanılmasını mı yasaklayamayacak.
Yok orada şu vardı yok kölelik şarttı gibi kaçamak cevaplar vermek yerine Hz. Muhammet cariyesi ile evlenmiş mi evlenmemiş mi ona bakınız.
Peygamberimiz örneğin Hz. Mariye'yi başta cariye statüsünde tuttuğu, oğlu İbrahim dünyaya geldikten sonra azat ettiği belirtilmektedir. Kaldıki cariye konusunda ayet açıktır. Ayrıca cariyelik akti nikah aktini de içinde barındırdığı için ayrıca nikah kıyma gereği yoktur. Burada önemli olan dönemin sosyolojik olgusunu kabul etmek ve ona göre değerlendirme yapmaktır.