İnanma duygusu ile din ve yaratıcı mı icat ettik?

Tarih: 29.11.2024 - 15:39 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Fıtrat deliline olan itirazları sadece fıtrat delili üzerinden nasıl cevap verebiliriz?
- Fıtrat deliline itiraz olarak "bizim içimizde inanma ihtiyacı var, inanmaya meyilliyiz, o yüzden dinleri ve yaratıcıyı icat ettik (haşa!)" deniliyor.
- Peki bu itiraza diğer İslam’ın diğer delillerini (hudus, imkan, ahlak, Kuran, peygamberlik, tarih....) katmadan, (bunları katsak ortada bir mesele kalmıyor) sadece fıtrat delili üzerinden nasıl cevap verebiliriz?
- Yani "Allah Teala insan fıtratına onu bulmamızı tetikleyen ihtiyaç koymuş" argümanını sadece bu argüman üzerinden diğer delillerini katmadan nasıl kullanmalıyız ki bu itiraz sadece bu argümana göre akli ve mantıki çelişki olarak karşımıza çıksın.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

“Bizim içimizde inanma ihtiyacı var, inanmaya meyilliyiz” ifadesi doğrudur. Ancak bu ifadeden “o yüzden dinleri ve yaratıcıyı icat ettik” manasını çıkarmak yanlıştır. Çünkü inanma ihtiyacımız olduğu için din veya yaratıcı olmuş değil, aksine din ve yaratıcı olduğu için bizde inanma ihtiyacı vardır.

Örneğin bu gözlerimiz görmek için yaratılmıştır, ancak anne rahmindeyken orada bir şey göremeyiz ve görme özelliğimizi kullanamayız.

Anne rahmindeyken bu görme duygusunu ve özelliğini dikkate alarak, “başka bir alemde göreceğimiz şeyler olmalı” diye bir mantık yürütmek doğrudur ve gerçektir.

Şimdi soruda geçen konuya göre bunun uygulamasını yapalım:

- Görme duygumuz olduğu için anne rahminden başka bir alemde görülecek şeyler var, demek doğru olur.

- Yoksa bizde görme duygusu olduğu için görülecek şeylerin olduğunu uydurduk, demek yanlış olur.

Özetle, soruda cerbeze yapılmış, mantıkla oyun oynanmış, mantığa aykırı ve hatalı çıkarım yapılmıştır.

Bu konuda da birkaç madde hâlinde bazı açıklamalar da yapmaya çalışacağız:

1) İnsan fıtratında bir istinat biri istimdat noktası olmak üzere onları tatmin etmeden insanda huzur ve sükunet olmaz. Sonsuz aciz ve fakir yaratılan insan, vicdanındaki bu iki sermaye ile Rabbini bilir, ona dayanır, ona güvenir ve mahlukatı onun askerleri bilerek hayatını rahat ve huzur içinde geçirebilir.

Sonsuz aciz ve fakir yaratıldığı için insanın kalbi ve vicdanı sonsuz bir kudret sahibine dayanmak ve yine sonsuz bir rahmet sahibinden yardım dilemekle tatmin olur. Bu ise bütün sıfatları sonsuz ve mutlak olan Allah’a iman, teslim ve tevekkül ile gerçekleşir.

2) Sırtını bir güce dayandırma arzusunu ifade eden istinat noktası ilim ve kudretiyle her yerde hazır ve nazır olan Allah’a imanla tatmin olur.

3) Güçlü bir yerden yardım almayı ifade eden istimdat noktası ise hem Allah’a hem ahirete olan iman cihetine bakar. Çünkü sırtını gücüne vermeye muhtaç olmak hem sonsuz sıfatlarıyla her an yanında bulunduğuna bağlı bir yaratıcıya imanla beraber, elinden kaçırdığı servetini geri almak için de başka bir aleme / ahirete iman etmek gerekir. Ezeli ve ebedi olan Allah’ın ilim, kudret ve hikmeti dışında hiçbir güç ahireti yaratması mümkün olmadığı için uhrevi lojistik desteği temin etmesi de mümkün değildir.

Kuran-ı Kerim'in birçok yerinde “Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyi” birlikte ders vermesi bu hakikate dikkat çekmeye yöneliktir.

4) Bu konuda bir misal olarak Bediüzzaman Hazretleri tarafından bize takdim edilen hakikatin bir parçasını paylaşmakta fayda vardır:

"Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usul, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilirdi.

Mademki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek.

Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr u aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur.

Yoksa, divane bir vâlidenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o bîçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev'inden, vahşiyane bir gadirdir, bir zulümdür." (Mektubat, s. 421-422)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 58
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun