Gökler ile yer eşit mi, gök düz mü?

Tarih: 04.05.2016 - 00:40 | Güncelleme:

Soru Detayı

1- Rabbiniz'den olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, takva sahipleri için hazırlanmış olan cennete koşun!" (Ali İmran -133)
"Rabbinizden mağfirete ve genişliği, yeryüzü ve gökyüzü kadar olan, Allah'a ve O'nun Resûl'üne inananlar için hazırlanmış olan cennete (kavuşmak için) yarışın..." (Hadid -21)
- Yukarıdaki ilk ayetin (Ali İmran -133) Diyanet tarafından yapılan çevirisinde Arapça aslında olmadığı halde "arası kadar" ifadesi ilave edilerek gökyüzünün derinliğinden hareketle cennet yerle gökyüzünün arası kadar genişmiş gibi ifade edilmiştir. Oysa ayetlerdeki bu anlatım yeryüzünü de gökyüzü kadar geniş sanan bir düşüncenin ürünü olabilir.
2- Yeryüzünü düz bir şekilde gökyüzünün ise onun üzerinde düşmesin diye tutulduğunu (Hacc Suresi -65) düşünecek olursanız yeryüzünün de gökyüzü büyüklüğünde tasavvur edilmiş olabileceğini daha iyi anlamış olursunuz. Bu iddiaya göre diyorlar ki Kuran yeryüzü gökyüzü ile aynı büyüklüktedir buda büyük bir hatadır diyorlar buna nasıl cevap verebiliriz?
3- Göğü de korunmuş bir tavan yaptık. Yine de onlar gökyüzünün ayetlerine aldırmıyorlar.” (Enbiya 21/32) buna Kuran-i Kerim göğe düz diyor, diyorlar buna ne cevap verilebilir?
- Bu ayetin açıklaması nedir? 1-2-3 diye bütün ayetlerin açıklamasını yaparsanız sevinirim,

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Bu ayetin Arapça metnine en uygun meali şöyle olabilir:

“Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış ve  eni / genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.”

- Evvela şunu belirtelim ki, “... eni / genişliği gökler ve yer kadar olan cennet” ifadesinden, yer ile göklerin aynı büyüklükte olduğu anlaşılmaz. Çünkü, “genişliği gökler ve yer kadar” ifadesinde ikisinin toplamı anlaşılır.

İkisi arasında kullanılan “VE” harfi, bir atıf edatıdır. Bu edatın görevi, ortasına girdiği iki şeyin birlikteliğini anlatmaktır. Arapçadaki bu “VAV” Türkçede de “VE” olarak geçer ve aynı manayı ifade der.

Örneğin, “A ve B’nin ağırlığı 80 kilodur” ifadesinden anlaşılan şey: “ikisinin toplam ağırlığının 80 kilo olmasıdır”.

Bilindiği üzere, her zaman biri büyük biri küçük olan iki şeyin toplamından söz edilir ve hiç kimse bu iki şeyin eşit olduklarını düşünmez; akıllarına bile gelmez. Eğer sorudaki iddia doğru kabul edilirse, bu takdirde “3+7=10” işleminden, 3 ile 7’inin eşit olduğunu, keza, “Şu adam ile bu bebeğin ağırlıklarının toplamı 100 kilodur.” ifadesinden, bebeğin kilosunun da 50 olduğunu düşünmek gerekir. Bu tür mantıksız düşüncelerin birer safsata olduğu ortadadır.

Demek ki, ayette yer alan “eni gökler ve yer kadar” mealindeki ifadeden yer ile göklerin aynı genişlikte olduğunu düşünenlerin bir daha düşünmeleri gerekir.

- Diyanet İşleri ve Diyanet Vakfı tarafından yapılan üç meal vardır. Bunlardan birinde “göklerle yer arası kadar” denilmiş, diğer iki mealde “göklerle yer kadar” ifadesine yer verilmiştir.

- İslam alimleri bu ayetin söz konusu “genişliği gökler ve yer kadar...” mealindeki ifadesini farklı yorumlamışlardır.

a) Bazı alimlere göre, bunun manası şudur:

Cennetin genişliği, göklerin ve yerin bütün tabakalarının ve parçalarının birer çarşaf gibi açılıp serilmesi ve birbirine eklenmesinden hasıl olan genişlik kadardır. Cennetin uzunluk sahasının sınırlarını ise ancak Allah bilir.

Bu yorum İbn Abbas’a aittir. Cumhurun görüşü de budur. (bk. Razi, Kurtubi, ilgili ayetin tefsiri)

b) Diğer bazı alimlere göre, burada tasvir edilen “genişlikteki cennet” sadece bir kişiye verilen cennettir. Çünkü, insan ancak sahip olduğu mülk ile sevinir. (Razi, a.g.y)

c) Diğer bir kısım alimlere göre, ayette yer alan “Ard” kelimesi, genişlik manasında olmayıp, alış-verişteki “Arz”(bedel, paha, fiyat) manasına gelir.

Buna göre, buradaki karşılaştırmanın anlamı şöyledir: “Eğer  cennet, gökler ve yer ile alış-veriş konusu olsaydı, bu ikisi ancak cennetin bedeli/fiyatı olurlardı.”

Bu temsil ile cennetin paha biçilmez bir yurt olduğuna işaret edilmiştir. (bk. Razi, Meraği, ilgili yer)

d) Buradaki ifadeler, bir temsildir. Cennetin genişlik boyutunun -adeta-sınırsız olduğunu ifade etmek için, insanların nazarında en geniş olan gökler ile yer, bir kıyaslama ölçüsü olarak verilmiştir. (bk. Razi, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

- Al-i İmran ile Hadid suresindeki ilgili ayetlerin ifade tarzındaki farklılığın en önemlisi şu iki kelimedir:

Birincisi: İlk suredeki ayet, “Sâriû” (Koşuşun) fiiliyle başlamıştır. İkinci suredeki ayetin başında ise, “Sâbikû” (Yarışın) fiili kullanılmıştır.

Bu iki fiilin manası birbirine yakındır. Çünkü, her iki fiil de “mufaale” kalıbındadır ki, karşılıklı olarak bütün taraflara hitap edildiğini gösterir.

Ayrıca yarışmada taraflar arasında yarışma ve koşuşturmalar söz konusudur.

İkincisi: İlk ayette cennetin genişliği gökler ve yerin toplam genişliğiyle karşılaştırılırken, “teşbih-i beliğ” denilen bir benzetme sanatına yer verilmiştir.

İkinci ayette ise, teşbih edatı olan “k” edatı kullanılmıştır.

Yani birinci ayette: “cennetin genişliği gökler ve yer genişliğidir” manasına gelen bir ifade kullanılmışken, ikinci ayette “cennetin genişliği gökler ve yer genişliği gibidir” denilmiştir.

Aynı konuyu işleyen bu iki ayetin farklı üslubu, bir tefennün sanatıdır. Bu ise, aynı manayı farklı üslupta anlatmak manasına gelen ve belagat ilmi bakımından çok güzel olan bir edebi sanattır.

Cevap 2:

Hac suresindeki 65. ayetin meali şöyledir:

“Görmedin mi ki Allah yerde olan her şeyi ve kendi emriyle denizlerde yüzen gemileri, sizin hizmetinize verdi? Yerin üstüne düşmesin diye, göğü O tutuyor. Gök ancak O’nun izniyle düşebilir. Şüphesiz Allah insanlara karşı raûfdur, rahîmdir / çok şefkatli ve pek merhametlidir.”

- Bu ayette yer alan “Yerin üstüne düşmesin diye, göğü O tutuyor” mealindeki ayetin ifadesinden; “yerin de gökler kadar geniş olduğunu” anlamak gerçekten çok garip ve pek tuhaftır.

Zira bu yanlış mantık işleyişine göre, “Yukarıdan düşen bir cismin hacmi ne kadar ise, üzerine düştüğü cismin hacmi de o kadar olmak zorundadır.” Buna göre gökten bin (1000) metre karelik hacmindeki bir gök cisminin 100 metre karelik bir arsa üzerinde yapılmış bir evin üzerin düşmesi mümkün değildir.

Bu yanılgı, büyük cismin düştüğü yerin onun kadar olmaması durumunda fazlalığının nereye gideceğine dair kafa karışıklığından kaynaklanmaktadır.

Oysa, küçük bir cismin üzerine düşen büyük cismin bir kısmı düştüğü yerde kalırken, geriye kalan kısmı ise o yerin çevresine dağılır. Göklerin yerküresinin üzerine düşmesi durumunda, bunların dikey olarak aşağıdan yukarıya doğru yığılması muhtemel olduğu gibi, yatay olarak yerin içinde bulunduğu sınırsız feza boşluğuna da dağılabilir.

- Kaldı ki, bu ayetin ifade ettiği hakikat şudur:

“Allah’ın, feza boşluğunda duran göklerin birer parçası olan güneşin, ayın ve yıldızların -her an mümkün olan- düşmesini engelleyen bir nizam ve intizamı yaratmasının, insanlar için büyük bir nimet olduğuna vurgu yapıldığı gibi
- Böyle bir nizamın tesadüfe havalesinin imkânsız olduğuna,
- Bunun ancak sonsuz bir ilim, kudret ve hikmet sahibi bir yaratıcının eseri olabileceğine,
- Her bir yıldızın, güneş ve ayın ayrı ayrı yörüngelere yerleştirilmesi, itim ve çekim kanunlarıyla onların çarpışmadan yakın düzlemlerde seyrü seyahat etmelerinin arka planında, bütün gök cisimlerini bir sapan taşı gibi evirip çeviren sonsuz bir kudretin varlığının bir belgesi olduğuna”

işaret edilmiştir. (krş. Meraği, İbn Aşur, ilgili yer)

Nitekim, “Allah odur ki, gökleri -sizin de gördüğünüz gibi- bir direk / bir dayanak olmaksızın yükseltti/yukarıda yarattı." (Rad, 13/2) mealindeki ayette gök cisimlerinin dayanaksız bir şekilde yaratıldığı nazara verilerek, bunların düşmeleri her an mümkün olduğu halde düşmemelerinin bir sebebinin olduğuna ve bunun da ancak Allah’ın sonsuz ilim ve kudretiyle mümkün olabileceğine işaret edilmiştir. (Meraği, Tantavi, İbn Aşur, ilgili yer)

- Bununla beraber, İbn Abbas, Mücahid ve Hasan-ı Basri’ye göre, ayette yer alan “gökleri -sizin de gördüğünüz gibi- bir direk / bir dayanak olmaksızın yükseltti” şeklinde meal verdiğimiz ifadenin anlamı: “sizin gördüğünüz bir direk/dayanak olmaksızın” şeklindedir. (bk. İbn kesir, ilgili yer)

Bu yoruma göre, ayette göklerin görünen bir direğinin olmadığı ifade edilmekle, görünmeyen cazibe -dafıa/çekim- itim kanunlarından oluşan manevi direklerin varlığına işaret edilmiştir.

Cevap 3:

“Göğü de korunmuş bir tavan yaptık. Yine de onlar gökyüzünün ayetlerine aldırmıyorlar.” (Enbiya, 21/32)

mealindeki ayette yerin düz olduğunu gösteren bir tek harf bile yoktur.

Bu algı, evlerin tavanını ve tabanını düşünmekten kaynaklanmış olabilir. Çünkü tavanı olan her evin tabanı düzdür. Öyleyse göklerin tavanı olduğu yer de düzdür. Bu tasavvur, bilgi kıtlığından ve bir kusur bulma arayışına yardımcı olan vesveseden kaynaklanmaktadır.

Halbuki ayette özellikle nazara verilen “sakf-ı mahfuz = korunmuş tavan”dan maksat, göklerin her türlü tahribe sebep olacak arızalardan korunmuş ve böylece yerküresinin tepesine düşmekten de alıkonulmuş demektir.

Allah, insanlar için hazırladığı yeryüzündeki nimetleri değişik ayetlerinde zikretmiştir. Ancak göklerin insanlara yönelik faydaları pek bilinmemektedir.

İşte bu ayette “sakf-ı mahfuz = korunmuş tavan” kavramıyla göklerin de insanlar için bir nimet cihetine işaret edilmiştir.

Bu nimet ciheti ise, göklerin tahribine, en az bazı parçalarının yeryüzüne düşüp insanları olumsuz etkilemesine sebep olabilen olumsuz bütün arızalara karşı onun her yönden korunmuş olmasıdır.

Burada zararlı ışınlardan koruyan manyetik alanı da unutmamak gerekir.

Ayette “teşbih-i beliğ” vardır. Yani normal ifade “gökler korunmuş tavan gibi” olduğu halde, “gibi” manasındaki “k” benzetme edatı zikredilmemiştir. Demek ki gökler gerçekten bir tavan değil,  yerküresinin yukarısında olduğu için görünürde bir tavana benzer.(krş. İbn Aşur ilgili yer)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun