İlahi ve ilahi olmayan dinlerde kurban ibadeti hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 31.10.2011 - 09:19 | Güncelleme:

Soru Detayı
- Kurbanın tarih boyunca insanlıkla var olduğunu duyuyoruz. İlahi ve ilahi olmayan dinlerde kurban ibadeti hakkında kısaca bilgi verip mukayesesini yapabilir misiniz?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kurban, tapınılan tabiatüstü varlık veya varlıkla­ra yakınlaşma, şükran duygularını ifade etme, bir şey isteme ya da günahlara ke­faret olması gibi niyetlerle sunulan varlık ve nesnelerdir.

Tabiatüstü bir güce su­nulan nesnelere genel anlamda takdime adı verilirken, kurban kelimesi özellikle öl­dürme veya boğazlama yoluyla sunulan­lar için kullanılmaktadır. Kurban olayında esas unsur, sunulan hediyeyi kabul etme durumunda olan tabiatüstü gücün veya kendisine böyle bir güç atfedilmiş olan varlığın bulunmasıdır. Kurban sunan kişi bu şekilde tabiatüstü güçle ilişkiye gir­meyi veya daha önce girmiş olduğu ilişki­yi sürdürmeyi amaçlar.

Öte yandan bazı toplumlarda kurban olarak takdim edilen nesnelerin yok edilmesi işlemi esas kabul edilmiş, buna göre kurban, "objelerin bir tanrıya veya herhangi bir tabiatüstü gü­ce takdim edildiği bir kült faaliyeti" ola­rak tanımlanmıştır. Takdim edenin, bir şeyi kendi tasarrufundan çıkarıp tabiatüstü bir alıcıya sunduğu düşüncesi esas alınarak kurban, "icra edilişi esnasında bir şeyin sunulduğu veya yok edildiği, ob­jesinin manevî bir güç kaynağı ile böyle bir güce ihtiyaç duyan kişi arasında ilişkiler tesis ettiği dinî tören" şeklinde tarif edil­miştir.

Erken Paleolitik dönemden itibaren çe­şitli kültürlerde kurban ibadetinin farklı uygulamaları ortaya çıkmıştır. Antik Yu­nan dininde yer altı ve deniz tanrılarına siyah, ateş tanrılarına kızıl renkte hayvan­lar, güneş tanrısı Helios'a süratli atlar, tanrı Zeus'a kozmik verimlilik güçlerinin simgesi olarak kabul edilen boğa kurban edilirdi. Kurban vasıtasıyla tanrıların, tan­rılar sayesinde de insan ve tabiatın yaşadığına inanılırdı.

Arkeolojik bulgular, eski Mısır'da rahiplerin idaresinde âyin haline getirilmiş kurban kültünün bulunduğu­nu göstermektedir. Sumerler'in yaşadığı eski Mezopotamya'da da rahiplerin eşli­ğinde zorunlu kurbanlarla iştirak edilen oldukça gelişmiş bayram takvimleri bulunurdu. Hititler'in tanrıların yardım ve affını kazanmak için kurban kestikleri, bazı yiyecekler takdim ettikleri bilinmek­tedir. Dinî ve mitolojik Ugarit metinlerin­de Mezopotamya ve Ken'ân özelliği taşı­yan bir kurban kültünün izleri görülmek­tedir.

Milâttan önce ilk bin yıla kadar tarihlendirilen kitabelere göre Güney Ara­bistan'ın yüksek kültürlerinde rahiplerce yönetilen, güneş, ay ve venüs gibi yıl­dızlarla büyük tanrılara sunulan kurban âyinleri vardı. Eski İranlılar tanrılara kur­banlar, çeşitli bitkiler ve haoma içkisi sunmuşlardır. Zerdüşt hayvan kurbanını ya­saklayarak Ahura Mazda'ya adak ve şü­kürler kurbanını telkin ettiyse de ölümün­den sonra canlı kurban âdetine geri dö­nülmüştür.

İranlılar adak ve şükranlarını Hürmüz'e, diğer takdimelerini de kötülü­ğü engellemesi için Ehrimen'e arzederlerdi. Sâbiî toplumunda güvercin ve ko­çun kurban edildiği törenleri, vaftiz olmuş rahip veya yardımcısı icra eder, kurban edilen hayvanın kutsiyetine inanıldığından vaftiz olmayanların ona dokunması­na izin verilmezdi.

Günümüz ilkel kabile­lerinde tanrıların yardımlarını sağlamak, gazaplarından korunmak veya günahlar­dan kurtulmak için tavuk kurbanı yaygın­dır. Ayrıca sığır ve köpek de kurban edil­mekte, yiyecek ve içecek maddeleri su­nulmaktadır.

Japon dini Şintoizm'de kurban ve takdimeler tanrılara ve ölülere, onların öfke­sini yatıştırıp lütuf ve yardımlarını sağla­mak veya günahlara kefaret düşüncesiy­le sunulurdu. Erken dönemlerde uygula­nan insan kurbanlarının yerini sonradan hayvan kurbanları almıştır. Günümüzde pirinç ve pirinç şarabından oluşan yemek takdimeleriyle elbise ve mesken dahil üç aslî ihtiyaca tekabül eden her şey kurban olarak sunulmaktadır.

Eski Çin'de tanrılara ve ölen ataların ruhlarına onları memnun etmek ve ilâhî lutuflar elde etmek amacıyla evcil olan ve olmayan hayvanlar kurban edilir; hubu­bat, mayalandırılmış içki, çeşitli yiyecek­ler ve ipek gibi takdimeler sunulurdu. Önceleri yaygın olan insan kurbanına Konfüçyüs'le birlikte son verilmiştir. İmpara­tor tarafından kış gündönümünde göğe ve yere sunulan kurbanın önemli bir yeri vardı. En önemli takdimeler bütün aile­nin bir araya geldiği, senenin ilk ve son günlerinde yapılırdı. Güneş tutulması, sel baskını, salgın hastalık, kuraklık, açlık gibi durumlarda da uygun kurbanlar sunu­lurdu.

Hinduizm'de kurban insanları kurtulu­şa götüren yollardan biridir. Brahmanlar döneminde, kozmik gücü meydana ge­tirdiğine inanılan ve yaratılışın sırrı, kâi­natın devamının anahtarı olarak kabul edilen kurban merasimi rahiplerin neza­retinde gerçekleştirilirdi.

Vedalar döne­minde günlük merasimler ateşte yakılan takdimeleri, kutsal soma içkisini yere dökmeyi, atalara, yer tanrılarına ve ruh­lara yiyecek takdimelerini ihtiva ederdi. Aylık takdimeler yeni ay ve dolunayda çe­şitli tanrılara, özellikle fırtına tanrısı İndra'ya sunulan pastalar ve yiyeceklerdi. Fa­kat kefaret niyetiyle ve ilkbaharın başlan­gıcında bolluk düşüncesiyle, yağmurlu mevsim ve serin kış beklentisiyle rahipler tarafından bir yılda üç defa olmak üzere mevsimlik kurbanlar sunulurdu. Upanişadlar sonrası dönemde de kurban siste­mi korunmuş, ancak mâbed ibadetinin ortaya çıkışı ve Budizm, Jainizm gibi yeni dinlerin muhalefeti sebebiyle giderek önemini kaybetmiştir. Çünkü Budizm ve Jainizm'de "Ahimsa" (hiçbir canlıyı öl­dürmemek) prensibi ve tenasüh inancı gereği canlı yaratıklar kurban edilme­mektedir. Ancak her İki din mensupları mâbedlerinde tütsü, mum, buhur, yiye­cek ve içecekler takdim ederlerdi.

Yahudilikte bazı hayvanların veya yiye­ceklerin Tanrı'ya bağlılığın bir işareti ola­rak ve O'nun lutfunu kazanmak, affını sağlamak niyetiyle bir mezbah üzerinde tamamen ya da kısmen yok edilmesin­den ibaret olan kurban ibadetinin tarihi Hz. İbrahim'e kadar götürülmektedir. Onun döneminde sığır, davar, kumru, gü­vercin gibi hayvanlar Tann'ya sunulurdu. İshak ve oğlu Yâ'küb tarafından da devam ettirilen kurban geleneği, İsrâiloğullarınca bazı dönemlerdeki farklı uygulamalarla birlikte Kudüs'teki mabe­din 70 yılında Romalılar tarafından yıkılışına kadar sürdürülmüştür.

Ahd-i Atîk'te kurbanı ifade eden en kapsamlı terim İbrânîce'de "vermek" an­lamına gelen "manah" fiilinden türetilmiş, "bir bağış veya vergi" mânasındaki "minha"dır. Bu kelime hububat takdimelerini genel olarak kurbanı ve özellikle de hayvan kurbanlarını ifade etmek üzere kul­lanılmıştır.

Yahudilikte kurban, uygun görülen hayvanları bo­ğazlamak suretiyle sunulan kanlı kurban­lar ve çeşitli yiyecek, su ve şarap gibi içeceklerin takdim edilmesi şeklindeki kan­sız kurbanlar olmak üzere ikiye ayrılmak­tadır. Kurbanlar günlük, haftalık, aylık, mevsimlik ve yıllık olarak sunulurdu.

Hz. İsâ zamanındaki kurban uygulama­ları Ahd-i Atîk'e dayandırılmaktaysa da sonradan Hristiyanlık'ta  İsâ'yı merkezîleştiren farklı bir kurban anlayışı gelişti­rilmiştir. Kendisi de bir İsrailli olan İsâ dünyaya geldiğinde ailesi, Yahudi şeriatı­na uyarak kurban sunmak için Yeruşalim'e git­miş ve İsâ'yı da götürmüş İsâ, İsrâiloğulları'nın kutladığı Pesah bayramlarına katılmıştır.

Öte yandan İsâ, bir cüzzamlıyı iyi ettikten sonra Mûsâ şeria­tında belirtildiği üzere bir kurban kesmesini din kardeşiyle dargın olan birinin ba­rıştıktan sonra takdimesini sunmasını istemiştir. Bu uygulama­lara rağmen İsâ'nın çarmıha gerilmesi ve diriltilmesi inancının ardından Hristiyan­lığın Yahudilik'ten ayrı bir din mahiyeti kazanmaya başladığı bilinmektedir. Ni­tekim Hristiyan geleneğinde İsâ'nın havârileriyle yediği son akşam yemeğinde insanlar için döküldüğünden bahsettiği kanının Ahd-i Cedîd olduğuna ve insanla­rı Tanrı ile barıştırdığına inanılmış Ahd-i Atîk Pesahı'nın icrası sayılan bu yemeğin, İsâ'­nın kendisini Baba'sına takdim ettiği bir âyin anlamına geldiği anlayışı benimsen­miştir.

İnciller'deki,

"İsâ'nın kanı bir çoklarının günahının bağışlanması için döküldü"

"İnsanoğlu kendisine hizmet edilmeye değil, ancak hizmet et­meye ve birçokları için canını fidye olarak vermeye geldi."

ve Pavlus'un mektuplarındaki "günah için bir kurban" ve "Tanrı'ya kurban" şeklindeki ifadeleri, Hz. İsâ'­yı insanlığı aslî günahtan kurtaran bir kurban olarak gören inanca esas teşkil etmiştir. Böylece Hris­tiyan ilahiyatında İsâ'nın haç üzerindeki ölümünün tek başına yeterli ve diğer kurban sunma fiillerini faydasız kılan bi­ricik kurban olduğu inancı kabul edilmiş, İsâ. kendisi ilk ve son kurban olarak Ahd-i Atîk'in kurban sistemini iptal etmiştir.

İslâm'da Kurban: Önceki din ve kültür­lerde farklı şekil ve amaçlarla da olsa var­lığını sürdüren ve Câhiliye toplumunun dinî hayatında önemli bir yeri olan kurban âdeti İslâm dininde cinayet, şirk, israf, hayvana eziyet ve çevre kirliliği gibi olum­suz unsurlardan temizlenerek taabbüdî, malî ve sosyal nitelikleri bir arada bulun­duran bir ibadet halini almıştır.

İslâm öncesi Arap toplumunda çocukla­rın, köle ve esirlerin putlara kurban edil­mesi âdetinin zayıf da olsa izlerine rast­lanmakla birlikte yaygın olan, putlara hayvan­ların kurban edilmesi şeklindeydi. Câhili­ye Arapları, belli zamanlarda veya önemli kabul ettikleri olaylar vesilesiyle gerek Kabe'deki gerekse Mekke'nin diğer bölgelerinde ve Mekke dışındaki putlarının yanında mabede olan saygılarını, putlara olan bağlılıklarını göstermek, onlara yakınlaşmak gayesiyle deve, sığır, koyun, ceylan gibi hayvanları keserek kanını on­ların üzerine döker, kurbanı parçalayıp bu dikili taşların üzerine bırakır, yırtıcı hay­vanların ve kuşların yemesini beklerlerdi. Yarar sağlayacağı düşüncesiyle ölen kim­senin kabri başında veya cinlerden korun­mak amacıyla kurban kesildiği, ayrıca ye­ni doğan çocuk için akîka kurbanı kesile­rek ziyafet verildiği, bereket getireceği beklentisiyle deve veya koyunun ilk do­ğan yavrusunun (fera', fer'a), Receb ayının ilk on gününde "atîre" adı verilen koyu­nun putlar için kurban edildiği bilinmek­tedir. İslâm döneminde Câhiliye Arapları'nın kurban âdeti tevhid inancına aykırı öğelerden temizlenerek Hz. İbrahim'in sünnetine uygun biçimde ihya edilmiş ve sosyal işlevler de yüklenerek zenginleşti­rilmiştir.

Putlar için hayvan kurban etme şirk, bu şekilde kesilen hayvanlar da mur­dar sayılmış, akîka kurbanı âdeti ana hatlarıyla İslâm döneminde korunmuş, son iki tür kurban ise Allah için olması kaydıyla, İslâm'ın ilk dönemlerinde caiz görülmüşken, daha sonra

"İslâm'da ne fera' ne de atîre var­dır." (Buhârî, '"Akîka", 3, 4; Müslim, "Edâhî", 38)

hadisiyle yasaklanmıştır.

Kur'an'da ayrıntısı verilmeksizin, Hz. Âdem'in iki oğlunun Allah'a kurban tak­dim ettiklerinden söz edilir ve ilâhî dinlerin hepsinde kurban hük­münün konulduğu bildirilir. Kur'an'da hac ibadeti esnasında ke­silecek kurbanlarla ilgili bazı hükümler yer alsa da dolaylı bir işaret hariç hac dışındaki kurban ibadetine temas edilmez. İbadetler konusunda takip edi­len teşri' siyasetine uygun olarak gerek hac ve umre yapanların gerekse diğer şa­hısların kurban kesme yükümlülüğü ve diğer kurban türleri hakkındaki hüküm­ler Hz. Peygamber'in söz ve uygulama­sıyla belirlenmiştir.

Resûl-i Ekrem'in hic­retin 2. yılından (624) itibaren kurban bayramlarında kurban kesmeye başla­ması, hac ve umre esnasındaki uygula­ması ve kurbanla ilgili çeşitli açıklamala­rından oluşan zengin hadis rivayeti bu alandaki dinî gele­neğin, fıkhî yorum ve değerlendirmele­rin ana zeminini teşkil etmiştir.

İbadetlerde fert ve toplum yararıyla açıklanabilir unsur­larla taabbüdî nitelik taşıyan ve Allah'a bağlılığı temsil eden simgesel davranış­lar çok defa bir arada bulunur. Ancak malî bir ibadet olan kurbanda taabbüdî yön­ler de bulunmakla birlikte fert ve toplum yararı daha ön plandadır. Kurbanı hayva­nın eti veya derisi için kesiminden (zebh, tezkiye) ayıran temel fark, onun Allah'ın rızâsını kazanma ve isteğine boyun eğme gayesiyle kesilmiş olmasıdır. İbadetin özü­nü teşkil eden bu gaye ancak şâriin bil­dirdiği şekil şartlarına uyulduğunda gerçekleşmiş olur. Bu yönüyle kurban iba­detinin özü ve biçimselliği dinî bildirime dayanır. Kesilen kurbanın etinin yenmesi, derisi ve diğer parçalarından âzami ölçü­de yararlanılması ibadetin özüyle alâkalı bir gereklilik olmayıp ikinci derecede ya­rarlar, ibadetin dünyevî boyutu ve anla­mı olarak görülebilir. Klasik doktrinde kurban ibadetinin rüknünün kan akıtma olarak belirlenmesi de mücerret bir itlaf ameliyesi değil, bu ibadette derunî bir hal olan kulluk bilinç ve iradesini temsil eden ve yükümlülüğün en alt sınırında bulunan objektif bir işlemin kriter olarak seçilmesi anlamını taşır.

Kişi kurban kesmekle Allah'ın emrine boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğu­nu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Bunu yaparken de malını Allah için telef etmesi değil en yakınlarından başlayarak insanlara yararlı olacak tarzda gerçekleş­tirmesi istenmiştir. Kur'an'da kurbanın kan ve etinin değil kesenlerin dinî duyar­lılıklarının (takva) Allah'a ulaşacağının belirtilmesi buna işaret eder. Kurban Allah'a verdiği nimetlerden dolayı şükür anlamı da taşır. Müminler her kurban kesiminde, Hz. İbrahim ile oğ­lu İsmail'in Cenâb-ı Hakk'ın buyruğuna mutlak itaat konusunda verdikleri, Kur­'an'da da özetle aktarılan başarılı sınavın hâtırasını tazele­miş ve kendilerinin de benzeri bir itaate hazır olduklarını simgesel davranışla gös­termiş olmaktadırlar.

Kurban toplumda kardeşlik, yardım­laşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar; sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Özellikle et satın alma imkânı bulunmayan veya çok sınırlı olan yoksul­ların bulunduğu ortamlarda onun bu ro­lünü daha belirgin biçimde görmek müm­kündür. Zengine malını Allah'ın rızâsı, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma yolunda harcama zevk ve alışkanlığını verir; onu cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurtarır. Fakirin de varlıklı kullar aracılığıyla Allah'a şükret­mesine, dünya nimetinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık ve düş­manlıktan kendini kurtarmasına ve ken­dini toplumunun bir üyesi olarak hisset­mesine vesile olur.

Kurban ibadetinin ya­rarı sadece sosyal dayanışma ve malî yar­dıma indirgenemeyeceği. Her ibadetin öz ve biçim olarak ayrı anlam ve hikmetleri bulunduğu için, kurban yerine başka bir ibadetin ikame edilmesi, meselâ kurba­nın parasının dağıtılması, fakirlere gıda yardımı yapılması, namaz kılınıp oruç tu­tulması caiz görülmez.

(Kaynaklar ve geniş bilgi için bk. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Kurban Md.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun