Haccın faydaları ve hikmetleri hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 18.10.2006 - 11:09 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah’ın emrettiği her şeyde şüphesiz insanların dünya ve ahiret hayatı için pek çok hikmetler vardır. Bu şaşmaz gerçeğe göre haccın da pek çok hikmetleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:

Her insan yaratılışı gereği Yüce Allah’a karşı kulluğunu ortaya koymak ihtiyacındadır. Hac, kula, en belirgin bir şekilde Yüce Allah karşısında aczini ortaya koyma, kulluğunu ifade etme ve onun verdiği nimetlere şükretme imkanı veren bir ibadettir.

Çünkü hacı, mal, mülk, makam ve mevki gibi dünyevi unsurlardan sıyrılarak Allah’a yönelir. Sonsuz güç ve kudret sahibinin karşısında teslimiyetini ve bağlılığını ifade eder. Bu durum kendisine Allah’a kul olma zevkini tattırır.

Hac; renk, dil, ırk, ülke, kültür, makam ve mevki farkı gözetmeksizin aynı amaç ve gayeleri taşıyan milyonlarca Müslümanı bir araya getirerek eşitlik ve kardeşliğin çok canlı bir tablosunu oluşturur.

Bu, lafta kalan kuru bir iddiadan ibaret değildir. Zenginiyle, fakiriyle, güçlüsüyle, güçsüzüyle bütün hacılar aynı kıyafetler içinde, aynı mahrumiyetleri yaşayarak, aynı güçlüklere katlanarak, aynı şartlarda hareket ederek fiili bir eşitlik ve kardeşlik eğitiminden geçerler. Trilyonlara hükmeden bir zenginle geçimini zor karşılayan bir fakire aynı kıyafet içinde Arafat’ta beraberce el açıp dua ettiren ve Kâbe’nin etrafında yan yana tavaf ettiren hac ibadeti, insanlara makam, mevki, mal mülkle böbürlenmemeyi, İslâm kardeşliği içinde tanışıp kaynaşmayı ve mahşeri unutmamayı öğretir.

İslâm Dininin doğup yayıldığı, vahyin indiği, Hz. Peygamber (asm) ve ashabının bin bir güçlük ve sıkıntılar içinde mücadeleler verdiği ve Hz. Adem (as)’den beri bazı peygamberlerin uğrak yeri olmuş kutsal toprakları görmek, müminlerin dini duygularını güçlendirir, İslâm’a bağlılıklarını artırır. Dünyanın dört bir tarafından gelen, renkleri, dilleri, ülkeleri ve kültürleri farklı, fakat hedef ve gayeleri aynı binlerce Müslümanın birbirleriyle kaynaşması ve görüşmesi sağlanmış olur. Bu durum Müslümanların birbiriyle irtibat kurmalarına, birbirlerinin dertlerinden haberdar olmalarına ve hatta ticari bağlantılar kurmalarına imkan sağlar.

Hac ibadetiyle Müslüman, Yüce Allah’ın kendisine lütfettiği sağlık, yetenek, mal ve mülk gibi dünyevi nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Hac yapan Müslümanlar sabır, tahammül, sıkıntılara katlanma, güçlüklere göğüs gerebilme, büyük kalabalıklarla aynı anda hareket ederek aynı şeyleri yapabilme, yardımlaşma, dayanışma ve belli kurallara adapte olabilme... gibi ahlaki özelliklerini geliştirirler. Hac, Müslümanlarda ömür boyu silinmeyecek derin hatıralar bırakır. Bu hatıralar; müminin hacdan sonraki yaşamında istikametini kaybetmemesine hizmet eder.

Hac, müminin hayatında adeta bir dönüm noktası oluşturur. Arafat gibi mahşerin örneğini oluşturan bir yerde Allah’a el açıp yalvaran ve günahlarından sıyrılan bir Müslüman, bir daha kolay kolay eski işlediği günahlara dönmek istemez. Bu yönüyle hac, günahkar Müslümanlar için bir arındırma ve iyileştirme işlemi görür. Hac sayesinde Müslümanlar arasında güzel etkileşimler meydana gelir.

Hacda müminler birbirlerinden güzel hasletler alırlar. Fikirlerinde müspet anlamda önemli değişmeler olur. İnsanları birbirinden uzaklaştıran ırkçılık gibi olumsuz düşüncelerin törpülenmesi sağlanır. Kısaca haccın, başka ibadetlerde olmayan kendine özgü pek çok hikmetleri, ahlâkî, sosyal, ekonomik ve psikolojik yararları vardır. Yukarıda yalnızca bunlardan bazıları zikredilebilmiştir.

* * *

NOT: Dr. M. Selim Arık'ın "Hac ve Umrenin Hikmetleri" isimli şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:

Hac, kelime olarak “Allah’a yönelme, günahlardan arınma, Hak yolunda feragat gösterme ve meşakkatleri göğüsleme”1 mânâlarına gelmektedir. Dinî kavram olarak da “Kâbe ve civarındaki kutsal olan özel yerleri, belirli vakit içinde, usûlüne uygun olarak ziyaret etme” anlamını taşımaktadır. Umre ise, hac günleri dışında Kâbe’ye yapılan ziyareti ifade etmektedir. Umre, senenin her zamanında yapılabilen ve Hanefî âlimlerine göre, ömürde bir defa yapılması sünnet-i müekkede olan bir ibadettir.2 Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de

وَلِلَّهِ عَلىَ النَّاسِ حِجُّ البَيْتِ مَنِ اسْتطاَعَ إلَيْهِ سَبِيلاً “Gitmeye gücü yetenlerin Kâbe’yi ziyaret etmeleri, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.”3

buyurmaktadır. Dolayısıyla sağlık ve servet yönünden haccetme imkânına sahip Müslümanların ömürlerinde bir defa haccetmeleri farzdır.

Hac, sahih rivayete göre hicretin 9. yılında farz kılınmış Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de h. 10. yılda hac farizasını eda etmiştir. Yine râcih görüşe göre Umre’ye “Hacc-ı Asgar” (küçük hac); hac mevsimindeki hacca veya Hz. Peygamber’in haccına “Hacc-ı Ekber” (büyük hac) denilmektedir. Halk arasında söylenilen Arefe günü Cuma’ya rastlayan hac mevsimine, “Hacc-ı Ekber” denilmesi ise sahîh bir kaynağa dayanmamaktadır.

Enes b. Mâlik (r.a) Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) dört umre yaptığını haber vermiştir. Bu umreler şöyledir:

1) Hicrî 6. yıldaki Hudeybiye umresi ki müşrikler Müslümanları Mekke’ye katmamışlardı. Buna aynı zamanda engelleme mânâsına gelen “ihsar” da denir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Naciye b. Cündüb ile hedy kurbanlarını Harem bölgesine (Mekke’ye) göndermiş, kurbanlar kesildikten sonra (veya bir rivayette kurbanlar Hudeybiye’de kesildikten sonra) ashab traş olup ihramdan çıkmış ve böylece umre sevabını almışlardır.

2) Hudeybiye kaza umresi ki, anlaşma gereği bir yıl önce yapılamayan umre ertesi yıl yapılmıştır.

3) Hicrî 8. yıl Huneyn ganimetlerinin taksimi senesi Ci’rane’den ihrama giyilerek yapılan umredir.

4) Hz. Peygamber’in Veda haccı ile yaptığı umredir ki, bu aynı zamanda hacc-ı kırandır.4

Ayrıca İmam Malik, umrenin bir yıl içinde birden fazla yapılmasını mekruh saymıştır. Çünkü ona göre umre bütün insanlara her sene için bir kere olmak üzere sünnet-i kifayedir.5

Hz. Âdem ve Hz. İbrahim Hatıraları

Hac, öncelikle o şerefli yerlerde büyük peygamberleri hatırlama ve hatıralarını yâd etme yönüyle özel bir davettir. Çünkü insanlığın atası olan Hz. Âdem (as) ve eşi Hz. Havvâ Validemiz Cennet’ten çıkarıldıktan sonra o mukaddes yerlerde Allah’ın kapısına sığınarak uzun müddet ağlamışlar, dua ve tövbede bulunmuşlardır. Bunun neticesi olarak tövbeleri Arafat’da kabul olmuştur.

Yine Hz. İbrahim (a.s) ve oğlu Hz. İsmail (a.s) ile eşi Hz. Hâcer’le beraber Allah’ın emrine uyarak ve O’ndan gelen meşakkatli imtihana sabrederek, orada en büyük şerefi kazanıp Allah’ın rızasına ulaşmışlardır. Nitekim bugün onların hatırasına hac ve umre menasiki olarak Safa ile Merve arasındaki sa’y bunu hatırlatmaktadır. Çölün ortasındaki zemzem suyu Cenâb-ı Hakk’ın kullarına karşı merhametini ve lütfunu göstermektedir.

Yine Hz. İbrahim’e en sevgili oğlu Hz. İsmail’in kurban edilmesi Allah tarafından burada emredilmiş, hattâ Hz. İsmail babası ile birlikte düğüne gider gibi kurban olmaya gitmesiyle Allah’a karşı olan teslimiyetini göstermişti. Bu sırada Mina vadisinde, İsmail’i kandırmaya çalışan lânetli şeytan, Hz. İbrahim tarafından taşlanmış ve kovulmuştur. Bugünkü Mina’da kesilen kurbanlar ve cemarâttaki taşlamalar şeytanı ve bir anlamda kişiye musallat olacak şeytanî duyguların bertaraf edilmelerini hatırlatmaktadır.

Sultan’a Sığınma

Hacca gidenler sanki Kâbe’ye iltica etmişlerdir. Nasıl ki insanlar, felâket veya düşman saldırısı gibi bir şeye karşı direnemedikleri vakit, Sultan’ın himayesine sığınırlar. O felâketin tesirine göre her biri yalın ayak ve sırtı çıplak toz toprak içinde dua edip yardım isterler. Bu esnada yollarda rastladıkları hizmetçi ve saray adamları gibi kimselere hatta hayvan ve bitkilerin bulunduğu Sultan’ın çiftliğine son derece dikkatle saygı gösterip hiç kimseyi incitmemeye çalışırlar. Sultan’ın sarayına varınca da derin bir sessizlik ve sükûnet içinde beklemeye başlarlar. Sonra huzura izin istemeye uygun bir vakit buluncaya kadar sarayın etrafında dolaşırlar. Maksatlarını ifade edebilmek için en anlamlı sözlerle Sultan’ı övmeye başlarlar. Ardından Sultan’ın elini öpmek için izin isterler. İzin verilince de bu lütfu, isteklerinin yerine getirilmesine işaret sayarlar. İşte Hacerü’l-Es'ad'i istilam belki bunları hatırlatmaktadır.

Peygamberimiz (asm), Hacerü’l-Esved’in önemini şöyle haber vermektedir:

“Allah’a yemin olsun ki! Allah Haceru’l-Esved’i kıyamet günü gören iki gözü ve konuşan bir ağzı olduğu hâlde haşredecektir. Burada kendisine hak üzere (usûlüne uygun) istilam edenlere şahitlik edecektir.”6

Nasıl insanda hafıza kuvveti var ve nice malumat orada muhafaza ediliyor, öyle de Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasıyla Hacerü’l-Esved’de böyle bir fonksiyon olması gayet tabiîdir. Sanki o taş, binlerce “video bandı” veya “cd” diskleri gibi kendisini istilam edenlerin resim ve seslerini kaydetmekte olup öbür âlemde bunları gösterebilecektir. Sanki Hacer-i Esvet (Es'ad) öbür Âlemde gösterilmek üzere kendisini istilam edenleri video, cd, çip v.s gibi pekçok kayıt aletine kaydetmektedir. Yine hadîste

“Kim Hacerü’l-esved’e dokunur, karşı karşıya gelirse, sanki Rahmân’ın eline dokunmuş gibi olur.”7

şeklindeki teşbihle Hacerü’l-Esved’in Allah katındaki mânevî değeri anlatılmak istenmiştir.

Böylece sevinç ve kemal-i edeple Sultan’ın huzurundan ayrılırlar. Şu hâlde hac ve umre için Kâbe’yi tavaf için yola çıkan kimsenin hâli, şeytanın günah oklarına karşı kendini koruyamayan dolayısıyla mânevî iltica talep eden bir mülteci durumuna benzemektedir.

Özel Misafirlik

İnsan bu âlemde, büyük bir sefere çıkmış yolcu gibidir. Bu yolculuk esnasındaki hac ve umre ise özel bir misafirliği ifade eder. Misafirlerin istekleri de reddedilmeyen dualar arasındadır.8 Hakim olan Cenâb-ı Hak, sanki hac ve umre ile kullarını özel olarak davet ederek yüce kapısında yalvarmalarını ve himayesine girmelerini istemektedir. Bunun için de yeryüzünde Mekke’de mukaddes olarak belirlediği yere “Beytullah” ismini vermiştir.9

Kul, hac ve umre ziyaretiyle sanki Allah’ın bu özel davetine

“Lebbeyk Allahümme lebbeyk lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk lâ şerike lek.

 - Buyur Allah’ım buyur! Huzuruna geldim, emrine hazırım. Sen’in eşin ve ortağın yoktur. Sana yöneldim, hamd Sen’in, nimet Sen’in, mülk de Sen’indir. Eşin ve ortağın yoktur.”

diyerek, samimiyetle icabet etmektedir. Zîrâ ağaçların ve taşların birlikte iştirak ettiği telbiye ile ihrama giren bir mü’min, (Hadîste telbiyenin fazileti şöyle haber verilmektedir: “Telbiyede bulunan hiçbir Müslüman yoktur ki, onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç ve toprak (hatta çadırlar ve evler) onunla birlikte telbiyede bulunmasın. (Peygamberimiz eliyle işaret ederek) bu iştirak arzın şu (en uzak) yerine kadar devam eder.”10) Rahmân’ın özel misafiri olarak, “Duyûfu’r-Rahman” unvanını almıştır. Nitekim hadîste:

“Hac ve umre yapanlar Allah’ın elçileridir (misafirleridir). Onlar Allah’a dua etseler, derhal dualarına Allah icabet eder. Eğer kendileri için af ve mağfiret talep ederlerse Allah hemen mağfiret eder.”11 buyrulmaktadır.

Dünyevî ve Uhrevî Faydalar

Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak,

وَأَذِّنْ فِى الناَّسِ بِالْحَجِّ “insanlar arasında haccı ilan et.” şeklinde haccın ilân edilmesini bildirdikten sonra hemen akabinden لِيَشْهَدوُا مَناَفِعَ لَهُمْ  “Tâ ki kendilerine ait birçok menfaatlere şahid olsunlar.”12

buyurmaktadır. Dolayısıyla haccın hem dünyevî, hem de uhrevî hikmetlerine işaret edilmektedir. Dünyevî olanlar, ticarî ve sosyal faaliyetler münasebetiyle, Müslümanlar arasındaki ekonomik ve içtimâî gelişmeyi sağlamaktadır. Uhrevî olanlar ise günahlara tövbe ile Allah’ın af ve mağfiretine nâil olmaktır. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususa şöyle işaret etmektedir:

“Bir kimse hacceder ve hac esnasında kötü söz söylemez, eline ve gözüne sahip olur (büyük günahlardan çekinir, küçük günahları işlemekte ısrar etmezse), o kimse günahlarından arınarak (kul hakkı hariç) annesinden doğduğu günkü gibi hac ibadeti vesilesiyle memleketine tertemiz döner.”13

Yine bir başka hadiste hac ve umrenin mânevî faydası şöyle haber verilmektedir:

“Hac ve umreyi peş peşine yapınız. Çünkü bu ikisi, körüğün demir, altın ve gümüşteki pası yok ettiği gibi, fakirliği ve günahları yok eder. Makbul hac için karşılık, ancak cennet’tir.”14

Bu niyet ve düşünceler içinde haccını eda eden mü’minleri tebrik ediyoruz. Ne mutlu Rahmân’ın bu özel iltifatına nâil olan kullara! Ne mutlu Kâbe’yi, Arafat’ı, Makam-ı İbrahim’i ve Hacerü’l-Esved’i usûlüne uygun olarak ziyaret edip buralarda ibadet edenlere! Müjdeler olsun hac ibadetinden sonra memleketine günahsız dönebilenlere!

Dipnotlar:

1. Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, s. 210.
2. bk. Mevsılî, el-İhtiyar, I, 157.
3. Âl-i İmrân 3/97.
4. bk. Buhârî, Umre, 3.
5. bk. Abdurrahman el-Cezîrî, Kitabü’l-Fıkh ala’l- mezahibi’l-erbaa, I, 687
6. Tirmizî, Hac,113.
7. İbn Mâce, Menasik, 32.
8. bk. Tirmizî, Birr, 7.
9. Kur’ân’da Kâbe şöyle anlatılmaktadır: “İbadet yeri olarak yeryüzünde yapılan ilk bina Mekke’deki Kâbe olup, pek feyizli ve insanlar için hidayet rehberidir. Kim Beytullah’a girerse korkudan emin olur.” (Âl-i İmrân, 3/96-97). Kâbe’nin ilk bânisinin Hz. Âdem olduğu, Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’in ise Kâbe’yi bu temel üzerine bina ettiği rivayet edilir. Kâbe’ye Beytullah (Allah’ın evi), Mescid-i Haram (bazı yasakları olan) ve Beytü’l-Atik gibi isimler verilmiştir. Atik, eski veya yepyeni ve değerli mânâsına da gelir ki, şerefli ve saygı değer ev demektir. (bk. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, V/487)
10. Tirmizî, Hac, 14
11. İbn Mâce, Menâsik, 5.
12. Hac 22/28.
13. Buhârî, Hac, 4
14. Tirmizî, Hac, 2.

 

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun